Çevre Mücadelesi ve Hukuk

-
Aa
+
a
a
a

 

Açık Gazete’de Güncel Hukuk dergisinin editörü Avukat Filiz Kerestecioğlu konuğumuzdu. Kendisiyle Güncel Hukuk’un son asyısını ayırdığı “Gezegen Elden Gidiyor” başlıklı çevre dosyası vesilesiyle Türkiye’de çevre mücadelesini ve bu mücadelenin hukuki boyutunu konuştuk.

 

Dinlemek için:

 

İndirmek için: mp3, 24.3 Mb.

 

15 Mayıs 2013 tarihinde Açık Radyo’da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.

 

Açık Gazete’nin podcast servisine ulaşmak için tıklayın.

 

***

 

Ömer Madra: Bir konuğumuz var; aylık Güncel Hukuk dergisinin editörü Avukat Filiz Kerestecioğlu’yla beraberiz. Hoş geldiniz!

 

Filiz Kerestecioğlu: Hoş bulduk!

 

Can Tonbil: Hoş geldiniz!

 

FK: Hoş bulduk!

 

ÖM: Bu son sayı özellikle bizi çok yakından ilgilendiren her zaman olduğu gibi ama bu sefer üzerinde önemle durmaya çalıştığımız Açık Radyo ve Açık Gazete olarak konuların bir çoğunu da dosya olarak önümüze getiren önemli bir sayı. ‘Gezegen elden gidiyor’ başlığı altında “buna razı gelemeyiz” şeklindeki bir manifesto vardı İstanbul manifestosu diye adlandırdık ve pek çok STK’nın da, sendikaların ve din temelli kuruluşların da aralarında bulunduğu 50’nin üzerinde toplum kuruluşunun destek verdiği önemli bir şeydi. İşte change.org üzerinden de bir kampanyada 7000’in üzerinde imza toplandı ve yenilenebilir enerji talebinde bulunuyor, politikalarının tutarlı bir şekilde uygulanması yönünde. Siz de bunu enteresan bir dosya olarak yapmışsınız.

 

FK: Evet yaptık.

ÖM: Biraz dergiyi konuşalım diye sizi buraya çağırdık, çok mutluyuz.

 

FK: Ben de mutluyum burada olduğum için; uzun yıllardır dinleyicinizim, aynı zamanda destekçinizim.

 

ÖM: Çok teşekkürler.

 

FK: Tabii biz en fazla sizin çağrılarınızla aslında bu konuda biraz daha fazla duyarlık kazandık. Ben o anlamda, size ve çabalarınıza çok saygı duyduğumu da belirtmek isterim baştan.

 

ÖM: Çok teşekkür ederiz.

 

FK: Siz zaten tabii birkaç kez çevre sayısı da yaptık. 8 yıldır çıkarıyoruz Güncek Hukuk Dergisi’ni, genel olarak iyi bir dergi çıkardığımızı düşünüyorum.

 

ÖM: Kesinlikle öyle.

 

FK: Her sayıda bir dosya konusu seçiyoruz, bu dosya konularından bu sefer olan da siz bize şöyle çağrıda bulundunuz: “vicdanı olan tüm yurttaşlarımızı elde hala çözüm imkanı varken gezegenini kurtarma seferberliğinde kendi payına düşeni yapmaya, bu büyük sorumluluğu paylaşmaya çağırıyoruz” diyordunuz İstanbul manifestosunda. Gerçekten biz de bu anlamda aslında çevre hukukuyla ilgili bir sayı yaparak bu sorunu değişik açılardan ele alarak bir katkıda bulunmak istedik. Ben çevre hukuku konusunda ya da birlikte çalıştığımız, bu dergiyi ortaya çıkardığımız Prof. Dr. Köksal Bayraktar, Av. Fikret İlkiz, genç arkadaşlarımız Rita Ender, Begüm Baki ve Zehra Kafkaslı. Bu ekiple çıkarıyoruz dergiyi ama hiçbirimiz aslında çevre hukuku konusunda uzman değiliz ya da hiçbir konuda belki çok özel uzmanlıklarımız olması gerekmiyor zaten dosya yaparken. O nedenle biraz çizerek geldim. Aslında kendileri neler söylüyor yazarlar, isterseniz ondan söz edebiliriz.

 

ÖM: Tabii çok iyi olur, yani biz Ümit Şahin’le de Açık Yeşil programı kapsamında da ele alalım demiştik de zaman açısından aslında tam ayarlayamadığımız için Açık Gazete’ye de konuk ediyoruz sizi ama bu çok önemli. Yani medyanın hayati rolü olduğunu düşünüyoruz böyle bir dergilerin o yüzden çok değerli bir çalışma sizin de yaptığınız.

 

FK: Çok teşekkürler. Bir de zaten şunu vurgulamıştınız sizinle de yapılan söyleşide Güncel Hukuk’ta, asıl problemi çok büyük ölçüde altını çizen durum ise medyanın durumu ve medya sahiplerinin bu konuyu özellikle başka kaygılarla, başka sektör bağlantılarıyla, enerji sektörü, silah sektörü gibi ele almaması diye zaten belirtmişsiniz siz de söyleşide. Bu konuda bütün bir gezegen elden gittiği zaman zaten sektörlerin falan da hiçbir anlamı kalmayacak, yani gerçekten insanların aslında buna artık vakıf olması gerekiyor ve bu konuda çaba göstermesi gösteriyor. Biz neleri ele aldık? Örneğin Av. Can Atalay “kentin simge mekanları yalnızca simge midir?” diye soruyor ve diyor ki “İstanbul’un simge mekanları artık kentsel dönüşüm adı verilen yıkımın da simgeleridir” diyor. Yani “Bomonti bira fabrikasından, Taksim Gezi parkından, Ali Sami Yen stadından, işte Gökkafes’e terk edilen aslında Abdülhamit’in ‘yeşil alan olmasını buyurduğu’ arazinin halinden, Atatürk Kültür Merkezi’nden, bunların sadece isimlerini sayabiliyorum” diyor. Bu bir İstanbul panoraması belki tabii ama aslında Türkiye’den bahsediyoruz.

 

ÖM: E İstanbul deyip de geçemeyiz, Türkiye’nin ve dünyanın en önemli merkezlerinden biri.

 

FK: Evet. Tayfun Kahraman TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul şube başkanı “örneğin ‘çılgın projeler’ derken siyasetçilerin İstanbul senaryosu büyük bir hayal kırıklığı yanında İstanbul’un karanlık geleceği oldu. Bugün deprem gerçeği karşısında kırılgan olan ulaşım sorunuyla boğuşan bir kent için siyasetçilerimizin reva gördükleri yalnızca bu mu?” diye soruyor ve “bilmiyoruz” diye cevap veriyor ama bu filmin aslında bir korku senaryosu olduğunu ve çılgın bir şey ise bu gerçekten bunun en çılgını olduğundan bahsediyor. Tabii Kanal İstanbul, 3. köprü, 3. hava limanı ve 2 yeni şehir şeklindeki projelerden bahsediyor.  

 

ÖM: Sizin bu dergi yayınlandıktan sonra gerçekleşen mesela 3. hava limanı projesiyle ilgili medyada çıkanlar akıl durdurucuydu. Yani sadece işin maddi yönüyle bu finansmanın nasıl sağlanabileceğiyle ilgili Türkiye’nin en büyük ihalesinin yapılmış olduğu, muazzam, astronomik rakamlarla ama bunun da çıkarılabileceği, işte iktisaden ‘feasable’ denilen bir şekilde yapılabileceği söyleniyordu. Yani şaşkınlık ve biraz da dehşetle diyebilirim, tek konu yok yani bunun çevreye, gezegene ve küresel iklim değişikliğine olası etkileri üzerine tek kelime sorulmuyor medyada, tek kelime de cevap verilmiyor yetkililer tarafından.

 

CT: Hatta gazetelerde 1.800 bin ağacın taşınacağına dair yapılan açıklama olduğu gibi veriliyordu herhangi bir mantıksal argüman aramadan.

 

FK: Evet o ağaçlar hakikaten başka bir yerde yaşar mı? Ağaç nasıl taşınır?

 

CT: 1.800 bin ağaç!

 

FK: Ben mesela çok küçük bir anekdot ama Yalova’da annem zaman zaman kaldığı için oğlumu orada korunmuş olan küçük bir ev var, yani ne bileyim belki bu bir rivayet midir yoksa Atatürk çevreci midir, iyi şeyler o anlamda da yapmıştır bilemem ama bu hakikaten hoş bir şeydir Yalova’da bulunan; ‘yürüyen ev’ diye bir şey vardır belki bilirsiniz.

 

ÖM: Evet biliyorum.

 

FK: Evet oğlumun da okulda yaptığı projelerden biriydi, yani onu tanıtmıştı. Şimdi o zaman kalkıp ağaç değil ağaç evin camlarına giriyor diye ev taşınıyor, yani “evi taşıyın ağacı kesmeyin veya taşımayın!” diyor. Şimdi kalkıp da binlerce ağacı taşımaktan bahsediliyor yani bir köprü için. Bu arada İstanbul’u kurtaran şeylerden biri lodosudur gerçekten öyle söylenir, hava akımı, hava kirliliğini gidermesi açısından. Bu projelerden bazılarının aslında bu hava akımını da kesip İstanbul’u o anlamda da kötü bir hale getireceği de söyleniyor. Dediğiniz gibi aslın mesele rant yani, belki demin Mithat Sancar’la konuşuyordunuz, bana şey gibi geldi, onu düşündürdü, önce hedefler belirleniyor sonra ona göre zaten doğrulamak üzerine şeyler yapılıyor. Bu Suriye olabilir, orada Suriye kötüdür, oraya girmek gerekir, oraya müdahale etmek gerekir hedefi belirlenir. Sonra bunun taşeronu kim olursa olsun önemli değil. Şimdi kentsel dönüşüm hedefi belirlenmiş, dolayısıyla bunun için yapılması gerekenler gerek yasal düzenlemelerle, gerek ‘ağaçları da taşıyabiliriz’ argümanıyla bunun düzenlemeleri yapılıyor aslında.

 

ÖM: Evet beni en çok çarpıcı bulduğum, en çok şaşırtan şeylerden biri de bu çevresel etki değerlendirme raporunda da bu 3. hava limanıyla ilgili olarak ağaçların taşınabilir olduğu da bir kabul görüyor. Yani çevrecilerin raporunda da var, çevre etki değerlendirme raporunda. Bu makul bir şeymiş gibi konuşuluyor! Yani ağaç sanki ‘pretaporte’ bir cisimmiş gibi bakılıyor.

 

FK: Çevre böyle hafif ‘light’ bir konuymuş gibi aynı zamanda ele alınan bir şey oluyor galiba, halbuki dediğiniz gibi bu nasıl konu ediliyor? Son zamanlarda sürekli biber gazı yaşıyoruz. Aslında düşünüyorum orada hiç mi kedi-köpek de biber gazına maruz kalmıyor, yani biz kalıyoruz da ona limon tutan yok, su içirten yok, hiç ölen yok mudur hayvanlardan ya da hangi bitkiler, hangi ağaçlar etkileniyor, savaşlardan aynı şekilde? Yani bu etkiler de aslında hiç konuşulmuyor, işte o yüzden bir ağaç da çok rahatlıkla müdahale edilebilir bir şeydir, alırsınız oradan oraya taşırsınız.

 

ÖM: Yüzbinlerce ağaçtan bahsediyoruz üstelik.

 

FK: Tabii yüzbinlerce ağaç. Şimdi bu üçüncü çevre düzeni planı da çöpe atıldı diyor Tayfun Kahraman, bununla ilgili bu planın yürütücülerinden Prof. Dr. Hüseyin Kaptan’la konuştuk, Zehra Kafkaslı görüşmeyi yaptı. O aynı şekilde “Ankara’nın politikası sırdaş gizli politikadır ve biz burada aslında ters düşüyoruz. Yeni bir hava alanı projesi ya da 3. köprü projesi var ama gizli. Bizim planları işte bu gizlilik çökertmiştir. Bu dehşetli bir politik farklılıktır, halbuki planlamanın temeli şeffaflıktır. Şeffaf olduğunuz zaman toplum size güvenir, güven bu planda esastır” diyor.

 

ÖM: Bence de muazzam önemli bir konu bu çünkü açık toplum katılımcı demokrasinin en temel şeyi, biraz önce başka vesilelerle konuştuğumuz bir şey. Yani üstü kapalı, örtülü bir şeyle kaderiniz belirleniyorsa burada demokrasiden bahsedemeyiz, bunu geri almamız gerekir mücadeleyle. Çok önemli bir konu.

 

FK: Bir de insanlarla ilgili aslında çok da güzel bir örnek vermiş, diyor ki “topluma ‘hadi su havzalarına yerleşelim’ dediğinizde toplum bunu şiddetle reddeder, size cevabını verir, size yanlış yaptırmaz ama ne zaman ki işi sır perdesinin arkasına soktuğunuzda aynı toplum bir bakarsınız orman yağmacısı olmuş ve tarım topraklarını parselleyip satıyor. İşte Ankara ile uzlaşamadığımız nokta budur”. Büyükşehir belediyesinin yıllarca çevre düzenini yürüten insanlarından birisinin bunu söylemesi de aslında çok anlamlı bir şey.

 

ÖM: Evet Hüseyin Kaptan’ın söylediği tabii çok geleneksel aslında toplumların doğayla büyük ölçüde uyumla yaşayan, yüzyıllarca, binlerce yıldır yaşamasından gelen bir alışkanlığın şeyi. Şimdi onun yerini bu kapkaç kapitalizmi de denebilecek sistemin şeyi alıyor. Sadece ne kadar para kazanılabileceği üzerine.

 

FK: TMMOB İstanbul Büyükkent şube sekreteri mimar Mücella Yapıcı tam bu konuda diyor “bütün bu dönüşüm projelerinin arkasında ciddi bir şekilde hepimizin borçlandırılarak finans sektörünün diri tutulmaya çalışıldığını da görüyoruz. Bu dönüşümün yaşam alanlarımızın gerçekten sağlıklı hale getirilmesiyle hiçbir ilgisi yok, tersine giderek sağlıksız kentlerde yaşamaya başlayacağız. Bir yandan da sistem bizleri borçlandırarak finans sektörünü, otomotiv sektörünü güçlendirmek için otoyollar, köprüler, hava limanları gibi sürekli gereksiz abuk sabuk projelerle nefes almamızı dahi zorlaştıracak. Bu da ise kapitalist sistemin bugün geldiği sürdürülemez halin kentlerdeki yansımasıdır” diyor.

 

ÖM: Kesinlikle aslında dünyanın sürdürülememesi durumuna gelmiş durumdayız, yani hakikaten -Mücella hanım sık sık bizim çeşitli programlarımıza konuk oluyor, dinleme fırsatı da buluyorsunuzdur- asıl tabii gelip dayandığı günün şeyi tamamen bu sürdürülmesinin imkansız olduğu iklim şeyine gelip çatıp dayanıyor. Özellikle sembolik de olsa son derece büyük bir önem taşıyan bu atmosferdeki milyonda 400 parça ppm şeyi.

 

FK: Evet onu sürekli vurguluyorsunuz.

ÖM: Yani bu daha önceki kayıtlarda 800 bin yıl öncesine kadar gidildiğinde kanıtlanabiliyor bilimsel olarak. Yani 300 parçanın üzerine çıkmamış 800 bin yıldan beri, şimdi bu başka bir çağdan, jeolojik çağdan bahsediyoruz, bunun için 1 ya da 2 milyon yıl geriye gitmemiz gerekiyor bu ulaştığımız nokta. Yani 800 bin yıl öncesine kadar geri giden şey ancak 300 parçada kalmış. Şimdi bu yani çok büyük, bütünüyle –Müccella hanımın da dergideki söyleşisinde yaptığı Begüm Baki’nin yaptığı söyleşide de söylediği şey hayati önem taşıyor bence çünkü bu demokrasinin aslında tamamen George Monbiot’nun da son yazısında yazdığı gibi artık bir plütokrasi yani sadece kar, bir takım paralar elde etmek isteyen zengin kesimin, şirketlerin de etkilediği politikacılarla iç içe geçerek yaptığı bir yeni düzenin kurulmasıyla ilgili. Yani demokrasinin genel anlamda, felsefi ve pratik anlamda rafa kaldırıldığı ve yerini gizliden gizliye plütokrasi rejimine bıraktığı bir rejimle karşı karşıyayız.

 

FK: Onunla ilgili evet AB katılım süreci ve çevre mevzuatı diye bu dergide Yrd. Doç. Ali Alper Akyüz’ün Arvus sözleşmesiyle ilgili bir yazısı var. Diyor ki “hakikaten çevreyle ilgili görünen bir çok sorun Arvus sözleşmesinin hukuken de teyit ettiği gibi artık doğrudan insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğüyle ilgili”. Yani o karar verme ortamını, karar mercilerini ya da ona katılımı ortadan kaldıran bir süreç yaşıyoruz. Demin de söylediğim gibi bir karar veriliyor ve ona uygun davranılıyor ve bizim katılımımız aslında o demokrasi ve o süreç işlemiyor. Biraz de derginin bu sayısını yapmamızın nedenlerinden biri de odur; biz bu şehirde yaşıyoruz ve bu şehirle ilgili aslında hiçbir kararı gerçekten ister Emek sineması olsun, ister Gezi parkı olsun, ister Göztepe parkı olsun –ben karşıda oturuyorum- kendimiz veremez hale geldik. Bu da çok acı bir şey, yani bunu hakikaten insan kalbinde hissediyor.

 

ÖM: Bütün kararlarda yani Monbiot’nun son yazısında verdiği çok çarpıcı bir örnek de, şimdi Oxford üniversitesi gibi hepimizin aklında bilimin en temel eski yuvasından bahsediyoruz. 800 küsur yıllık, dünyada sayısız öğretim üyesi ve sayısız öğrenci yetiştirmiş ve bilimi her boyutuyla ortaya koymuş ilim-irfan yuvası, artık onun ötesini düşünemiyor insan Oxford üniversitesini. Onun son kararı bir yeni laboratuar açıyor yer bilimleri, sanırsınız ki iklimin, gezegenin karşı karşıya bulunduğu muazzam tehdit karşısında işte Oxford gibi bir yer nihayet artık çok bilimin gereklerini yapıp durdurmak için neler yapılması gerektiğine ışık tutacak. Hayır, laboratuarda asıl amaç tamamen yeni doğal kaynaklar nasıl çıkarılabilir, doğal kaynak dediği fosil yakıtlar, kömür, petrol hangi teknolojilerle çıkarılabilir? Bunu araştırıyor ve o harika laboratuarın fonunu da doğrudan doğruya Shell imparatorluğundan alıyor. Şimdi bu artık varabildiğimiz son cinnet noktalarından biri olsa gerek. Yani bilimi de, bütün insani düşünce sistemini de buna alet ediyorlar.

 

FK: Siz daha iyi bilirsiniz, bir ara o yağmur ormanlarını hem en fazla yok edenlerden biri olup sonra çevre desteği yapan firmalar vardı. Gerçekten onun gibi bir şey.

 

ÖM: Tabii, tabii.

 

FK: Şimdi Shell bunu destekliyor, başka bir yerde de başka bir şeyi destekler herhalde, çevre korumayla ilgili başka bir şeyi destekleyebilir. Evet bu sözleşme ve gerçekten aslında yargı kararlarının etkinliğinin azalması da önemli. Bu hidroelektrik santralar, HES’lerle ilgili Yakup Şakir Okumuş oldu Zonguldak barosundan meslektaşımız, onun yazdığı yazıda “yargı kararlarının artık çevre lehine karar alınmış ise de bir çok zamandır aslında böyle kararlar var hakikaten, mevzuat değişiklikleriyle yargı da söz konusu alanda etkin olabilecek hukuktan son tahlilde yoksun bırakılmıştır” diyor. Yani o hukukun da içi boşaltılıyor. Dolayısıyla hakikaten yargı da aslında giderek karar veremez hale gelecek. Bir de önemli bir şey söylüyor, 2012 sonu itibariyle 76 milyon kilovat saat düzeyinde elektrik üretim gücü, tüketim ise 40 milyar kilovat saat. Dolayısıyla enerji ihtiyacı değil enerji fazlası vardır Türkiye’de, şirketler ürettiği enerjiyi elektriği yurt dışına satmaktalar. HES’ler yoluyla esasen su kaynakları fiilen özelleştirilmiş olmaktadır.” diyor. ÇED’lerle ilgili o da güzel bir başlık Av. Arif Ali Canga yine meslektaşımız “ÇED’siz yatırımlar halksız demokrasi” diyor aslında içini anlatıyor gerçekten. “Hiçbir proje yaşamın korunmasından daha önemli olamaz, ne zaman projelendirilmiş olursa olsun, ne zaman faaliyete başlamış olurs olsun çevresel etkisi olan tüm yatırımlarda ÇED süresi işletilmesi gerekir.” diyor. O da şuna değiniyor çünkü, bu 93’ten 1997’ye uzatıldı ya çevresel etki değerlendirme zorunluluk tarihi, o yüzden ÇED’den muaf tutulmaması gerekiyor gerçekten aslında hiçbir projenin. Yani “bu insan yaşamından yaşamın korunmasından daha önemli olamaz” diyor. Ümit Şahin, sizin de zaten programcımız

 

ÖM: Birazdan program yapacağız.

 

FK: Öyle mi? O zaman kendisi de zaten anlatmıştır ama o da tabii tabiatı ve biyolojik çeşitliliği koruma kanun tasarısını yazdı ve bu tasarının derdinin aslında doğayı talan mı olduğunu soruyordu. Çünkü çok çizdim ama bilmiyorum çok vaktimiz de kalmadı herhalde bunları anlatmaya.

 

ÖM: Özetlerseniz iyi olur.

 

FK: Ümit Şahin “özellikle böyle bir kanun gerekçesinde gerçekten öncelikle doğa koruma alanlarının sayısını ve alanını arttırması gerekirdi ve ona yönelik bir şey yapması gerekirdi. Halbuki mesele burada müdahalelerin sınırlarını çizmek, yani bunu arttırmak, tabiatı ve biyolojik çeşitliliği korumak yerine burada nerede sınırlar getiriliyor buna, hani bunları nasıl aşarız? Bunlar planlanmış sanki bu kanunla doğayı ve biyolojik çeşitliliği koruma kanunuyla. Dolayısıyla “derdiniz doğayı talan, yasanız yalan!” diyen yeşil aktivistler çok da ağır konuşmuyor olabilirler” diyerek bitiriyor. Ben son olarak medyadan bir arkadaşımızı demek istiyorum, bir de Nilüfer Oral’ı da atlamayalım, o da denizlerin korunmasından bahsederken diyor ki “yüzyıl önce inanılmaz olanı şimdi gerçekleştirdik, denizleri tüketiyoruz, deniz kaynaklarını tüketmenin yanısıra denizleri de kirletiyoruz” diyor. Mücella hanımın sayfasına biz Serkan Ocak’ın fotoğrafını koymuştuk, o da çok güzel çevre haberleri yapan Radikal gazetesinden bir arkadaşımız, bize de zaman zaman haberler yapıyor. Gerçekten hoş bir fotoğraf İstanbul’un bütün kentin rengini anlatan bir fotoğraf ve soruyor “bizim kentimizin rengi nedir?” Serkan. “Karşı olduğumuz rant ve doğanın talan edilmesi, kent yapısının bir rengi, simgesi olmalı; İstanbul’un rengi var mı? Yok kalmadı artık” diyor.

 

ÖM: Ve fotoğrafta da eğri büğrü görünen yeni konutlar, bir kısmı gökdelen halinde yukarı çıkıyor ve bir yardan aşağıda iş makineleri var.

 

FK: İnsanlar var, önde de gecekondular var. Evet kentin durumu bu.

 

ÖM: Filiz hanım çok teşekkür ederiz. Güncel Hukuk dergisi son derece kapsamlı bir dosya diyelim yapmış ve derginin tamamını aslında mührünü vuran derginin bu temel mesele, en temel meselemiz olan belki de gezegenin çok başka, daha acil hiçbir sorunu öne süremeyeceğimiz bir konuda Mayıs sayısını bu gezegenin elden gitmesi meselesine gerek uluslar arası alanda, dünya boyutunda, gerekse de İstanbul ve Türkiye boyutunda ele alan çok iyi bir şey. İnşallah çok elden ele dolaşıyordur dergi.

 

FK: Umarım öyledir.

 

ÖM: Bizimle beraber olduğunuz için çok teşekkür ederiz.

 

FK: Ben bütün arkadaşlarım adına size teşekkür ederim bize bu fırsatı verdiğiniz için. Ayrıca bize bu sayıyı yaptırdığınız için de, çünkü sizin İstanbul Manifestonuz özellikle sizin önayak olduğunuz diğer arkadaşlarla beraber tabii, bize de ön ayak oldu.

 

ÖM: Bunun dışındaki diğer özel şeyleri de terörizmin finansmanının önlenmesi hakkındaki kanunun da ve dijital şiddet gibi son derece acil bir konuyu da ele alan

 

FK: Çok yeni bir konu evet, onu da ele aldık, belki başka bir zaman onu da konuşuruz. Ben sadece son bir şey söylemek istiyorum, Noyan bey, yani biz çok sevdiğimiz iki meslektaşımızı kaybettik Gülçin Çaylıgil ve Noyan Özkan. Özellikle aslında bu sayıyı ona da ithaf etmek isteriz her ikisine ama çevre konusundaki çabaları açısından Noyan Özkan’a. O şöyle demişti 2012’de yaptığımız söyleşide “bu bir lobi, tekelci sermaye lobisi kar getiren bir olay, bunun en tipik örneği nükleer santraldir” dedi ve şöyle bir söz kullanmış “bu ticari küreselleşme hareketi karşısında ticari değil de insani küreselleşme örneği veren, yani bunlara karşı durabilen bir güç yok.” Umarım bu ‘insani küreselleşme’ çok güzel bir söz aslında hakikaten daha çoğalır

 

ÖM: O biz olmak zorundayız işte, rahmet Noyan Özkan bizim de ta ilk başlangıç, ilk günlerimizden beri bizimle program yapmış ‘Kent ve Çevre Hukuku’nu senelerce sürdüren çok değerli bir hukukçu dostumuzdu. Biz de aynı şekilde onu saygıyla bu vesileyle bir kez daha analım. Çok teşekkürler.