'Gönüllü karar mekanizmasına katılmalı'

-
Aa
+
a
a
a

Hülya Demiralp Demircan: Merhaba! Program konuğuma söz vermeden önce önemli bulduğum bir konuyu belirtmek istiyorum. Artık, “GÖNÜLLÜLÜK ve SOSYAL SORUMLULUK” programının yazılı metinlerini “AÇIK SİTE” de bulabilirsiniz. 11 kişilik bir gönüllü gurubu, bu programlarda söylenecek sözlerin “uçup gitmemesi” için, kendi aralarında oluşturdukları bir işbölümü ile bunu gerçekleştiriyor. Sizlerin huzurunda kendilerine “sosyal sorumluluk”ları için (toplum adına) teşekkür ediyorum. Yaptıklarının önemli olduğuna gerçekten ve samimi olarak inanıyorum. Deşifre edilmiş her yazının sonunda adları bulunmaktadır. Gösterdikleri “sosyal sorumluluğun” darısı tüm yurttaşlarımızın başına.

Program konuğumu üç yıldır tanıyorum. Başka vesilelerle de tanışıyoruz. Bugün Greenpeace’in temsilcisi olarak karşımızda. Hoş geldin, Erol Scott.

Erol Scott: Merhaba! Hoş bulduk.

HDD: Greenpeace’in temsilcisi olarak karşımda olduğuna göre, öncelikle “Greenpeace ne yapar?” Anlatır mısın?

ES: Otuz yıllık geçmişi olan Greenpeace’si temsil etmem mümkün değil. Ben de bir gönüllüyüm.

HDD: Ama konuşmaya seni çağırdılar. Demek ki, yetkili görüyorlar.

(Gülüşmeler)

ES: Tabii, Greenpeace’de herkesin sorumlulukları var ama Greenpeace denince akla ilk gelen ve en büyük özelliği olan "kampanyalar yürütmesi"dir. Greenpeace, dünyadaki sorunlara bakıp, stratejik olarak kampanyalar düzenliyor. Eylemler ise, buzdağının sadece görünen küçük bir parçası. “Hangi konularda kampanyalar düzenliyor?” derseniz; nükleer denemelere, toksik atıklara, genlerle oynanmış organizmalara, biyolojik çeşitliliğin yok edilmesine karşı ve benzeri bir çok kampanyalar yürütülüyor.

Greenpeace, dünyadaki tüm çevre sorunlarıyla baş edemeyeceği için, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde kampanyalar düzenleyerek yerel sivil toplum kuruluşlarına da örnek olması benim için önemlidir. Örneğin; benim okullarda başını çektiğim bir kampanya var. Daha şimdiden “Çocuklarımızı nasıl ‘kampanyacı’ yapabiliriz?”, “İyi bir proje yöneticisi nasıl olabilirler?”, “Beraber, takım halinde problemleri nasıl çözmeli?”, “Takım, grup çalışması nasıl yapılmalı?” Bunlara ağırlık veriyorum.

HDD: Harika! Greenpeace bünyesinde mi yapıyorsun?

ES: Evet. Greenpeace’in benim için anlamı bu. Bazıları, “Erol, şimdi bir şeyler yapmak lazım” diyor. Greenpeace, masa başında değil, gerçekten doğrudan eylem yapıyor. Greenpeace, uluslararası bir sivil toplum kuruluşu. 101 ülkede 2.8 milyon destekçisi ile faaliyet gösteriyor. 40 tane ofisi var. Güçlü ve saygın bir STK. Bu saygınlığı bağımsızlığı sayesinde kazanıyor. Çünkü, para kaynağı sadece bireyler. Şirketler, holdingler ve partiler değil. Greenpeace’in müdanası (minnet) yok. Birçok devlet, şirket, parti ya da oluşuma baş kaldırabiliyor. Bu da Greenpeace’in en çok saygı duyduğum yanı. Buna dair pratikte gördüğüm bir örneği şöyle: Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) 4. Bakanlar Toplantısı Katar’da yapılmıştı. Bu toplantıya çok az STK gidebilmişti. Biri de Greenpeace ve onun bir gemisiydi. Alternatif medyaya olanak tanındı. Beş kıtadan gelen STK temsilcileri “DTÖ’de neler olup bittiğini” bu gemiden tüm dünyaya aktardı.

Kampanya neden önemli?

HDD: Erol, kampanya derken neyi kastediyorsun? Neden "kampanyalar önemli” dedin ve altını çizdin? Kampanyalarla neyi başarıyorsunuz? Biraz açar mısın?

ES: Kampanya, bir sorun ya da olaya çok çeşitli açılardan bakmayı sağlıyor. Örneğin nükleer santralleri konuşurken bilimsel konulara dalabiliyor, ağaca takılıp ormanı göremiyorsunuz. Oysa kampanya toprak insanı, işçisi, entelektüeliyle yani tüm olanak ve paydaşlarla bir bütün olarak, bir araya gelerek uzun vadeli strateji oluşturup geliştirerek yapılan bir çalışmadır. Örneğin nükleer santralleri hiçbir sigorta şirketi sigortalamıyor. Bugünün enerji gereksinimleri için dört beş kuşak sonraya şu an çözemediğimiz radyasyonlu atıklar bırakılabiliyor. Bunlar çok önemli ama gözden kaçabilen konular. Bunu ancak kampanyalarla ortaya çıkarabiliyoruz.

HDD: Deşifre ediyorsunuz.

ES: Evet.

HDD: Nasıl yapıyorsunuz?

ES: Çok uzun yıllar süren araştırma ve bilimsel çalışmalarla ortaya çıkan stratejiler belirleniyor. Örneğin bir çok kimse “atık yakma tesislerine niye bu kadar karşısınız” diyor. Doğada bulunmayan dioksin gazı sadece bu tesislerdeki faaliyet sonucu ortaya çıkmıştır. Bu konu üzerine konuşmaya başladığınızda yağmur ormanlarından tutun da, kutup ayılarının yağ hücrelerinin içinde kalıcı organik kirleticilerden biri olan dioksini bulabiliyoruz. Bu gaz herkesi çok şaşırtmıştı.
Doğmamış embriyolarda bile ortaya çıktı. Bu yüzden atık yakma tesislerine karşıyız. Bu tip sonuçlara ulaşmak için, derin araştırmalar sonucu elde edilen bilgileri analiz etmek ve herkesi ilgilendirebilecek noktaları ortaya çıkarmak gerekiyor.

HDD: Bunun öncesi var. Bence, Greenpeace’i Greenpeace yapan son derece ses getirici, etkili ve hatta marjinal eylemler. Kampanya dediğiniz zaman teorik ve pratik olarak iki ayrı kısımdan söz edebilir miyiz?

ES: Kesinlikle. Eylemler, bizim mesajlarımız vermemizin yalnızca bir yolu. Bunun dışındakiler turlar, kongreler, lobi faaliyetleri... Sağolsun medya(!) işin şamata kısmını veriyor. Ama dediğim gibi, bunlar buzdağının küçük bir parçası. Okullardan tutun da kongrelere kadar bir çok çalışma yürütüyoruz. Dünya genelinde ve BM’de bir çok komisyonun da üyesiyiz.

HDD: O zaman şunu anlıyorum. Greenpeace’in medyanın sansasyonel olarak ilgisini çeken eylemlerden daha çok, etkili çalışmaları var. Öyle mi?

ES: Kesinlikle.

HDD: Kamuoyu oluşturmak için, kamuoyu oluşturmak için, sansasyoneli de tercih ediyor musunuz?

2.8 milyon "destekçi"

ES: Greenpeace, dünyadaki çevre olaylarını medya aracılığıyla kamuoyuna duyuruyor, duyarlı kesimleri harekete geçirmeye çalışıyor. Burada eksik olan bu eylemlerin arkasındaki mesaj nedir? mesajlar nereden kaynaklanıyor? Neden atık yakmada bir sorun var? Neden nükleer santrallerin kurulmaması lazım? Neden genleriyle oynanmış organizmalar sakıncalı olabiliyor? Neden fosil yakıtlar yandığında karbondioksit çıkıyor, iklimler değişiyor. Bunun mesajını vermeye çalışıyoruz. Kamuoyuna duyurulması gereken mesaj iken, bazen gereksiz yere zincirlere, tırmanışlara kitlenebiliyoruz.

HDD: "Çoğu zaman” dersek yanlış olmaz, herhalde? Peki, Erol. 2,8 milyon “destekçi”den söz ettin. Üye değil, herhalde?

ES: Destekçi.

HDD: "Destekçi"den ne kastediyorsun?

ES: Parasını vererek Greenpeace’in değerlerine, yaptıklarına destek veriyor. Bir de milyonlarca gönüllüsü var.

HDD: Bildiğim kadarıyla büyük bağışçılarınız yok. Bağımlı olmamak için en büyük bağış olarak ne kadar topluyorsunuz?

ES: Bunun bir üst limiti vardır. Ben bilmiyorum. Önemli olan, bağışların sadece bireylerden alınması. Doğayı kirleten endüstrilerdeki bazı şirketler, hem kirletiyor hem temizlemek için STK kuruyor ve de ayrıca destek de oluyorlar. Biz buna “green wash” diyoruz. Biz bu tür bir ilişkiden kaçınmak ve bağımsızlığımızı korumak için bağışçımızın niteliğini vurgulamak zorunda kalıyoruz.

HDD: Greenpeace’in Türkiye’de kaç gönüllüsü var. Belli mi?

ES: Belli. Çok yoğun çalışan 20 kişi dahil olmak üzere yaklaşık 100 gönüllüsü var. Zaten Greenpeace Türkiye’de çok yeni. İlk gemimiz 10 yıl önce geldi. “Akdeniz Ofisi” olmamız ise yakın bir zaman önce gerçekleşti. Bu ofise Malta, İsrail, Lübnan ve Türkiye dahil. Türkiye’de iki kampanya düzenliyoruz. Enerji ve Toksit Maddeler Kampanyası. Umarım, Anadolu ve Akdeniz’den aldığımız güçle daha önemli kampanyalar açabiliriz.

HDD: Belirttiğin iki kampanyayı biraz açmak ister misin?

ES: Şu anda en önemli konulardan bir tanesi, iklimlerin değişmesi. Bu da fosil yakıtlardan kaynaklanmakta. Petrolün artık desteklenmeyip, alternatif yenilenebilir enerjilerin (güneş, rüzgar ve su gibi) gündeme getirilmesi gerekmektedir. Asıl bu tür enerjilere destek ve sübvansiyonların yapılmasını istiyoruz. Enerji Kampanyası, bu çerçevede yürütülmektedir. Toksik Kampanyasına gelince... Atık yakmanın ne kadar önemli olduğu, PVC’nin yandığında
ya da işlendiğinde su ve havamızı nasıl pislettiği, zehirli toksik maddeler ticareti, vb konular bu kampanyaya dahildir.

HDD: Greenpeace’in bir “espri”si de, eylemlerini yaparken bir değil, birkaç ülkede ve birçok ülkeden gönüllülerinizle gerçekleştirmesi diye düşünüyorum.

ES: Küresel düşünüp yerel hareket etmenin güzel örneklerini Greenpeace’de görebilirsiniz. Şu anda en çok üzerinde yoğunlaşmamız gereken konulardan biri SAVAŞ. Yerel gibi görünse de global bir sorun. Temiz Üretim ve Temiz Enerji gibi konuların yanı sıra, Greenpeace’in tüm gücünü aynı anda belli konulara yöneltmesi de çok önemli.

HDD: O zaman Greenpeace, global düşünüp yerel hareket edebilen bir örgütsel yapıya sahip diyebiliriz. Peki, Greenpeace gönüllülerle nasıl bir işbirliği çerçevesinde çalışıyor? Greenpeace eşittir gönüllülük mü yoksa profesyonel çalışanlar var mı?

Gönüllü karar mekanizmalarına dahil edilmeli

ES: Greenpeace otuz yıl önce kurulduğu zaman, bir grup Kanadalı Amerika’nın nükleer denemelerine karşı çıkmak için, bir tekneyle “deneme”lerin yapıldığı alana gitmiş. 101 ülke ve 40 ofis ile faaliyetini sürdüren böylesine bir yapının tabii ki profesyonel desteğe ihtiyacı olacaktır. Ama biraz daha analiz edersek, yapılan işlerin büyük çoğunluğunun gönüllülerle gerçekleştirildiğini görüyoruz. Zaten bir organizasyon ya da oluşumda gönüllülük ve gönüllü mutlu olduğu zaman işlerin daha iyi ve sağlıklı gittiğini görüyorsunuz. Çünkü gönüllülük parayla olmadığı için gerçekleştirilmiyor. Gönüllülük deyince aklıma, bir amaç için beraber hareket etme, beraber problemleri çözme aklıma geliyor.

HDD: Aslında böyle yapılarda çalışan profesyonellerin de gönüllülük ruhuna sahip olması gerekmiyor mu? Amaca ve gönüllülerle birlikte çalışmaya inanmayan bir profesyonellerin bulunduğu bir yapının iş çıkartamayacağını düşünüyorum.

ES: Gönüllülük derken, birkaç noktanın altını çizmek istiyorum. Gönüllü, 24 saat gönüllülük yapan bir kişi değil. Kişinin, gönüllü olarak yaptığı işin yanı sıra başka yapmak istediklerine, sevdiklerine zaman ayırabilmesi, ayrıca, gönüllünün mutlaka karar mekanizmalarına da alınması gerekiyor. Greenpeace’de bunun örneklerini görebilirsiniz. Stratejik kararların alınması, kampanyaların oluşturulması ve projelerin yürütülmesinde gönüllüler yer almaktadır.

HDD: Gönüllülük ile profesyonellik arasında bir fark görüyor musun? Görüyorsan, ne gibi farklar var?

ES: Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde para bir motivasyon unsuru olarak ağırlık kazanıyorsa, gönüllülük bir sorun oluşturuyor. Oysa, gönüllülükte bireyi motive etmesi gereken şey, faaliyet konusunun içeriğidir. Bence en önemli ayrım, hangi unsurların sizi motive ettiğidir. Bir kişi, profesyonel çalışmanın yanı sıra kalbini de veriyorsa, ortaya mükemmel sonuçlar çıkarır.

HDD: Önemli olanın, “kişinin ücret alıp almaması değil, konuyu ve gönüllülük ruhunu benimsemesi, kalbini yani gönlünü vermesidir” diyebilir miyiz?

ES: Tabii ki. Ek olarak, şunu da söyleyebiliriz: Kişi, profesyonel veya gönüllü de olsa emek harcadığı için karar alma sürecine katılmalı; profesyonel olarak çalışanın da emeğinin karşılığının muhakkak verilmesi gerekmektedir.

HDD: Bunu eklediğin iyi oldu. Kişinin konumu ne olursa olsun, “karar alma sürecine katılma”sı gerekiyor.

ES: Kaliteli işin çıkması için de gerekli. “Saha”ya yakın olan bir insan, emeğini vererek doğru tasarımın yapılması, doğru kararların verilmesi, doğru mesajın verilmesi ve kaliteli bir işin gerçekleştirilmesini sağlamaktadır.

HDD: Erol, programın süresi bize yetmedi. Sanırım, seninle bir program daha yapacağız. Greenpeace’den gönüllülüğe, gönüllü çalışmaya geldik. Ama gönüllülük konusunda yeterince konuşamadık. Seninle tekrar buluşalım ve kaldığımız yerden devam edelim.

(2 Aralık 2002’de Açık Radyo yayınlanmıştır. Deşifre: Mehmet Yavuzkan.)