İletişim geciktiğinde...

-
Aa
+
a
a
a

Gündelik hayatta ilişkilerimizde yaptığımız bir çok şeyin ne kadar farkındayız?

Karşımızdakini dinlerken genellikle gözüne, hiç olmazsa yüzüne bakarız. Bir şeyi bize eliyle işaret ederek gösterdiğinde, nereyi işaret ettiğine bakar; gözleri başka bir yöne kaydığında neye baktığını anlamaya çalışırız. Suskunlaşırsa, neden suskun olduğu hakkında bir tahminde bulunmaya çalışır, bunu kendisine söyler, ya da dert ederiz. İletişimin akışı içinde nasıl öğrendiğimizi bile hatırlayamadığımız bu beceriler ortalama iki-iki buçuk yaşlarındayken hayatımızın bir parçası olurlar. Otizm (ve ilgili problemler) bu iletişim becerilerinin bir türlü kazanılmadığı bir durumdur.

 

Tanıdan önce

Otizm ve ilişkili problemler genellikle konuşma gecikmesi ile, ve çocuk iki-iki buçuk yaşlarındayken doktorun dikkatini çekerler. Konuşma gecikmesinin en sık rastlanan sebebi işitme bozukluklarıdır. Ancak, işitmesi normal, hatta konuşma becerileri bazen kısmen gelişmiş olan çocuklarda da “otizm” tanısını akla getiren husus, iletişime girmemedir, dil becerilerini ihtiyaçlar dışında kullanmamaktır..

 

İletişime girmeme iki-üç yaşında bir çocukta ne şekilde gözlenebilir? Sözcük kullanmama otizm ve ilişkili sorunlardan şüphe doğuran başlıca işaret sayılmakla birlikte, bazı iletişim “tekniklerini” neredeyse çok daha küçük yaşlardan başlayarak kullanmadıklarını görüyoruz.

 

Yapmaları gereken neleri yapmıyorlar? İsmine bakmama, “canı istediği” veya ihtiyacını giderme amaçlı durumlar dışında ilişkiye girmeme, kendi elini kullanarak işaret etmeme, göz temasından fazla yararlanmama, annenin ilgilendiği şeylerle ilgilenmeme...

 

Peki, bu gecikmelerin tek sebebi otizm midir? Hayır. Ancak, tanının ne olduğu, yapılacakları, durumu düzeltmek için uygulanacak teknikleri pek değiştirmeyecektir. Tanı, daha ziyade, uzun vadede problemin nasıl seyredeceği hakkında bir fikir verecektir.

 

Ancak, annesi-babasına neredeyse bir eşya muamelesi yapan, onlarla sözlü ilişki yanısıra sözsüz ilişkiden de kaçınan bir çocuğun bir çocuk psikiyatrisi uzmanı tarafından değerlendirilmesi zorunludur.

 

Tanı aşamasında

Çocukların iletişim kurmalarını, ihtiyaçları dışında etkileşime girmelerini engelleyen nöropsikiyatrik durumlara verilen bir genel başlık olarak otizm terimi kullanılmaktadır. Otizm denince, yelpaze başlığı altında farklı ağırlıklarda ve farklı sebeplere bağlı olarak ortaya çıkan  bir iletişim gecikmesi kastedilir. Doktorlar tarafından anne-babalara otizm kelimesi telaffuz edildiğinde (“otistik belirtiler” şeklinde), anne-babaların anladığı, yalnızca, değişmez ve düzelmez bir bozukluk oluyor. Oysa, küçük yaşta teşhis edilen otistik belirtilerin en azından bir kısmının müdahalelerle geriletilebildiğini, otistik belirtilerin sayıca azalmasının çocukların gelişiminin önündeki yolun açılması anlamına geldiğini biliyoruz.

 

Ağır ya da hafif bir “otizm” tablosu ile karşılaşıldığında, teşhisin ne olduğu hakkındaki tartışmalarla, sonucu ne kadar etkileyeceği ve bilimsel yararlılığı belli olmayan tetkik ve tedavilerle zaman kaybetmek, giderek moral bozan bir döngüye girmek sık karşılaşılan bir durum olmakta.

 

Tanıyı, problemin gidişine ışık tutucu bir bilgi olarak algılamalıyız. Düzeltilebilecek bilinen biyolojik hususların varlığının saptanması (metabolik hastalıklara bağlı değişiklikler, epilepsi gibi), koruyucu önlemlerin alınması (kromozom anomalileri gibi) açısından yardımcı olacaktır. Diğer yandan, otizm kuşkusu duyulan durumların büyük çoğunluğunda, bilinen yöntemlerle yapılan tıbbi incelemelerden pratik bir fikir edinemeyebiliriz. Bu sorunun biyolojik/genetik temelli olduğunu değiştirmez; elimizdeki yöntemlerin yetersizliğine bağlıdır.

 

Tanıdan sonraki tedavi aşaması

Oysa, “gerçek tanı” ne olursa olsun, çocuğun iletişim becerilerini ve iletişim arzusunu arttıracak, anne-baba ile alışverişi kolaylaştıracak her adım çocuğun yararına olacaktır. Küçük çocukların iletişim becerilerini ve ilişki kurma kapasitelerini arttıracak yöntemlerin başında eğitsel müdahaleler (çocukla ve anne-babasıyla birebir ne yapacaklarını, nasıl yapacaklarını gösteren pedagojik çalışmalar) gelmektedir.

Sık düşülebilen bir yanlış, problemin biyolojik/genetik temelli olması sebebiyle, pedagojik müdahalelerin işe yaradığının anlaşılamamasıdır. İletişim becerilerinin çevre ile etkileşim için geçerli algıların tam kullanımını önleyen dikkat bozukluklarına yönelik ilaç tedavilerinin rolü de giderek artmaktadır. İletişim bozukluklarına sebep olan diğer (otizm dışı) rahatsızlıklara yönelik tedaviler de gereğince kullanılabilir. Ama, şu ya da bu tedaviden önce, anne-babanın problemin niteliklerini iyice tanıması ve anlaması, kendi gücünü kullanmayı öğrenmesi gelecektir.