Engin Gürkey'le Sohbet

Açık Dergi
-
Aa
+
a
a
a

Eraslan Sağlam: Hoşgeldiniz Engin Gürkey.

 

Engin Gürkey: Hoşbulduk.

 

ES: Şu anda stüdyomuzda canlı bir performans gerçekleşiyor, grubu tanıtır mısınız?

 

EG: Türker Çolak, Melih Yüzer, Gürkan Özkan ve Tuna Aydostu.

 

ES: Sizi, yakın zaman önce çıkmış olan World of Percusion albümünüz ile ilgili olarak ağırlıyoruz. Biraz albümün oluşum sürecinden söz eder misiniz?

 

EG: Topluluğun çalışmalarını 1999 yılının sonlarına doğru başlatmıştım ama hayata geçtiği tarih 2001 yılı oldu. Hep bir hayalim vardı dünya çalgı ve ritimlerine dair bir proje, takım 10 kişiden oluşuyor. Bu 10 kişi, dört farklı coğrafyaya dair, yani Latin Amerika, Afrika, klasik batı müziği ve Türk müziğine dair müzik yapıyor ve bu enstrümanları kullanıyor. Değişik bir yapısı var.

 

ES: Zaten sizin de heyecanınızı gözlerinizden okuyorum grubunuzdan söz ederken. Ritm sazlar grubuna sahip olmanın kolaylıklarını ve zorluklarını konuşalım. Artık yavaş yavaş ritm sazlar da ana saz olarak pek çok çalışmada yerini almaya başladı ama yine de bunun çok yoğun olduğunu görmüyoruz, daha çok eşlik sazı olarak görüyoruz ritm sazlarını bu tip orkestrasyon çalışmalarında. Sen ise bunun aksine bir Don Kişotluğa girişiyorsun ve ritm sazlardan bir orkestra kuruyorsun. Böyle bir gruba sahip olmanın kolaylıkları, zorlukları, kabul edilirlikleri, edilmezlikleri neler?

 

EG: Esasında ben bu çalışmalara 1992 yılında başladım, İstanbul Vurmalı Çalgılar Topluluğu olarak başlamıştık. O zamanlar hiç kimse ne yaptığımızı anlayamıyordu çünkü vurmalı çalgılar Türkiye’de 2000’li yıllarda trend oldu diyebilirim. Müziğin temeli biliyorsun ritm, melodi ve armonidir, ritm de anne karnında başlar; her işin özü olduğunu düşünüyorum hayatın içinde olduğu gibi. Tabii insanlar şöyle bir düşünebilir, “niye melodik, armonik çalgılar da olamaz mı?” Halbuki vurmalı çalgılar ilk ve en zengin enstrüman grubu olduğu için, bizde tuşlu çalgılar da var, yani bugün bu alanda ancak bu enstrümanlarla yapabiliyoruz ama biz kendi ezgilerimizi de vurmalı çalgılar içerisinde duyurabiliyoruz. Vurmalı çalgılar sadece ritmik öge olarak değil de melodik öğelere de destek verebilen bir enstrüman grubu oluyor. 2000’in üzerinde enstrüman var literatürde yer alan.

 

ES: En cahil sorumu soruyorum, bu işin notasyonu nasıl? Çok zor değil mi? Nasıl kaydediyorsunuz?

 

EG: Duyup hissettiğim ezgileri, temaları notaya alıyorum, tamamen tartım, yani noteksi olmayan enstrümanlara grafik nota yazıyoruz. Mesela diyelim ki iki tane davul yanyana ise iki çizgi, biri alta bas ses olan, tiz ses de yukarı şeklinde yazılıyor. Enstrümanlar büyüdükçe veya vuruş alanları geliştikçe nota sistemi de gelişiyor. Esasında değişik bir nota sistemi var.

ES: Bu, senin atölyenin oluşum biçimi ve öğrenci kabul biçimini aklıma getiriyor. Senin atölyene katılabilmem için mutlaka müzik okumuş olmam gerekiyor mu? Yoksa ben geldim, katılmak istiyorum diyebilir miyim?

 

EG: Tabii ki. Yani ben ritmin çok birleştirici bir unsur olduğunu düşünüyorum. Bir de el, teması çok büyük bir tılsım, bunu yaşamak lazım. Ben 7’den 70’e herkesle çalışıyorum, amatör formasyon ve akademik formasyon olarak ikiye ayırıyorum. Bana gelip, çalıp kendi içindekini dışarı çıkarmak isteyenler de var. Ama benimle beraber konservatuarlarda eğitimini alamadıkları enstrümanları profesyonel olarak çalmak isteyenler de var, takım çalışması olarak dört coğrafyadan çalmaya devam ediyoruz.

 

ES: Peki dinleyicilerimiz sizin grubunuza nasıl ulaşabilirler, belki ritm sazla ilgileniyor olabilirler.

 

EG: web sitesinden ulaşabilirler www.engingurkey.com Taksim Tünel’deyiz, müziğin kalbinin attığı yerdeyiz.

 

ES: Gayet kolay görünüyor size ulaşmak bu anlamda. Bu Don Kişot’luğunuzu aynı zamanda sürdürüyorsunuz başka çalışmalarla, Ritm Festivali diye bir şey var?

 

EG: Hep arzu ederdim, ne zaman yurtdışına çıksam, festivale gitsem niye ülkemde bu alanda bir etkinlikte çalamıyorum diye hayıflanırdım. Aslında yeni jenerasyondan çok bekledim böyle bir atılım olması ve bizim de davet edilmemizi. Baktım ben yaşlanmaya başladım, geçiyor, bir kaç ajans vardı tanıdıklarım, belediye var işin içinde, şimdi isim zikretmek istemiyorum onaylanmadığı için ama büyük bir destek gördüm. Herhalde Ağustos ayı içerisinde 1. Uluslararası Ritm Festivali düzenliyoruz, hep birlikte yer alacağız.

ES: Bu arada yaptığınız başka konserler dizisi var giriştiğiniz, farklı disiplinlerle buluşuyorsunuz aynı zamanda, bundan da söz eder misiniz?

 

EG: Ritm enstrümanı, ritm çalmanın getirdikleri diye düşünüyorum, biz klasik müzik konser salonlarından tutun da halk festivaline kadar her yerde çalıyoruz. Bunun tipik örneklerini vermek gerekirse, mesela 3-4 Haziran’da Adidas 2 günlük bir ritm şöleni düzenliyoruz. Hemen akabinde Nestle’nin sponsorluğunda, içinde Tan Sağtürk’ün de olduğu dans partisi var.

 

EG: Müziğin temeli ritm olduğu için ben herkesle her şekilde çalabilirim diye düşünüyorum. Benim için önemli olan iyi müzik ya da kötü müziktir, yoksa müziğin türleri pek beni enterese etmiyor. ES: İlginç bir şeye şahit oldum, onu sizlerle paylaşmak isterim; Şehir Tiyatrosu’nun Çocuk Şenliği’nde, konuk grup olarak iskeledeki çocukları çıkardık, iskelede vurmalı saz çalan çocukları çıkardık. Onlar 3 kişilik bir orkestra, bir de kız çocuğu dans ediyordu. İnanılmaz bir an yaşamıştık. Onların ritm duygusu ile ilgili neler düşünüyorsunuz?

 

EG: Ben kendi kızımdan biliyorum, hiçbir şey göstermek istemedim, sadece bu işin nasıl başladığını gözlemlemeye çalıştım, kendi çocukluğumu hatırlayamadığım için. Ben 6 yaşında rahmetli babamın bana ilk hediye aldığı darbuka ile başlamıştım. Nasıl oluyor, nasıl gelişiyor diye baktım. İlk başta çocuk dans etmeye başladı, hiç ilgilenmedi müzikle reaksiyon vermeye başladı beden olarak, ama ondan sonra müziği aramaya başladı, dinlediği müziği tekrar dinleme arzusu gelişti. Akabinde vurmaya başladı, demek ki dans ve ritmin beraber olarak geliştiğini gördüm, öyle düşünüyorum. Daha sonra 2,5 yaşında -şu anda 3 yaşında- benim eski gruplarımdan İnce Saz vardı, onların bir albümünde sesini kullandım kızımın –adı Beste- kayda girdi. En son olarak darbukayı alıyor, dizlerinin arasına koyuyor “kalksana, ben çalacağım sen oynayacaksın” diyor. Sonra tam tersini yapıyor “sen çal ben oynayacağım” diyor. Bunlar hiç öğretmediğimiz şeyler.

 

ES: Bu galiba insanın, oynayan insan olma durumu ile ilgili, genlerimizde bunun olması ile ilgili bir şey. Peki albüme ilgi ne duruma?

 

EG: Şu anda yavaş yavaş gelişiyor ilgi, çünkü kimse ilk başta ne yaptığımı pek anlayamadı, çünkü herkes benim vurmalı çalgılarla göbek attıracağımı düşündü. Ne yazık ki böyle bir kanı var. Tabii ki eğlenmek ve ritmin böyle bir aracılığı var, tabii ki ben de göbek atıyorum ama benim asli görevim sanat müziği yapmak, bu kadar eski bir enstrüman topluluğunun bir kere kategori olarak ortaya çıkmasını sağlamaya çalıştım. Yani aynı topluluk, 10 kişi, yaklaşık 150 tane enstrüman çalıyoruz; Brezilya’da darbukaya gelene kadar bir çok ülke ve coğrafya geziyoruz. Çok heyecan verici, eğitici tarafı da çok fazla. Konserlerde “a, bak şimdi de böyle bir enstrüman çıktı” diye, çok soruyla karşılaşıyoruz. Tabii ki konuk sanatçılarımız var, onları buradan sevgiyle anmak istiyorum. Sevgili Hüsnü Şenlendirici, Ercan Irmak, Süren Hasaturyan, sevgili hocamız Yıldız Kenter, daha bir çok dostum var, albümün üzerinde renkler de var. Şimdi daha anlaşılır ve keyifli bir şekilde gidiyoruz.

 

ES: Ritm sazın sağaltıcı yönüyle ilgili olarak neler hissediyorsunuz?

 

EG: Esasında müziğin insan sağlığı üzerinde çok etkili olduğunu düşünüyorum, yıllar içinde yapılmış çalışmalar var ama ben gönüllü olarak bir gün Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde, bir atölye çalışması yaptığımda inanılmaz izlenimlerde bulunmuştum. Orada çalışan bir talebemiz vardı, çok ilgilenmişti, o bana köprü oldu, başhekim de izin verdi. Bir de görme özürlülerle bir çalışma yaptım Türkan Sabancı Görme Özürlüler Okulu’nda. Görmeyenlerin beden diliyle, diğer grubun gözlerinin içindeki o enerji ile fark ettim ki..., zaten pek bir şey söylemeye gerek yok, katılıyorum, kesinlikle iyileştirici tarafı var ama ben olayın müzikal tarafı ile ilgilendiğim için fazla bir şey söylemek istemiyorum.

 

ES: Ama onlarla yaptığın çalışmalar kuşkusuz senin de yaratıcı alanına, yaratıcı sathına

çok faydalı olmuştur.

 

EG: Tabii.

 

(26 Mayıs 2006 tarihinde Açık Radyo’da Açık Dergi programında yayınlanmıştır.)