'Big band'in vize ücreti 2200 dolar'

-
Aa
+
a
a
a

Şerif Erol:İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Genel Müdürü Görgün Taner’le birlikteyiz. Hoşgeldin.

 

Görgün Taner: Hoşbuldum. Yabancı bir yere gelmedim.

 

ŞE: Açık Şemsiyesi’nin biraz berisinde.

 

GT: Biraz erken geldim.

 

ŞE:Uluslararası İstanbul Caz Festivali (UİCF) 4 Temmuz’da başlıyor 20 Temmuz’a kadar devam edecek. Malia da gelenler arasında değil mi?

 

Esma Sultan

GT: Evet, Malia’yı da Esma Sultan’da dinleyeceğiz, 9 Temmuz’da Ortaköy’de Esma Sultan’da bizimle beraber olacak. Esma Sultan’daki konserlerin de ayrı bir büyüsü oluyor ne yalan söyleyeyim, Boğaz’ın ortasında, bir tarihi yapının yanında bir konser izlemek... Konserler biliyorsun, müzikle beraber atmosferle, içinde bulunulan mekânla örtüşüyor ve bir bütün oluşturuyor. Bu güzel müzikle o güzel atmosfer bir araya gelince tadına doyulmayacak.

ŞE: Hangi mekânlar var, yeni mekânlar var mı? Nasıl bir dağılım olacak? 

 

GT: Çok var bu sene. Bildiğin mekânlardan Açık Hava Tiyatrosu, sanki biraz da karargâh gibi oldu İstanbul Caz Festivali’nin ve diğer caz konserlerinin. Tabii ki şehrin göbeğinde 4 bin kişilik bir anfitiyatro gerçekten de güzel, biraz bakımsız olsa bile bu mekânı kullanmadan biz de edemiyoruz. Cemal Reşit Rey konser salonu var, içeride ve daha dingin müzikler için, orada ise Hüseyin Sermet’in özel projesi var, Bred Mehldau var, Esbjörn Svensson var, Gianluigi Trovesi var. Esma Sultan’dan biraz önce bahsetmiştik, Park Orman var, bu da bildiğimiz mekânlardan.

 

Bilmediklerimizden bahsedelim, mesela enteresan bir yer var, İstanbul Kültür ve Kongre Merkezi var, neresi orası diyeceksin; Ayazağa’da. Biliyorsun 1990’lı yılların ortalarında inşaatına başlanan çok büyük bir kültür kompleksi, inşaatı ne yazık ki 2 sene önce durdu, bu yakınlarda yeniden hayata geçmesi olasılığı çok yüksek, biz de hem biraz buranın tanıtımı hem de bir ‘caz pazarı’ -6 Temmuz Pazar günü olacak- hem de yurt dışındaki caz festivallerinde de böyle çoluklu, çocuklu, nasıl derler aile eğlencesi dedikleri tarzda festivaller düzenlenir, festival günleri düzenlenir, onlardan bir tane örnek yapalım dedik. Bu bir gündüz etkinliği, 12’de başlayacak, 9’da bitecek.

 

ŞE: Bir Pazar günü 12.00’den 21:00’e kadar öyle mi?

 

GT: Evet. Dört değişik grup art arda sırayla sahne alacaklar, New Orleans’tan getirdiğimiz bir marching band var, Türkiye’den yürüyen bandolar var. Bunun yanı sıra Ozomatli, Rebel Moves gibi gruplar, Los de Abajo gibi geçtiğimiz seneden çok izleyicinin ilgisini çeken latin gruplar var. Çocuklar için köşeler var, büyükler için köşeler var, çok güzel bir Pazar günü geçecek.

 

ŞE: 6 Temmuz’da bir piknik havasında da öyle mi?

 

GT: Evet tabii. Kültür ve Kongre Merkezi 66 bin metrekareye yayılmış durumda, büyük kongre binası şu anda kaba inşaatı bitmiş durumda, bundan 100-120 sene önce inşa edilen büyük bir havuzun olduğu yerde, ağaçların altında gerçekleştireceğiz biz bu konseri. Çinili Köşk’e sırtını dayayan da bir sahne kuruyoruz. Biliyorsun 3 tane de tarihi bina var, Süvari Köşkü, Ayazağa Köşkü, Çinili Köşk bu 66 bin metrekarenin içinde.

 

Bir de hareketli bir mekânımız var; ‘Caz Vapuru’. Ondan sonraki Pazar günü, ayın 13’ünde saat 11.00’de kalkacak ve saat 5.00 sularında tekrar geri dönecek. Buradan hoplaya, zıplaya Anadolu Kavağı’na kadar yine yürüyen bandolar bu sefer geminin içinde fazla yürüyemeyecekleri için duran bando şekline dönüşecekler. Ön güverte, arka güverte, vapurun her yerinde onlar durdukları zaman teypten müzik olacak. Anadolu Kavağı’nda yine bandolar etrafı şenliğe boğacaklar ve birer yemek yiyip her beraber eğleneceğiz ve döneceğiz.

 

Caz Boğaz’da

 

ŞE: Bu sene Kültür ve Kongre Merkezi’yle tanışacak İstanbul dinleyicisi, onun arkasından Caz Vapuru yeni mekânlardan, yeni bir uygulama olarak öne çıkıyor. Daha önce var mıydı Caz Vapuru?

 

GT: Geçtiğimiz sene yaptık bunun birincisini, yine Anadolu Kavağı’na gittik geldik, bu sene aslında Adalar’a gitme, Rumeli Kavağı’na gitme projelerimiz de vardı, ama etkinlik sayımızı göz önüne aldık, çünkü daha da bitmedi, daha Nardis (Kuledibi) var, Cazkent’te genç caz konserleri adı altında paneller, söyleşiler derken İstanbul’da kullanmadığımız mekân bırakmadığımız için sadece bir tane Caz Vapuru ile iktifa ettik. Bu vapurlar, daha doğrusu deniz ulaşımı İstanbul’da çok kullanılan bir şey değil, bomboş duruyor neredeyse Boğaz; tabii bomboş derken biraz tırnak içinde, aslında pek de bomboş durmuyor, ama bizlerin yararlanması, bizlerin daha çok orayı sadece ulaşım, karşıdan karşıya geçmek olarak görmeyip aynı zamanda üzerinde yaşama ve yaşama pratiğini, hem de birarada yaşama pratiğini geliştirici etkinliklerle zenginleştirmeyi, vapurların da, deniz taşıtlarının da bildiğimiz anlamlar dışında başka nasıl kullanılabileceğinin bir örneği diye düşündük, onun için bu projeyi yaptık. Bu sene bir tane var, önümüzdeki sene inşallah iki tane olur.

 

ŞE: Atölye çalışmaları gibi etkinlikler var mı?

 

GT: Çeşitli paneller var, Hüseyin Sermet’in paneli var, Esbjörn Svensson’un söyleşisi var, Gianluigi Trovesi’nin workshop’u var, bunlar Osmanlı Bankası Karaköy’deki müzesinde olacak, çünkü festivalin sponsoru Garanti Bankası. Bunun yanı sıra ‘Genç Caz Konserleri’ adı altında bir seri düzenledik, bu serinin içerisinde altı tane genç müzisyen, İstanbul’un çeşitli kafelerinde gündüz ve akşamüstü birden sürpriz bir şekilde orada, kafede oturanlarla beraber müzik icra edecekler.

 

ŞE: Çok ilginç.

 

GT: Tabii bu yaş grubu 17-22 civarında gençlere bir platform olsun, hem onların tanıtımı, hem de onları teşvik edici olsun diye düşündük. Sağolsun Emirates Havayolları bizi bu konuda çok destekledi; bir ‘Genç Caz’ serisi yaratmamıza imkân sağladı. Cazkenti var, burada da az önce bahsettiğim yürüyen bandolardan bu sene 3-4 tane olacak, birden bire Avrupa veya Asya yakasında hop diye karşımıza çıkacak. Bağdat Caddesi olsun, Ortaköy olsun, İstanbul’un çeşitli mekânlarında böyle küçük sürprizler düzenledik.

 

ŞE: Bunlar bir de işin sürpriz tarafı. Peki, bütün bu anlattıklarına bakınca UİCF’nin dünya çapında bir festival olduğunu artık söyleyebiliriz, değil mi?

 

GT: Tabii, UİCF, Avrupa Caz Festivalleri Birliği’ne üyeydi, ‘üyeydi’ diyorum çünkü birliğin adı geçtiğimiz seneden itibaren Dünya Caz Festivalleri Birliği olarak değişti. Buraya 12 festival üye, en önde gelen festivalleri biliyorsun North Sea Porry, Montreaux... Onlarla beraber senede 4 defa aynı masa etrafında hem “Bu festivaller nereye gidiyor?” gibi sektörel dertleri konuşuyoruz, hem de sanatsal açıdan “Festivaller neler yapıyor?”u... Fikir alışverişinde bulunarak eğitici bir ortam olarak kullanılıyor. Onlar deneyimlerini bize aktarıyorlar, biz kendi deneyimlerimizi onlarla paylaşıyoruz, çünkü dünyanın yörelerinde festivallerin yapılış şekilleri ve festivallerin izleyici kitleleri birbirinden farklı. Kimisi tabii iklim koşulları yüzünden gerçekleşiyor, kimisi kenti, mesela Montreal festivali kentin ortasını kapatıp 1,5 milyon insanla beraber, hep beraber büyük bir coşku içinde bunu yapabiliyor. Biz de o günleri özlemiyor değiliz, bir gün Taksim meydanını şöyle kapatıp orada  
büyük bir caz festivali veya herhangi bir müzik festivali yapabilmeyi umut ediyoruz.

 

ŞE: Çok uzak bir ihtimal gibi mi görünüyor?

 

GT: Yoo hiç değil, bu dünyada birbirinden etkilenme ve bu kültürlerin birbirlerine olan toleransları giderek arttıkça birarada yaşama pratiği de daha geliştikçe olmayacak bir şey değil.

 

ŞE: İstanbul’un da kültür başkentleri arasında rahatlıkla sayılabileceğini düşündükten sonra...

 

GT: Ki 2007’de İstanbul, Avrupa kültür başkenti olmaya da aday bir kent, çok da yakışır.

 

ŞE: Kesinlikle. Peki seni dinlerken biraz önce Garanti Bankası’ndan, Emirates’den bahsettik, bu sponsorluklar önemli. Bunlar aklıma; Ahmet Erenli ile konuşurken klasik müzik festivali ile ilgili olarak bütçeden bahsetmişti, mesela “Herhangi bir grup, solist hiç para almasa, getirip götürmek 50 bin dolar civarında” gibi bir şeyden bahsetmişti. Bu caz festivalinin bütçesi ile ilgili bize biraz bilgi verir misin?

 

Akdeniz’in doğusunda caz kuraklığı

 

GT: UİCF’nin 1.1 milyon dolar civarında bir bütçesi var, zaten Türkiye’ye gelip giden sanatçılara, bunların kalibresine ve yaptığımız etkinliklerin çapına bakıldığı zaman bu bütçenin ne anlama geldiği hemen anlaşılabiliyor ama, ben yine de biraz daha detay bilgi vereyim. Biliyorsun bütün bu etkinlikleri gerçekleştirmek için belirli bir altyapı gerekiyor, çalışanları, tanıtımı, ses ve ışığı, bütün mekânın kiralanması, burada yapılan baskı maliyetleri, sanatçılara ödenen vize ücretleri bile... Size çok küçük bir örnek vereyim: Türkiye’ye gelen herhangi bir Amerikan vatandaşı 100 dolar vize ücreti ödüyor. Bu, özellikle caz sanatçılarının Amerika’dan geldiği düşünüldüğünde, 22 kişilik bir big band getirdiğinde 2200 dolarlık sadece vize ücreti olarak ödenen bir maliyet ortaya çıkıyor.

Tabii Türkiye’nin konumu itibariyle, bizim biraz daha uzağında, doğusunda kalan bir kent oluşumuzdan da kaynaklanıyor. Yazın uçak fiyatları inanılmaz derecede artıyor, o sıcak sezon yüzünden artıyor. Bir de tabii turne programlarını yaparken bu sanatçılar ve gruplar özellikle Temmuz ayında herkesin, Avrupa’nın çeşitli yörelerinde birçok festival var, bu festivaller bu grupları elde edebilmek için yüksek teklifler veriyorlar, biz da aynı şekilde onlarla karşılıklı, birebir çarpışıyoruz.

 

Son iki senedir İsrail’de Tel Aviv’de herhangi bir konser, vs. tarzı hiçbir etkinlik yapılmıyor, Yunanistan’da Atina’da da bu sayı oldukça düştü, bu nedenle Temmuz ve Haziran aylarında Akdeniz’in doğusunda bir tek İstanbul’da böyle bir etkinlik var. Bu da şu anlama geliyor, Almanya’nın içerisinde Berlin, Münih, Hamburg, vs. turne yapan bir sanatçı uçağa biniyor İstanbul’a geliyor, konserini yapıyor, tekrar uçağa biniyor bu sefer Fransa’ya dönüyor. Bu onlar için 3 gün anlamına geliyor, halbuki Almanya’dan hemen Fransa’ya geçip ertesi gün orada bir konser yapabilecekken kendi açılarından bir mali kayıp anlamına geliyor. Bütün bunları üst üste koyduğun zaman bunlar maliyetleri son derece arttırıyorlar ve buradan bize hep “bilet fiyatları pahalı, bilet fiyatları pahalı!” tartışmasına geliyoruz.

 

ŞE: Çok doğru.

 

GT: Bu tabii bardağın içindeki su gibi, ne tarafından baktığına bağlı. Biz işin biraz bu tarafındayız ve maliyetler açısından bakabiliyoruz, biliyorsun İKSV kâr amacı güden bir kuruluş değil, biz tiyatro festivali, Bienal ve biraz sonra belki konuşabileceğiz, çocuk festivali tarzında etkinlikler düzenliyoruz, düzenleyeceğiz. Bu tip etkinlikleri düzenleyebilmek çok kolay değil, her zaman da bütçede sıfıra sıfır denk bütçelerle çalışıyor olmamız lazım. Burada da sponsorlara neden iş düşüyor, çünkü bütçemizin %70’i oradan gelen gelirle karşılanıyor, %22-23 civarında da bilet geliri katkısı var. Şöyle bir küçük hesap ettiğinizde bile zaten, salona bir bakıp “buradakiler kaç lira vermiş, bu kadar tutar” dediğinizde bile oradaki sanatçının ve oraya harcanan paranın karşılığının o olmadığını hemen çıkartabilirsiniz.

 

ŞE: Peki sponsorların ilgisi nasıl? Aslında bu bir İstanbul festivali değil, bir Türkiye festivali.

 

GT: Evet aslında biraz öyle de olmaya başladı, çünkü İKSV’nin başarısı 31 senelik bir kurum oluşundan, elindeki bilgi, görgü, deneyimden de kaynaklanıyor. Kullanmak istemesek de o meşhur tabirle elimizde çok yüklü bir know-how var. Bu nedenle de biz sponsorlarla ilişki kurarken çok da büyük zorluk çekmiyoruz, çünkü yaptıklarımız ve de gerçekleştirdiğimiz festivaller birer referans oluşturuyor, 31 senelik kurum oluşumuz referans oluşturuyor.

Ama şu engel önümüze her zaman çıkıyor, sen de bilirsin eski devlet dairelerinde “yangından ilk kurtarılacaktır” yazar büyük evrak dolaplarının üzerinde, kültür sanat alanına büyük şirketlerin bütçelerinden ayırdıkları pay da aynı şekilde kriz döneminde bütçeden ilk atılacaklar listesinin içerisinde. Hem o açıdan bakmak lazım, profesyonel olarak ne aldık, ne verdik? Karşılıklı bir kazanç oyunu, kültür ve sanata yapılan yatırım. İkincisi de bir toplumsal sorumluluk yönü var ki bunun altını kırmızı kalemle çizmek lazım.

 

Eylül’de “büyük rock festivali”

 

Marcus Miller  

ŞE: Marcus Miller de UİCF’de dinleyeceğimiz sanatçılardan bir tanesi, daha önce de 2-3 defa gelmişti, genellikle biliyorsunuz Miles Davis’in son dönemine damgasını vuran, Miles’ın yanında büyüyüp ‘boynuz kulağı geçer’ misali, tabii Miles’i pek kolay kimse geçemez ama böyle tanımlanan bir şahsiyet.

 

ŞE: Az önce konuşurken bir çocuk festivali dedik, bununla beraber festivaller çeşitleniyor mu diye sorayım, çünkü çok sorulan rock festivali de vardır, var mı hazırlıklar, nedir?

 

GT: Hazırlıklar var, Eylül ayında çok büyük bir rock festivali olacak, bunun açıklamasını 2 Temmuz’da yapacağız. Gerçekten Türkiye’de şimdiye kadar yapılmamış derecede büyük bir rock festivali olacak. Bunlar hep

Woodstock’la karşılaştırılır, ama biz bu karşılaştırmayı yapmak istemiyoruz, çünkü o biliyorsun 1968’li yılların biraz da simgesiydi. Woodstock gibi değil ama büyük bir rock festivali, geniş yelpazeli bir rock festivali, derler ya “7’den 70’e”, öyle bir festival gelecek Eylül ayında.

 

Aynı ayda yine biliyorsunuz iki senede bir gerçekleştirdiğimiz Bienal var. Ekim ayına hemen atlıyoruz, aylar hep dolu bizde, geçen sene birincisini yaptığımız ‘Film Ekimi’nin bu sene ikincisi yapılacak, bir de 2-4 Ekim tarihlerinde bir çocuk festivali yapılacak Park Orman’da. Bununla ilgili basın açıklamamız, programın içeriği ve nasıl bir şey olacağına dair bilgileri de bir ay içinde duyuracağız.

Bu senenin etkinlikleri bunlar, daha sonra bu sene Mart ayında yaptığımız Compact Caz’ın benzeri bir etkinliği yine gerçekleştirmeyi düşünüyoruz; Ekim sonunda veya Kasım ayında. Bir de klasik müzik severler için Aralık ayına bir sürpriz sakladık. Yapabilirsek Aralık’ta, olmazsa önümüzdeki senenin Mart ayına veya Eylül ayına aktardığımız bir ‘Erken Müzik Dönemi Şenliği’ yapacağız, ondan sonra da elektronik müzik festivali ve film festivali ile yine bu döngü devam edecek.

 

ŞE: Erken Dönem Müzik Festivali?

 

GT: Bu 1300-1400’lü yılların müziklerini konu alan bir küçük festivalcik planlıyoruz. Şu anda daha çalışma aşamasındayız. Aralık ayında yapmayı planlıyoruz ama dediğim gibi Aralık ayına yetiştirememe durumumuz da var. Eğer olmazsa önümüzdeki senenin ya Mart ayında ya da Eylül ayında böyle bir şey düşünüyoruz.

 

ŞE: Bu harika haber, rock festivali, çocuk festivali, erken dönem müzik festivali... Peki çocuk festivali her yaştan çocuklara mı, yoksa...?

 

Park Orman

GT: Tabii, 7’ten 70’e... Aslında biraz genel tanım oluyor, 7-12 yaş grubu arasındaki çocukları hedefliyoruz. Çünkü bu bilinen çocuk festivallerinden, gerçekleştirilenlerinden biraz daha farklı olacak, tahmin edersin biz yaptığımız için kültür, sanat ve eğitim ağırlıklı bir festival olacak. Çok çeşitli sanat dallarında atölyeler, çalışma grupları, sanat grupları ve bu sırada tabii ki çocuklar için eğlence unutulmayacak. 3 gün boyunca çeşitli ilkokulları Park Orman’da görebileceğiz. Yaklaşık 10-15 bin civarında çocuk da 3 gün boyunca bu etkinliklerde yer alacaklar, sanat ve kültürle birazcık daha içiçe olacaklar, tanışacaklar.

 

Radiohead yerine Simply Red

 

ŞE: Son olarak, bu caz festivali programını almadan önce aklıma takılmıştı; organizasyon devam ederken Irak savaşı patlak verdi, bunun gelmesi planlanan sanatçılar üzerinde bir olumsuz etkisi oldu mu, bu konuda bir sıkıntı yaşandı mı?

 

GT: Oldu; iki etkisi oldu, birincisi planlama aşamasında ve tabii güneye, Balkanlar’dan aşağıya inecek konser yapacak gruplar, biraz önce anlattığım nedenle Yunanistan ve İsrail’de çok da fazla konser olmuyor, bir tek Türkiye’ye gelecekler. Hem maliyetleri göz önüne aldılar hem de biraz “yahu, zaten aşağıda savaş var” diye çok fazla da gelmek istemediler. Bu aşamadan sonra görüşmeyi sürdürdüğümüz sanatçılardan önemli bir kısmını yakaladık, ama mesela iki tane top olacaktı, ki bir tanesi REM öbürü de Radiohead, ikisini aynı anda yapabilecek bir bütçeye sahip değiliz, bunlardan bir tanesini yapabilecektik, olmadı. O sırada görüştüğümüz Simply Red’le ise anlaşmayı imzaladık, onlar açılış konseri olarak 4 Temmuz’da Açık Hava’da sahne alacaklar.

 

ŞE: İstanbul biraz riskli bulundu öyle mi?

 

GT: Daha doğrusu bu ajanslar ve menajerlerin biraz da maliyet hesapları diyelim, gruplar her ne kadar İstanbul’u riskli bulmasalar da eninde sonunda sigorta primlerindeki yüksek ücret, bunların buraya bütün malzemelerini getirecek oluşları, onların maliyetinin sigorta primlerinin artışı yüzünden katlanması gibi nedenlerden ötürü tabii fiyatlar bazen altından kalkılamayacak noktaya geliyor, o da bizi etkiliyor. Yani sanatçılar “Tabii ki, biz geliriz İstanbul’a, ne olacak?” dese bile 60-70 bin dolara mal edebileceğiniz bir grup birdenbire 100-120 bin dolarlara çıkabiliyor. Bütün bu dengeleri göz önüne alarak 4 Temmuz’da Simply Red’le açacağımız bir caz festivali programı oluşturduk.

 Jane Birkin

ŞE: Çok geniş bir katılım var bütün programlardan da görebildiğimiz kadarıyla. Senin seçimin nasıl?

 

GT: Ne derler, bu tip olaylarda hep “yahu, konser biletleri bitmiş grupları aman söylemeyelim” dedim ama tabii ki her ne kadar biletleri bitse de Simply Red’e ben gideceğim, çünkü şahsen çok da severim grubu. Jane Birkin’i defalarca programda da çaldık, çok değişik bir proje, ona muhakkak gideceğim, Ornette Coleman ve Marcus Miller konserlerine gideceğim. Ornette Coleman’ın 70. yılı, bir daha görme şansımız olur, olmaz, ben bilmiyorum, o nedenle o konseri de izleyeceğim. Bir de çok sevdiğim için Esbjörn Svensson ve Bred Mehldau konserlerine gideceğim.

ŞE: Çok teşekkür ederiz. 

(24 Haziran 2003 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)