Doğulu muyum, Batılı mı?

-
Aa
+
a
a
a

Evet bakalım, Doğu’ya mı yoksa Batı’ya mı aitsin, ya da kimsin, kimlerdensin? Öyle ya, biri kalkıp, “bana kim olduğunu söyle, sana nereye ait olduğunu söyleyeyim” derse ne yapacaksın?Yılların uykusuna yatmış bu soruyu artık daha fazla geciktiremezsin. Geçirelim o zaman geçmişi tarihin delikli süzgecinden ve bu sayfaların el verdiği ölçüde görelim nereden gelip nereye gitmişin, ne iken ne ve kim olmuşsun...

 

Ünlü şairin dediği gibi dört nala Orta Asya’dan geldiğine göre, göbek bağının kesildiği yer Asya’nın içlerinde bir yer. Çin yıllıkları adının ilk duyulduğu tarih olarak M.S. 6. yüzyılı verir. Kendi dilinde bilinen ilk eserini, yani yazılı kitabelerini M.S. 8. yüzyılda yazmışsın. O sıralar, bozkırların içlerine, sık sık ticaret için indiğin Semerkant ve Buhara’ya kadar uzanmış tek tanrılı yeni bir din ortaya çıkmış. Zamanla kabul etmişsin bu dini, İslamlaşmışsın. Yeni dinin ‘gaza’ları çekmiş seni, gazalara katılıp gazi olmak, ölümünle yerine getireceğin ‘şahitlik’le şehit olmak, cenk ve kahramanlık tutkularını kamçılamış besbelli. İşte yine o sıralar başka saltanatlıkların emrine girip askeri güç olarak hizmet vermeye başlamışsın. Bunlardan biri sınırları Mavera-ün-nehir boylarından Hindikuş Dağları’na kadar uzanan, İran-Horasan  çıkışlı Samanilermiş. Onun Türk komutanlarından biri olan Alp Tigin başkaldırmış bir gün. Adamlarıyla Afganistan’ın henüz İslamlaşmamış Gazne’sini ele geçirmiş.

İşte sana Gazneliler; ilk Türk Devleti! Ancak öyle bir Türk Devleti ki, başı, ordusu Türk, halkı Afgan, kültürü Acem. İlk bilinen basılı eserini bu devirde vermişsin. ‘Mutluluk Veren Bilgi’ Kutadgu Bilig, Arapça yazılmış ama. Yine bilinen ilk devlet adamın Nizam-ül-mülk de ünlü Siyasetname’sini Türkçe yazmamış, Farsça kaleme almış, zaten kendisi de o dilin kültüründen gelmeymiş. Hal böyle olunca dilin de kültürün de Arapça ve Farsça’yla yoğrula biçimlene Selçuklulara kadar gelmişsin. Bağdat halifesinin elinden ‘sultan’ lakabını alıp ondan bağımsız bir hükümranlık hakkı tanınan ilk güç olmuşsun. 11. yüzyılda ortalarında Anadolu ellerine geçtiğinde hızla yeniden yapılanmaya başlamışsın.

 

Anadolu mozaiği

 

Ancak her halinden Doğu’nun ta içlerinden geldiğin belli oluyormuş. Çinilerinde bile farklıymışsın o vakitler, Çin ülkesiyle bir zamanlar yakın ilişkini yansıtırcasına Uzak Asya motifleriyle şekilleniyormuş çinilerin bile. Ama şimdi karşında yeni ilişkiler üreteceğin başka uygarlıklar da varmış, öyle geçmişsin Osmanlı Çağı’na. Arap ve Acem’in yanında bu kez Bizans, Ermeni ve Kürt başta olmak üzere, Ön Asya’nın öteki kültürlerinin zenginlikleriyle zenginleşmiş, serpilip gelişmişsin. Her biri  kendi Doğulu mirasını katmışlar sana. Bir zamanlar ‘kırk yıllık hatırı’ olan telveli kahveyi, ‘penç’li, ‘dü’lü tavlayı, kubbeli, camileri, çemenli pastırmayı, lorkeli halayları, lehli macunlu yemekleri, içinde balık olmaya can atacak kadar sevip şiirlerine geçirdiğin rakıyı, hüzünlenip içlendiğin musikini, fasılları ve saymakla bitmeyecek ötekileri işte sen, adına Anadolu denen bu mozaikten çıkarmışsın.

En güzel sözcüklerin hala o mozaikteki dillerden gelme: Aşk gibi, sevda gibi, muhabbet gibi, daha öteye gitmeye gerek yok, ülkenin adı, Türkiye gibi, sonu –iye- ekiyle ülke adı yapma senin gramerinde var mı?

 

Aslında senin dilin, kültürünün aynasıysa, o da bir başka mozaik olacak elbet.

İyi ki de öyle. Zenginlik, enginlik ve güzellik bu ve gördüğün gibi adresi tartışmasız Doğu.

Hal böyleyken, yıl 2002 ve sen içine düştüğün, düşürüldüğün Batılılık saplantısı içinde hala debelenip durmaktasın. Doğu’yu, dolayısıyla da kendini hor gören yaklaşımın, aslında bir tür diskriminasyon değil mi sence? Halbuki, Yunus Emreler, Nazımlar, Hacı Bektaş’lar yetiştirmiş bir diyarın insanı olarak  kültürlerin ‘aşağı’sı ‘yukarı’sı olmadığını bilmelisin. İnsanoğlunun ürettiği, içinde alın teri ve tarih yatan her değer ancak kendiyle ölçülür, öyle değil mi?

 

Tükettin kendini

 

Ama değiştin, çok değiştin tabii. Tüketmek, yeniden ve yeniden tüketmek üzere koşullandırıldığın için önce değerlerini sonra da kendini tükettin. Sokakların, meydanların asık suratlı, mutsuz insanlarla doldu. Birbirlerine ve kendilerine yabancı, kendinden ve birbirlerinden kaçan insanlar çünkü onlar. Yabancı diller ve yabancı söylemlerde var olmak gibi çılgınca bir yarış içindesin. Kendinden olmayana öykünmen histeri krizine dönüşmekte; kendinden kaçışın trajikomik tezahürleri gündelik yaşamından ülke politikana kadar her cephede, tarihinde hiç olmadık boyutlara ulaşmış durumda. ‘Özgürlük’ün bir adet karta indirgendiği, ‘farklı dünyalar’ın ancak banka önlerinde birleştiği, bilginin, bilmenin, tasarrufla, yatırımla ancak anlam kazandığı reklamlarla çevrilmiş dört bir yanın, baksana. ‘Başkaları’ için yazıp çizmeye, ‘başkaları’na göre düşünüp duymaya başlamışsın. En vahimiyse o ‘başkaları’ için ancak kendine çeki düzen vermeyi düşünebiliyorsun.

 

İşte geldiğin nokta aşağı yukarı böyle. Hadi artık itiraf et, sen ne Batılısın, ne de artık Doğulu. Daha henüz kendin değilsin çünkü. Ayrıca bilmiş ol, ille de arayacaksan eğer, araman gereken o asıl Batı, çoktandır kendini sorguluyor. O, bir bunalımda ve bunun da farkında. Bunalımı aşmayı ise, Doğusu Batısı, Kuzeyi Güneyi’yle bölünmüş bir dünyada değil, eşit ve özgür, birleşik bir dünyada arıyor, bir dünya vatandaşı olmak istiyor. Senin için üzgünüm ama, o yüzden de hiç hevesli değil küreselleşmeye. Söylemlerine kulak verirsen, ‘sermayenin değil, halkların ve özgür bireylerin Avrupa’sını talep ediyor o. Yani hem şimdiki Avrupa’ya, hem de varolan dünyaya karşı.Haberin olsun...