İklimbilimci Ömer Lütfi Şen'le İklim Değişikliğinin Türkiye'deki Etkileri Üzerine Konuştuk

-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete'de İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim üyesi ve Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi ile Stiftung Mercator'da iklim değişikliğinin Türkiye'deki etkileri üzerine araştırmalarını sürdüren iklimbilimci Ömer Lütfi Şen’le konuştuk.

Dinlemek için:

 

İndirmek için: mp3, 26.2 Mb.

 

27 Aralık 2012 tarihinde Açık Radyo'da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.

 

Açık Gazete'nin podcast servisine ulaşmak için tıklayın.

 

Ömer Madra: Bir konuğumuz var, yılın son konuğu, İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Ömer Lütfi Şen. Aynı zamanda Stiftung Mercator ve Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nin ortak girişimiyle ortaya çıkan bir araştırmacı statüsünün de sahibi kendisi. İklim değişikliğinin Türkiye’deki etkilerini ilk kez konuşma fırsatı bulabileceğimiz bir araştırma üzerinde çalışıyor kendisi. Hoş geldiniz.

 

Ömer Lütfi Şen: Teşekkür ederim, iyi yayınlar.

 

Can Tonbil: Hoş geldiniz.

 

ÖM: Teşekkürler. Bu sene küresel iklim değişikliği, aşırı hava olayları üzerinde ve küresel ısınma konularında yine çokça konuştuğumuz bir seneydi. Ama bu sene, yıl sonu toparlamasını da hazırlarken fark ettiğimiz bir şey vardı; bir türlü bitiremedik özeti, çünkü yılın ilk gününden bugüne kadar inanılmaz hava olaylarıyla çalkalanan bir dünya söz konusuydu. Korkunç fırtınalar, süper fırtınalar, seller her tarafta. Dolayısıyla artık galiba kimsenin inkâr edemeyeceği bir noktaya geldi iklim değişikliği. Özellikle bu konuda uğraşan bir bilim insanı olarak kendinizi bir miktar daha iyi hissediyor olmalısınız diye düşünüyorum. Ne diyorsunuz?

 

ÖLŞ: Doğrudur. Dediğiniz gibi son zamanlarda bayağı önemli fırtınalar ve kasırgalar meydana geldi, Sandy kasırgası, özellikle ABD’yi vuran kasırga büyük bir olaydı. 50 milyar dolar civarında bir zarara yol açtı, aynı zaman 200’den fazla kişinin ölmesine sebep oldu. Bu kasırgaların iklim değişikliği ile ilişkisi doğrudan ispatlanamasa da son 10 yılda kasırgaların sayısında ve verdikleri zarar açısından baktığımızda önemli bir artış var. En fazla zarara yol açan ilk 10 kasırganın 9 tanesi 2000 yılından sonra meydana gelmiş, sadece 1 tanesi 1992 yılında Amerika’nın güney doğusunu vuruyor. Onun da zararı 26-27 milyar dolar civarında.

 

ÖLŞ: Katrina mesela 2005’te vuruyor, 100 milyar dolar zarara yol açıyor.

 

ÖM: Sandy’nin de 100’ü bulabileceğine dair tahminler var.

 

ÖLŞ: Doğrudur, ilk tahminler 50-60 milyar dolar civarındaydı. Bunlar büyük rakamlar tabii. Son hesaplamalara göre, 2005’ten önce ABD’deki kasırgaların zararı Amerikan genel bütçesinin, GSMH’sinin binde 2’sini geçmiyordu, ama son yıllarda bu zararlar %1’e ulaştı, yani önemli bir rakama ulaştı.

 

ÖM: Bitmek bilmeyen bir de kuraklık var tabii, onun bir hesabını da yapmışlar, 100 milyar dolar, ayrıca ürünün elde edilememesinden doğan, çiftçilerin zararını da katarsak ikisi birden 200 milyar dolar. O zaman %5’ine bile varabiliyor GSMH’nin bütçenin.

 

ÖLŞ: Olabilir. ABD’nin özellikle tahıl yetiştirdiği iç kesimlerinde şiddetli kuraklık vardı bu sene, bu tahıl üretimini olumsuz yönde etkiledi. Kuraklık bana göre en büyük felaketlerden birisi.

 

ÖM: Evet.

 

ÖLŞ: En fazla zarar verme potansiyeli taşıyan doğal felaketlerin başında geliyor bana göre. Bu sadece ABD’de de yoktu, bu sene Rusya’da, Avustralya’da yine vardı ve bu sene düşük rekolteden dolayı gıda fiyatları zaten 2007-2008’den itibaren arttı. Hatta Arap Baharı’nın başlamasının bir sebebi 2010’da Rusya’daki tahıl rekoltesinin çok düşük olması olarak gösteriliyor. Bu seneki olay tabii önümüzdeki seneyi, 2013’ü olumsuz yönde etkileyecek ve gıda fiyatlarının yüksek seviyelerde kalmasına ya da artmasına sebep olacak. Aç insan öfkeli insandır, öfkeli insanın da ne yapacağı belli olmaz. Yani 2013 açısından böyle olumsuz bir durum var şimdi.

 

Son zamanlarda biliyorsunuz Mayalarla ilgili çok konuşuldu, aslında Mayalar da benzer bir problemle boğuştular. Çöküş üzerinde çok fazla durulmadı ama biliyorsunuz parlak medeniyet kurdular, şehirler kurdular, sonra ormanlık arazileri kestiler, hem çimento üretmek için ateş yakmaları gerekiyordu, hem de tahıl üretmeleri gerekiyordu, özellikle mısır. Tabii bu geniş alanları kestikleri zaman, ormanları yok ettikleri zaman, doğal olarak başlayan kuraklığın etkisi şiddetlendi. Sonucunda o kurdukları sistem yürütülemez, sürdürülemez hale geldi ve bu sistemi sürdüremeyince, insanlar aç kalınca birbirleriyle çatıştılar ya da şehirlerden uzaklaşmak zorunda kaldılar. Şehirlerdeki otorite çökünce Mayaların da sonu geldi.

 

ÖM: Büyük bir imparatorluk Mayalar, büyük bir medeniyet, ama çok kısa bir süre içinde dağılıp gidiyorlar kuraklık yüzünden.

 

ÖLŞ: 2000 yıl süren bir medeniyet aslında, Meksika’nın güneyinde Yukatan yarımadasıyla bugünkü El Salvador, Belize, Guatemala ülkelerinin olduğu kısımlarda yaşamışlar. En parlak dönemleri 500-600 yılları civarında oluyor. 200 yıl kadar süren yağışlı bir dönemde en parlak zamanlarını yaşıyorlar. Sonra kuraklık geliyor 700’lü yıllardan sonra, onların kurdukları sistem kuraklığa adapte olamıyor, uyum sağlayamıyor. Bu zaten en önemli problemlerden birisi. Bugün de bu problemle karşı karşıyayız, yani iklim değişiyor. Ya onunla mücadele edeceğiz, etkilerini azaltacağız ya da uyum sağlayacağız; iki yol var, iki alternatif. Onlar bunu başaramadılar, bloğumdaki en son yazıyı, “Acaba biz başarabilecek miyiz? Acaba Mayalar bize bir şeyler mi anlatmaya çalışıyor?” diye tamamlamıştım.

 

ÖM: Çok önemli bir soru. Mesela Akatlar, tarihin gördüğü en büyük medeniyetlerden, imparatorluklardan biri de tamamen böyle ciddi bir kuraklıktan sonra, birden çok kısa denebilecek bir süre içinde dağılıp gidiyor. Sümerce dili bile kalmayacak şekilde ortadan kalkıyor. Bu bölgede de, ‘münbit hilal’, ‘verimli hilal’ denilen bölgede de kuraklığın olağanüstü ciddi bir etkisi oluyor. Her şey iklime bağlı aslında.

 

ÖLŞ: Evet aslında bu dünyada sadece Mayalar etkilenmedi kuraklıktan, mesela Angkor medeniyeti de Kamboçya’da 30 yıl süren bir kuraklık neticesinde silindi gitti.

 

ÖM: Sadece 30 yıl yetebiliyor, insan inanamıyor böyle bir şeye.

 

ÖLŞ: Evet. Mesela 1000 ile 1100 yılları arasında çok uzun süren kuraklıklar meydana gelmiş Kuzey Amerika’da. Ders çıkarmıyoruz, ama çok yakın zamanda 2007-2008 yılında çok önemli bir kuraklık yaşadık, özellikle Türkiye’deki 3 büyük şehir İstanbul, Ankara ve İzmir haritalara bakarsanız -Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün sitesinde vardır bunlar- şiddetli kuraklığın etkisinde kaldıkları görülür.

 

O günlerde yatıp kalkıp konuştuğumuz konu buydu: “Suyumuz var mı, yok mu?” Hatta Ankara panik oldu, İstanbul olayı biraz iyi idare etti. Aslında suyumuz kalmamıştı, ama barajların ölü kısmında deniz suyunu pompalayarak yukarı çıkartıp onu şehre verdiler büyük ihtimalle. Yani bu şekilde atlatıldı, ama farz edelim 1 yıl daha sürseydi o kuraklık o zaman çok büyük sıkıntılar olacaktı.

 

ÖM: Biz de yıl sonu değerlendirmesi yaparken dikkatimizi çeken bir nokta da şuydu: Doğu ve güneydoğu bölgesindeki kuraklıktan dolayı, belki de tarihinde ilk defa, yem olarak hayvanlara saman ithal edildiği söylendi. Bunlar çok endişe verici işaretler aslında tek tek ele alındığı zaman.

 

ÖLŞ: Evet. Bu sene özellikle son 6 ay, yaz mevsimi ve sonbahar mevsimi Türkiye’nin batısında kurak geçti. İstanbul’daki barajlardaki su seviyeleri bayağı düştü. Aralık ayı bizi biraz kurtardı. Ama onun öncesinde bayağı düşmüştü su seviyesi. Biz birkaç sene önceki, özellikle 2009 ve 2010’daki yağış bolluğundan hâlâ hazineden yiyoruz.

 

ÖM: Cepten yiyoruz!

 

ÖLŞ: Cepten yiyoruz şeklinde düşünebiliriz. Ama doğu bölgelerinde de 12 aylık kuraklık haritalarına baktığımızda, doğu bölgelerinde de, Türkiye’nin kuzeydoğu bölgesinde özellikle şiddetli kuraklık yaşayan yerlerin olduğunu söyleyebiliriz. Batıda hâlâ devam ediyor, yani tamamen kuraklıktan çıkmış sayılmayız, her ne kadar son yağışlar biraz durumu düzelttiyse de şu an İstanbul’un %62 civarında suyu var. Önceki senelere göre fena bir rakam değil, ama 2009 ve 2010 bu rakam %80’lerin üzerindeydi bugünler için.

 

ÖM: Peki Avrupa’nın geleceğini gösteren bir takım haritalar da yayınlandı, güney Avrupa’nın özellikle. Bu işin uzmanı olmadığım için çok derinlemesine incelemedim, ama 2070’e doğru giden tablolarda, özellikle İspanya, İtalya, Yunanistan ve Türkiye’nin de batı yakasını ve Karadeniz’i, Trakya’yı da bir miktar içine alacak şekilde çok ciddi bir kuraklık ve sıcaklık yükselmesi görünüyor. Sizin yaptığınız araştırmalarda nasıl görünüyor gelecekte Türkiye’nin küresel iklim değişikliğinden etkilenmesi? Biraz erken konuşmak için biliyorum ama gene de...

 

ÖLŞ: Hayır erken değil aslında, bu konuda ben net bir düşünceye sahibim. Türkiye’nin içinde bulunduğu Akdeniz havzası yağışlarında önemli azalmalar olacağını hemen hemen bütün modeller söylüyor. Bu konuda dünyanın bazı yerlerinde belirsizlikler daha fazla olabilir, ama bu Akdeniz havzasında belirsizlik yok. Nedenini de açıklayabiliyoruz. Akdeniz havzası çöl iklimini meydana getiren tropikler altı yüksek basınç alanının etkisinde, o alana çok yakın bir yer. Hemen onun kuzeyinde. 30 derece enlemi... Türkiye 36 derece kuzey enleminden başlıyor.

 

ÖM: Çok az bir fark var.

 

ÖLŞ: Çok az bir fark var. Eğer sıcaklıklar artarsa bu tropikler altı yüksek basınç sistemi kuzeye doğru kayacak. Birkaç derece bile kaysa, Türkiye’nin güney kıyıları, Ege kıyıları, Yunanistan’ın güney kısımları, taa İspanya’ya kadar bu sistemin etkisi altına girecek ve yağışlar azalacak. Bu aslında iki kere iki dört eder derecesinde açık bir sonuç. Zaten yapılan bütün çalışmalar, ister kötümser senaryoya göre ister iyimser senaryoya göre olsun, hepsi aynı sonuçta uyuşuyor. Yani bütün tahminlerin uzlaştığı senaryoya göre Akdeniz havzasında, yani Türkiye’nin güney kesimlerinde, Akdeniz kıyılarında ve Ege kıyılarında yağışlarda %20-30 civarında azalma öngörülüyor.

 

ÖM: Bunlar çok ciddi rakamlar.

 

ÖLŞ: Tabii.

 

ÖM: Üstelik benim naçizane amatör gözümle o haritalardan gördüğüm kadarıyla, en uç noktadaki kuraklık kahverengi renkle gösteriliyor o haritada ve Türkiye’nin dahil olduğu Akdeniz havzasında çok ciddi kahverengi bölgeler görülüyor.

 

Buna karşı Türkiye’nin gerek iklim zirvelerinde, Kopenhag’dan başlayarak Durban’da, Cancun’da ve son olarak da Doha’da aktif çözümün parçası olma yönünde bir eğilimi olduğunu görmüyoruz. Türkiye’de de sadece inşaattan, büyümeden bahsediliyor ve bu konu adeta yok gündemde gibi. Bir iklim bilimci olarak buna ne diyorsunuz?

 

ÖLŞ: Aslında bu olay Kopenhag’la başladı bana göre. Kopenhg’a kadar çok olumlu gidiyordu. Özellikle 2007’de Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli 4. Değerlendirme Raporu’nu açıkladı. Aynı tarihlerde Türkiye’de kuraklık meydana geldi, ama sadece Türkiye’de değil bütün dünyada, ABD’de de kuraklık etkiliydi. O yıllarda medyanın ilgisi çok yüksekti. Ben yıl yıl medyada çıkan iklim değişikliği ve küresel ısınmayla ilgili makalelerin, yazıların, haberlerin sayılarını hesapladım. 2007’de en yüksek, hâlâ onun yarısına bile ulaşamadık, sonrasında azalıyor. 2009-2010 yıllarında biraz canlanıyor ama sonra tekrar azalıyor. 2009’da biliyorsunuz Türkiye Kyoto Protokolü’nü imzaladı. Kyoto Protokolü’nün bu yılın sonunda süresi dolacaktı, Doha’da uzatıldı.

 

ÖM: Uzatıldı ama çok zayıf bir uzatma.

 

ÖLŞ: Evet çok zayıf. Şimdi, hani derler ya “Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir.” Baktığımızda Kopenhag’da bir şeyler oldu, anlaşılamadı. Hemen öncesinde iklim bilimcilere karşı bir yıpratma kampanyası düzenlendi. Özellikle İngiltere’deki bir iklim araştırma merkezinden çalınan e-mail’ler üzerinden bu kampanya yürütüldü ve arkasından Kopenhag zayıf kaldı, Kopenhag’da bir şey çıkmadı.

 

ÖM: Kopenhag büyük bir fiyaskoydu. Radyo olarak biz orada epey takip etmeye çalıştık. 17 saat yayın yaptık ve anlatılmaz bir hüsrana uğramıştık hakikaten.

 

ÖLŞ: Herkes aynı hüsrana uğradı. Benim gördüğüm Kopenhag’dan itibaren hâlâ devam eden bir olumsuz tablo var iklim değişikliğinin iletişimi ve bu konuda yapılması gerekenlerin yapılması konusunda. Önümüzde yalnız ümit verebilecek bir yıl olabilir; 2013. Biliyorsunuz Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin 5. Değerlendirme Raporu’nun açıklanacağı yıl 2013. 2013’ün son aylarında başlayacak açıklamaya ve 2014’e de sarkacak. Çünkü 3 tane grup var, farklı zamanlarda açıklıyor bunu. Bu bir açıdan iyi oluyor, yani medyanın ilgisini çekmek açısından bir süreklilik kazandırıyor. 2007’de bunu çok başarılı bir şekilde yaptılar. Değişik ülkelerde ve değişik şehirlerde yaptılar medyanın bayağı dikkatini çekti.

 

Bu sene gıda krizi özellikle bu gündemin medya tarafından daha çok yansıtılmasına sebep olabilir. Çünkü her şey güzel olumlu giderken bu tip raporların açılması medya üzerinde çok fazla etki yaratmıyor ya da kamuoyu üzerinde çok fazla etki etmiyor. Ama yanında mesela kuraklık olduğu zaman ya da böyle şiddetli hava olaylarının olduğu zamanlar çok etkili oluyor, medya bu olayları doğrudan iklim değişikliği veya küresel ısınmaya bağladığı için haber sayısını artıyor, içeriği kuvvetleniyor.

 

ÖM: Son olarak da ilginç bir şeye rastladık. Yeni yapılmış bir kamuoyu araştırması Gallup Enstitüsü’nün galiba; Hem kuraklık hem de Sandy’nın Amerika’da küresel iklim değişikliği için birşey yapmak gerekir diyenlerin oranı  %80’e ulamış. Bu Amerika tarihinde ilk defa olan bir şey.

 

ÖLŞ: Çok yüksek bir rakam evet. Aslında burada ilginç bir nokta da var, ABD’nin en önemli kurumlarının, mesela NASA’nın sitelerine bakın, yani iklim değişikliğinin, küresel ısınmanın var olduğunu ve gittikçe güçlendiğini anlatan, gösteren bir sürü sayfaları var.

 

ÖM: NOVA da öyle.

 

ÖLŞ: NOVA öyle, NASA öyle, hepsi öyle. Ama sonuçta insan acaba başka bir bildikleri mi var, yani dünyaya böyle bilgiler yayıyorlar, ama öbür taraftan başka bir bildikleri mi var diye de düşünüyor ama yok.

 

ÖM: Yok tabii, bu petrol ve enerji şirketleri bilimi karalamak için, şüphe yaratmak üzere inanılmaz çalışıyor. Harika bir kitap çıktı o konuda da, Şüphe Tacirleri diye iklim tarihçisi Naomi Oreskes’in yazdığı bir kitap. Sigaranın sağlığa zararı olmadığını söyleyen aynı halkla ilişkiler şirketleriyle çalışan ve bilimi karalamak, şüphe yaratmak üzerine çok ciddi bir kampanya var. “Sigara kanser yapıyor mu yapmıyor mu belli değil,” diyenlerle “Küresel ısınma var mı yok mu belli değil” diyenler aynı ve bilim insanlarını karalamaya çalışıyorlar, ama bu da galiba artık son zamanlarda iyice açığa çıktı.

 

ÖLŞ: Aslında bulgular gittikçe güçleniyor. Son zamanlarda yeni çıkan bir makale var, uluslararası bir makale. Bilimsel açıdan sonuçlar çok tutarlı. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli, BM’nin kurduğu bir iklim değişikliğinde en üst organ diyelim dünyada; 1988’de kuruluyor ve 1990’da ilk raporunu yayınlıyor. 1990’dan günümüze 22 yıl geçti, o 22 yılda yapılan tahminler tutarlı mı tutarsız mıydı diye bir çalışma yapıyor. Mesela 2011 yılı için karbondioksit artışı doğruya yakın tahmin edilmiş, hem de çok küçük bir hatayla. Sıcaklık tahminlerinin de çok tutarlı olduğu görülüyor. Yani gözlemlerle karşılaştırıyorlar bu tahminleri. 21 yıllık tahmin ya da 15 yıllık tahmin çok tutarlı bir şekilde çıkıyor. Hatta deniz seviyesi tahminleri daha altında bile kalmış, yani gerçek deniz seviyesi yükselmesi tahminlerin üstünde, daha hızlı yükselmiş.

 

ÖM: Metanı filan da hesaplamak çok zor, siz benden çok daha iyi bilirsiniz.

 

ÖLŞ: Onun bir iki sebebi var onlar biliniyor, bundan sonraki raporlarda onlar da hesaba katılacak daha tutarlı olacak.

 

ÖM: Çok gelişti de zaten bu ölçümler de, yorumlar da.

 

ÖLŞ: Bu da gösteriyor ki bu raporlar öylesine hazırlanmış şeyler değil, binlerce iklim bilimcinin ve başka insanların çalışmaları sonucu ortaya konmuş çok değerli çalışmalar.

 

ÖM: Ömer Bey çok teşekkür ederiz. Siz ne zaman sonuçlandırmayı umuyorsunuz Türkiye üzerindeki araştırmanızı?

 

ÖLŞ: Bizim çalışmamız bahar sonu gibi şekillenir. Zaten son kısmındayız, yazın sunumlar yapacağız, yani kamuoyuna açıklama, üniversitelerde konuşmalar, devlet kurumlarında Ankara’da konuşmalar olacak, liselerde olacak. Bunun bir yönü de iletişim aslında, yani bu iletişim kısmında çok zayıflığımız var.

 

ÖM: Hayati önemi var. O zaman sizi tekrar burada konuk edeceğiz ve beraberce bu günkü konuşmadan oraya nasıl geldiğimizi, neler olduğunu da konuşma fırsatımız olur kabul ederseniz.

 

ÖLŞ: Memnuniyetle.

 

ÖM: Pek çok teşekkür ederiz.

 

ÖLŞ: Ben teşekkür ederim, iyi yayınlar dilerim.

 

ÖM: İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Ömer Lütfi Şen’le konuştuk. Kendisi aynı zamanda Stiftung Mercator ve Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nde de araştırmalarına devam ediyor.