Gözlerim bir yerden aşina size!

-
Aa
+
a
a
a

Herşey o kadar tanıdık ki! Şu koku, şu renk, şu ses! Ah işte siz, hanımefendi, tabii sizi bir yerlerden tanıyorum!

Burnunuza gelen koku çok bildik... Rüzgârın ağaçlarda çıkardığı ses, çayın rengi hatta kaşık bile çok tanıdık. Garsonun yüzüne dikkatlice bakıyorsunuz. Selamlamak geliyor içinizden. İyi ki selamlamıyorsunuz. Etrafı kolaçan etmeye devam ediyorsunuz. Bugün buraya ilk defa mı geldiniz sahiden? Bütün bunları daha önceden görmediniz mi? Her şey o kadar tanıdık ki... Sanki burada daha önceden bulundunuz...

"Deja vu" tamlamasıyla ilk karşılaştığımda, onu daha önceden duymuştum aslında. Crosby, Stills, Nash and Young'ın şarkısındaki deja vu ile hayatta pek de seyrek olmayarak karşılandığına ise hiç kafamı yormamıştım. Oysa, demin burnunuza gelen kokunun bildikliği ile başlayan sürecin pek çok kişideki (ve beyindeki) sonucuna takılan deja vu’nun anlamı yeterince açık. İfadenin “sanki (daha önceden) görmüş gibiyim” gibisinden tercüme edilebilecek anlamına çok kişi aşina olabilir. Bir anı, bir yaşantıyı daha önceden yaşamış olduğu hissine kapılmanın hissiyatının, melodik bir Fransızca terimle söylenmesi hoş duygular uyandırıyor.

İnsanın daha önce hiç bulunmadığı bir yerde, diyelim yazının başında sizin bulunduğunuzu varsaydığım yerde, bulunmuş olduğu hissine kapılmasının sebepleri hakkında çeşitli fikirler öne sürülüyor.

Madlen çikolatalar

Hepsinin çeşitli ortak noktaları var. Ancak deja vu'nün en âlâ örneklerinden biri Marcel Proust'un yazdıklarında bulunabilir: "Hem şimdiye, hem de geçmişe ait olan bu uyum, eski bir manzarayı kendi etrafında tekrar oluşturmuştu." Şimdi ile geçmiş arasındaki ortaklık sadece bir duyum. Bu (koku tat ya da öyle bir şey) ise, şimdinin izi adeta geçmişten çıkıp geliyormuş gibi algılanabilir. Proust'a deja vu'yü yaşatan şeylerin başında küçük madlen çikolatalar gelir. Tat ve kokunun zamana bu denli dayanıklı olması, bu iki duyumu en uzak geçmişteki anıların en sağlam kanıtları yapar. Şu an ile uzak geçmiş arasında bir tat ya da koku ortaklığı var ise, geçmişin bize yaşatacağı aşinalık şu anı eşsiz olmaktan çıkartabilir.

 
Peki, ama bir şeye nasıl "aşina" olabiliriz? Bir yüz ya da bir konuşma nasıl bildik gelebilir? "Ah, işte o!" demenin iki basamağı var. Yolda yürürken rastladığımız ya da gözümüze ilişen yüzlerce kişinin yüzünde bildik bir ifade ya da ayrıntı görmemizle başlar tanıma. Bir gülüş, bir göz rengi ya da alna düşen bir perçem... Tam olarak nerede hissedildiğini bilmediğim bir tanıdıklık duygusu uyanır. Ardından o perçemin, gülüşün ya da gözbebeğinin (belleğimizde) içine yerleştiği bağlam sökün eder. "1989", "Ankara", "kantin" gibi ipuçları tanıdık duygusunu ayakları üzerine bastırır, tanırız.

Deja vu, ya da bir başka deyişle "yanlış bir tanıdıklık" nasıl gelişiyor? Çevreden aldığımız enformasyonun hem duygu, hem de düşünce düzeyinde değerlendirilmesi sonucu oluşan tanımanın, özelikle ilk aşaması olan, duygusu ile tanıdık sonrasında mantıki değerlendirme arasındaki uyumun bozulmasını sorumlu tutanlar var. Bize bildik gelen her koku, tanıdık her tat, geçmişte bağlantılı oldukları anları bilince getirip, şu ana aitmiş hissi doğurduğundan deja vu oluyor.

Ya da, az önce örnek verdiğim "alna düşen perçem" gibisinden şifrelere başka suratlarda da rastladığımızda, başkalık hemen kendini belli etmeyebiliyor. Eğer bu şifre benzerliğini tamamlayan başka ortak duyumlar (koku ve tat gibi) da var ise, o yüzü daha önceden görmüş gibi oluyoruz.

Yıllardır varolduğumuzun bir kanıtı olsun

Tat ve kokunun, bazen de bir sesin bu denli güçlü bir tanıtıcı olmasını nelere borçlu olabiliriz? Beynin en derinlerindeki ve evrimsel kıdem açısından en eskilerdeki bölgeleri koku duyusunun sorumluluğunu taşırlar. Dünyaya geldikten sonra en yoğun biçimde kaydedilen koku, eğer bir prematüre servisinde değilseniz, annenizin kokusu olacaktır. Hiç kimse o sırada duyduğu kokunun ne olduğunu şu anda tarif edemese bile, benzeri bir kokunun doğurabileceği çağrışımlardan muaf değil. Üstelik eşdeğer kuvvetle kaydedilen her türlü anı aynı çağrıştırıcı güce sahip...

Deja vu'de yaşanan tanıdıklık duygusunun, bellekteki anıya eşlik eden duygunun vurgusu ile bağlantısına dikkat çeken kimi araştırmacılar, deja vu'nun ne ölçüde normal olduğunu tartışmaktalar.... Pek çok patolojik ruhsal durum gibi, deja vu de normal bir yaşantı olarak yaşanabiliyor.

Herkesin hayatının bazı anlarında (eğer ortada bir "tezgah" yok ise) deja vu mevcut. Ama şimdiki zamanı, aslında olmayan bir geçmişin bitip tükenmez tekrarı şeklinde yaşamaya başlayan birisi, deja vu'ya Crosby-Stills'in şarkısındaki gibi bakmıyor. Oysa, deja vu'yu hoş kılan şu veya bu şarkıda dile gelen, aşinalık özlemi. Bildik bir şeyler olsun, yıllardır varolduğumuzun bir kanıtı bulunsun.

Bir de, 100 yıldır pratik bir kullanıma girmiş; uzun uzun söylenecek cümleler yerine geçiveriyor her dilde: "Hanımefendi, biz sizinle daha önce hiç karşılaşmış mıydık? Sizi bir yerlerden tanıyor gibiyim..." yerine, sadece deja vu.