Bir hatıra olarak fotoğraf

-
Aa
+
a
a
a

Sık sık fotoğraf albümleri açar bakar mısınız? Ailenin tüm geçmişi orada saklıdır. Tanınan tanınmayan akrabalar siyah beyaz fotoğraflardan çıkıp dolaşır anılarda. Sonra kendi tarihiniz gelir. Doğum günlerinde çekilen fotoğraflar, annenizin elinizden tutup parkta dolaştırması, babanızla gittiğiniz ilk lunapark gezisi birbiri ardına gözünüzün önüne gelir. Okul yılları, evliliğiniz, arkadaş toplantıları? Hepsi fotoğraflardadır.

 

Bu yazımızda fotoğrafları, albümlerdeki fotoğrafları üretenlerden söz edeceğiz.

 

Sorumuz: Bu albümlerdeki fotoğrafları kimler çekmişti? Tabii öncelikle fotoğraf stüdyolarından söz edeceğiz. Şimdi belki ancak evlilik fotoğrafları için gidilen ve sayısı iyice azalan bir müessesenin tarihine göz atacağız. Sonra sıra, köşebaşlarını tutan, daha sokak 

Sünnet törenlerinde aile yanyana gelir ve en yakın fotoğrafçıda hatıra fotoğrafı çektirilirdi.

işi bir hatıra üreticisine, “alaminut fotoğrafçılar”a gelecek. Son olarak da, amatör fotoğrafçıların gelişimine değineceğiz. Albümlerin sayfalarında yer alan fotoğrafları çekenler dediğimizde, sanırım bunlardan söz etmek yeterli.

 

İstanbul’da ilk fotoğraf stüdyosunun açılış tarihi 1842’dir. Ceride-i Havadis gazetesinin 17 Temmuz 1842 tarihli nüshasında bu şöyle duyurulur: “Beyoğlu’nda Mösyö Dager’in [Daguerre] yakirdanından Mösyö Kompa icrayı sanat eylemektedir. Ressamlar bir adamı resmedecekleri vakit birkaç günler kemali sabrü sükûnla karşılarına oturtup defa be defa nazar ederek haylü zahmetlü resmederler. Lakin bu alâtla resmolunacak olduğu vakitte güneşte altı saniyede ve güneşsiz havada yarım dakika ol alât vasıtasıyla resmedüp bitirirler."

 

İlandaki ressam-fotoğrafçı benzetmesi boşuna değildir. On dokuzuncu yüzyıl boyunca fotoğraf, neredeyse bir resim kadar önemli ve değerli olmuştur. Fotoğrafçılar işlerini bir sanatkâr gibi icra etmişlerdir. Öte yandan fotoğraf makineleri ve malzemeleri pahalı olduğundan, resim çektirmek de belirli bir kesim için olanaklı olmuştur.

 

Fotoğrafçılar Caddesi

 

Fotoğraf stüdyolarının pıtrak gibi çoğalması için Cumhuriyet’i beklememiz gerekecek. Manzarayı umumiyeyi görebilmek için, 1930’lu yıllarda Beyoğlu’nun önemli köşebaşlarını tutan foto stüdyolarından bazılarını ziyaret edelim. İlk ziyaretimizi bir dönemin ünlü fotoğrafçılarından Phebus’a yapacağız. 1936 yılında Feridun Kandemir’e anılarını anlatan Phebus, 45 yıldır bu işi yaptığını söylüyor ve stüdyoculuğun eski günlerini özlemle anıyor:

 

Photo Phebus rötuş yapıyor (1936).

"Meşrutiyetten evvel İstanbul’da topu topu beş fotoğrafhane vardı. Şimdi seksen kadar oldu. Amatörler de caba. Elbette tahmin edersiniz ki bu iş eskiden daha kârlı idi. Sonra da fotoğrafçı nadide iş yapan nazlı bir sanatkârdı. Şimdi öyle mi ya?"

 

Peki şu aralar kimlerin fotoğrafını çekiyor, nasıl sorunlar yaşıyor diye sorarsak, şu cevabı alırız: "Müşterilerimin çoğu Türk ve orta hallilerdir. Zenginler pek resim çektirmezler, ya makineleri vardır, yahut sık sık seyahat ettikleri için Avrupa’da çektirirler. Fakat asıl fotoğraf müşterileri mekteplilerdir. Son zamanlarda resim

çektiren kadınlar da çoğalmaya başladı."

 

Phebus’un en sevdiği müşteriler artistlerdir: "Artistlerin resimlerini çekmek daima keyifli bir iştir. Neşeli neşeli gelirler, kırıta kırıta otururlar, şakalaşırlar, durmasını, bakmasını, konuşmasını bilirler. Tatlı

şeylerdir vesselâm." Çocuk fotoğrafı çekmenin güçlüklerinden de söz eder Phebus. Ama üstadın korkulu rüyası çirkin kadınlardır:

 

"Hele çirkin kadınlar? Ne yapsınlar, kendilerini avutabilmek ve etraflarını biraz aldatabilmek için usta bir elin rötuşundan başka kimden medet umabilirler ki. Fakat bunların arasında biraz fazla sinirlileri de

çıkıyor. Şaşı gören yampırı ağzı, iğri büğrü burnu olan bir yüzü ne kadar zabalasak ahım şahım bir şekle koyabilmemizin imkânı var mı?"

 

Bir yıl kadar sonra; rehberimiz bu kez Yarımay dergisinin acar muhabiri Niyazi Acun. Önce ele aldığımız işbu konunun önemine dikkatimizi çekiyor: "Bugün fotoğrafı çıkmamış kimler vardır? Bilâtereddüt diyebilirim ki, medenî dünya nüfusunun yüzde doksanı objektif karşısına geçmiştir. Fotoğraf, cemiyet dahilinde yaşayan insanlar için bugün bir ihtiyaç haline girmiştir. Hüviyet cüzdanınızda, evlenme kağıdınızda, pasaportlarımızda, tapu senetlerinde, vekâletnamelerizde, hulâsa birçok işlerimizde fotoğrafın rolü vardır. Uzaktasınız. Ebeveyn, sevgili, arkadaş hasretini fotoğraf

vasıtasıyla giderirsiniz. Sevdiğiniz kimselerle olan hatıralarınızı yadetmek için resim çektirirsiniz."

 

Hanımların yarattığı mezalim

 

Niyazi Acun röportajında bizlere, üniversitelilerin fotoğrafçısı olarak ün yapan Foto Rekor’u tanıtıyor. Fotoğrafhane Vahit Kutsal ve Şerif Koro tarafından işletilmektedir. Vahit bey, mesleğini yanına çırak girdiği Jean Weinberg’in Foto Franse’sinde (Photo Français) öğrenmiştir. Cumhuriyetten önce fotoğrafçılığın gayrimüslimler elinde olduğundan ve bunların da Türklere kendi sanatlarını öğretmediklerinden yakınır. Rötuş yapmayı öğrenmek için ne badireler atlattığını anlatır. Ve sonunda konu, Phebus’da olduğu gibi, o dönemlerin fotoğrafçı röportajlarının mutlaka değindiği kritik meselede noktalanır. Tahmin edeceğiniz gibi, bu ‘mesele’,

1926 yılından: "Şişli Terakki Lisesi Hatırası"

fotoğraf yoluyla güzelleşmek isteyen hanımlarımız yarattığı mezalimdir. Niyazi Acun anlatıyor:

 

"Bir şişman bayan geldi. Fotoğraf çektirmeden evvel şartlar koştu: ‘Beni bir kere zayıf çıkartacaksınız ve tıpkı Mata Egert’e benzeteceksiniz. Ben zayıf çıkmam için sabah kahvaltısı bile etmedim’ dedi. Demek ki bir sabah kahvaltısı etmemek şişman bayanı zayıf gösterecek. Burada herşey enteresan! İhtiyarların genç görünme arzuları, gençlerin ve âşıkların hep sinema artistleri gibi pozlar istemeleri ve daha buna mümasil ne israfı güç arzular? Birçokları tabiatın kendilerinden esirgediği güzelliklerin yaradılışını; noksanların tashihini hep sanatkârın hünerinden, mucizeler yaratacak objektifinden bekliyorlar!.. Zavallı sanatkârlar. Bu ilâhî kudreti acaba fen size verebiliyor mu?"

 

İstiklâl Caddesi artık bir “fotoğrafçılar caddesi” haline gelmiştir. 1945 tarihli ünlü "Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi" öyküsünde, Ziya Osman Saba şöyle anlatır:

 

"Bu caddeye ne kadar da çok fotoğrafçı toplanmış, şimdiye kadar kaç tanesinin önünde resimleri seyre daldım. Bütün bu mesut insanlar buralara da saadetlerini tespit ettirmek için koşuşmuş olacaklar. Bu resimlerde, yaşayacaklarından daha uzun zaman tebessümleri de devam edecek. Şu gelin, demin gördüğüm kocalı kadın değil mi? Şu pembe yüzlü, çift örgülü saçlı küçük çocuk, daha demin sıçrayarak yanımdan geçen genç kız değil mi? Belli belli! Bu fotoğrafhanelerde hiç ölülerin resmi yok. Zaten en yakın mezarlık buraya kilometrelerce uzakta. Bu caddede ancak mesut dolaşılabilir. Yalnız bu caddede bulunmak insanı mesut etmeğe kâfidir. Ben de pekâla şu mesut insanların fotoğraflarını çıkarttıkları fotoğrafhanelerden birine girebilir, ben de mesudum, benim de resmimi çekebilirsiniz diyebilirim. Fotoğrafçı da itiraz edemez, sizin kimseniz yok, fotoğrafı ne yapacaksınız, diyemez. Sorarsa, elbette günün birinde benim de bin sevgilim olabilir. Sizin çekeceğiniz bu en son güzel fotoğraf onun çantasının gizli bir köşesinde, güzel kokular içinde yatabilir, derim."

 

Alaminut fotoğrafçılar

 

Stüdyolar çoğaladursun, daha halk işi bir fotoğrafçılık sokaklarda kendini çoktan göstermişti. Hizmeti bizzat ayağınıza kadar getirmek, alaminut fotoğrafçıların en üstün tarafıydı. Onlara halk arasında şipşakçı,

dakikalıkçı da denirdi. Malik Aksel alaminut fotoğrafçıların Birinci Dünya Savaşından sonra ve artan vesikalık fotoğraf ihtiyacını gidermek amacıyla ortaya çıktıklarını söyler. Ama alaminut fotoğrafçılar bununla kalmamışılar, hazırladıkları dekorlar önünde hatıra fotoğrafları da çekmeye başlamışlardır:

1940 yılından: Köşebaşında "İstanbul Hatırası" nasıl çekilir?

"Bu sokak fotoğrafçılarının kendine mahsus dekorları vardır. Bunlar büyük boyda siyah zemin üstüne işlenmiş hayalî resimlerdir. Çoğunlukla üzerinde sütunlar, saksılar, çiçekler, çardaklar, fıskiyeli havuzlar, kuşlar, menâzırı bozuk köşkler, ayyıldızlar, bayraklar bulunurdu. ‘Fon’ bezleri üzerinde “Askerlik Hâtırası” yazısı okunursa, kaleler toplar görünürdü? Fotoğraflarını çektiren askerlerin ellerinde tüfekler, omuzlarında fişeklikler vardır. Bunlar da, köye askerlik hâtırası olarak gönderilen resimlerdir."

Bir de “İstanbul Hatırası” yazılı fonlar vardır. Bunlarda İstanbul’un masallaştırılmış görüntüleri yer alırdı: "Bu ancak rüyalarda görülebilecek bir İstanbul’dur. Köprü, Kızkulesi, camiler, köşkler, saraylar birbirine karışmış durumdadır.

Bazan bunlar boya ile değil de nakış ile süslenirdi."

 

Alaminüt fotoğrafçılık üzerine yazılar yazan ve sergiler açan Yusuf Murat Şen de, bu fon perdelerini dört başlık altında inceler:

 

1. Manzara resimlerinin olduğu fonlar2. Siyah kumaş üzerine nakış işlemeli fonlar3. Halı, kilim gibi fonlar4. Siyah veya gri kumaştan oluşan fonlar

 

Alaminut fotoğrafçılığın nasıl yok olduğunu ise yine Yusuf Murat Şen’in kaleminden aktaralım: "1980’lere kadar durup dinlenmeksizin yoğun bir tempoyla çalışan alaminütçiler, renkli fotoğrafın yayılmasıyla ve amatör makinaların yaygınlaşıp neredeyse her eve girmesiyle birlikte işlerinin önemli bir kısmını oluşturan hatıra fotoğrafçılığı işini kaybettiler. Ama işsiz kalmalarına sebep olan asıl olay ise 1983-84 yıllarında çıkan resmi evraklara renkli fotoğraf koyma zorunluluğunun getirilmesidir. Bu sebepten

dolayı zaten sadece vesikalık çekerek fotoğrafçılığı sürdüren alaminütçüler tamamen işsiz kaldı."

 

Amatörleri teşvik müsabakaları

 

Hatıralarını bizzat resimlemek... Amatör fotoğrafçıların bir yanıyla yaptığı bu değil midir? Peki bunun tarihi nereye kadar uzanıyor? Yine Cumhuriyetin ilk dönemine, 1930’lu yıllara gideceğiz. Bu dönemde fotoğraf teknolojisinin gelişmesi, amatörlerin de artmasına neden oldu. Artık daha kolay çekim yapan, kolay taşınır makineler, oldukça mâkul fiyatlara alınabiliyordu. Foto film şirketleri boy boy ilanlar veriyor, broşürler dağıtıyordu. Bu gelişmeler yayın dünyasını da etkiledi. Foto Süreyya önce kendi adını taşıyan, daha sonra da ‘Foto Magazin’ adıyla dergiler yayınladı. Esas olarak

Foto Süreyya’nın büyük boy fotoğraflar için hazırladığı zarf.

birer magazin dergisi olan bu yayınlarda, çok sayıda fotoğraf kullanılıyor, fotoğraf teknolojisiyle ilgili basit bilgiler veriliyordu.

 

Üstüste açılan müsabakalar da, amatör fotoğrafçıları olayın içine daha çok çekmeyi amaçlıyordu. 1931 yılında Foto Süreyya’nın açtığı müsabakanın konusu "Türkiye sahillerindeki memleketler için havada deniz menzaresi, dahili memleketler için orman ve dağ menzarelerine ait fotoğraf" olarak belirlenmişti. Büyük para mükafatı 10 liraydı. Aynı günlerde Kodak da kendi malzemelerini kullanarak basılmış fotoğraflar arasında bir yarışma düzenledi. Bu yarışmaya katılan fotoğraflar altı sınıfta değerlendirilecekti: Çocuk resimleri, manzara, oyun-spor, tabii ve san’at resimleri, eşhas (kişiler) resimleri, hayvanat resimleri. Mükafatlar ise 10 liradan başlamakta 250 liraya kadar çıkmaktaydı.

 

Foto-Magazin dergisi, tanınmış yazarlara fotoğrafla ilgili makaleler de yazdırıyordu. Peyami Safa’nın "Fotoğraf ve Resim" ve Nurullah Ataç "Fotoğraf Albümü" gibi. "Fotoğraf Dersleri" köşesinde ise Namık Görgüç yazıyordu. Okuyuculara bazı teknik bilgiler vermenin yanısıra, yollanan amatör fotoğraflar ayrıntılı olarak eleştiriliyor, doğru fotoğraf çekmenin alfabesi aktarılmaya çalışılıyordu. Bazı yazılar tek bir konu üzerinde yoğunlaşıyordu. 1938 tarihli dergilerdeki yazıların başlıkları da bunu gösteriyor: "Mevzu nasıl seçilir?", "Küçük negatiflerin agrandismanı," "Fotoğrafide beş esas."

 

Fotoğrafçılık merakı daha geniş kesimlere yayılınca başka dergiler de konuya gereken ilgiyi göstermekte gecikmediler. Yedigün dergisi Namık Görgüç’ü transfer ederek "Fotoğraf Köşesi"nin başına oturttu. Görgüç’ün Yedigün dergisindeki ilk yazısı, amatör fotoğrafçılığın geldiği noktayı şöyle özetliyordu:

 

Eski bir alaminüt fotoğrafçı. Modeli küçük bir çocuk ve kaniş köpeğiyle, bir başka fotoğrafçıya poz veriyorlar.

"Bugünün medeniyetinde fotoğraf makinesi, cebinizdeki saat, mendil veyahut kalem kadar zarurî ihtiyaçlar arasına girmiş bulunmaktadır. Filhakika, ilk senelerinde, bu iş öyle dağdağalı bir mahiyetteydi ki, meselâ evinizden çıkıp, yarım kilometre ilerideki şehir dışından bir peyzaj yapmak için iki, hattâ üç kişilik bir ‘heyeti seferiye’ tahrik etmek mecburiyetinde idiniz. Fotoğraf çekeceğiniz mevkiin münasip bir yerinde küçük portatif karanlık odanız kurulacak, dışarıda makineniz manzaraya karşı hazırlanırken, siz bu siyah çadırın içinde, taze taze plâk dökecek, bunu hamil olan şaşinizle çıkıp, heybetli  makinenizin kocaman bir Monoki edasile kıpırdamadan bakan iri objektifinden, mükellef bir poz verecektiniz."

Namık Görgüç bir zamanlar fotoğraf çekmenin ne denli zor olduğunu uzun uzadıya anlattıktan sonra, geliyor o günün koşullarına:

"Halbuki, bugünün fotoğraf makine, hayır mitralyözleri, bir buçuk metrelik bir şerit parçası üzerine, iki dakikada, kırk tane prizi sıralayıverecek kadar pratik, bir sigara paketinin sığabileceği her cepte rahatça ikamet edebilecek kadar da minyon bir hale geldi."

 

Amatör fotoğrafçılığın yaygınlaşmasında Halkevleri’nin de önemli rolü olmuştur. Halkevleri faaliyetleri arasına fotoğrafçılığı da almış, her yılın şubat ayında halkevlerinde fotoğraf sergileri açılmıştır. Çeşitli

halkevlerinden gelen en iyi fotoğraflar Ankara’ya gönderilir, burada değerlendirilir ve ödül verilirdi. Konuyu inceleyen Seyit Ali Ak’ın yazdığına göre,"1940 yılında düzenlenen Halkevleri arası amatör resim ve

fotoğraf sergisine 46 Halkevi yapıt yollamıştır."

 

1950’li yıllara yaklaştığımızda, amatör fotoğrafçılık o denli yaygınlaşmıştı ki, Foto Dergisi’nin yayınladığı ‘Foto-Cep Kitapları’ dizisi 24 kitaplık bir toplam oluşturuyordu. Bu kitapların adını sıralamak, olayın vardığı boyutu da gösterecektir:

 

Okul ve Fotografi/ Gecede Binbir Güzellik/ Manzara Fotoğrafçılığı/ Sun’i Işık (İçerde)/ Gözden Kaçan Güzellikler/ Fotomontaj ve Amatör/ Foto Yoluyla Çizgi ve Tarama/ Sun’i Işık (Dışarda)/ Kış ve Spor/ Mikroskop ve Fotografi/ Siluet ve Gölge/ Foto Reçeteleri 1 ve 2/ Halk ve Fotografi/ Şundan Bundan/Bakmak ve Görmek/ Foto ile Hayvan Avı/ Bahar/ Yaz/ Güz/ Kış/ Foto Hiyleleri /Mimarlık ve Fotografi.

 

Bugünün dijital teknolojisi, telefonlarla bütünleşmiş fotoğraf makineleri, bilgisayar yazıcılarıyla çoğalttığımız görüntüler ise bu tarihçenin doğal bir evrimi değil sanki. Eskiyi görünce, şimdi bir bilim-kurgu öyküsü yaşar gibi olduğumuzu düşünmeden yapamıyorum. Fotoğraf albümlerinin da yavaş yavaş tarihe gömüldüğünü görmek mümkün. CD’lere aktarılan görüntüler, bilgisayar ekranlarında seyredilebiliyor yalnızca. Fotoğraf albümleri giderek sadece eski öykülerde kalan bir anı olacak. Yazık olacak.

İlk Türkiye güzeli (1929) Feriha Tevfik’in Kanzler Stüdyosu’nda çektirdiği fotoğraf.

 

Nurullah Ataç: "Fotoğraf Albümü"

"Fotoğraf albümü. Hani şu beyaz kalan kağıttan yapılıp hafif sarılaşmış albümler vardır; işte onlardan biri. İçindeki kırmızımtrak ‘glase’ fotoğraflar da hayli solmuş, hayli uçmuştur. Adeta bir rüya halini almıştır. Hatıralara solukluk, o uçukluk ne kadar da yaraşır! Akşam, masanın başına çocuğu ile beraber oturup fotoğraf albümünü karıştırırken: “İşte ninen, işte deden. Sen ona ne kadar benzersin? Bu da halandı, seni görse kim bilir ne kadar severdi? Bu da ben; bak elimde çantamla, sefer tasımla mektepten geliyorum? Ya, ben de bir çocuktum. Çok mu değişmişim? Bana daha dün gibi geliyor. Annen de mi çok değişmiş? Sen de değişeceksin. Bak bebeklik resimlerine, şimdi böyle misin?” diyen babanın hali, kıskanılacak şey değil midir? Çocuk o rüya rengi resimlere bakarken yavaş yavaş uyur; baba, içinde bütün o eski âlem canlanır, hüzünle zevkin birbirinden ayrılmaz bir suretle birleştikleri bir haz bütün ruhu kavrar. Mazi ile hal birleşivermiş, en acılı, en esrarengiz rüya, uyanıkken görülen rüya başlamıştır. Fotoğraf albümü yılları birbirine karıştıran, gönlümüzde büsbütün sandığımız hisleri şiddetle uyandırıveren bir büyücüdür." Foto Magazin, Temmuz 1938

 

Anneleri hedef alan kampanya:

 

1940’lı yılların başında Kodak kadın dergilerini kullanarak annelerin de fotoğraf çekebileceklerini hatırlattı. İlanların altındaki "Kodak (Egypt)" ibaresi sizi şaşırtmasın. Kodak’ın Ortadoğu temsilciliği Mısır’dadır. İstanbul’da ise şubesi (branch) bulunmaktadır.

 

(İstanbul Life Kasım 2003'de yayınlandı).

 

(Fotoğrafları büyük görüntülemek için tıklatınız.)