CHP'li Dost Başkanın Belediyesi

-
Aa
+
a
a
a

Çok yazdığım gibi asosyal bir insanım. Olası ölçüde kalabalık içine çıkmıyorum iş dışındaki zamanlarda. Pazar günleri çok erken saatte, ya eşimin hazırladığı sandviçlerle ya da bildiğimiz bir fırından aldığımız simit ve poğaçalarla bir yere gidip, oradan çaylarımızı isteyerek kahvaltı eder ve ortalık kalabalıklaşır gibi olmaya başladığı zamanlarda hemen eve döneriz. Küçük kızım Kadıköy’de -dost başkanın yönetiminde- Özgürlük Parkı’nı sever. Zaman zaman oraya da gideriz. Bu Pazar günü de oraya gittik. Ancak ben Cuma ve Cumartesi geceleri karayolu ile Konya yolculuğu yapıp, Cumartesi de Konya‘da hiç aralıksız çalıştığımdan, biraz uyudum ve hayatımın hatasını yaparak başka insanlarında ortaya çıktığı bir zamanda Özgürlük Parkı’na gittik. Eşim sandviç hazırlamış. Ortadaki  kafeteryaya girdik. Bu yıl biraz havalanmış gibiydiler. Artık orada kendi getirdiğimiz sandviçleri yiyemeyeceğimizi söylediler. (Dost başkanın belediyesindeyiz. Dost başkanda Halk Partili. Anımsatayım dedim.) Peki dedik. Banklarda gazetemizi okuyup sandviçlerimizi çaysız yedik. Kızlarım badminton raketlerini getirmişlerdi. Çimlerin üstünde oynamaya başladılar. (Dikkat edin, badminton oynanıyor ve biri altı yaşında iki çocuk.) Biz de eşimle bankta gazete okuyoruz. Güvenlik görevlileri gelip çimenlere basmak yasak dediler. Nedenini sordum. Serap hanım ilgileniyor, biz emir kuluyuz dediler. Peki dedim. Çocuklar parka yöneldiler. Bu arada gerçekten birkaç küçük (sanırım ikisi bebek bile denebilir) çocuk daha çıkarıldı güvenlik görevlilerince parktan. Bunun üzerine kıyamet koptu. Herkes güvenlik görevlilerine -ne ilgileri varsa bence de-, seçimde oy istemeyi biliyordunuz, değil mi? Biz size oy verdik, demeye başladılar. Güvenlik görevlileri, bize söylemeyin Serap hanıma gidin, dediler onlara da. Ama halkımızın toplumsal cesareti sorumlu olmayanlara yettiği için, o kişilere bağırmaya devam ettiler. Biraz sonra tahmin ettiğim ikinci salvo da geldi. “Yurt dışında, basmayın ne demek, basın derler”. Böylece Avrupa gördüğümüzü de belli ettik. Biraz daha etkili vatandaşımız Selami Öztürk’ü tanıdığını ve hatta ailece görüştüklerini, telefonla bile söyleyebileceğini belirtti. İçimden, insaf dedim. (Eğer ben o kadar tanısam o anda ararım.) Sonra artık sinirlenmeyeceğim ya, bu vatandaşlara dönüp, “Bakın, iki dakika önce konuştuğumu gördünüz. Bu çocuklar yetkilerinin olmadığını verilen görevi yaptıklarını ve sorumlunun Serap hanım olduğunu söylediler bana da. Ben de sustum. Gazetemi bitireyim. Çocuklar biraz daha oynasın, Serap hanıma gideceğim. İsterseniz benimle gelin veya gidin söyleyin” dedim ve ayrıca “ben oy vermiyorum. Alın verdiğiniz oy işte” diye ekledim. Bu sefer koro halinde biz de oy vermiyoruz dediler. Biraz sonra biz kalktık. Ben bahçe içindeki park müdürlüğüne, eşim ve çocuklar park çıkışına yöneldiler. Ne tek bir kişi benimle geldi. Ne tek bir kişi bana nereye gidiyorsun diye sordu.

 

Park müdürlüğüne girdim. İlgilenen kişiyi sordum. Olmadığını söylediler Ancak takım elbiseli bir bey Altaş firmasının yetkilisi olduğunu, istersem yardım edebileceğini söyledi. Durumu anlattım. O da, haklısınız ama Serap hanım yok, ama bilseniz ne kadar iyi bir insandır, ne projeleri var şeklinde seçim nutku attı. Bence CHP onu da aday gösterebilir. Etkili, nazik, havadan sudan konuşan. Yani ideal politikacı. Gelen ziyaretçilerin ortalığın canına okuduklarını, bir izin verilir ise tamamen mahvolacağını -izin verilmemiş halinde de ortalık pek temiz değildi ya neyse-, belediye ekipleri dışında kendilerinin de parkı temizlediğini, çimlerin büyüme zamanı olduğunu, vb belirtti. Bu arada Altaş firmasının kafeteryayı işletip belediyeye 300 milyar ödeyeceğini söyledi. Ben de geçen yıl çayımı kafeteryadan isteyip, kendi getirdiğim sandviçi yiyebildiğimi, şimdi izin verilmediğini söyleyip nedenini sordum. Bu kez de herkesin benim gibi yapmadığını, yine bir izin verilir ise her şeyin getirilip ortalığın koku vb şeklinde mahvolacağını söyledi.

 

Sayın okurlar, bana söylenen gerekçelerin hepsinde haksızlar diyemem. O gerekçelere ben de katıldığım için insan içine olası ölçüde az çıkıyorum. Ama eğer yönetim becerisinden bahsediyorsanız aşağıdakiler yapılamaz mı?

 

-          Özgürlük parkı büyük bir yerdir. Köpeklerin bile gezmesine ayrılmış yer varken, çim olan alanın sadece bir bölümü sadece belirli bir yaş grubunda çocuklara ayrılamaz mı?

-          Eğer herkesin kafeterya da oturup, sabah ezanı 1,5 acılı Adana kebap yemesi olasılığı varsa ki -olmaz diyemem, ben Fethi Paşa korusuna mangalda pişireceği kuzuyu mangalın yanında canlı  getiren gördüm- ‘sadece kokusuz, döküntüsüz, akıcı olmayan, gıdalarınızı getirebilirsiniz’ kuralı konur. Uymayan varsa, nasıl daha ne yiyeceğimi görmeden yasak dendi, çıktık, yine çıkarılır.

-          Herkesin kendi yiyeceğini getirmesi halinde kira nasıl çıkar derseniz, dışarıdan hiçbir içecek maddesi getirilemez ve kişi başı en az x Tl tutarında veya y sayısında içecek siparişi verilir dersiniz olur biter. Hiç kimse, bırakın işin parasal yönünü bu kadar gıda konusunun ön plana çıkartıldığı bir ortamda kahvaltı türü yiyeceği istemediği bir yerde tüketmeye zorlanamaz. Ve üstelik de mekanın oturduğu alan bir kamusal yer ise hiç zorlanamaz.

 

İşte size bize DOST başkanın yönettiği adında HALK yazan partinin belediyesinden sıradan bir örnek. Bir parkı organize edemeyip kendine bas bas bağırtan -üstelik de bunu yapmaya zerre kadar hakkı olmayanlara- bir partinin devlet yönetimini organize etmesini bekleyebilir misiniz?

 

Peki başkaları farklı mı? Hayır. Ama umut olmak zorundaysanız olmalısınız.