İkinci Marco da gitti

-
Aa
+
a
a
a

Marco’yu hatırlar mısınız? Hani yetmişlerin sonunda TRT’de gösterilen,  Arjantin’e giden annesini bulmak için yollara düşen, 13-14 yaşındaki çizgi film karakteri Marco’yu.Heidi kadar çok hayranı olmasa da; bir çok insanda Heidi’den daha derin izler bırakmıştı Marco. Hatta bir ara, Leman dergisi miydi ne, Marco yeniden yayınlansın diye imza kampanyası başlatmıştı. Bildiğim kadarıyla Marco yeniden yayınlanmadı. Hoş yayınlansaydı da, zamane çocuklarından ilgi göreceği şüpheliydi. Zira Heidi yayınlandı -yayınlanıyor- ama izleyenler yine eski kuşaklar. Yeni kuşaklar kendisine pek yüz vermedi. Hatta Can Dündar, nasıl oluyor da böyle oluyor mealinde bir yazı bile yazdı.

Birinci Marco’nun çocukluğumda ettiği yer kadar, gençliğimde yer etmiş bir Marco daha var: Marco Pantani. İkinci Marco, 14 Şubat günü bir otel odasında ölü bulundu. Otopsi sonucu henüz açıklanmadı ama, büyük ihtimalle intihar ettiği sanılıyor. Özellikle son zamanlarda depresyonda olduğu ve yalnızlık çektiği söyleniyormuş.

Türkiye’de pek tanınmıyor Pantani. Zira ülkemizde bisiklet sporu dar bir meraklı kitlesinin dışında pek tanınmıyor. Oysa Avrupa’da (son yıllarda Amerika ve Avustralya’da) milyonlarca insan bu sporu büyük bir merakla izliyor, hatta dinliyor.

Türk spor basınının önemli kalemlerinden Yiğiter Uluğ, geçen yıl, İspanya’da, Fransa Turu’nu radyodan

Marco Pantani

dinleyen bir taksi şoförüyle arasında geçen diyaloğu anlatmıştı.Marco Pantani “yol şövalyeleri” adı verilen bisiklet yarışçılarının en renklilerinden biriydi. 50 civarındaki kilosu, dazlak kafası, kepçe kulakları, bandanası ve şeytani ataklarıyla  inanılmaz bir yokuşçuydu. Bir sürü lakabı vardı: Korsan, dumbo vs... İtalyanların, aynı ebatlardaki efsanevi yarışçısı Fausto Coppi’den sonraki yeni efsanesiydi. (Hoş, dünyada en çok finiş gören Mario Cippolini de bir İtalyan. Yine de bisikletseverlerin indinde Pantani her zaman başka bir yere sahipti).

Malûmatfuruşçuluk olacak ama belirtmek zorundayım. Dünyanın en büyük üç turu; Fransa İtalya ve İspanya turları, yaklaşık 3000 kilometreden oluşur ve sporcular 3 hafta gibi bir sürede, yalnızca bir tek gün ara vererek pedal basar. Alpler ve Pirene’lerin yer yer 3000 metre yüksekliğe ulaştığı zirvelerine tırmanırlar ki, temmuz ayında bile o zirveler karla kaplı olur.

İnsanın, özellikle de bisiklet meraklılarının hayal gücünü zorlayan bu rekabetin üzerine ne yazık ki son yıllarda kara bulutlar çöktü. Birçok pedal doping testlerini geçemedi, değişik cezalar aldı. Çoğu yarışlara tekrar dönemedi, dönenler eski formlarına kavuşamadı. Pantani de onlarda biriydi. 1998 yılında hem İtalya hem de Fransa turunu kazanmış, çok az bisikletçiye nasip olan bir unvana kavuşmuştu. Ama arkadan gelen yıllar onun için pek hayırlı olmadı. Doping testleri pozitif sonuç verince uzunca bir süre yarışlardan men edildi. O da, testlerden geçemeyen bir çok yarışçıyla aynı dili tutturdu: “bu sporu yapan bütün sporcular, öteden beri böyle şeyler kullanır. Bizi kurban seçtiler”.

Bu cümleler, bisiklete aşkla bağlanmış bir çok insanda soğuk duş etkisi yarattı. Ne yani, geçmişin o büyük şampiyonları Mercx’ler, Hinault’lar, İndurain’ler de mi yapmıştı aynı şeyi? Dünyanın en güçlü adamının babası olduğunu zanneden bir çocuğun, gerçek denen tatsız şeyle yüzleştiği andaki hayal kırıklığıydı yaşanan. (Peki kanserden insanüstü bir çabayla kurtulan ve bizi kendisine hayran bırakan Armstrong’da mı aynı yolun yolcusuydu? Allah’tan o, testleri aşmış yoluna devam ediyordu.)

Pantani bir taraftan da organizatörleri suçluyordu. Yarışlar o kadar ağırdı ki, insan metabolizmasının normal şartlarda bunun altından kalkması mümkün değildi. Geriye  ilaç kullanmaktan başka çare kalmıyordu.

(Detaylı görmek için lütfen tıklatınız)

Diğer yandan, bu suçun diğer ortakları biz bisiklet seyircileriydik. O kadar doymak bilmiyorduk ki, daha hızlı daha yukarı, daha uzun... Hiçbir rekor bizi kesmiyordu. Hani bir laf vardır ya: “Kahramanlara ihtiyaç duyanlar düşkünlerdir” diye. O sendroma mı esir düşmüştük? Trajedinin masummuş gibi görünen suç ortakları mıydık? (Son yıllarda sahalarda hayatını kaybeden futbolcularla ilgili, FIFA’nın ve doymak bilmeyen seyircilerin  suçlanması aklıma geliyor.)

Pantani 2003’te Fransa bisiklet turuna yeniden katıldı. Doğrusu eski parlak günlerinden uzaktı. Herşeye rağmen, gönlümüze kurduğu taht o kadar sağlamdı ki, ona topluca hoşgeldin dedik.

Ölüme filan da pek aldırdığı yoktu zaten. Sezon başında Ukraynalı bisikletçi Andre Kivilev, geçirdiği kaza sonucu hayatını kaybetmişti. Bunun üzerine Uluslararası Bisiklet Federasyonu

kask takma zorunluluğu getirmiş, uymayanları diskalifiye edeceğini açıklamıştı. Bizim korsan, Fransa Turu’na katılır katılmaz yine anarşistliğini yapmış, kaskını çıkarıp atmıştı.

Bundan bir kaç ay evvel bir başka yol şövalyesi, Jose Mario Jimenez, tedavi gördüğü klinikte hayatını kaybetti. O da dopingin yan etkilerinden olan depresyon çukuruna düşmüştü. Jimenez 31, Pantani 34 yaşındaydı.

Her ikisi de gitti. Rosinante’leri olan bisikletlerinin boynu bükük kaldı.

Dulcinea’ları mı?

Onlar bizlerdik.