İstanbul Başkent Olsun

-
Aa
+
a
a
a

Science dergisi, her bilim adamının bir satırının bile yayımlanmasına razı olacağı cinsten prestijli ve önemli bir bilimsel kayıt defteridir. Bilimsel kurallar uyularak elde edilmiş bilgiler ve tahminler bu dergide yerini bulur: tıp, fizik, kimya, jeoloji, “neuroscience”, genetik, paleontoloji, daha neler aklınıza gelirse... İstanbul’un deprem riskleri hakkındaki bilimsel makaleyi herhalde pek çok kişi duydu ve basındaki özetlerini okudu. Tom Parsons tarafından yazılan, Türkiye’den Aykut Barka’nın da aralarında olduğu bir grup bilim adamının dediklerinin birkaç cümlelik özetini, bir kez daha tekrarlayayım:

Çizim: Ateş Gülcügil

İstanbul, tıpkı Los Angeles ve San Francisco gibi, önümüzdeki 30 yıl içerisinde kuvvetli ve yıkıcı potansiyele sahip bir deprem geçirme riskine sahip. Bu risk İstanbul için %62, Los Angeles ve San Francisco için % 70'lerde... Telâşlanmayın, bulgularımızı depremin yıkıcı ve öldürücü etkilerini azaltmanın ve gidermenin yollarını aramak için bir fırsat olarak değerlendirin.

Peki, biz ne yapıyoruz? Biz, derken, bizim adımıza hareket etmek üzere görev almış olanları değil, biz’i kastediyorum: İstanbul’da ve çevresinde yaşayan neredeyse 20 milyon insan. Hemen hemen hiçbir şey... Ya da, Leeds United, Demirel-Sezer, falan filân. Bu tip 

konuları (tamam, önemliler ama...) kullanarak “gerçek” gündemden uzaklaşmakta ustalaşmakla meşgulüz. Bu yazının da şu iç karartıcı deprem konusuyla ilgili olduğunu düşünüp okumayı bırakmış olanların az olmayacağına bahse girebilirsiniz (Gazetenizi paylaştığınız birisiyle bir test edin şu hipotezi bakalım!).

Bana sık sık sorulan, ama verdiğim cevapların pek tutulmadığı bir “uzman sorusu”: “Ne olacak bu İstanbulluların ruh durumu?” Ruh durumu dediğimiz, başımıza gelenler, başımızdan geçenler ve bizim bütün bu hallerde neler yaptığımızın ortak sonucudur.

Ne yaptığımızı ve ne yapacağımızı belirlemek içinse, bir gündeme sahip olmamız gerekiyor. Gündemimizi de, en hayati olandan başlayarak, meselelerimizi dizerek oluşturabiliriz. Paralel gündemlerimiz de olabilir. Ama, yapay gündemler bazen gerçek gündemdeki meselelerin yarattığı belirsizlikten yararlanıp, araya sızdığında, gerçek gündemden uzaklaşabiliriz. İlk başta, bu işimize de gelebilir. Acımızı hissetmemeye çalışmak, ağlamamak için kendimizi tutmak gibi bir şey... O zaman gerçek gündem, kendini çok daha kuvvetle ve bizi gafil avlayarak hissettirecektir.

Gerçek Gündem: Hayat kalitemizi koruyarak hatta arttırarak, hayatımıza kasteden tehlikeleri savuşturmak.

"Evlerinizi, işyerlerinizi kuvvetlendirin,” diyor, makalenin yazarları (ve aklı başında herkes). “Yangın olasılıklarını azaltın. Ağır dolaplar kullanmayın”, vs vs. “Bu işler için para lâzım, para,” diyenlere, “ siz lüzumsuz yerlere saçtığınız paraları kısın,” demekten de vazgeçelim. “Adamlar”, zaten, paraları lüzumsuz yerlere saçmak üzere ve saçabildikleri için o noktalara gelebilmişler. Bu durumu değiştirmek ayrı bir gündem maddesi, ama onları düzeltmeyi beklemeyelim şimdi (İstanbul’u depremin yıkıcı etkilerinden korumaktan daha zor ve zahmetli).

Artık adı Dünya Bankası mı olur, Avrupa Birliği mi olur; oluşturulacak “İstanbul’u koruyalım ve kurtaralım” projesine yeryüzünde destek verecek kurum sıkıntısı çekileceğini sanmıyorum. Bu bir Dünya Kentine yardım projesi. Yeter ki, kaynakları banka kurtarmak, atom bombası yapmak ya da yeni bir devlet konukları konutu vs yapmak üzere harcamayacaklarına dair güvence versin, “temsilcilerimiz.”

Ya da, İstanbul’u başkent yapalım. Çankaya köşkünü, hükümet konağını, bakanlıkları, Meclis’i, Meclis Lojmanlarını İstanbul’a taşıyalım. Bu öneriyi ucuz popülizm olarak değerlendirenleri de, Akkuyu’da bir yazlıkla ödüllendirelim.

(Yeni Binyıl gazetesinde 2 yıl önce yayımlanmıştır.)