İstanbul'da kar

-
Aa
+
a
a
a

Bildiğinizi sandığım bir noktayı bir kez daha anımsatayım önce. Benim ne bir siyasi parti ile ne de bir tek vatandaşım ile uyan değer yargım yok. Hiçbir zaman için tek başlarına siyasileri ve devlet organizasyonunu eleştirmem söz konusu değil. Benim için öncelikli, asıl suçlu bizlerizdir. Bu nedenle aşağıdaki yazıların bir bölümünü lütfen Sn. Ali Müfit Gürtuna destekçiliği vb şekilde düşünmeyin.

 

İstanbul’da kar yağdı ortalık mahvoldu. Üstat yazarlarımız her nasılsa bu sefer biraz vatandaşlarımızı suçladılarsa da yine belediye valilik tüm devlet erkanı vb herkesi eleştirdiler. Yazılan her şey teorik olarak doğru. Şimdi gelelim pratik analizine olayın.

 

İstanbul’un fiziki büyüklüğü belli. İnsan sayısı belli. Bu fiziki büyüklüğün insan/konut yerleşimi, insan/iş yerleşimi nitelik ve nicelik olarak belli (örneğin sokak cadde sayısı ve genişlik darlık yol yapısı vb). İstanbul’a yılda veya kaç yılda bir bu şekilde kar yağıp kaç gün kalıcı olduğu da belli. Şimdi yeni teknolojiler önceden haber verse de bizlerin hayal ettiği gibi İstanbul’un bırakın tüm cadde ve sokaklarını, sadece ana arter ve ana cadde statüsündeki yerlerini açık tutmak için bir yıl boyunca muhafaza etmemiz gereken eleman ve ekipman sayısı ve bedeli hesaplanmış mıdır? (Gerçi ben eleman sıkıntımız olduğunu düşünmüyorum ya.) Şimdi şu soru cevaplanmalıdır: İstanbul birkaç gün kara teslim olsa ne olur ? İstanbul o birkaç gün kara teslim olmamak için gereken yatırımı yapsa ne olur? Bu sorunun cevabı hayati derecede önemlidir. Bir noktaya dikkat çekmek isterim; ben hiçbir şey yapılmasın, alınabilir önlemler alınmasın demedim (hem devlet organizasyonu hem bireysel olarak bizler). Ama hayal ettiğimiz düzenin kurulmasının ve muhafaza edilmesinin bedeli nedir, dedim.

 

Şimdi gelelim asıl konuya. Sorun artık benden duymaktan sıkıldığınız insan nicelik nitelik sorunudur. Eğer İstanbul’u (doğal olarak diğer kentleri de) bu kadar büyütmeye devam ederseniz olacak olan budur. Alabileceğiniz hiçbir önlem hiçbir zaman yeterli olmayacaktır. Sorun bugünün kar sorunu değil geleceğin yaşam biçimi sorunudur. Türk insanı -bizler duble yollara yeterli kaynak bulunsa da doğru yatırım mıdır derken- neden Silivri’deki yazlık olduğu iddia edilen ucubelerin önüne çift yol yapılmıyor veya bitirilmiyor diye yakınıp, gazetelerimiz de bu şikayetleri yayınlıyorlardı? Şimdi ne oldu? Ne değişti?

 

Olmayacak şey: Türkiye’nin gelecek planı

 

Sn. okurlar, Türk insanı uzun vadeli organize ve analitik düşünemez. Türk insanı için şimdi ve ben vardır. O karda zincirsiz veya diğer ekipmansız yola çıkan halkımız Pazar günü çevreyolu ve Kadıköy tarafındaki ana (hatta ara sokaklar) açıkken bu kez zincirle araç kullanıp yolların canına okuyordu.  Ben size çok basit bir olay anlatayım. Pazar günü kızlarımı Nemo adlı bir yavru balığın öyküsünü anlatan animasyon filmine götürdüm. (Sadece bir çocuk filmi değil bence, gidin derim.) Carrefour Ümraniye’deki sinemaya gittik. Biliyorsunuz burada kapalı otopark var. Kapalı otoparkta da yerler araçların park etmesi gereken şekilde çizili. Kapalı olduğu için birkaç merdiven boşluğunun olduğu yer dışında içerde kar ve buz yok... İnanın plakaları almaya başladım anons ettirmek için, sonra eşimin “Sinan çocukları getirdin, artık günü zehir etme” uyarısı üzerine vazgeçtim. Araçların en az yarısı çizgilerde nasıl park edilmemesi gerekiyor ise işte o şekilde park etmişlerdi. Dikkat edin, hiçbir fiziksel sorun yok. Dikey girilecek yere yatay girilmiş ve iki şerit gitmiş. Geçiş yolu kapatılmış. Bunları yapanlar eğer arabaya göre hüküm vereceksek okumuş, en azından hali vakti yerinde olduğu kesin, “elit” tabakadakilerdi. Şimdi kalkıp biz ne hakla kimi eleştiriyoruz. Hayatımızın her anı yapmamamız gereken her şeyi yaptıktan sonra, tam anlamı ile içimizden çıkan ve tam anlamı ile kopyamız olan insanların yaptıklarından neden rahatsız oluyoruz.

 

Bir kez daha olmayacak şeyi yazayım. Türkiye’nin gelecek planı çıkarılmalıdır. Bu plan çıkarılırken önce çevre ve Türkiye coğrafyasının fiziksel özellikleri (fay hattı vb) dikkate alınmalıdır. Sanayileşme ve gelişme anlayışımız masaya yatırılmalıdır. 2004 yılında yatırım anlayışımız başkaları tarafından tasarlanmış araçların fiziksel imalatları mı olmalıdır, tartışılmalıdır. Tüm bu temel verilere göre insan nicelik ve nitelik yapımız yeniden (ve yarın kesinlikle düşünülmeden) geleceğe yönelik planlanmalıdır. Çünkü yarın düşünüldüğü sürece biliyorsunuz bizim halkımız için simitçi ile üniversite arasında bir fark olmadığından şehrine üniversite açılmasını ister ve bizim siyasilerimiz de açarlar er ya da geç.

 

İstanbul’da olacağı kesin ama zamanı belirsiz depremi bir yana bırakın, Nişantaşı’nın arka sokaklarındaki bir tekstil atölyesinde yangın çıkarsa sonucu biliniyor mu? Sayın okurlar, değişmek zorundayız. Ama değişmeyeceğiz. Hep eleştireceğiz ama çözüm önermeyeceğiz. Çözüm diye önerilenlerin kabul edilmesi için sadece kendimizin kısa vadeli çıkarına hizmet etmesini bekleyeceğiz.

Sayın okurlar, bu yaşananlar az bile. Allah bizi daha beterinden korusun.

 

(25 Ocak’ta kaleme alınmıştır.)