Elias Khoury ile Söyleşi

-
Aa
+
a
a
a

Eraslan Sağlam: 1948’de Beyrut’ta doğan Elias Khoury şu ana kadar 11 roman, 4 edebiyat eleştirisi ve 3 oyun yazmış. İlk romanı Ala İlakaat al-Da’ira (Dairenin İlişkileri, 1975) ile öncü modern edebiyat Arap edebiyat akımına dahil olmuş. Filistin sorunu ile olan ilgisi, 19 yaşında Ürdün’deki bir mülteci kampını ziyaretiyle başlamış. O günden beri, gerek Beyrut’taki Filistin araştırma merkezindeki çalışmalarıyla, gerekse makaleleri, denemeleri ve kurgu eserleriyle, Filistinlilerin bağımsızlık ve adalet hakkını savunuyor. Beyrut’ta çıkan günlük An-Nahar gazetesinin kültür ekinin de yayın yönetmenliğini yürüten Khoury, New York üniversitesinde de Ortadoğu ve İslam araştırmaları profesörü olarak görev yapıyor. Bab el-Şems (Güneş Kapısı) adlı kitabı, 1998’de Filistin ödülünü aldı ve 2000’de Le Monde Diplomatique tarafından yılın kitabı seçildi. Khoury hem çağdaş Arap kültüründe hem de ifade özgürlüğü ve demokrasi savunuculuğunda önemli rolü olan bir kültürel aktivist ve kamusal entelektüel olarak tanınıyor. Açık Dergi programının konuğu bu akşam Elias Khoury hoş geldiniz.

 

Elias Khoury: Hoş bulduk.

 

EA: Khoury, Barbarları Beklerken Edward Said’i Anıyoruz konferansı kapsamında İstanbul’da biz de Açık Radyo’ya davet ettik, bizi kırmadığı için kendisine teşekkür ediyoruz.

 

EK: Biz teşekkür ederiz.

 

ES: Az önce biyografisini aktarırken söz ettiğim modern Arap edebiyatı ile ilgili konuşmak istiyorum. Modern Arap edebiyatı ile ilgili neler söylemek ister Açık Radyo dinleyicilerine?

 

EK: Modern Arap edebiyatı konusu çok geniş bir konu, bu yüzden ne anlatırsak az oluyor. İlk önce, modern Arap edebiyatı, herhangi bir ülke ya da Türk edebiyatıyla aynı sınıfta olabilir. İlk önce bu edebiyat üç konuyla ilgileniyor, ilk konu tabii ki insan hakları hukuku, İkincisi, tehdit altında kalan adet ve, örflerimizle ilgili, üçüncüsü de bütün dünyaya Arap kültürü göstermek amacında.

 

ES: Türkiye’deki edebiyatla Arap edebiyatını karşılaştırdığınızda ne gibi gözlemleriniz var?

 

EK: Böyle bir ilişki mevcut değil, çünkü Arap ülkelerinde Türk edebiyatını sadece, İngilizce’ye ve Fransızca’ya çevrilen metinlerden tanıyoruz. Onlar da aynı şekilde bizi çeviri metinlerden tanıyorlar. Bu tabii ki üzücü bir şey, Türk ve Arap kültürünün 400 yıllık bir ilişkisi var, insanın düşünmesi gerekiyor, neden sadece bu yazarları tanıyoruz? Türk edebiyatında büyük yazarlar var; Nazım Hikmet gibi, Yaşar Kemal gibi, Orhan Pamuk gibi, onlar tabii ki çok etkilediler Arap edebiyatını. Ben neden doğrudan Arapça’dan Türkçe’ye, Türkçe’den Arapça’ya çevirmiyoruz diye üzülüyorum, sadece Türkçe’den İngilizce’ye sonra çeviriyoruz, sonra da Arapça’ya, tersi de doğru. Bir çözüm bulmamız lazım.

 

ES: Edward Said demişken Oryantalizm’den söz etmemek mümkün değil, dolayısıyla Lübnanlı yazar Elias Khoury’e hemen bu konudaki değerlendirmesini soracağım.

 

EK: Edward büyük yazarlardan biri, bu kitabında bütün dünyaya bir şey göstermeye çalışıyor. Bu kitapta önemli olan iki şey var, ilk önce bilgi ve kültür arasında bağlantı kurmak ve sonra iyileştirmek. Avrupa kültürüne nasıl bir kültür olduğunu gösteriyor.

 

ES: Acaba Filistin’de öykü ve şiir ne anlama geliyor?

 

AK: Filistin konusunda acı bir şey var tabii, herkes onu biliyor; 1948’de işgal edildiği için ve bütün Filistinliler ülkelerinden kovulduğu için, toprakları ve Filistin ismi kayboldu. Filistin bir ülke yok artık haritada, insanlar uyuyup uyandılar ve baktılar ki Filistin yok. Bu yüzden, bir şair ya da şiir için ve bir öykü için en önemli olan şey bu ismi geri getirmek. Mahmut Derviş gibi büyük yazarlar ve şairler, Filistin konusunda çok katkıda bulundular. Filistin halkı için, İsrail’le arasındaki kavga büyük bir anlam taşıdı.

 

ES: 19 yaşındayken Ürdün’de bir mülteci kampını ziyareti ettiniz ve bu  kamp hayatınızda  çok büyük izler bıraktı. Ürdün’deki mülteci kampı ile ilgili neler söylemek istersiniz?

 

EK: Hem hatırlamak istemiyorum, hem hatırlamak istiyorum. Hatırlamak istemiyorum, çünkü insan ülkesinden kovulduğu zaman büyük bir acı yaşıyor. Hatırlamak istiyorum, çünkü oraya gittiğim zaman zulüm ve acı çektirmenin ne demek olduğunu orada öğrendim. Orada bir şey öğrendim, herkes orada Filistin kimliğinin varolacağına yemin ediyordu. Tabii ki bu büyük bir rolü var benim hayatımda, hem siyasi, hem insanı anlamda, benim aklımı genişletti, adalet ve insan hakkını savunmayı orada öğrendim. Güneşin Kapısı adlı romanım, orada başladı, Lübnan’da devam etti. Bu 14 dile çevrildi ama maalesef Türkçe’ye çevrilmedi hâlâ.

 

 

ES: Aynı zamanda Beyrut’ta Filistin Araştırma Merkezi’nde de çalışıyorsunuz. Orada neler yapıyorsunuz?

 

EK: Daha önce böyle bir şey yapıyordum ama şimdi bir gazetede çalışıyorum.

 

ES: Aktivizm ve entelektüel olmak hayatınızda nasıl birleşiyor? Aktivizm derken daha çok kültürel aktivizmden bahsediyorum.

 

EK: Kültürel aktivizm ya da kamusal entelektüellik, bir duruş ya da bir prensip diyelim. Bence, Edward’ın yazdığı gibi kültürel bir ses olması gerekiyor, herkesin bir sesi olması gerekiyor. Hükümete karşı bir ses olması gerekiyor. Herkesin duyulacak bir ses olması gerekiyor bana göre.

 

 

ES: Bir edebiyatçı olarak barışı nasıl tanımlıyorsunuz?

 

EK: Adalet olmadan barış olmaz, bu bir gerçek. Zaten barış adaletin sonucu ya da neticesi. Zulüm varken sadece savaş olacak, ne zaman zulüm oluyorsa o zaman savaş da olur, herkesin bunu bilmesi gerekiyor. Eğer Ortadoğu hakkında konuşuyorsak, bu zulmün ya da bu barışın olmamasının bir sebebi var; o da İsrail’in Filistin’i işgali. Amerika’nın Irak’ı  işgali gibi, barışın olmamasının sebebi budur, barışın olması için ilk şart bu işgalin sona ermesidir.

 

ES: Lübnan’da yaşanan son olaylar yüzünden İstanbul’a gelmeniz riskliydi ama şükürler olsun ki gelebildiniz. Lübnan’da şu anda yaşanan durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

EK: İlk önce İstanbul hakkında konuşmak istiyorum; İstanbul büyük bir şehir, müthiş bir şehir. Benim dedelerimin başkentiydi. Buraya geldiğim zaman gördüm ki, adetler aynı, tabii ki bu Osmanlılar’dan kaynaklanıyor, aynı yemekleri yiyoruz, adetlerimiz hemen hemen aynı. Lübnan zor bir duruma geçiyor şimdi, bölge yanıyor. Lübnan eskiden yine bir savaş bölgesiydi, iç savaş vardı geçmişte. Şimdi yine yavaş yavaş aynı duruma doğru ilerliyor, ama umarım Lübnanlılar ders almışlar geçen iç savaştan. Lübnan zaferi kazanacak ve bu savaş bitecek inşallah.

 

ES: Çok teşekkür ediyoruz Açık Radyo’da misafirimiz olduğunuz için.

 

EK: Ben de teşekkür ederim.

(7 Haziran 2007 tarihinde Açık Radyo’da Açık Dergi programında yayınlanmıştır.)