Daldan dala yurttan sesler

-
Aa
+
a
a
a

Sayın okurlar, bu hafta birkaç konuya birden değineceğim. Hepsi birbirinden farklı ama sonuçta çifte standartlarımız üzerine ortak paydanın bulunduğu konular.

Öncelikle artık geri sayımda olan ABD’nin Irak’a müdahalesi konusunu açacağım. Irak’ta fiilen tekil bir yönetim olduğu gerçek. Bu sayede birçok demokratik kurumu atlayarak istense toplum için çabucak yapılacakların pek yapılamadığı da gerçek. İnsan haklarının veya insan hakları ihlallerinin artık bir ülkenin iç sorunu olarak kabul edilip sırt çevrilemeyeceği de gerçek. Irak’ın toprak bütünlüğü varmış gibi gözükmesine karşın siyasi açıdan parçalanmış olduğu ve bu parçalanmanın başka sorunlar doğurabileceği de gerçek. Tekil, öncelikle kendi kamuoyuna karşı hesap vermeme özgürlüğüne sahip yönetimlerin ellerindeki varlığı iddia

Basra'da çocuk hastanesi morgu: Ambargo yüzünden her 12 dakikada bir çocuk ölürken, çoğu aile 3 dolara malolan cenaze masrafını karşılayamadıkları için bedenleri hastanede bırakıyor. (Fotoğraf: Brad Clift)

edilen kontrolsuz silah gücünün ne kadar büyük tehlike olabileceği de gerçek.

Tüm bu sorunların çözülmesi gerektiği de bir gerçek. Ancak bu sorunların çözümünün, (BM onayı çıksa da) bir ülke yönetiminin (bu örnekte ABD) aldığı ve diğer ülkelere dikte ettiği bir kararla savaşmak olması kabul edilemez. İnsanları kurtarmak için önce onların ölebileceği çözümler üretmek düşünülemez. Kuşkusuz ki bu harekatın asıl hedefi sivil halk değildir. Ancak nasıl olup da sivil halkın ölmesinin önüne geçilebileceği çok şüphelidir. Ayrıca tek bir sivil ölmese dahi çözüm silahlı müdahale midir? Çünkü eğer bizler bu operasyonun yapılmasını doğrudan veya dolaylı olarak kabul edersek, benim mantık anlayışıma göre kabul ettiğimiz şey Irak’a müdahale değil, benzer olduğunu düşündüğümüz (ABD’nin düşündüğü) her olayda her ülkenin tepesine binebilme hakkıdır. Ve eğer böyle bir hakkın varolabileceğini düşünüyorsanız, düşünmüyorsanız da “ne yapalım gücümüz bu kadar, önleyemiyoruz bari en çok faydayı elde edelim veya en az zararı alalım” diyorsanız, bilin ki aslında günün birinde sizin de tepenize binilmesini kabul etmişsiniz demektir.

Yineliyorum, bana göre Irak müdahalesi tekil bir olay değildir. Sadece Irak’taki sivillerin veya bu savaşta yer alan askerlerin ölümü, savaşın şiddetine göre orada bozulacak ekolojik denge ve sonuçlarını ileride gösterebilecek sağlık sorunları da önemli değildir. Önemli olan bu sonuçlara yol açacak mantığın –güçlüye teslimiyet mantığının- kabulüdür veya edilmemesidir. Sorun çözüm anlayışımızın savaş olup olmadığıdır.

* * *

“Beyefendi biz de bu soğukta beklemekten hoşlanmıyoruz ama talimat böyle, yetkililere gidin.” Bana bu sözü Fenerbahçe–Beşiktaş maçının olduğu akşam saat 18 sularında Fenerbahçe’nin Yoğurtçu parkına yakın olan tesislerinin önünde yolu kesen çekicideki trafik polisi söyledi ve gitmem gereken tam ters yönü işaret etti. (Ben Kızıltoprak semtinin sahil tarafındaki sokaklarından Moda semtine gitmeye çalışıyordum.) Doğal olarak herhangi bir yetkiliye ulaşma çabalarım anlamsız kalacağı ve arabada küçük kızlarım olduğu için söyleneni yapmaya çalıştım, ancak gösterilen yönde de hareket olanaksıza yakındı. Bir başka ekibe “Ya kalp krizi geçirseydim ne olac aktı memur bey? Nasıl bu aracın burnunu Haydarpaşa Hastanesi yönüne çevireceğim?” dedim ve aynen “Maç günü dikkat edeceksiniz” cevabını aldım. Bu cevabı iç organlarıma nasıl anlatabileceğimi henüz çözümlemiş değilim.

Sayın okurlar, bu yazının tamamı yine statlar başlığı altında yayınlanmıştı . Benzer görüşleri Açık Radyo’da dile getirdim. Çeşitli gazetelerin köşe yazarlarına derdimi anlatmaya çalıştım. Hiçbir sonuç çıkmadı. Şimdi bakıyorum Galatasaray-Olimpiyakos maçındaki ulaşım sorununu her yazar nasıl dile getiriyor, nasıl dertleniyor ve nasıl kıyametler kopuyor. Ne hakkınız var bunları yazmaya? Bu ülkedeki bir avuç insan, biz hiçbir konuda organize uzun vadeli düşünemeyiz derken, statların nasıl ve hangi yöntemle şehir dışına taşınmasını önerirken neredeydiniz? Ben zerrece hoşlanmadığım ilgilenmediğim bir şey için Kızıltoprak’tan Haydarpaşa hastanesine gidemediğimi yazarken neyden yakındığımı sanıyordunuz? Siz istediğiniz bir şey için, hak ettiğiniz çileyi bir defa çekip sinirden çıldırdınız. Bizler sizin düşünce sistematiğiniz yüzünden hiç hak etmediğimiz çileyi her yıl çekiyoruz.

* * *

Artemis Tapınağı

Biliyorsunuz Formula-1 yarışlarının bir ayağının 2005 yılında Türkiye’ye gelmesi söz konusu. Bu ülkedeki Formula-1 yarışlarını destekleyen eser miktardaki insanlardan biri olduğumu düşünüyorum. Ama günün birinde benim bu işe karşı olabileceğim aklıma gelmezdi. Nedeni çok açık. Bizde bir şey yapılacaksa anlayamadığım bir şekilde akla nedense ya arkeolojik önemi olan yerler ya da orman alanları geliyor. Gerçekten anlamıyorum bunu. Üniversite için ağaç kes, fabrika için bataklık kurut, havaalanı için göl kenarı, baraj için antik şehrin üzerini seç...

Yapmayın, lütfen yapmayın, bir işe o işin destekçilerini bile karşı çıkarttırmayın. Bu ülkede pist yapacak (Sadece pist için arazi gitmez, yapılan pist de sadece yılda bir kullanılmaz) Efes antik kenti yakınından veya İstanbul’daki orman alanlarından başka yer mi yok.

(1 Ağustos 2002 tarihli Hürriyet gazetesi İstanbul belediyesinin seçtiği alanların Orman ve Maliye Bakanlıklarına ait, İzmir’in seçtiği yerin ise Artemis tapınağına 2 km mesafede olduğunu yazıyordu. Ayrıca birkaç gün önce de Akşam gazetesinde Sn. A. Nedim Atilla Efes harabeleri konusuna dikkat çekmişti.)

Tanrı aşkına, bir konuda da doğruyu bulalım.

(Bu yazı 01/08/2002 tarihinde kaleme alınmıştır.)