Cumhuriyetin 80. Yılı

-
Aa
+
a
a
a

Cumhuriyetin 80. yılını kutladık. 80 yıllık bir Cumhuriyet tarihinde, her ne kadar tek partili bir dönem varsa da -o dönemin bile kendi koşulları içerisinde demokratik olduğu söylenebilir- zaman zaman kesintiler de yaşasak, teorik olarak demokrasi (!) ile yönetildik genelde.  Cumhuriyet ilanından sonra sembolik olarak katıldığımız II. Dünya Savaşını, ülkemizden çok uzaktaki Kore Harbini ve Kıbrıs Barış Harekatını saymazsanız biz savaşmadık. Bir başka deyişle savaş yıkımına uğramadık. (Kore ve Kıbrıs’ta yaşanan insani acılar bir yana doğaldır ki.) Peki 80 yıl sonra, bu iki temel sorunu yaşamamış insanlar olarak bir karşılaştırma yaparsak, ne sonuç çıkarırız?

 

Ülkemizi demir ağlarla örmekle gurur duyuyorduk. Bugün İstanbul-Ankara arası trenle yedi sekiz saat sanırım en iyimser hesapla sürüyordur. Bu iyi. Hiç değilse var. Şimdi duble yollar peşindeyiz gerekirse ağaç kesme pahasına. Karayolu ile İstanbul’dan Ankara’ya 12 saatte (belki daha fazla sürmüştü)  gitmiştik, ben daha ilkokula başlamamışken. Annemlerin konuşmalarından bölük pörçük anımsıyorum. Jet turizm vardı, onunla gitmiştik. Üsküdar’dan şimdiki belediye’nin önünden almıştı otobüs. Otoban yoktu, duble yollar yoktu. Ama gitmiştik sonuçta. Şimdi otobanlar var. Hava durumu günler öncesinden belli. Kış nedeni ile Bolu dağına kar yağdığı için yollar kapanıyor.

 

Kitaplarda görürüz Atatürk’ün Florya’dan denize girişini. Şimdi İstanbul-Tekirdağ arasında adına yazlık denen ucubelerden değil denize girmek, denizi göremezsiniz. Girebilseniz de gireceğiniz denizde neredeyse balıklar bile yaşamıyor.

 

Gençlerimizi nereye gömdük?

 

Özellikle tek parti dönemi için basın üstünde devletin büyük bir denetiminden bahsedilir. Örneğin II. Dünya Savaşı sırasında haberlerin nasıl geç verildiği ve adeta sadece resmi açıklamadan ibaret olarak yorumsuz veya istenilen şekilde yorumlandığı anlatılır. Peki ya şimdi? Medyamız her istediğini yazabiliyor mu? Daha doğrusu medyamız her şeyi yazmak istiyor mu? Üstelik bu kısıtlamayı koyan kim?

 

Olumlu olumsuz birçok eleştiriye karşın bir köy enstitüleri gerçeği vardır ülkemizde. O günlerin koşullarında bir hamledir, bir çözüm arayışıdır. Şimdi onlar yok, peki okullarımız, üniversitelerimiz ne halde? Kaç çocuğumuz hâlâ hangi koşullarda nerelerde okumaya çalışıyor? Cumhuriyet kurulurken bir üniversite Çanakkale‘de gömülmüştü. O insan varlığı veya yokluğu ile çıkılmıştı yola. 80 yıl sonra gençlerimizi nereye gömdük?

 

Cumhuriyetle birlikte Osmanlı borçlarını devraldık ve ödedik, ödemekle gurur duyduk. Şimdi yeni borç alabildiğimiz, aldığımız borçları erteletebildiğimiz için gurur duyuyoruz. Ülkemize duyulan güvenin ölçüsü borçlanabilmek oldu. (Borçların diyetlerini yazmıyorum bile.)

 

Cumhuriyetle birlikte ulus devlet olmak istedik. 80 yıl sonra aynı apartmanda oturduğumuz insanlarla komşu bile olamadık.

 

Erzincan depreminde anımsadığım 40 bin insanımızı yitirmiştik. 1999 yılında resmi açıklama 17-18 bin insanımızı İstanbul’un burnunun dibinde yitirdik. Depremden iki yıl sonra Adapazarı hâlâ enkazdı.

 

Annem babam öğretmendi. Sadece onların maaşları ile yaşardık. Özel dersler yoktu. Olduğu zaman da annem de babam da bu yolu hiç düşünmediler. Ama bize kitap aldılar hep. Hep okuduk. Okumayı sevdik. Şimdi öğretmenlerimizin kendileri ne kadar okuyabiliyorlar, Türkiye ne kadar okuyor?

 

Ben çocukken Yakacık yeşildi, ağaçlıktı. Bu yüzden orada sanatoryum vardır. (Hâlâ da var ama bilmem ki nasıldır?) Ya şimdi? Sormayın. Ben çocukken Anadolu Parsı vardı. Şimdi yok ama avı serbest.

 

Ben çocukken radyoda liselerarası bilgi yarışmasını heyecanla dinlerdik. Bence son derece zor sorular cevaplanırdı. Şimdi sululuğun adı bilgi yarışması oldu, ciddi olduğunu iddia edene de katılanlar adlarını bilmek için iki yanlış seçeneği ayıklatır oldular.

 

Özellikle II. Dünya Savaşı sırasında ekmeğin karneye bağlandığı günleri anlatır ailem. Şimdi çöplüklerden ekmek arar oldu insanlarımız.

 

80 yıl önce Cumhuriyeti kurduk. Hepinize kutlu olsun.