Hella Jongerius

-
Aa
+
a
a
a

Açık Radyo’da kadın tasarımcılar ve kadınlar için tasarlayanlara ayrılan “Elimin Hamuruyla” adlı programda Temmuz ayında tanıttığım kadın tasarımcılardan biri de Hollanda ‘dan Hella Jongerius idi. Hollanda tasarımı da son zamanlarda değişik tasarımcıları ve tasarım büroları ile gündemde. Hella Jongerius da ilk kez Droog Design grubu ile adını duyurdu. 1993 yılında endüstri tasarımcısı Gijs Bakker ve tasarım tarihçisi Renny Ramakers tarafından kurulan Droog Design, Hollanda tasarımı denildiğinde ilk akla gelen tasarım bürosudur.

2004 yılı içinde onuncu yıl kutlamalarını değişik ülkelerde düzenlemekte olduğu sergilerle tekrar gündemde. Bu

 

Hella Jongerius

sergilerin en kapsamlısı Mart ayında Münih’teki Haus der Kunst da açmış oldukları “Simply Droog 10+1 Years of Avantgard Design from Netherland” (Sadece Droog 10+1 Yıllık İlerici Hollanda Tasarımı) başlıklı sergi idi. Gezici sergi olarak tasarlanan bu etkinliğin bundan sonraki durağı Brezilya olacakmış.

 

Serginin tasarımı 1965 doğumlu Hollandalı tasarımcı Jürgen Bey tarafından gerçekleştirilmiş ve Droog Design’ın felsefesini, çalışma şeklini yansıtırken “droog” kelimesinin anlamı olan, kullanılabilir ve aklı başında olma kalitesini de yansıtan retrospektif bir sergi. Sergilenen ürünler Droog’un kuru mizahını ve gündelik ürünlere kattığı ruh, anlam ve içeriği yansıtmakta. Münih te açılan sergi her ne kadar 1800 m2 lik bir alan kaplıyorsa da, sergi sistemi esnekliğiyle gittiği her ülkede sergi alanlarına göre küçülüp büyüyebilecek, hatta yenilikler de eklenebilecekmiş. Belki Türkiye’den birileri de bu sergiyi İstanbul’a getirmek için girişimde bulunur.

 

11 yıllık retrospektif sergide yer alan tasarımcılardan biri de bugünkü konumuz olan ve uzun süre tasarımları Droog Design tarafından üretilen Hella Jongerius.

 

 1993 de poliüretandan yapılan ve iri boy blister ambalajı anımsatan banyo paspası, 1994 da yine poliüretandan tasarlamış olduğu “Yumuşak Vazo” ve 1998 de tasarladığı “b-set porselen yemek takımı” bunlardan bazıları.

Mezun olur olmaz ürünlerinin Droog Design tarafından beğenilerek üretime sokulmasını büyük bir lüks olarak kabul ediyor ve böylece bütün dünya tarafından tanınmasını yetenekli olmasının ötesinde şanslı olmasına da bağlıyor.

 Banyo Paspası ,1997

 

1963 yılında Hollanda’da De Meeren’de doğan Hella Jongerius, 1988-93 yılları arasında Eindhoven’daki Endüstri Tasarımı Akademisi’nde okumuş. Mezun olduktan kısa bir süre sonra da adını duyurmaya başlamış. Değişik okullarda da workshoplar yapmaya başlamış; bunlardan bazıları Karlsruhe ve Hamburg Sanat Yüksek Okulları. Mezun olduğu Eindhoven Tasarım Akademisi’nde  hocalık yapan Jongerius, 2000 yılından beri de aynı akademinin “Het Atelier” bölümünün de başkanlığını yapmakta.

 

Geleneksel el sanatlarını endüstri tasarımı disiplinleriyle birleştirirken, yeni malzemelerle denemeler yapan, araştırmalarını tasarım, sanat ve el sanatları sınırlarında dolaştıran Jongerius, çalışmalarını 2000 yılında kurduğu, kendi adını taşıyan, Rotterdam’daki “Jongeriuslab” adlı tasarım bürosunda  sürdürmektedir.

 

Bir kaç yıl önce Londra Tasarım Müzesi’nde (Design Museum) gerçekleştirilen “Silk Menagerie”  (İpek Koleksiyonu) adlı sergi ile nedeniyle yapılan bir söyleşide, önce marangozluk eğitimi almaya başladığını, daha sonra da marangozluğun sadece “yapmakla” ilgili olduğunu, kendisininse nesnelerin tasarımı ile daha fazla ilgilendiğini fark ederek endüstri tasarımına yöneldiğini söylemiş. “Endüstri tasarımı benim için mükemmeldi, çünkü sanat eğitiminde edindiğiniz özgürlükten, sanatın iş ve yaşamla ilgili  karşılaştığı büyük sorulardan korkuyordum. Böylece ben de pratik sorularla uğraşan ve bir mesleğe dayalı bir konu seçtim. Şimdi ise  bu sorularla oynarken o sınırlar ve sanat benim esin kaynağım. Bana göre tasarımcı yapan kişidir, adeta pingpong gibi zihinle el arasında gidip gelir.” diyor.

                       

Kendisini tasarımcı mı el sanatçısı mı olarak kabul ettiği sorusuna da ;”Ben tasarımcıyım. El sanatları ise benim işimin konusu. El sanatlarını endüstriyel süreçle karıştırmak, yüksek teknolojiyle, basit teknolojiyle birleştirme, birinci ve üçüncü dünya kültürlerini karıştırmak, gelenekseli çağdaş dille karıştırmak, farklı dönemleri ve teknikleri karıştırmak gibi bir şey. Ben endüstri süreçlerinden benzersiz parçalar üretmenin yollarını bulmaya uğraşırken, atatip biçimleri yeni malzeme ve tekniklerde kullanıyorum” diye yanıtlıyor.

 

 

Giant Prince , 2000 Het Princessehof müzesi için vazo tasarımı

Tasarımlarında tekrarlanan, el sanatları becerisi ile endüstrileşmeyi iç içe eritmek (fusion) . Bunun bir örneği olan, 2000 yılında Leeuwarden’deki Het Princessehof Müzesi için tasarladığı “Great Prince ve Princess” adlı işlemeli vazo tasarımlarını anlatırken, eski ve yeninin bileşimini şöyle dile getiriyor: “El sanatları becerisi benim içimdeki romantik ve ayağı yere basan kırsal kız, endüstrileşme ise büyük şehrin güçlü kadını olmak.”

 

Malzeme ve tasarım alanları olan tekstil ve seramik dallarında uğraş vermesinin altında, bu alanların tarih içinde kadınlara özgü geleneksel uğraş alanları olmasıyla ilgili bir mesaj olup

olmadığı konusunu sorgularken, bunun bilincinde olduğunu, ama tasarımlarında hikâyelerini en iyi şekilde yansıtabilecek malzeme seçiminden başka bir şey olmadığını belirtiyor. “Benim el yazım sağlam bir tür pis bir gerçekçilik. Bazen malzemelerin bir araya getirilişi duyarlı ve baştan çıkarıcı. Konsept akıllı, iyice düşünülmüş ve çok disiplinli. Bu özelliklerin hangisi eril hangisi dişil?” diye de düşünmemizi istiyor.

 

 2001 de NewYork’taki MOMA için düzenlediği “Çalışma Ortamı” ile ilgili tasarım sergisine “My Soft Office” (Benim Yumuşak Ofisim) adlı ev ofisi çalışmasıyla katılmıştı. Burada da alışılmış bir yatak mobilyası ile ileri teknolojiyi birleştirmekteydi. ”Bilgisayarlar hayatımıza tamamen entegre olduklarına göre onu niye dolabın içine gizleyelim?”  diyerek bilgisayarı yatağa bağlamış , klavyeyi de işlemeli bir yastığa gömmüş.

Bu tasarımını şöyle anlatıyor: ”Diğer çalışmalarımla olan

 My Soft Office, MOMA, 2001

paralelliğini kurarken  malzemeyi hiç de katı olmayan bir şekilde kullandım ve onu yeni bir alanda atatip bir biçimle birleştirdim. Aynı zamanda da teknolojiye insancıl bir şeyler eklemek istedim. Bilgisayar ürünlerinin garip bir kokusu var. Bilgisayar bir ofiste, aptal projeler üstünde ıstıraplı çalışmanın ötesinde şeyler de sunuyor. Bilgisayarlarda var olan hobi ve eğlence ile evde uğraşmak keyif veriyor aslında.”

 

Londra Tasarım Müzesi’ndeki Silk Menagerie sergisi için yapmış olduğu tasarımlara kaynak olarak da Paris’teki Hermes mağazasının eşarp koleksiyonu ve bu eşarplara kaynak olan resimlerin bulunduğu arşivi seçmiş. Konusu hayvanlar olan dört eşarp seçerek onların desenleriyle oynamış. “Eşarpların üzerindeki hayvanlar, porselenin üzerinde bayram yaparken, ipek üzerindeki nakış bezemeleri  iki malzeme arasındaki ilişkiyi kuruyor.”diye yorumluyor.

 

Hella Jongerius tasarımlarında çoğu zaman yapmış olduğu sıra dışı ürünlerde kullanım işlevini ikinci plana atarken veya onlara yeni işlevler kazandırırken yeni bir hikâye anlatıyor veya kurguluyor. Jongeriuslab’ın çalışma yöntemleriyle ilgili olarak yaptığı söyleşi de Louise Schouwenberg’in, kavramsallıkla kullanılabilirlik arasında oyunlara başvurmasıyla ilgili soruya şöyle yanıt veriyor: “Seri üretim teknolojisini kullanırken nasıl sıra dışı, benzersiz (unique), yüksek kaliteli tasarımlar yapabileceğimi kendime soruyorum. Bunu gerçekleştirirken de farklı disiplinlerden esinleniyorum.”

 

“Ben edebiyat ve sanattan esinlenirken, sokakta yürürken de gözlerimi açık tutmaya uğraşıyorum. Sadece yetenek bu meslekte sizi fazla ileriye götürmüyor, çünkü işin içinde çok fazla etken var. Dünyada ne olup bittiğinin farkında olmamız gerekiyor, sadece tasarım dünyasında değil. Sokak kültürü de en azında yüksek kültür kadar önemli. Bu disiplinlerden etkilenmemiz için mimar veya sanatçı olmanız gerekmiyor.”                                                

 

“Sanatçıların birbirlerinden ve diğer alanlardan fikir tırtıklamaları konusunda adları çıkmış, bu da tartışmalara neden oluyor ama yine de kimse kılını kıpırdatmıyor. Eğer tasarımcılar sanattan bir şeyler çalarlarsa bu sadece özel dili değil içeriği mi olmalı?”sorusuna Jongerius’un yanıtı: “Tasarımcılar her zaman sanatla flört ederler. İki yönlü flörtlerde hem sanatçı hem de tasarımcı başarının keyfine varabilir. Joep van Lieshout’un mobil evleri bunun güzel bir örneğidir.” diyor.

 

“Sanatçılar gibi tasarımcıların gösterişli beyanlarda bulunmaları ve bunları satması kolay değil. Çünkü onlar kesin tanımlı sorunlarla çalışmak ve verdikleri söze bağlı kalmak zorunda oldukları gibi, onları çevrelerindeki dünyayla ilişkilendirmeleri gerekiyor. Ve üstelik sonucun sorumluluğunu da taşımak zorundalar.”derken de tasarımcının potansiyel gücünün tarafsız bir davranış içinde olma lüksüne sahip olmamasında görüyor. Bu da onun sanatçının özgürlüğünden niye korkmuş olduğunu tekrar ortaya koyuyor.

 

Kendisine tasarımın faaliyet alanının ne olduğu sorulduğunda da yanıtı şöyle:”Tasarım bir şey hakkında olmalı. Taraflı olmak esas. Seri üretim endüstrisi fazlasıyla uzun bir süredir piyasayı gereksiz ürünlerle bozmakta. Bence tasarımcının da bu konuda rolü var. Biz endüstriye özgün fikirler verme dışında daha azla bir şeyler yapabiliriz, çünkü biz daha geniş sosyal sorumluluk taşıyabiliriz. Tasarımcılar tüketim toplumunun yaratılmasında önemli bir rol oynadılar, bu nedenle ürünler hakkında yeni, daha ihtimamlı bir düşünce biçimi için önayak olmamızbize itibar sağlar.”

 

Hella Jongerius tasarım çalışmalarında el sanatları üretim yöntemlerini kullandığını söylerken “Ellerini kirletmeye” inandığnı söylüyor. İster seramik veya tekstil gibi geleneksel bir malzeme olsun isterse poliüretan gibi yüksek teknoloji malzemesi olsun hepsinin özelliklerini sonuna kadar zorlamaya gayret ediyor.

 

 S"B-set" porselen yemek ve çaytakımı, 1998

Tasarımlarının bazılarında bilinçli olarak ortaya çıkardığı küçük bir hatayı kusuru  tasarımının bir parçası olarak kullanıyor. Bunu endüstricilere kabul ettirmek konusunda epeyce zaman harcamak zorunda kaldığını da ekliyor. Örnek olarak da B-set porselen çay ve yemek takımını gösteriyor.

 

“Aylarca porselen fırın ısısı, döküm teknikleri, et kalınlıkları gibi konularla uğraştıktan sonra tam istediğim gibi bir kusur elde etmeyi başardım. Sonra seramik endüstrisine baş vurdum ve Makkum şirketini tasarımımı üretmeleri

konusunda ikna edebildim. Kendilerinin mükemmelci kültürüne adeta ters düşen bir ürünü yapmak için gösterdikleri itina için bu şirkete hayranlık duyuyorum”diyor.

 

Gerçekten de ilginç bir takım, her parçası elde üretilmişçesine ufak hataları var, bu takımı tasarlarken düşüncesi, bir çok insanın yepyeni on iki parçalık bir çay takımı yerine anneannesinden kalma, eski çatlak kapları tercih etmesi imiş. Bu düşüncesinin yaratıcı bir tüketici kitlesiyle ilişki kurabileceğine, çünkü insanların tanıdık nesnelerle bağlılık kurabileceğine inanıyor. “ Ben nesnenin bireysel bir karakter taşımasını savunuyorum” diyor.

 

Kendisine sorulan ilginç bir soru da, sonsuzluğa kadar değerini yitirmeyecek bir tasarım yapmayı istiyor mu? Bu soruya yanıtı da hiç istemediği. “Ben şu ana uyan tasarımlara, ‘cool’ olanlara hayranlık duyuyorum. On yıl sonra ürünlerime ilgi duyulup duyulmadığı umurumda dağil. Kalite belki başka alanlara taşınabilen bir şey. Ama klasik diye adlandırılanlar da belirli bir coğrafya veya tarih içeriğine yerleştirilebilir. Hiç bir şey sonsuz değildir.”

 

“Modernistler zamanın testine dayanabilecek tasarımlar yapmayı delicesine denediler, ama işlerindeki umutsuzluğu görebiliyorsunuz. Benim işim bugüne ait, ve ben de onu böyle seviyorum. Dünyada ne olup bittiğini biliyorum, aynı şekilde de tasarım mesleğinde geçerli olan konuları da.”

 

Hella Jongerius bu söyleşide bana biraz kendi kendine ikilemleri olan biri gibi gözükse de tasarımlarını izlediğimizde bu ikilemi ürünlerinde başarıyla kullandığını görebiliriz. Kendisini illaki tanımlaması gerekirse Post-modernist olarak tanımlayabileceğini söylerken, tasarımla ilgili savunmaları içinde modernist değerler var, bunlardan bir tanesi tasarımda alçak gönüllülükle nesnelerin özüne inmek gibi. Ben yeni biçimler keşfetmeye uğraşmıyorum. Eğer bazı biçimler uzun süredir kullanışlılıklarını kanıtlamışlarsa niye yeni bir şey tasarlayayım. Atatip bir vazo benim için yuvarlak gövdesi ve dar ağzı olan vazodur. Yüzyıllardır bu şekilde yapılmışlar. Ve doğru bir nedenle. Örneğin düz kenarlı vazolara çiçek yerleştirmek olanaksız.” Onun için tasarımda alçak gönüllülük, konuyla ilgisi olmayan hiçbir şeyi eklememek.

 

“Bilinçli olarak yeni biçimler tasarlamaktan kaçınırken yeni boyutlar ekliyorsunuz, yeni bir işlev veya yeni bir hikâye ekliyorsunuz. Benim yaptığım da bu. Eğer MAHARAM’dan bir proje alırsam çizim masama gidip şık çizgiler çizmeye acele etmiyorum. Arşivler içinde dolaşıyorum, var olan desenleri kullanıp onlara yeni bir içerik katıyorum.”

 

Ona göre güzellik endüstriyel biçimin güzelliği, üretim sürecinin, tesadüfi etkenlerin güzelliği olduğunu söylüyor ve, “Güzellik eski tarz düşüncenin tamamen zıttı. Yıllarca işlevsellik tasarımın temeliydi. Ben de ‘Form follows function’ (biçim işlevi izler) slogani ile yetiştirildim. Bu daha sonra ‘biçim konsepti izler’ olarak değişti. Tabii ki bu konuda Droog Design’n önemli bir etkisi oldu . 20. Yüzyılın son yıllarına kadar iyi  tasarımiçin ne yapabileceğiniz, özellikle ne yapmamanızla ilgili belirgin bir katılık vardı. Bu çok değişmemiş de olsa, artık bazı şeylere izniniz var, biraz daha rahat. Örneğin dekorasyon bir zamanlar yasak bölge idi, ama şimdi işlevi neredeyse tamamen dekorasyonu yapan tarafından dikte edilen ürünlere rastlıyorsunuz.”diye devam ediyor.

 

Hella Jongerius, ürün tasarımı ile ilgili yaklaşımını küratör olarak  gerçekleştirdiği sergilere de uygulamış. Hollanda’daki bazı müzelerin dışında New York Cooper Hewitt Müzesi ve Londra Crafts Council için yapmış olduğu çalışmalarda eski ile yeniyi bir araya getirerek yeni bir kurgu ve yeni bir hikâye ile izleyicinin dikkatini çektiğini görüyoruz. Böylesi bir çalışmanın tasarım kimliğiyle  bağdaşmadığı ve “kolaycı bir styling” olarak yorumlanmasını da kabul etmiyor. “Önemli olan bir araya getirmelerde rastlantısallıktan, keyfilikten kaçınmak. Kurduğunuz ilişkinin bir şey söylemesi lazım ve bu yeni hikayenin de ilginç olması lazım. Üstelik yeni bir tasarım fikri de böyle bir çalışmadan doğabilir, bu da benim esas işim, yani tasarım yapmak.” diyor.

 

Kaynakça:

 

Helgeson, Susanne.,”Form about Hella Jongerius” Form 4/2002

Jonson,Lotta., “Crisis warning” Form 2/2004

 

www.absolutearts.comartsnews/2004/03/17/31886.html

www.designmuseum.org

www.designbomm.com

www.droogdesign.nl/droognews.html

www.jongeriuslab.com

www.vividformgeving.com