Biz Dolly miyiz?

-
Aa
+
a
a
a

“Antinori’nin söyledikleri yalan. Onun söylediği tek kelimeye inanmam. Antinori bilim nedir bilmez... Hiçbir ciddi biliminsanı böyle bir şey yapmaz. Bunlar ilgi çekme yarışında” diyerek öfkeleniyor Cambridge’deki Whitehead Enstitüsü’nden Alman klonlama uzmanı Rudolph Jaenisch, “Die Zeit” gazetesindeki söyleşisinde.

İlk kopya koyunun “babası” Ian Wilmut farklı düşünmüyor: “Antinori’nin yapmaya çalıştığı, adli suç teşkil edecek derecede sorumsuzca... Klonlama teknolojisinin insan için kullanılması şu anda sadece bir rûya, bir kâbus bana sorarsanız.”

İtalyan jinekolog, ya da reprodüktif doğum uzmanı Severino Antinori, basında çıkan yorumlarda –bizdeki değil, Batı’daki basın- “vicdânsız bilimadamı”, “suçlu”, “deli” ya da “kamikaze jinekolog” gibi sıfatlar ve “Tanrıyı oynuyor” benzeri suçlamalarla anılıyor aylardır.

Önceki yıl, ekibiyle birlikte “18 ay içinde ilk insanı klonlayacağım” dediğinde pek ciddiye alınmamıştı. Gerçi 1993 Aralık’ında 59 yaşındaki İngiliz bir işkadının ikizlere gebe kalmasını sağlayarak, 1994’te de yine büyükanne olacak yaşta, 63 yaşındaki çiftçi Rosanna della Corte’yi anne yaparak dünya kamuoyunu şoke etmiş ve, “çocuk sahibi olma arzusunun sınırını tıbbın ve teknolojinin gelişimi mi belirleyecek” tartışmasını başlatmıştı. Ancak ekibini tanıyanlar, insan klonlayabileceğine ihtimal vermiyordu. Ekibe şöyle bir göz atacak olursak; biri, “İsrail’de araştırmalarım için sonsuz kaynağım var” diye böbürlenen, bilimsel yetkinliğine dair, “18 yaşında hekimlik yapmaya başladığı” öğrenilen Avi Ben-Abraham.Ekibin klonlama uzmanı ve danışmanı Alman Karl Illmensee, 1979’da fare klonladığını iddia etmişti. Ne yazık ki aynı

“Kendimizin tıpatıp kopyalarını klonlayabilecek aşamaya bir kez ulaştığımızda, sonraki adım, düşüncelerimizin ve kişiliğimizin taze klonlanmış beyinlere transferi olacak ki, bu da sonsuz yaşamı olanaklı kılacak.”

Claude Vorilhon,Rael tarikatının kurucusu

yöntemle deneyi tekrarlamak mümkün olmayınca –kendisi de uzmanlar komisyonunun önünde 1983’te tekrarlamayı reddedince- bilimsel sahtekârlıkla suçlanan Illmensee, Cenevre Üniversitesi’ndeki kürsüsünden olmuştu. Ruh sağlığı pek yerinde izlenimi vermediği söylenen, “şöhretin bedeli vardır” diyerek suikaste uğramaktan endişe eden Panayiotis Zavos ise, Antinori ile bozuşması üzerine artık “takımda” yer almıyor. Bu Yunan asıllı Amerikalı hekim, Amerikan Reprodüktif Tıp Birliği üyesi olduğunu söylemesine rağmen, söz konusu meslek kuruluşu bunu reddediyormuş.

 Severino Antinori (solda) ve eski arkadaşları

Ve ekipteki Fransız bayan, Brigitte Bosselier de, Antinori’yi yarı yolda bırakanlardan. Madam Boisselier, meşhur Clonaid şirketinin direktörü. Bildiniz; insan türünün uzaylılar tarafından klonlandığına inanan Rael tarikatı için, beyaz eşya türünden bir nevi evdeki klonlama ihtiyacına yönelik makineler geliştirmeye soyunan Clonaid. Ama geçenlerde ilk insanı klonladıkları iddialarına, bu yazının ana kahramanı Antinori dahi inanmıyor. Boisselier’in açıklamaları için bugünlerde “Bu iddialar bilimin adını karalıyor. İnanılır hiçbir yanları yok... Bunlar bilim insanı bile değil. 200 yayımlanmış
tıbbi araştırmam var, onlar ne gösterebilir? Bunlar tamamen uydurma” diyor.

Kuşaklar sonra doğan ikiz

Ne diyelim; işte böyle bir ekip, 2002 yılının 3 Nisan’ında, Abu Dabi’deki Zayed Merkezi’nde topladığı biliminsanlarına ve gazetecilere, insan klonlama projesinin “oldukça ileri bir safhaya” ulaştığını, klonu taşıyan bir kadının 8 haftalık hamile olduğunu açıkladı. Profesör Antinori, müdahalenin “bir İslam ülkesinde” gerçekleştiğini, klonun babasının “zengin bir Arap” olduğunu söyledi. Artık Avrupa ve Amerika’dan yanı sıra ta Japonya ya da Avustralya’dan bile medya ekiplerinin merakla izlediği Antinori, elbette bu kez de klonu “taşıyan kadının” kim olduğu ya da maliyetin kimler tarafından karşılandığı gibi soruları, “güvenlik endişesiyle” yanıtsız bıraktı. Ama, “morfolojisi gayet iyi görünüyor” dediği klon bebeğin, 2003 yılının Ocak ayında dünyaya geleceğini müjdeliyordu... Elbette Raelcilerin dünya çapındaki halkla ilişkiler başarısı İtalyan doğumcuyu hedefinden alıkoymaya yeterli değil. Daha iki hafta evvel, biraz öfkeli de olsa, “Gelişmeler söylediğim gibi bir yol izliyor, önceki açıklamalarıma ekleyecek birşey yok” dedi.

Bu kopya insanın, yani babasının ya da annesinin birkaç kuşak sonra doğacak olan tek yumurta ikizinin sağlıklı olarak dünyaya gelebileceğine pek ihtimal verilmiyor. Siz bakmayın Japonların –bu ülkede de organ nakli uygulanmıyor- bir sürü dolusu sığır kopyaladıklarına, ya da biyoteknoloji alanında zaman zaman çıkan diğer “başarıldı” haberlerine. Ian Wilmut ve meslektaşı Keith Campbell örneğin, yetişkin bir hücreden Dolly’yi klonlayana dek 277 embriyonu heba etmişler. Bu arada Dolly de maalesef normal bir koyun değil. Türdaşlarından çok daha hızlı bir şekilde yaşlanıyor.

Antinori’nin ekibi, insan kopyalamanın fare ya da koyun klonlamaktan daha kolay ve risksiz olduğunu iddia ediyor. Oysa uzmanlar, hayvanlar üzerinde gerçekleştirdikleri deneylerde bile sürekli olarak üzücü manzaralarla karşılaştıklarını, önceden öngöremedikleri hastalıklar ya da sakatlıklarla doğan hayvanları uyutmak zorunda kaldıklarını itiraf ediyorlar. Wilmut, Antinori’nin deneyi için “En büyük olasılık, ölü doğum olacağı” diyor. Rudolph Jaenisch ise, İtalyan profesörün kendi göstereceği kanıtlara da inanmayacağını, sahte sonuçlar sunabileceğini söylüyor: “Bu sorumsuz insanların, klonlanmış koyunların ya da sığırların sağlıklı olduğunu söylemesi bilimsel değil. Bu hayvanlar çok yüzeysel incelendi, hepsi oldukça gençti. Yalnızca klonlanmış farelerde ileri yaşta örnekler de araştırılabildi. Tartışmasız sonuç: Hemen hepsi tüm organlarda rastlanan çok ağır patolojik belirtilerle ölüyor. Yeni doğmuş klon fareleri bizzat inceledik. Her incelenen hayvanda yüzlerce gen hatalı çalışıyordu.

 Dolly de normal değil

Sağlıklı görünseler bile, erken öleceklerdi.”

Nerede “Dur!” diyeceğiz?

Klonlanmış yaratıklarda ana rahminden başlayan aşırı büyümeden tutun akciğerlerin gelişmemesi, beyin hasarından epilepsiye, çoklu tümörlere, bağışıklık sistemin oluşmamasına dek her türlü “hataya” rastlanıyor. Dahası Jaenisch’e göre klonların doğum öncesinde sağlıklı olup olmadıklarını anlamak mümkün değil. Evet, günümüzde kromozom bozukluklarını henüz ana rahminde tesbit etmek mümkün “ancak, klonların sorunu genetik değil, epigenetik.” Başka bir deyişle; incelendiğinde tüm genler eksiksiz çıkıyor ama maraz, yanlış “çalışmalarından” kaynaklanıyor. İnsanın 30 binden fazla geninin epigenetik tahlili, teker teker birbirleriyle doğru iletişim halinde olduklarının kontrolü şu anda imkânsız ve Amerika’dan, Japonya’dan, Fransa’dan, Almanya’dan saygın genetikçiler bu konuda uyarıyor.

Kısaca; sağlıklı bir insan kopyalamak hâlâ hayal. Kötü haber, bunun bazı kişilerin denemesine engel olamayacağı. Dolayısıyla her toplumun, çocuk sahibi olmak için ne kadar ileri gidilebileceği, embriyonlar üzerinde hangi kriterlere göre araştırma yapılabileceği, sınırın nerede olacağı konularını tartışması ve özellikle biyoteknolojik uygulamaların nasıl bir etik çerçevede, ne tür yasalarla düzenleneceğine karar vermesi zamanı geldi, ve geçiyor.

 Severino Antinori

Avrupa’da dahi sınırlar konusunda mutabakat yok. Embriyon kök hücreleri –insana “yedek parçalar” üretilebileceği düşünülen uzmanlaşmamış hücreler, bir nevi “ham maddemiz”- üzerindeki araştırmalar ve bunların klonlanması örneğin Almanya ve İrlanda’da suç teşkil ediyor, ancak Almanya ithal kök hücreler üzerinde araştırmalara izni tartışıyor. Danimarka’da ve Finlandiya’da yalnızca 14-15’inci güne kadar olan embriyonlar üzerinde, yapay döllenme ve ana rahminde teşhis yöntemlerini geliştirmek amacıyla izin veriliyor. Kürtajdan embriyonların kullanılması, bunlardan kök hücre elde edilmesi birçok ülkede kısıtlanırken, İspanya daha esnek. Yunanistan’da yasal düzenleme bulunmuyor, Sağlık
Dairesi 14. güne kadar araştırmaya izin veriyor. İtalya’da Vatikan korkusuyla herhangi bir kanun çıkarılabilmiş değil. İsveç bu alanda engelleri azaltırken, Avusturya daha katı kanunlar çıkarma hazırlığında. Kök hücrelerinin “tedavi geliştirmek amacıyla” klonlanmasına izin verildiği Avrupa’daki tek ülke ise İngiltere. ABD’ye bakacak olursak da, vergilerden finanse edilmediği sürece, özel sektöre herşey serbest. Bkz. Die Zeit, "Biyopolitikası Çarşısında"

Kök hücrelerle Parkinson, Alzheimer gibi hastalıklara çare bulunması da amaçlanıyor, ancak aynı teknoloji ileride insanın genetik tasarımına, sözgelimi kellikten başlayarak saç-göz renginin “düzeltilmesi” gibi olanaklara kapıyı aralıyor. Yaşamın bu “kutsal” alanının geleceği, salt biliminsanlarına, biyoteknoloji şirketlerine ya da Diyanet İşleri gibi devlet kurumlarına bırakılamayacak kadar hayatımızı değiştirebilir. Birçok ülkede, Brüksel’de sayısız yönleriyle hararetli tartışmaları tetikleyen bu konunun Türkiye’de hiç gündeme gelmemesi, insanı Antinori’den daha çok ürkütüyor.