Haluk Şahin Kürt olsaydı, Xalîq Şahin olurdu

-
Aa
+
a
a
a

Ankara - 8 Kasım gününe ait üç gazete var önümüzde. Üçü de farklı yayın politikasına sahip, biri ‘en çok okunanlardan’ Milliyet, biri sık sık referans gösterilen Radikal, öbürü de Gözcü gazetesi. Bu üç gazetenin bu yazının konusu olmasının nedeni tamamen tesadüf... Bu üç gazetede ele alacağımız husus genel olarak Kürtçe sözcükler konusunun algılanış biçimi ve bu konu üzerinden Türkiye’de Kürt sorununa bakış açısının hâlâ ne düzeylerde olduğuna dair naçizane bir iki not düşmekten ibaret. Gözcü gazetesinin sürmanşetten verdiği “hakaret-haberi” en sona bırakıp, Radikal’den Haluk Şahin’in Kürtçe’de kullanılan q,x ve w harfleri tartışması üzerine yazdığı “Qxwqxwqqxxw!!!” başlıklı yazısıyla başlayıp, Milliyet gazetesinin o gün manşete taşıdığı “Ç-Ğ-Ş-Ü-Ö Atağı” başlıklı haberiyle devam edelim.

Malumunuz, Kürtlerin dünya üzerinde varlığının “resmen” kabul edildiği son beş-on yıldan bu yana “Kürtler ve Türkler kardeş halklardır” retoriği daha sık dillendirilmeye başlandı. Tabii ki bu güzel ve hoş bir söz bizler için. İki halkın kardeşçe yaşamasına kim itiraz edebilir ki! Her ne kadar “küçük kardeş” olmanın birtakım sıkıntılarına maruz kalsalar da, Kürtlerin de pek hoşuna gitti bu retorik. Oysa her iki taraf da (tarafların kimler olduğunu açıklamaya gerek var mı?), işin aslının bu kadar basit olmadığının da bilincindeydi. Ama yine de bu kadar kırgınlıktan sonra bu sözün telaffuzu kulağa hoş geldi yıllarca... Ne var ki Türk tarafından (egemen olanın tarafından) bakıp, kardeşlikten dem vuranların bilinçaltında nedense sağlam bir yer edinmedi bu kardeşlik hadisesi.

 

“Kürt değil, dış destekli terörist”

 

Öyle ki, Kürtler en ufak bir hak talebinde bulunduklarında bile, “bunlar katiyen Kürt kardeşlerimiz değildir, olsa olsa onların içine sızmış dış destekli teröristlerdir” dedi, büyük kardeş. Bunun için hafızamızı zorlamaya ne gerek var; daha dün, Bingöl’deki depremzede “kardeşler” çadır istemek için biraraya gelince, maskeli özel timlerin neler yaptıklarını gözlerimizle görmedik mi? Ve yapılanları meşru kılmak için, Bingöl halkının KADEK militanlarınca provoke edildiğini söyleyen muktedirlerin, Türk(iye) basını tarafından desteklendiğini ve Kürtlere karşı egemen anlayışın, aslında nasıl varolageldiğini... Tabii ki sorunu böyle bir örneğe indirgeyip açıklamaya girişecek değiliz. Fakat ister “ilkel Kürt milliyetçisi”, ister “bölücü”, isterseniz de “buluttan nem kapan” diye addedin, ülkemizde iş Kürt meselesine veya Kürtlerin hak taleplerine geldiğinde, en liberalinden İslamcısına ve tabii birçok solcuya değin, hemen her Türk’ün ortak bir kanaati vardır. Ve bu kanaat, egemen bakış açısından besleneli on yıllardır, bu topraklarda doğru dürüst bir Kürt meselesi tartışması ne egemenlerce ne de kanaat önderlerince yapılmış değildir. Hakikaten de iş Kürt meselesine dayanınca, refleksif olarak öküzün altında buzağı aranmaya başlanır. Tepki ya ne sebepten olursa olsun Türkiye’nin demokratikleşmesi yönünde dayatmada bulanan Avrupa ülkelerine gösterilir, yahut bir hak talep eden Kürt insanları “terörist” addediliverir.

İşte, lafı uzatma pahasına genel çerçevesini çizmeye çalıştığımız hadisede, değinmek istediğimiz 8 Kasım tarihli birindeki köşe yazısı, birinde “hakaret-haber” diğerinde de Kürtlerle ilgili haber yayınlayan üç gazetede tamamen bu meselenin tipik bir örneği zuhur ediyordu. Radikal’deki yazısına “şu bizim q,w,x kavgası yeniden alevlendi” diye başlayan Haluk Şahin’in yazısından, evvela altının çizilmesi gereken kısımlarını aktarmakla başlayalım:

 

“Elmalarla armutları karıştırmak

Şu bizim q,w,x kavgası’ dedim. Şundan: Bu tartışmanın ilk raundu benim bu sütunlarda yazdığım bir yazıyla başlamıştı (...) Ancak, polemiksever basınımız bunu, ‘Haluk Şahin q,x ve w’nun alfabemize alınmasını öneriyor!’ şeklinde yansıtınca geniş bir tartışma başlamıştı (...) Alfabemizde bulunmayan bu harfler, yabancı kaçak işçiler gibi dilimize karışıyor, çeşitli kafa karışıklığına yol açıyorlardı. Onları vatandaşlığa almasak bile, bir çeşit çalışma belgesi vererek tanıyamaz mıydık? (...) Şimdi AB raporu nedeniyle konu bir kez daha gündemde ama kaçak harfler bu kez çok farklı kapıdan alfabemizi zorluyor. Efendim birtakım Kürtçe isimlerde bu kullanıldığına göre Türk alfabesinde de bulunmalıymış. Yoksa bu ayrımcılık olurmuş.

Elmalarla armutları karıştırmak bu kadar olur (...) Amerika’da yaşayan bir Türk’ün çocuğuna ‘Çağrı’ adını vermesine kimse engel olamaz. Ama onlar bu adı ‘Cagri’ olarak yazarlar ve ‘Kagri’ olarak okurlar. Kimse de ayrımcılık iddiasında filan bulunmaz, bulunamaz.”

 

Radikal’in köşe yazarının, Kürtleri ve Kürt meselesini algılayış biçimini bir bakıma özetleyen bu cümleler, aslında yalnız kendisinin değil egemen anlayışın da çehresini çizen bir bakış açısı. Bu, çok evvele dayanan bir damar zira.

 

Nasıl ki daha birkaç yıl önce, Kürt sorununu, Türkiye’de Kürtlerin maruz kaldıkları sorunları, hak ihlallerini, kimliksizliklerini, gördükleri işkenceleri vs, dillendiren her Avrupalının yüzüne, “iyi ama Bulgarlar da Türk kardeşlerimize aynı şeyi yapıyor” denip, arkasından da “bizi bölmek isteyen Türk düşmanı” olarak addediliyorsa, bu gün de aynı zihniyet tekrar ediliyor. Türban meselesinde bile, bizim pek ilerici, kıymetli laiklerimiz ilk referans olarak örneğin Paris’te türbanın yasaklanması oluyor. Sanki Avrupalılar bir hak ihlali yapıyorsa, Bulgaristan’da Türkler baskı görüyorsa, Fransa türbanı yasaklıyorsa Amerikalılar “Çağrı” ismini “Cagri” olarak yazıyorsa, o halde Türkiye’de de Kürtlerin baskı görmesi, Kürt Xalîq’ın isminin Haluk olarak yazılıp öyle okunması, Türbanlı kadınların kamusal alandan tecrit edilmesi gibi ilkel, faşizan ve hiçbir insani yanı olmayan uygulamalar da kendiliğinden meşru ve tartışmasız bir biçim alabiliyormuş gibi saçma mı saçma bir paradigma çizilmeye çalışılıyor.

 

Şahin’e verilecek yanıt: ‘reductio absurdum’

 

Kürt sorununa ve dolayısıyla Kürtlere yönelik bu tutum hakikaten de, bu anlamda büyük bir kafa karışıklığı yaratma çabasından ibaretmiş gibi görünüyor. Kürt sorunu, Kürtler, sanki bu topraklara daha birkaç yıl önce gelmiş gibi, ipe sapa gelmez tezlerle tartışılıyor bir nevi. Ve ne yazık ki bunun bir sonucu olarak, yüzyıllardır bu topraklarda yaşayan ve fakat varlıkları “resmen” kabul edileli beş on yıl olan Kürtlerin hakları ile, Avrupa’ya işçi olarak veya başka ne sebepten olursa olsun göç eden bir Türk’ün oradaki hakları karşılaştırılarak, yüz kızartıcı bir hukuki, siyasal, toplumsal/tarihsel ve zihinsel çarpıtma yoluna gidiliyor. Zira mesele, Türk(çe) alfabesine, malum harflerin girmesi asla değildir. Kürtlerin de bu anlamda bir talepleri olmamıştır. Sorunu bir-iki harfe indirgeyerek açıklamaya çalışan Haluk Şahin’e verilecek yanıt, yine kendi yazısından bir alıntıyla pekala mümkün: “En haklı savlar bile, aşırı uçlara götürüldüklerinde saçmalaşırlar. Buna bilim dilinde reductio absurdum denir: Saçmaya indirgemek, saçmaya ve gülünçlüğe.”

 

Tabii ki Amerika’da yaşayan Türk kökenli “Çağrı”nın isminin “Cagri” olarak yazılmasının haklı bir nedeni olamaz. Çünkü bu, aynı zamanda egemen olanın, bildiği, istediği, telaffuzda, takip etmekte, kayıt etmekte vs, zorlanmadığı ve son kertede kendi kültürüne, dil sistemine yabancıları uydurmaya çalıştığının göstergesidir. Ve “kaçak” kelimesini de yine onlar kullanır ve de kaçak kelimesi çoğunlukla tutucu, gerici, dışlayıcı bir kelimedir. Fakat şu çağda (aslında “şu çağda” demek ne kadar doğru bir belirleme biçimi, bilmiyorum ama) yanıbaşında, aynı sınırları paylaştığın “kardeş” halkın dilinde kullanılan bazı harfleri “kaçak” diye addetmek, ve “vatandaşlığa alalım mı, almayalım mı” gibi tartışmalara girişmek kelimenin tam manası ve “kaçak olmayan/ çünkü Latince olan” anlatımıyla reductio absurdum!

 

Evet, “Çağrı”nın “Cagri” olarak yazılıp “Kagri” olarak okunmasının hiçbir haklı gerekçesi olamaz. Bunu Haluk Şahin de çok iyi biliyor olmalı, ne var ki kendi reductio absurdum  teziyle çelişmemek adına, buna itiraz edilemeyeceğini savlıyor. Eğer Haluk Şahin Kürt olsaydı (ki Haluk adını Kürtler de kullanır/ Arapça bir isimdir) o zaman “Xalîq” diye yazılır ve o şekilde de telaffuz edilirdi Kürtçe’de. Allahtan Kürtler şu ana kadar bizim isimlerimiz doğru telaffuz edilsin diye bir talepte bulunmadılar, ama bizim köye operasyon için gelen askerler, “Haluk” diye hitap ettikleri için, komşuları ve çocukları arasında kızaran Xalîq’ler bilirim...

 

Ama Radikal yazarı, kural koyucuların bakış açısıyla baktığı için olsa gerek, ne Türkiye’de kendi adını doğru dürüst kullanamayan Kürt’ün, ne de adı Çağrı olduğu halde “Cagri” olarak yazılıp “Kagri” olarak okunan Türk’ün mağduriyetini anlamıyor ya da üzerinden atlıyor. Üstelik de sanki bunu AB İlerleme Raporu’nda değinildiği için bir karşı-tepki olarak veriyor... Uzun lafın kısası, Haluk Şahin egemen zihniyeti tekrar üretip, tutucu bir tavır sergilerken, asıl elmalarla armutları veya elmalarla Kürtleri karıştıran kendisi oluyor. Tıpkı Milliyet gazetesinin, aynı günkü sayısında manşetten verdiği haberde, Hollanda’da “karşı-tepki” gösteren bazı Türklerin zihniyeti ve meseleyi algılayış biçimi gibi. “Harf Misillemesi” başlıklı haberden birkaç unsuru okumakla yetinelim: “AB İlerleme Raporu’nda Türkiye’nin alfabesinde bulunmayan q,w,x harflerine izin vermesi istenen ifadelerin ardından Avrupa’da ‘alfabe savaşları’ başladı. İlerleme Raporu’nun açıklamasından sonra harekete geçen, Hollanda da yaşayan Türk vatandaşları, Hollanda alfabesine Türkçe harflerin alınması için Hollanda Başbakanı Jan Peter Balkonende’ye başvurdu”.

 

Kürt’ün ‘k’si

 

Hollanda’da yaşayan Türklerin bu haklarını bir misilleme olarak, üstelik “kardeş” halkın hak talebine karşı kullanması ne kadar acıysa, Gözcü gazetesinin, aynı gün sürmanşetten verdiği “hakaret-haber” de o kadar yüz kızartıcı. Gazetenin kaynak belirtilmeyen, mahreçsiz, imzasız, mamafih neredeyse hiçbir haber kuralına uymayan sürmanşeti Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ve Irak Geçici Konseyi Başkanı Celal Talabani’ye atfen şöyle; “Bu Utanmaz Adamı Türkiye’ye Sokmayın.””Her fırsatta Türkiye’ye karşı düşmanlığını dile getiren, ‘Türk askeri Kuzey Irak’a gelirse savaşırız’ diyen ve Ankara’ya gelmeye hazırlanan kürt  lider Celal Talabani’ye öfke büyüyor” diye yazılan “hakaret-haber”de altını çizdiğimiz şey ne Talabani’ye yapılan hakaret, ne kimin öfkesinin büyüdüğü ne de Türk askerinin Irak’a gitme meselesi. Fakat haberin ileriki satırlarında, dikkat çekici ve bayiden şu ana kadar hiç takip etmediğimiz bu gazeteyi “ibretlik olsun diye” aldıran husus, ısrarla Kürt isminin kürt şeklinde yazılması, yani özel isim olarak yazılmamasıydı. Ki bu, birebir bir küçümseme anlamı verilmeye çalışıldığına dair su götürmez bir kanaat oluşturuyor zahir. Bir gazete neden böyle bir misyon üstlenir acaba? Var mıdır bu tutumdan, yayın/politikasından hoşlanan bir “hedef kitle”; vardır muhakkak.

 

İnsanın aklına ister istemez bu “kardeşlik” retoriğinin koca bir yalandan ibaret olduğu düşüncesi gelmez de ne gelir? Bir günde, sadece üç gazetede bunlar varsa, acaba ülkenin diğer gazeteleri ve gazetelerden ibaret olmayan kafaları neyle doludur? Ve tabii ki bu üç gazetenin düşündürdüğü bunlardan ibaret değildir... Zaman buldukça klavyeye eğilip bu hususlara değinmeye, bazı metinleri ikinci kez okuyup, “okuduğumuzu anladık mı cevap verelim”e çalışacağız.