Delikanlı siyaset

-
Aa
+
a
a
a

Türkiye, bilineni tekrarda yarar var, delikanlı bir toplum; yaş ölçütü ile bakarsak, nüfusunun neredeyse yarısı 20 yaşının altında. Gençlikten çıkışı, sadece yaş ile değil, kişinin elinin ekmek tutması ile simgeleyelim. İşsizlik delikanlılıktan çıkışı iyice geciktirmekte. Bağımsız, kendi kendine kalabilen, kendi kendine kalmaktan çekinmeyen bir “er kişi” olmak (dilin çağrıştırdığı cinsiyet farkını gözetmiyorum şu noktada) ise, ekonomik olarak tanımlanandan daha karmaşık olsa da, onunla ilişkili.

“Büyümenin bir tür bedeli” (Auden) olan olgunlaşmanın henüz eşiğinde, belki de epey uzağında olan milyonlarca delikanlı var. Seçimler öncesinde gençlerin varlığını hesaba katarak hareket edenler ise genellikle gençlerin olgunluk dönemecini dönmeyip, ilelebet “delikanlı” kalmalarında yarar uman siyasi gruplar. Söylemleri ve ulaşma yolları delikanlılara has yollarla.

Oysa, delikanlılar hakkındaki bu yazı bile delikanlıların okumayacağı türden çatılıyor; onların yüzüne bile bakmayacağı yerlerde yayımlanıyor. Belki delikanlı siyaseti dışında kalanlar, delikanlıların anne-baba sözü dinleyecekleri umuduyla anne-babaları hedeflemeyi sürdürüyorlar. Delikanlıların öylece kalmasına dolaylı bir katkı da bu cenahtan geliyor.

Delikanlı siyaset, sadece “asalım-keselim” ya da “gurur duyalım” veya “en büyük filanca”dan ibaret kalmaya yazgılı mı? İlk akla gelen, kibarca “radikal sağ” diye adlandırılan akımlar olmakta ama, delikanlılar başlarında esen yellere bağlı olarak, ezen kadar ezilen tarafta da saf tutabilir.

Ölüm yaşlılar için

Heyecan sever. Hareketsizlik ona ölümle eşdeğer gelir, ölüm de yaşlılar içindir. Yarın ise çok uzak; dün biraz daha yakın ve bildiktir. En azından hatırladığı kadarıyla. Genellikle doğru hatırlamaz. Diğerlerinin arasından kendini belli eden anılar, heyecan verici olanlar, bilhassa, korkutan, inciten, ürküten ve üzen heyecanlardır. Korku ile öğretilenler ne yazık ki çok kalıcıdır. Tehlikelerden, umacılardan, başımıza gelebileceklerden, varlığımızı tehdit edenlerden söz ettiğimizde, beyine salgılattığımız peptid ve hormonlar, o andaki düşüncenin istemesek bile zihnimize
yerleşmesini sağlar. Düşmana karşı o andaki dayanışmamız, bizi kopmayacak bağlarla birbirimize bağlar. Düşmanın eline düştüğünüzde ise, yeterince ürkütücü şeyler yaşarsanız, düşmanınıza bağlanıvermeniz (“taraf değiştirmeniz”) işten bile olmaz. Stockholm sendromu diye bilinen olaya bakın; banka soyguncusu tarafından rehin alınan kadın, kendisini öldürmek üzereyken yakalanan soyguncuya (olası katiline) delice âşık olur. Bir an bile peşinden ayrılmaz, hapisteyken, çıktığında....

Kötü muamele gördüğü ilişkilerinden bir türlü kurtulamayan, pek kurtulmak da istemeyenlerimiz yok mu? Bize zarar veren bir çok şeye müptelâ olmuyor muyuz? İnsan dışındaki canlılar âlemi, bilhassa evcilleştirme tümüyle bu ilkeye dayanıyor gibi. Korkutma, ölümle tehdit, canını fena halde yakma; neyi öğretmek istiyorsanız ideal bir yöntem gibi! Başta “itaat” olmak üzere... Boyun eğmek kötü bir şey mi; neye boyun eğeceğine karar verebilen için bir beceri diye bile düşünürüm. Ama boyun eğdirildiğinizde, başkaldırma ihtiyacınız da o denli yoğunlaşacak, ve dizginlenemez bir hal alacaktır.

Delikanlı boyun eğmez, daha doğrusu, boyun eğmez görünmek marka tişört giymek gibidir onun için. Kendi rızasıyla boyun eğme, kabullenme fırsatı yaşamamış delikanlı, başkasına boyun eğdirme yoluyla giderek artan başkaldırma ihtiyacını karşılar. Kime boyun eğdireceğini, kimin canını çıkaracağına ise, bırakalım da, “sistem” karar versin. Sistem keşke toplumsal düzen olsa; aksine toplumsal düzenin bu işi iyice beceremediği, kuralların tam oluşmadığı, bizimki gibi toplumlarda, düzen koyucu rolüne yeltenen “coach” siyasetler ne yapılacağını söyler delikanlıya... Ne yapılacağını birisinden duymaya ihtiyaç duyacak kadar çocuktur delikanlı.

Ne severse...

Delikanlı düzen sever; pasaklıdır, ama başkasının bardağından su içmez. Yere tükürür, ama abdestsiz gezmez. Düzeni sevmez, düzene ihtiyaç duyar; çeşitlilik ve seçenek bolluğu onu rahatsız eder. Yemek seçer, bildiğinden şaşmaz, bellediğinin dışına çıkmaz. Farklılıkların çoğalması ile başa çıkacak zihinsel olgunluğa ulaşma çabası 2-3 yaşında başlar. Beynimizin düzenleme ve tasniften sorumlu önbölgelerinin ciddi bir kalkınma hamlesi yaptıkları yıllardır bu yıllar. O zamandan bu yana aynı zihinsel tutuklukta kalmasını uygun bir eğitim ile sağlayabilirsiniz, ayıklamacı, dışlayıcı, küçük düşürücü... Sağlamış olduğunuzu görebilmek için mevcut siyasi oy bloklarına bakmak yeterlidir. Sol ya da sağ olmanın ötesinde, bloklaşmış olmayı kastediyorum.

Delikanlı insan sever, iyilikçidir. Kendisi için iyi olanın, kendisine iyi gelenin başkası için de iyi olacağını, başkasına da iyi geleceğini düşünür. “Bak, çok seveceksin” diye ağzına yemekler sokuşturularak büyütülmüş, sonunda nefret ettiği yemeği sevmiştir. O sigara içilmesinde bir mahsur görmüyorsa, çevresindekilerin de rahatsız olarak onu rahatsız etmemesini bekler. Kendisi maç seviyorsa, başkaları da sevmelidir. Ne zararı vardır ki? Bir şeycikler
olmaz. Yeterince yaşamamıştır diye onun bu sevecenliğini sevimli bulabiliriz. Bir süreliğine... Kendisi dindarsa başkaları da dindar olmalı, kendisi oruç tutuyorsa başkaları da tutmalıdır. Kendisi rakıyı buzsuz içiyorsa, başkaları da rakıyı öyle içmelidir.Eğer diğerlerinin tercihleri başka yöndeyse, üstüne alınır, hakaret kabul eder.

Hayattaki yerini aramakla meşgul

Hassasiyetleri vardır. Bilhassa bakışlara karşı. Dik bakılmasından, yan bakılmasından, kötü kötü bakılmasından hoşlanmaz; kavga çıkarır. Ülkemizde kavgalar genellikle “ne bakıyorsun ulan” nidasıyla açılış yapar. Bakışlara hassasiyet boşa değildir. İnsan dışı canlılar âleminde de “gözüne bakmak” tehlikeli bir harekettir. Altı saniyeyi geçen sabit bakışlar, genellikle kavgaya davet anlamına gelir. Başınızı başka tarafa çevirmekte geç kalırsanız, delikanlı üstüne alınır. O, bakabilir; çünkü kötü bir niyeti olmadığını kendisi bilmektedir. Sizin niyetinizi ise Allah bilir.

Delikanlıya dudak bükmeyin. Herkes ona dudak büktüğü için bu kadar hassaslaştı. Tanpınar’ın sözünü ettiği “talihinin şuuruna” henüz ermedi, hayattaki yerini aramakla meşgul. Ona yol gösterilmeye ihtiyacı olduğu sırada nutuk attıysanız, yol gösteren birisinin eline kalması kaçınılmaz olur. Gittiği yolun nereye gittiğini bilmek ihtiyacı hissetmez, yeter ki bir yolda gidiyor olsun. Gittiği yolun “iyi bir yol” olduğuna inandıran onun yolunu çiziverir. İyi yolda giden iyi insan olur. Delikanlı iyi insan olmak ister, nasıl olunacağını öğrenememişse, ona kızmayın.