Gelecekte de bir gün gelecek

-
Aa
+
a
a
a

Bugün biraz Irak savaşının dışına çıkmak istedim. Yine daha önce değindiğim konular bir kez daha gündeme gelecek ama bu benim suçum değil. Çünkü ülkemizde her şey -daha doğrusu olumsuz şeyler- sürekli tekrarlanıyor.

 

Geçen haftalarda muhalefetimizin inanılmaz muhalefetine karşın, ormanların satışına ilişkin yasa meclisten geçti (neyse ki Köşk’ten döndü). Biz doğaya sürekli olarak bir mal gibi bakıyoruz. Bizim tamamen mülkiyetimizde olan ve ona her şeyi yapabileceğimiz bir mal. Oysa doğa bir mal değil. O bizler gibi bir canlı. Üstelik bizden daha karmaşık bir canlılar zinciri. Ormanı kesmeniz sadece bir miktar ormanı kesmeniz demek değil. Oradaki diğer canlıları da yok etmeniz demek. O canlıları yok edince o canlılarla hayat bulan tüm ilişkiyi yok etmeniz demek. Ve en sonunda yok olan bir doğa bizim için de yok olan bir yaşam demek. Ama bunu anlayamıyoruz. Kesilen bir orman bizim şu anki halimizi etkilemiyor, diye düşünüyoruz. Bugün yaşadıklarımızın 30, 40 yıl öncesinin hatalarının sonucu olduğu gibi bir kavram yok bizim için. Gelecek ve biz yok, şimdi ve ben var toplumumuz için. Zaten bizim değer yargılarımız bu şekilde olduğu için bu ülke iktidarları böylesi kararlar alabiliyor.

 

Geçenlerde Hürriyet gazetesinde (13.04.2003) bir haber okudum. İzlanda’da araçlarda petrol kullanımının bitirileceği yazıyordu. Araçların motorlarında değişim 2005 yılında başlayacak ve 2030 yılına kadar tamamlanmış olacaktı. Bu tarihten sonra artık benzin tüketen araç kalmayacakmış. Hidrojenin atığı ise sadece su.

 

Lütfen şimdi iki yaklaşım arasındaki farka bakın ve düşünün -hangi konu olduğu önemli değil-, Türkiye’de böylesi bir mantık yürütülebilir mi geleceğe ilişkin? Bizde İstanbul’un trafik sorununun çözümü için yeniden üçüncü köprünün

  Hidrojen yakıtıyla çalışan otobüsler: Türkiye'de kaç karar alıcı, otomotif şirketlerinin hidrojen ekonomisine geçiş için milyarlarca dolarlık yatırımından haberdar?

gündeme geldiği ve 15 gün içinde güzergâhının açıklanacağı haberini okuduk. Daha önce de yazdığımı sanıyorum. Bu köprüler yapılacak. Çünkü bizim beynimiz sadece buna çalışıyor. Anlamıyoruz, anlayamıyoruz, anlamak istemiyoruz. Aslında en kötüsü, hepimiz anlıyoruz ve biliyoruz ama, işimize gelmiyor geleceğe yönelik önlemler almanın gerekliliği.

 

Solun önerisi mi var, birleşmesi çözüm olsun?

 

Birinci köprüyü yaptık yetmedi, ikinci köprüyü yaptık yetmedi. Üçüncü de yetmeyecek. Çünkü sorunun kaynağını çözmüyoruz, çözmek istemiyoruz hiçbirimiz. Çünkü 4x4 araçlarımızla bir süre için daha az bekleyeceğiz belki trafikte (O da belki). Sonra kamulaştırmalar, yeni iş alanları vb... Hepimiz “ucundan bana da bir şekilde bir şeyler düşer” diyoruz. Ama yapabileceğimiz köprülerin eninin, en fazla Boğazın boyu kadar olabileceğini, oysa doğan insanların ve niteliklerinin -olumsuz niteliklerinin- bir sınırı olmayacağını düşünmüyoruz. Nicelik ve nitelik ilişkisinin bu denli olumsuz olduğu bir ortamda köprülerin çözüm olamayacağını aklımıza getirmek dahi istemiyoruz. 

 

Dün Sn. Yalçın Doğan’ın köşesinde okuduğum kadarı ile solda birlik arayışları başlamış. Ben çıldıracağım artık. Tamam, birlik oldu sol. Türkiye’de ne kadar “solcuyum” diyen varsa birlik oldu. İyi tamam, ya sonra? Allah aşkına, Türk solunun herhangi bir konuda farklı somut bir fikri mi var, çözüm önerisi mi var ki birliği çözüm olsun? Sn. Şükrü Kızılot Sn. Cumhurbaşkanı tarafından veto edilen vergi barışı yasasına getirilmek istenen ek düzenleme konusunda tutanakları yazdı. İnsaf edin, bu muhalefet ile solda birlik olsa ne olur, olmasa ne olur? Bakın burada itiraz ettiğim konu olumlu oy vermeleri değil. Bu ayrı bir tartışma konusu. İtiraz ettiğim konu oyu nasıl verdikleri? Bu nasıl sorusu oyun renginden çok daha önemli. Türk solunun kentleşme, trafik, nüfus, çevre, teknoloji, karmaşık ekonomik ve siyasal sistemler, yeni bir dünya düzeni –bırakın bunları, üçüncü boğaz köprüsü- konusundaki önerileri, görüşü ne? Önerileri için planları ne, olası kaynakları ne? İktidara gelirlerse (olacak iş değil) hazırlıklı olmak için şimdiden gölge kabineler kurup, programlar hazırladılar mı? Bu kabinenin çalışacağı bürokratları şimdiden seçtiler mi? Nerede hani?

 

Ne olur, bırakın birliği falan. Varsa fikrinizi söyleyin. Fikriniz varsa, çevrenizde kaç kişi olduğu önemli değil. Anlatın, savunun inançlarınızı. Katılan katılır, birlik olur büyürsünüz, katılmayan katılmaz. Çıkın her gün meydanlara, bugün 5, yarın belki 10 kişi katılır ama, anlatın inançlarınızı, önerilerinizi. Bırakın bugünün sonuçlarını çözme uğraşını. Geleceğin sorunlarının kaynaklarını kurutmak için ne yapacağınızı anlatın.  Unutmayalım Anadolu Sigorta reklamındaki bence muhteşem cümleyi: “Gelecekte bir gün gelecek!”

 

İnisiyatifi ele almak

 

Sayın okurlar, basketbol tutkum nedeni ile son bir noktayı daha yazacağım. Efes Pilsen bu yıl son derece hatalı bir şekilde final four kapısından döndü. Bu dönüşün son nedeni CSKA Moskova maçının kaybedilmesiydi. Efes bu maçta sadece 66 sayı yedi. Ama attığı 54. İlk çeyrekte 13 (sadece 13), ikinci çeyrekte 21, üçüncü çeyrekte 14 (evet yine sadece14) son çeyrekte 19 sayı yedi. Böylesi bir takıma, üstelik rakip sahada ve gerçekten hakem desteğini almışken (CSKA), daha ne kadar sıkı savunma yapıp da az sayı yersiniz? Söylemek istediğim şu; anlı şanlı medyamız, koçlarımız sabah akşam “savunma” diyorlar. Alın size savunma. Anlayın, atmayınca olmuyor. İşte bu bir hayata bakıştır. Ben etkin olmaktan, farklı fikirler, öneriler üretmekten, alamasam bile inisiyatifi ele almaya çalışmaktan yanayım. Çoğunluğumuz (meşhur % 94 olsun) atamıyor ama, az yiyelim de belki kurtarırız düşüncesinde her konuda. Ama kurtaramıyoruz.

 

(18/4/2003 tarihinde kaleme alınmıştır.)