Çelik Gülersoy - Yalnız Kahraman

-
Aa
+
a
a
a

Çelik Gülersoy’la,1984 yazında tanıştık. Neredeyse 20 yıl olmuş. Ben, TÜRSAB’ın (Türkiye Seyahat Acentaları Birliği) aylık dergisinin editörlüğü yapıyorum. Çelik Bey ise Turing imparatorluğunun en görkemli dönemlerini yaşıyor. Yıldız Parkı, Emirgân Parkı dışında Hidiv Kasrı’nın da restorasyonları bitmiş, Sultanahmet Sokağı ve İstanbul Kitaplığı inşa ediliyor. Yeşil Ev ‘Europa Nostra’ ödülünü almış (ilk açıldığında adı Konak’tı) ve yanındaki El Sanatları Çarşısı da tamamlanmak üzere. Turing’in ve Çelik Gülersoy’un kitapları birbiri ardına yayımlanıyor.

 

Turizm konulu bir derginin editörlüğünü üstlendiğim için sık sık Çelik Gülersoy’un da görüşlerini alıyorum. Tartışmalı bir kişiliği vardı. Düşmanı çoktu. Genel olarak yanına yaklaşmak kolay değil deniyor, en azından mesafeli bulunuyordu. Önce turizm konusunda yazdıklarını gözden geçirip, dergi için bir söyleşi yaptım. Kişiliği beni etkiledi. Güçlü bir karakteri ve sistematik bir yaklaşımı vardı. Öyle dedikleri gibi kibirli filan da değildi. Ciddi bir adamdı sadece, böyle olmasında da bir mahzur yoktu. Cesaretlenip dergiye yazıp yazmayacağını sordum. Düşünürüz, dedi. Bir kaç gün sonra telefon edip yazıyı yazmaya başladığını söyledi.

 Konukevi, İstanbul

Müstehzi bir edayla, "Yalnız biraz kritik bir konu, bilmem yayınlayabilir misin?" diye ekledi… Türkiye’de rehberliğin tarihi hakkında yazdığı makaleyi kısa süre sonra yolladı. Hemen okudum, tamam rehberlerin ulusal çıkarlara aykırı davranışlarından, turistleri nasıl dolandırdıklarından da bahsediyordu. Ama yazıya konu edilen rehberler Cumhuriyet öncesinin gayrımüslim unsurları. Ayrıca bilgiler de o dönemin kaynaklarından alınma ve sonuna kadar bilimsel… Hiçbir mahzur görmüyorum elbette. Yazı TÜRSAB dergisinin Temmuz 1985 tarihli nüshasında yayınlandı. Ve ortalık birden inanılmaz derecede karıştı. Rehberler, özellikle de Net Holding’in başındaki Besim Tibuk öfkeyle TÜRSAB’ın yönetim kurulu üyelerini aradı. Üzerimde ciddi bir baskı hissetmeye başladım. Ben saf saf, hâlâ niye kızdıklarını anlamıyordum. Bu sektörün içinde değildim aslında, dergilerini çıkarıyordum sadece. Özür istiyorlardı. Sonuna kadar karşı koydum. Krizi ancak iki sayı sonra, kapak konusunu “Türkiye’de Rehberlik”e ayırarak atlatabildim.

 

Çelik Gülersoy’la dostluğumuz işte bu olaydan sonra başladı. Geri adım atmayışımı, ona “kusura bakmayın ama” demeyişimi beğendi. Karakter onun için de önemliydi. Turizmin tarihini araştırmak istediğimi biliyordu, Turing’in arşivlerini tanıttı ve sonuna kadar açtı. Turizm Yıl Sıfır adlı kitabımın araştırmaları o dönemde başladı. Bir ara Turing dergisini de çıkardım, ama bundan kısa süre sonra vazgeçtim. Onunla dost kalmanın benim için daha önemli olduğunu düşündüm ve beni affetmesini istedim. Birlikte çalışmamız zordu. Zaaflarını da tanımaya başlıyordum artık.

 

Kötümser bulunurduk

 

Çelik Gülersoy’un öğle yemekleri, Özal döneminin politikadan kaçan söyleminin tersine, ayrıntılı politika yapılan bir mekândı. Bağımsız ama dürüst bir politika. Bilimin ve sağduyunun egemen olduğu bir bakışla yaklaşılırdı konulara. Daha doğrusu yaklaşırdı demek gerekiyor. Havadan sudan kısa bir girizgâhtan sonra, kenara koyduğu gazeteleri alır ve sohbetimizin gündeminin ne olduğunu söylerdi. Bu adeta söyleşili yemeklerde genellikle aynı cephede yer alırdık. Konulara uzak açıdan bakmayı sever, hemen gözükmeyen ipuçlarını bir bir ortaya koyar, görüşünü bilimsel verilerle destekleyerek sunardı. Teşhisleri, ortada duran siyasal manzaranın aslında bir illüzyon olduğunu açığa çıkarırdı. Giderek havadan sudan konular da gündemin ana unsurları olmaya başladı. Çevre kirliliği, hormonlu ziraat, küresel ısınma gibi konular oldukça erken gelmişti bu masaya. Pek çok kişi küreselleşmeye övgüler düzerken, Çelik Bey muhalefetini oluşturmaya başlamıştı bile. İyiye giden pek bir şey olmadığı noktasında birleşirdik hep. Kötümser bulunurduk ikimiz de bu sofrada. Ama iyimser olmak için hiç bir neden çıkmıyordu ki karşımıza…

 

Turing’in erimesi işte bu yemeklerin yendiği Özal döneminde başlar. Özellikle Adnan Kahveci’nin çabalarıyla triptik gelirinin Turing’in elinden alınması kuruma büyük darbe vurdu. Turing küçülmek zorunda kaldı. Ama küçülmenin bedeli çok ağırdı. Kıdem tazminatlarını ödemek için Kurum’un ana varlıklarının önemli bölümü satılmak zorunda kalındı. Recep Tayyip Erdoğan’ın başkan seçilmesinin ardından, İstanbul Belediyesi de sözleşmeleri iptal ederek, büyük harcama ve çabalarla kullanıma açılan mekânları Turing’in elinden aldı. Çelik Gülersoy’u giderek daha kötümser ve mutsuz yapan olaylar böyle başladı.

 

 Soğukçeşme, İstanbul

Çelik Gülersoy’u en etkileyen olaylardan biri de, Hürriyet gazetesinin İstanbul ekindeki başyazarlığının elinden alınmasıdır. Bunun nedenlerini çeşitli yerlerde aradı. Turing’in eski dönemlerine dayanan Eczacıbaşı ile büyük savaşları mı, yoksa basındaki yeni imparatorların çıkarlarıyla çatışması mı belirleyici olmuştu bu olayda? Bunu hiç bir zaman bilemedi. Ama hep düşmanlar aradı etrafta, vardı da zaten. Tek başına olmayı seçtiğinden işi zordu. Başında olduğu kurumda bile yalnızdı aslında. Bilerek seçilmiş bir yalnızlıktı bu. Hem erdemleri vardı bu yalnızlığın, hem de kaçınılmaz sonuçları. Yalnız bir kahramandı Gülersoy.

Çelik Gülersoy’un en hassas olduğu konulardan biri de, yazarlığının arka planda kalmasıydı. Edebiyatçı değildi ama, kendi alanında usta bir yazardı. Aslında uslûp açısından, eski bir yazı geleneğinin son temsilcisiydi. Asaf Hâlet Çelebi, Reşat Ekrem Koçu, Nahid Sırrı Örik gibi özünde bir İstanbul efendisi olan,

sohbet eder gibi yazan eski bir gelenekten geliyordu. Bildiğim kadarıyla gazete yazılarını da dikte ederek yazdırırdı. Bu nedenle kitaplarında ancak bu eski yazarları tanıyanların anlayacağı bir anlatım farklılığı vardı. İyi bir araştırmacı, güçlü bir anı yazarıydı. İstanbul hakkında çalışmak isteyen hiç kimse onun yazdığı onları aşkın monografiyi atlayamaz. Anılarını da Cumhuriyet döneminin güçlü bir tanıklığı olarak keyifle okumuştum, ayrıntılara meraklı bir tanıklıktı bu… Kitaplarını görsel açıdan belgelerle zenginleştirmesi de benim için hep önem taşımıştır.

 

Eserleri toplanmalı, İstanbul Kitaplığı korunmalı

 

Yaşamının son dönemlerinde İstanbul’un yokoluş hızı onu iyice ürküttü. Kendine yeni mekânlar aradı. Zekeriyaköy, Demirciköy, İznik, Saros… Çılgın kalabalık kendisini her yerde takip ediyordu. Artık yok olmuş olan sessizliği bir daha bulamadı. Mekânlardan ümidini kesince çocukluğuna sığındı. Eski günlerine, anılarına. Ama annesinin ölümüyle iyice yıkıldı. Bu hastalığının da başlangıcı oldu belki de…

 

Çelik Gülersoy’un ölümüyle artık yeni bir dönem başlıyor. Kötü bir dönem bu, eski bir sokağın yerini soracağınız, İstanbul ayazmalarının fotoğraflarını isteyeceğiniz biri olmayacak artık. Çocukluk anılarını anlatırken aslında çaktırmadan bugünün yanlışlarını gözünüzün önüne koyan bir dostunuzla sohbet edemeyeceksiniz. Kitaplarınızı keyifle imzalayacağınız, görüşlerinizi merakla bekleyeceğiniz bu güzel insan yok artık. İstanbul’da artık daha yalnız olduğumu söylemek zorundayım…

 

Şimdi önümüzdeki görev onun mirasını korumak. Bence bu mirasın en kıymetli taşı İstanbul Kitaplığı. Bu kitaplık Çelik Gülersoy’un adıyla korunmalı ve geliştirilmeli. Çelik Gülersoy’un yazdığı kitaplar bilimsel olarak tasnif edilerek tek bir dizide toplanmalı. Gazete ve dergilerde kalan makaleleri elden geçirilerek yayınlanmalı. Giderek elinde daha az taşınmazı kalan Turing’i de yaşatmak gerekli elbette. Soğukçeşme Sokağı, Yeşil Ev, Safranbolu, Büyükada Kültür Evi, Bebek Kahvesi gibi yaşayan eserleri korumalı. En azından onu hatırlamak için gerekli bunlar… Onu hatırlamak bize de iyi gelecek, bunu unutmamalı…

 

(Akşamlık’ta yayınlanmıştır.)

 

Yıldız Parkı, İstanbul

Soğukçeşme, İstanbul 

Havuzlu Konak, Safranbolu

Büyükada Kültür Evi

Yeşil Ev, İstanbul

Sarnıç Taverna, İstanbul