'İyi bir radyo bence Açık Radyo'

-
Aa
+
a
a
a

3 sene aradan sonra tekrar Açık Radyo'da bir programda sizlerle beraber olmanın heyecanını ve mutluluğunu yaşıyorum. 3 sene önce programdan ayrıldığımda, Açık Radyo'ya tekrar bir gün gelmemin ümidini hep içimde yaşadım ve bu geçen 3 senelik süre içersinde yaptığım gönüllü çalışmalar, daha doğrusu 26 yıldır yapageldiğim gönüllü çalışmalar ve son 3 yıldır da toplumda gözlemlediğim "Gönüllük, Sosyal Sorumluluk" adı altında söylenen, yapılan yanlışlar veyahut farklı davranışlar, böyle bir programın Açık Radyo gibi bir yerde yapılması gerektiğini düşündürttü bana. İşte bu nedenle, her hafta pazartesi günü saat 14:00'te sizlerle beraber olacağız.

Bu programda öncelikle açıklamak istediğim bir konu var. Bu programın gönüllü çalışmalar konusunda düşünen ve yazan kişilere ve ayrıca sivil toplum kuruluşlarında gönüllü çalışmaları yöneten, yönlendiren kişilere açık olduğunu mutlaka altını çizmek istiyorum. Çünkü 26 yıl dedim dile kolay, galiba yaşamımın yarısından çoğu gönüllü çalışmalarla geçti ve gördüm ki bu, ortamına ve çevre koşullarına ve dönemin özelliklerine göre çok farklı uygulanıp algılanabiliyor. Bu nedenle, böyle bir programın, sivil toplum kuruluşlarının karşılıklı etkileşim haline geçerek daha iyi, daha güzel ve daha ortak çalışmalar için yapılmasında çorbada bir tuzumuz olduğunu da düşünmek beni daha da heyecanlandırıyor.

* * *

Hülya Demircan: Gönüllülüğe baktığım zaman, buraya gelmeden önce kendi yaşadığım, öğrendiğim bilgileri yanı sıra sözlükleri de araştırma ihtiyacı duydum. Osmanlıca sözlükten, öztürkçe sözlüğe kadar çeşitli sözlükleri araştırdım ve burada karşıma çıkan birkaç tanım var. İlgimi çeken iki farklı tanımlama var. Bunlardan bir tanesi "fahri çalışma." Eskiden fahri çalışma denilirdi. Bunun ne anlama geldiğini düşündüğüm zaman "fahri konsolosluk" geliyor ama “Kızılay için fahri çalışma yapılıyor” sözleri de çocukluğumdan aklımda. Demek ki, dedim bunun, benim bilmediğim geçmişi var ve bu geçmişini araştırmayı da inşallah birlikte veya bunu yapan kişilerle yine bu programda tartışıp, bilgi alışverişi sağlayabileceğiz. "Fahri" kelimesinin sözlük anlamına baktığım zaman "iftihar edilecek bir işi ücretsiz yapmak" diye bir tanımlama var. Bu çok güzel. Çünkü "gönüllük" tanımında bugün "iftihar edilecek bir şey" diye bir tanımlama yok. Ne deniyor biliyor musunuz? Türk Dil Kurumu, Okyanus gibi çeşitli sözlüklerde yazan "ağır ve tehlikeli bir işi hiçbir yükümlülüğü yokken istenerek üstlenen kişi" diye gönüllüyü açıklamışlar. Demek ki "gönüllük" bayağı ağır ve tehlikeli bir iş ve iftihar edilecek bir iş. Ama bugün uygulamalara baktığım zaman, özellikle son 3 senedir yaptığım çalışmalarda toplumda sosyal sorumluluğu artırmaya çalışırken, kişilerin "gönüllülüğü" boş zamanlarında bir hobi gibi yapmak, yapmak istediği şeyi istediği zaman yapmak, istediği gibi yapmak kavramlarının yerleşmeye başlamasını görmek açıkçası beni üzdü. Demin söylediğim sözlük anlamlarına tamamen katılıyorum. Tehlikeli midir, onu tartışırız ama gerçekten gönüllük sorumluluk isteyen bir şey ve sorumluluğu gönüllü olarak, gönül vererek yapmak olduğuna şahsen ben de katılıyorum.

Yanımda bugün bu programın ilk konuğu, konuk etmekten büyük keyif aldığım Ömer Madra var. Hoşgeldiniz.Ömer Madra: Hoşbulduk. Merhaba.

HD: "Gönüllük ve Sosyal Sorumluluk" dediğim zaman neler anlatacağınızı çok merak ediyorum ve ben susuyorum.

ÖM: Ben de pek bilmiyorum neler konuşacağımı doğrusu. Kafam her zaman olduğu kadar karışık ama bu fırsat da kaçırılacak gibi değildi. Hatta ben biraz istismar etme pahasına...

HD: Estağfurullah

ÖM: Sizin konukseverliğinizi hafifçe istismar etme pahasına iki ayrı programda, ilk iki ayrı programda konukluk...

HD: Seve seve kabul etmiş bulunuyoruz.

ÖM: ...etmek istedim. O yüzden belki de formata uygun davranmamış olacağım ama şundan dolayı çok önemli. Hemen kendime de savunma getireyim bundan. Şimdi, Açık Radyo'nun gönüllüğe dayanan, çok önemli yönü var deniyor. En azından böyle olduğunu kabul edebiliriz.HD: Evet, evet.

ÖM: Fakat girişte gayet isabetle belirtmiş olduğunuz gibi bu çok önemli bir mesele. Önce bir bağlam içine oturtmak lazım. Yani doğrudan doğruya Radyomuz şunları yaptı, şu kadar gönüllü çalışmayı şu model üzerine gibi bir nutuk çekmeden önce bunun, bu gönüllü kavramının biraz içine girmek, deşmek gerektiği düşüncesindeyim...Bu gönüllülük bazında çalışmaları ile bilinen Açık Radyo'da, insan zannediyor ki dışarıdan bir bakışta, biz bunu çoktan planladık, ömür boyu bir gönüllü çalışmayı girdik. Katiyen böyle olmadı. Bu çalışmaya girdikten sonra insan çok şey öğreniyor. Kendisi büyük bir dönüşümden, transformasyondan geçiyor ve sanki eskiye nazaran biraz daha derinlemesine bir bakış kazanıyormuş gibi geliyor.

HD: Yani hep bir alışveriş var değil mi? Bir şey yaparken aslında bir şeyler, bir sürü şeyler de öğreniliyor, kazanılıyor.

ÖM: Evet. Bu, 7 sene oldu. Açık Radyo tam 7 seneyi idrak etmiş durumda. Bu durumda da sanki biz böyle doğmuştuk. Log öncesi bilgi teorisi diye bir şey söylemek çok saçma ve gülünç olur. Onun için de biraz oturtmak lazım ve bence siz çok doğru bir noktadan başladınız. Etimolojik yani dil son derece tayin edici bir şey. Çünkü düşüncemizi bu şekilde ifade edebiliyoruz. Hatta bu yolla düşünebiliyoruz da diyebiliriz. Dil teorilerinin en geçerli olanlarına bakacak olursak dile mutlaka bakmak lazım. Hiçbir kelime de masum değil. Sizin başlattığınız noktadan devam edeyim: Şimdi gönül, vicdan ve adalet kavramları ile de çok ilgili. Bunun kesinlikle ağır ve tehlikeli bir iş olduğunu da düşünüyorum. Çünkü, bu hakim sisteme egemen olan değer sisteminin dışında bir şeyleri aslında savunuyorsunuz ve bunu hayata geçirmeye çalışıyorsunuz; bir gedik açmaya, hatta(Zapatistaların lideri) Subcommandante Marcos'un dediği gibi “tarihte bir yarık...” O yarıktan geçmeye çalışıyorsunuz. Bu da çok ağır bir iş doğrusunu isterseniz ve tehlikeli olduğunu da rahatlıkla söylenebilir. Onun için de büyük bir keyifle bu ağır ve tehlikeli iş meselesinden ben de bir ucundan kendime pay çıkarabiliyorum.

HD: Efendim pardon. Bu arada demin söylemeyi unuttum: Osmanlı'da da "enteresan fahri çalışmalar" diye tanımlanan çalışmalar var askeriyede; askeri teşkilatta gönüllü çalışma diye adlandırılmış. Ben gönüllü kelimesini, Cumhuriyet dönemine ait bir kelime zannediyordum ama araştırınca gördüm ki, "gönüllü ağası", "gönüllü yeniçeri" gibi terimler Osmanlı döneminde var ama fahri çalışmalarda, daha sosyal çalışmalar olarak kullanılmış. Bunu da bilmiyorum ben.

ÖM: O da çok önemli bir ayrım. Bunu ben de siz söyleyince düşündüm: Önemli tehlikeli noktalara geliyoruz demektir. Çünkü askerlikte anlaşıldığı anlamıyla gönüllülükten bahsederseniz orada başka bir şey var aslında, biraz gönüllülüğe zorlanma gibi. Çok hakim değerlerin, vatan kavramı, vatanseverlik... O tartışmaya girmeyelim ama bizim anladığımız veya düşündüğümüz şekildeki gönüllülük biraz bu militer terminolojinin dışında düşünülen.

HD: Ama ilgimi çekti onun için bunu söyleme ihtiyacı duydum. Evet.

ÖM: Şimdi İngilizce'de ya da Fransızca'da "irade" kavramı ile ifade ediliyor.

HD: Yani "Volunteer" oradan geliyor.

ÖM: "Voluntee" yani birinde kalp, yürek var gönülde. Birinde de batılıların yaklaşım tarzında Almancasını bilmiyorum ama bu ikisi yeterli herhalde. İngilizce ve Fransızca’da. Orada bir irade, kişisel bir iradenin uygulaması söz konusu ve bu çok ilginç bir ayrım aslında. Bence sadece yürekle yapılacak bir iş değil. İradeyi de gerektiriyor. Belki de ikisinin ortasında bir terime de ulaşmamız gerekir diye şimdi yeni ve çılgınca bir fikir. Biraz da saçma gelecek bir teori.

HD: Estağfurullah.

ÖM: Ama düşünmek iyidir.

HD: Düşünmenin zararı yok, faydası var. Evet

ÖM: Hepimizin çok bildiği gibi "truism" diye ifade edilen, yani malumu ilan kabulünden ama en çok da gözden kaçırılan şeyler insan hayatında işte bu malumu ilan kabulünden. Onlar bir klişe gibi, hayatımızdan alıp gider... Biliyoruz bunu zaten. İşte burada da çok önemli bir şey var. Bireyler, daha doğrusu kişiler bütün eylemlerinden davranışlarının sorumluluklarını taşımak zorundadırlar. Bu çok bildik bir gerçek ama en çok da gözden kaçırılan bence gönüllü ya da iradi çalışma, işte yabancılarınkini alacak olursak tamtamına bu felsefi ve etik ilkeden kaynaklanan bir şey.

Evet, ağır yükün altından kalkmaya çalışarak devam ediyoruz. Şimdi bu "gönüllülük" ya da "iradi çalışma", "fahri çalışma" meselesinin, söylediğiniz gibi hobi olarak görülmesi... Bir şey de ben ilave edeyim: Bu STK diye artık klişeleşmiş, Sivil Toplum Kuruluş çalışmaları gibi insanda biraz böyle ister istemez -kimseyi de darıltmak istemiyorum ama- bir yanlış imaj uyandıran noktalardan da sıyrılması gereken hayatın ta kendisine ilişkin bir mesele. O yüzden de şimdi bakın ben şöyle düşünmeye çalışıyorum: Noam Chomsky'nin çok bana önemli görünen bir sözüvar. Sayısız konferans veriyor, “Dünya nereye gidiyor?", "İnsanlığın hali nedir?", "Tehditler nerededir?" diye. Son derece yetkin bir bilim adamı aynı zamanda kendisi. Bir röportajında kendisine "Sizin karizmatik bir konuşmacı haliniz yok" diyorlar. “Ama böyle gayet sakin bir sesle yüzlerce konferansı, yüzlerce yazı ve kitapta sakin bir tonla dünyada olup biten bütün vicdani kanayan yaraların hepsine hiç yılmadan devam ediyorsunuz. Bu nasıl oluyor?" diyorlar. "Karizmatik değilim bunu biliyorum" diyor: "Hiç öyle iyi, ateşli bir hatip değilim. Yalnız öyle de olsaydım bile istemezdim o şekilde konuşmak. Çünkü benim amacım, bu konuşmaları yaparken insanları ikna etmek değil. Şu şekilde düşünün demekle alakası yok. O ateşli konuşmacılar ancak öyle şeyler yapabilir. Benimkisi, insanların kendilerini ikna etmesi için yardımcı olmak."

HD: Çok güzel.

ÖM: Bence bütün bu gönüllü, kolektif çalışmaların özünde yatan temel bir fikir pekala bu diye konabilir. Benim kişisel kanaatim; Açık Radyo'da en azından bizim yapmak istediğimiz şeylerden bir tanesi budur. Şimdi tabii Açık Radyo meselesi, medyanın bir parçası ister istemez olduğumuz için, bir de bu gibi çalışmalarda gönüllü, bağımsız, hür mecralarda ayrı bir yük çünkü en ziyade kötüye kullanılması ve gönüllü çalışmanın ya da iradi çalışmasının yapılmasının en zor olduğu yerde bilgi edinme hakkının ya da paylaşımının toplumların ve insanların hayatı için muazzam bir önemi var. Bunu yapabilmek için de insana bu tarz bir düşünce, gönüllü bazlı olması gerektiğini düşünüyorum. George Monbiot adında bu işlerle ilgili çok önemli bir gazeteci var. "Esas itibarı ile basın için bir kariyer -tırnak içinde kariyer- yapmak için özellikle de medya alanında ne yapmamız gerekiyor diye sorular soruluyor bana"diyor. "Elimden geldiğince hepsine tek bir cevap vermeye çalışayım ama bu benim en iyi bildiğim alanda, medyada verili ama bütün hayatın diğer meslek alanlarına -tırnak içindeki- kariyer seçimlerine de çok önemli bir ışık tutabilir. Kılavuz gibi bir metin olabilir. Ama bana -zaten genel kurallar formülleştiriyorum burada- bu öneri yalnızca gerçek bir kariyer seçimi yapılabilecek durumda olabilecek kişiler için geçerli değil. Maalesef dünyadaki bütün işgücü için geçerli. Ama bana yazı yazıp soru soranlar da seçim yapabilecek durumda olmasaydı zaten benden böyle bir şey istemezdi diye düşünüyorum ve diğer meslek dallarında çalışan kişiler için de geçerli olmasına karşın bana yazanların çoğu gazeteci olmak istediğinden ben de örneklerin tümünü gazetecilikten seçtim. Yalnız, benim sözlerime elbette güvenmeyin, uyarırım sizi. Sizin için iyi sonuçlar vereceğini de garanti edemem böyle söylediğim şeylerin. Olabildiğince çok kişi ile konuşun önerilerine kulak verin. Elbette ki en son kararı yine siz vereceksiniz. Beni veya bir başkasının sizin adınıza kara almasına asla izin vermeyin." Şimdi bu giriş cümlesi de bence bütün konuşmamızın özünü oluşturuyor. Başkası adına karar almasına engel olabilecek şekilde olmalıdır bütün çalışmaları, bütün hayatı insanın. Dolayısıyla da bireylerin ve kitlelerin ve halkların kendi kaderlerini, kendi ellerine alabilmesi için yapıyoruz bu çalışmaları diye düşünüyorum. Gönüllü çalışmaları.

HD: Çok güzel

ÖM: Ve o yüzden de George Monbiot'nun "Hayatı Seç " başlıklı yazısı -24 Haziran 2002'de yer almıştı Guardian gazetesinde- bizim Açık Site'de de yayınlandı ve Açık Site'de en çok okunan yazılarından biri oldu. Demek ki doğru bir seçim yapmışız. İnsanların, özellikle genç insanların ama bu yaştan genç insanların da önüne çıkan yol ayrımında düşünmeleri gereken çok önemli bir soruna parmak bastığına inanılıyor. O zaman da şunu yapalım; "Hayatı Seç" de özet olarak şunu söylüyor: Bütün mesele "Özgürlük" ile "Güvenlik" arasında bir seçim yapmaktır. "İş bulma vs meselesinde" diyor. "İşte böyle bir seçim yapmak zorunda kaldığınızda" diyor. Benjamin Franklin'in politika için söylediği bir sözü ben biraz değiştirdim. "Özgürlüğü seçin derim" diyor. "Aksi halde her ikisinden birden olursunuz. İkisine de sahip olamazsınız. Ne özgür olabilirsiniz, üstelik güvenli de olamazsınız. Güvenli bir iş ve güvenli maaş için ruhunu satan insanlar, o kadar vazgeçilmez olmadıkları anlaşıldıkları ilk anda kendilerini kapının önünde bulacaklardır. Bir kuruma ne kadar sadık kalırsanız o kadar istismar edilebilir ve nihayetinde harcanabilir bir insan haline geleceğinizi göreceksiniz" diyor. Yazının özeti bu.

(28.10.2002 tarihinde Açık Radyo’da yayımlanan ilk programın sonu.)

ÖM: Verebileceğim ilk öneri diyor George Monbiot “Üniversitelerde öğretilen kariyer önerilerinden uzak durun.” Yani, bir gazetecilik okulunda mesela, Latin Amerika’nın gelişme sorunlarını yazmak isteyen öğrencilere, gereken nitelikleri ve deneyimi kazanmak için, ulusal bir gazete iş aramadan, yani, başka bir deyişle girmek istediği alanın yakınlarında bulunmalarını sağlayacak bir mevki edinmeden önce, en az üç yıl yerel bir gazetede çalışın diye hep söylerler diyor. Gitmek istediğiniz yönün tamamıyla tersi yönde gitmenizi söylerler. Latin Amerika’ya mı gitmek istiyorsunuz. O halde öncelikle Nanhigten diye bir yere gidin diye... Zapatistalar hakkında mı yazı yazmak istiyorsunuz? Ondan önce şirketlerin basın bültenlerini habere dönüştürme üzerinde bir çalışın, öğrenin. Yani diyor; özgür olmak mı istiyorsunuz? Öncelikle esareti öğrenmeniz gerekir. Bu tuzağa düşmemek lazım diyor. Uzmanlaşma tuzağına düşmemek gerekir.

George Monbiot

Uzmanlık meselesi de Hintli yazar Arundhati Roy’un söylediği gibi, dünyadaki işleri, bilgileri kavramamızı, gidişatı kavramamızı güçleştiren en önemli faktörlerden biridir. İşte Dünya Bankasının uzmanları, IMF’nin ya da bilmem kimin uzmanları... Son derece karmaşık bir şekilde bu işler böyledir diye anlatırlar. Ve onların kendi önerilerini de uzmanlar değiştirirler, biz uygularız ve hayatımız bir hayli çıkmaza girer. Uzmanlardan biraz uzak durmakta fayda vardır, diyor.

HD: Tecrübeyle sabit.

ÖM: Evet, yani zenginlik odaklarının ve iktidar odaklarının, kudret odaklarının neyin haber olması gerektiğini belirlediği, zeka fukarası kısır döngüde çalışan bir uzman olmanız istenir ve ortamda birkaç yıl geçirdikten sonra başka hiçbir işe yaramaz hale gelirsiniz diyor zaten. Bu kariyer yolu bir anlamda eğitimin karşıtı. Yapmak istemediklerinizi yapmanız gerektiğini söylüyorlar. Ve şirketler ve büyük kurumlar dünyasının sizden istediği, yapmak istediklerinizin tamamıyla tersini yapmanız, diyor. Tek istedikleri onların, düşünebilen fakat kendi adına olmayan, kurum adına düşünebilen güvenilir bir araç. İnandıklarınızı yalnızca söz konusu inançların şirketin hedefleriyle örtüşmesi koşuluyla gerçekleştirebilirsiniz. Bu yalnızca bir kez de olmaz. Yıllar geçtikçe sürekli yapabildiğinizi göreceksiniz. Çok sayıda insanın inançlarının nasıl olup da kurum gücünün dayattığı taleplerle, her ne kadar söz konusu taleplerin niteliği, kişi aynı şirkette bir iki yıl çalıştıktan sonra tamamen değişim geçirse de, uyuştuğu... yani şirketin taleplerine hep uyuyor sizin istekleriniz. “Bu her zaman benim merakımı celbeden konulardan biri olmuştur,” diyor, “nasıl oluyor diye”. Sonra işte bu gönül ve vicdan meselesi geliyor. Yazıda Monbiot, “Zeki ve idealist kişiler dahi bu dünyalarda çok çabuk yollarını kaybediyorlar. Bu büyük bir tehlikedir diyor. Yani işverenlerin isteklerini yerine getirmek ve içine fırlatıldıkları düşmanlık, rekabetin ama keskin hali, dolu, dünyada ayakta kalabilmek uğraşı o kadar tüketiyor ki onları, gerçekten istedikleri kariyer yolunda ilerleyecek zamanları ve enerjileri kalmıyor. Bu çok büyük bir tehlike. Oysa yolunuzu yalnızca siz çizebilirsiniz. Başka kimse çizemez. Şimdi son zamanlarda, diyor Monbiot, şirketin toplumsal sorumluluğu gibi boş lafların arkasına sığınıyor şirketler ve kurumlar. Çalışanların vicdanını göz ardı edip, piyasanın ve hissedarlarının taleplerine cevap vermeye çalışıyorlar. Yani en önemli müdürler, icra kurulu başkanları bile şirketlerinde aslında çok az bir fark yaratabilirler, marjinal. Kâr yapmak ve hisselerinin değerini yükseltmek gibi şirketin tartışılmaz amaçları, önde gelen amaçlarına bir vicdanı karıştırdığında onlar da en büyük yöneticiler de kapı dışarı edilecektir diyor. Yani elbette bütün bunlar, kurumların egemenliğindeki dünyada inandıklarınızın yolundan gitme fırsatınızın olmadığı anlamına gelmez ama az da olsa genel eğilimlerin dışında kalmış fırsatlar var. İşte mesela dergileri, uzman programları, özel gazetelerin bazı bölümleri, patronların standartları koruyabildiği küçük üretim şirketleri. Buralara gidin ve tüm enerjinizi kullanıp, sebat edip buralarda başarılı olmaya bakın. Garanti altına aldıktan sonra, işin göründüğü gibi olmadığını, ya da sürekli yapmak istediklerinizin tuzağına düştüğünüzü düşünüyorsunuz da bir an bile tereddüt etmeden oradan da ayrılın. Çok radikal öneriler ama hayatta özgürlük ve güvenlik seçimi gibi çok temel bir ayrımda hayati de akılda tutmak gereken, yani hareketinizin sınırları konusunda son derece şeffaf olmanız ve mesela girip büyük bir şirkette kurumda çalışabilirsiniz ama çok iradeli olun ve kendinize böyle ben öğreneyim şirketi değiştiririm gibi asla saçma sapan şeyler düşünmeyin. Asla yapamazsınız ama bir iki ay çalışırsanız size çok faydası olabilir. Yalnız diyor bir şirkete, yani şirketin size verdiğinden çok sizden almaya çalıştığını hissettiğiniz anda oradan ayrılmanız gerekiyor, o anda diyor. Bu insanlarla ben yıllar sonra karşılaştığımda artık bir yaşam tarzına kavuşmuş oluyorlar, bir otomobile sahip olmuş oluyorlar ve maaşlarına uygun da bir ipotek, bir ev almış oluyorlar diyor. Ergenlik sonrası fantezisi olarak bir kenara attıkları ilk başlangıçtaki ideallerinin artık puslu anıya dönüştüklerine de çok tanıklık ettim, gördüm bu insanları diyor. İnsanların özgürlüklerinden vazgeçme süreci az karşılaştığım bir durum değildir diyor. Artık geride kaldı, idealimiz öyleydi ama ne yapalım ipotekler, arabalar.....

HD: O gençlik heyecanıydı.

ÖM: Şimdi bu birinci önerileriydi Monbiot’nun. İkincisi, Benjamin Franklin’in politika konusunda öne sürdüğü görüş. Özgürlükle güvenlik arasında seçim yapmak zorundaysanız özgürlüğü seçin! Bu çok önemli. Aksi halde ikisinden de olursunuz. Güvenli bir iş ve güvenli bir maaş için ruhunu satana insanlar, pek de o kadar vazgeçilmez olmadıkları anlaşıldığı ilk anda kapı dışında bulurlar kendilerini. Bu bir kuruma ne kadar sadık kalırsanız o kadar istismar edilir ve nihayetinde harcanır, harcanabilir bir insan haline geldiğinizi kendiniz de göreceksiniz diyor ve yine de tabi hiçbiri bütün bu öğütlerin diyor, doğrudan doğruya yapmak istediklerinizi yapmaya başlayamayacağınız ya da emeğinizin karşılığını istediğiniz gibi alamayacağınız anlamına da gelmez ama birkaç uç olası yaklaşım var önerebileceğim diyor George Monbiot. Birincisi; devam etmek isteyeceğiniz şekilde bir başlangıç yapın. Yani sonradan sapacak değil, kafanızdaki amaç önceden belirli olmalı. Ne yapmak istiyorsanız, diyor. Bu işin hayatta kalmanıza yetecek parayı kazanabileceğiniz mütevazı ama fazla da zihinsel enerji harcamanızı gerektirmeyen bir işle de desteklenmesi gerekir. Mesela gidip Zapatistalar hakkında bir şey yapmak istiyorsanız röportajlar, Chiapas Ormanlarında, oraya gitmeniz için gereken parayı kazanın ve gidip yazınızı hazırlamaya başlayın ama yazınızın karşılığında para kazanmak istiyorsanız girişimci olun. Toplumsal girişimci bir ruha sahip olun, ayrıca karşınıza çıkabilecek bir sürü hayat hikayesi olacak. Onların da bütün potansiyellerini değerlendirin. İşte dergiler, gazeteler, radyo ve televizyon istasyonları, web siteleri ve yayıncılara yazı yazarsınız. Yemek yazıları, orada gördüğünüz ilginç şeyleri ve bunların alıcısı da bulunur hep, diyor. Nasıl bir vahşi doğa öyküsüne rastlarsınız, hayvanlar alemi. Öyle bir dergiyle ya da yayınla, oraya satıp para da kazanabilirsiniz. Medyanın bütün, mümkün olan bütün alanlarında çalışmaya gayret edin ve sebatı elden bırakmayın. Çok önemli bir şey, olabildiğince ucuz yaşamaya ve yolculuk etmeye hazırlıklı olun diyor. Serbest gazeteci olarak ben çalıştığım ilk dört yılda elime yılda ortalama beş bin pound geçiyordu diyor. Yılda sekiz bin dolar filan bir para. Üçüncü dünya ülkelerinde de çok çalıştım. Yedi yıl. Yılda üç bin paundla sınırlı tuttum diyor. Yani Soro’nun meşhur, ilk çevrecilerden, Amerika’nın felsefecilerinden. Henry David Soro’nun önerisi gibi bir şey bu. Çok küçük bütçelerle yaşanabilir. O zaman kaybınız da az oluyor zaten mühim şeyler kaybetmiyorsunuz, küçük güzeldir mantığı yani. Yoksa artık büyük bir borç yükü altına girdiğinizde zaten iş işten geçmiş olur diyor. Çok çalışın ama acele etmeyin, diyor. İkinci bir olası yaklaşım yapmak istediğiniz işin pazarı ilk bakışta girilmesi olanaksızmış gibi görünse de konuya farklı yollardan geçerek girmeye çalışmanız olabilir. Yani evsizlik konusu muazzam bir konu ve hiç kimse işlemiyor diyor. Ama o zaman evsizlere yardım etmeye çalışan bir grupta iş bulun. Onlarla çalışın. O çok daha kolay. İki işi birden yapabilirsizin. Sosyal girişimcilik de yapmış olursunuz diyor ve en azından da dünyadan kopuk kadınlar ve adamlarla çalışmak yerine en azından ilginizi çeken konulara kafa yoran insanlarla birlikte çalışmış olursunuz. Böyle de bir faydası vardır diyor. İsterseniz burada bir soluklanalım ben makineli tüfek gibi konuşup, böyle şeyler yapıyorum.

HD: Rica ederim. Zevkle dinliyoruz. Yalnız bu arada merak ediyorum bu, Ömer Madra’nın aktardığı, gazeteci yeni gençlere önerileri duyunca, gençler hangi meslek grubundan olursa olsun biraz sarsılacaklar, tekrar yaşamlarını gözden geçirecekler diye düşünüyorum. Ne dersiniz Ömer Madra, biz iyilik mi ediyoruz?

ÖM: Bence evet. Çünkü bunun üzerine ben vakti zamanında bu seçim konusunda, gençliğin önünde bulunan bu kavşak konusunda bir de roman yazıp derdimi anlatmaya çalışmıştım; “Romanımla Sana Bir Ses” adında. Ne kadar erken sarsılırsa, bu yazıdan benim çıkardığım öz de o zaten, o kadar mutlulukla ilgili, hayatla ilgili bağlantıya o kadar erken... Biraz sarsılmadan bu işler olmuyor zaten. Çünkü o kadar hakim ki genel sistemin klişeleri, yani tekrar tekrar, belki de biraz bıktıracak bir şekilde ve sertçe söylenmesi, herkesin kendisini düşünmesi gereken bir olay.

HD: Kendini düşünür zannederken aslında dediğiniz gibi özgürlüğünü ve sonuçta güvenliğini de kaybeden hale gelinir.

ÖM: Geri gelinmez bir duruma sokulmuş oluyorsunuz. Çok önemli. Şimdi kısaca devam etmeme müsaade ederseniz.

HD: Estağfurullahbuyurun.

ÖM: Üçüncü bir yaklaşımım diyor, zaten dört tane olası yaklaşımdan bahsediyor. Üçüncüsü, daha zor ama gerçekleştirilmesi gene de olanaklı. Bu yaklaşımı izleyenler iş hayatındaki mevcut işverenlerle herhangi bir türden bir taahhüt altına girmenin getireceği sınırlamanın farkına varmış ve çalışmalarının yayımlanacağı mecrayı kendileri yaratmış kişilerdir. Şimdi buradan bağlantı geliyor. Birçok ülkede yaşamlarını yarı zamanlı işlerle, bağışlarla veya sosyal sigorta ile idame ettiren gönüllü kişilerin çabası ile ayakta duran küçük alternatif gazeteler ve radyolar mevcut. Bu kişiler inançlarını sarsılmaz şekilde rahatlıklarının önünde tutan, doğru bildiklerini, muazzam bir cesaret ve kararlılık sahibi insanlardır yani bu radyoları ve yerel gazeteleri, medyayı yapanlar. Başkaları esaret altındayken sadece onların ve dolayısıyla sizin de özgür olduğunu bilmek gibi basit bir sebepten dolayı tür kişilerle birlikte çalışmak sizin için büyük bir ayrıcalık ve esin kaynağı olabilir. Dünyanın parası ve olağanüstü prestij kaybettiğinizi özgürlüğünüzü asla telafi edemez diyor ve son önerim de şu olacak, yaşamınızı gerçek dünyada sürdürmek ve Erich Fromm’un “Ölüm sever-Nekrofilyak” olarak adlandırdığı, zenginlik ve iktidar dünyasında geçirmek arasında seçim yapmanız gerektiğinde, görünürdeki bedelleri ne olursa olsun, hayatı seçin! Yaşıtlarınız ilk başta “Zavallı Nina, 26 yaşında ve hala bir otomobili bile yok” düşüncesiyle size yukarıdan bakma gücünü kendilerinde bulabilirler. Ancak zenginliği ve iktidarı yaşamdan üstün tutanlar yaşayanların mezar taşlarını yani bir anlamda bu dünyayı olduğu gibi kabul ettiklerini gösteren çerçevelenmiş diplomalarını duvarlarına diktikleri ölülerin dünyasında yaşarlar. Yüksek kazancına ve sahip olduğu büyük prestije rağmen The Times gibi devasa bir gazetenin editörünün bile patronun emirlerini yerine getirmesi gereken bir memur olduğunu unutmayın. Bunu tabii, The Times’i, Türkiye’den çeşitli gazetelerin adlarıyla da değiştirebiliriz. Başyazarı, genel yayın yönetmeni bir memurdur ve patronun hizmetindedir diyor. Aslında hepimizden daha az özgürdür diyor. Oysa Times gibi bir gazetenin editörü olmak meslekte ulaşılabilecek en uç ileri nokta gibi görünür diyor. Yalnızca bir kez dünyaya geldiğinizi unutmayın! Milyarlarca yıllık evrimin ve tesadüfi güzelliklerin ürünü olan hayat değerli, olağanüstü ve tekrarı olmayan bir şeydir. Peki neden bu güzel şeyi yaşayan ölülerin eline bırakıp ziyan edelim ki diye bitiyor.

HD: Çok güzel.

ÖM: Ben bunu artık bir metin okuması halinde yaptım, bu programdaki konukluğumu bu şekilde ama...

HD: Ben burada müsaade ederseniz hemen, bir köprü olacak, zamanımız da azalıyor diye geçiyorum hemen. Görünüyor ki siz bunu Açık Radyo ile yapıyorsunuz. Özgürlük ve güvenlik arasında özgürlüğü seçtiniz ve Açık Radyo bugün 7’nci senesini doldurdu. Peki o zaman, bu özgür ortamda Açık Radyo’da gönüllülük ve sosyal sorumluluk olarak uygulamalarınızda neler yapıyorsunuz, nereden nereye geldiniz, nereye gitmek istiyorsunuz?

ÖM: Şimdi tabii başta kurulurken bunları -ilk programda da söylediğim gibi- bilerek yapmadık ama sezgi yoluyla belki böyle bir şey yapmış olduğumuz... ve giderek de arttığı ve geliştiğimiz... hepimiz değiştik, İncila Hanım da söylüyor, bir sürü evrim oluyor, dönüşüyoruz diye. Bu hepimiz için geçerli radyoda. Fakat başlangıç noktasında bağımsız ve özgür olmak için, hür basın olabilmek herkes istiyor ama olamıyor. Dilemekle olmuyor bu, altyapısını da yapmanız lazım. İşte biraz önce Monbiot’nun yazısında da söylediği şeylerin bir kısmını yaptık. Bağımsızlığın, özgürlüğün temelinde yatan şey bir kere bu tekelci, birisinin bir kurumun ya da kişinin hizmetinde onun özel çıkarlarının istese de istemese de hizmetinde olmamanın bir tek yolu var. Çok ortaklı bir yapı kurarsanız, bizim yaptığımız gibi ve bu ortaklığın da hepsi eşit, benzeri paylara sahip olursa kendi içinde bile kimse kendi dediğini yaptıramaz hale geliyor. Objektif bir şey. Bunu kurmadan patronlu bir müessesede çalışırsanız mecburen yani işlerin, hayatın, tabiatın, eşyanın tabiatı icabı o patronun istekleri doğrultusunda hareket edersiniz. Hiçbir kuruma bunu teslim etmeyeceksiniz. Kendi özel çıkarları doğrultusunda kullanması imkanını daha baştan ortadan kaldırmış oluyorsunuz. Bu da yetmiyor. Bir de tabiri caizse ideolojik olarak hiçbir tek doğru düşüncesine bağlı kalmamanız gerekiyor. Bu ikinci temel koşulda bu fikri üst yapısı diyeyim, radyonun da bu oluyor. Yani işte kainatın tüm seslerine açık olma meselesi de orada biraz. Yani çoğulcu demokrasi temeli üzerine, hukukun üstünlüğü temeli üzerine bütün farklılıkların korunduğu zenginliğinin farkına varıldığı hesap verilebilir, çağdaş, şeffaf bir toplumun savunuculuğundan başka hiçbir şey yapmazsanız ama sadece kendinizi totaliter yani faşisti, şeriat devleti kurmak isteyen ya da zorba görüşler dışında her şeye açık tutarsanız, ikinci şey de bu. Başka hiçbir çıkar o zaman aramadığınız hem altyapı hem de üst yapı diyeyim, benzetme olmadı ama olsun. Böyle bir şey yapıyorsunuz. Bir üçüncü ve çok önemli nokta daha var. Bu ikisinden çıkan bir üçüncü ilke. Reklam departmanıyla, içerikten sorumlu, içeriği hazırlayan, yayınları hazırlayan programcı ve insanların, yöneticilerin tamamen birbirlerinden ayrı olması lazım. Yani reklamlar için genel ilkeler ne? Sivil toplum kuruluşları, medya kuruluşları koymuşlar. Kimseye hakaret etme, savaş kışkırtıcı, şiddeti övme vs. Onun dışında kim reklam verirse versin alırsınız ama o reklam veren kuruluş sizin gözünüzde dünyayı bozan işler de yapıyorsa bunun kanıtları da kaynağı da varsa elinizde, onun reklamını yayınladığınızın arkasına da bu görüşleri, bu şeyleri koyarsınız yayınlarınızda. O zaman hiçbir problem kalmaz. Ha benim hakkımda böyle diyor onun için reklam vermem, reklamımı çekiyorum tehdidinde karşılaşırsanız o da onun sorunudur, vermesin reklam diyebilecek durumda kalırsınız. Bunlar özgürlük ve bağımsızlığın çok temel özellikleridir. O yüzden kâr maksimizasyonu böyle kâr ihtirasıyla yürüttüğü bazı faaliyetler dolayısıyla dünyayı kötüleştiren şirketlere de siz bunları ortaya koyma özgürlüğünüzü de her zaman, bir reklamın yapılması ya da yapılmaması, bilerek ya da isteyerek birisinin tarafından önlemiş olursunuz. Bu şartlar altında şimdilik tam beş yüzü aşkın programcı 7 yıl içinde çalıştı. Ve bunların en büyük özelliği bir tanesinin bile para almadan fahri programcı olmasıydı. Bu da doğrusu ciddi bir şeydi. Gönüllü çalışmadır. Toplumun her kesiminden gelen, çok entelektüel bakımdan da yeterli, iş adamları dalında da ya da taksicilik dalında. Hangisi olursa olsun bu insanlar birikimlerini burada getirip paylaştılar. Öğrendiler ve öğrettiler ve bilgi edinme hakkını da, bilgi paylaşımı hakkını da kullandılar sonuna kadar. Bunun için çalıştık ve çalışmaya da devam ediyoruz. Yedi yıldan beri de bunun sürüp gidiyor olması, kurulması ve de sürdürülebilmesi çok daha da önemli. Bir şeyler ifade ediyor. İyi bir radyo bence Açık Radyo.

HD: Bence de. Efendim maalesef, Ömer Madra’nın sohbetine doyum olmuyor biliyorsunuz ama maalesef süremiz doldu.

(4.11.2002 tarihinde yayımlanan ikinci programın sonu.)

Programın deşifresi: Utku Kumral - Kevser Yavuz