"Barışçıl Enerji Şimdi!"

-
Aa
+
a
a
a

Greenpeace Turkiye: www.greenpeace.org/turkey

 

Ömer Madra: Greenpeace Akdeniz Bölge Ofisi Genel Direktörü Ahmet Bektaş ve Açık Radyo’da yayınlanan “Yeşilin Rengi” programının yapımcısı Melda Keskin’le beraberiz. Hoşgeldiniz. Gemi ile girmemiz gerekiyor, gemi Türkiye sularına girdi mi?

 

Ahmet Bektaş: Bugün girecek, dün çıktı, yolundadır.

 

ÖM: Sloganı “Barışçıl Enerji Şimdi!’

 

Melda Keskin: Yenilenebilir enerjiyi yeni bir boyutuyla ele almakta tur ve barış konusu da var işin içinde ama onu belki biraz daha sonra açarız.

 

ÖM: “Enerji Devrim Turu” diye de adlandırılıyor, neden?

 

AB: Şu anda dünyanın kullandığı enerjiyi değiştirme zamanı geldi ve bugüne bakarsak her yerde görüyoruz, tam zamanı geldi, onların yükselmesi lazım.

 

ÖM: Bugün zaten zihniyette bir dönüşümün ipuçları diyebileceğimiz bir takım haberler de okumuştuk. Bugüne öyle girdik, iyi de giriş oldu. ABD’de Greenpeace’in aralarında bulunduğu 2 kuruluş ve 4 şehir, Amerika’nın çok kuvvetli hükümet kuruluşlarına karşı Exim Bank (Amerikan İthalat-İhracat Bankası) ve OPIC (Denizaşırı Özel Yatırım Kurumu).

dava açma hakkını kazandılar.

 

MK: OPIC, denizaşırı yatırımları destekliyor, Amerikan şirketlerinin dünyanın değişik yerlerinde yaptığı yatırımları destekliyor.

 

ÖM: Birazcık uluslararası hukuk mürekkebi yalamışlığımın verdiği güvenle söyleyebilirim, devrimci ve radikal bir nitelik taşıyor, çünkü ABD’nin hükümet kuruluşlarının denizaşırı yaptığı bir takım tesisler, küresel ısınma dolayısıyla, Amerika’nın kendisine de zarar vereceği için, hukuki bir mesele olarak dava açılması, uluslararası hukukta ve genel olarak hukukta kabul gören bir anlayış değildi, o açıdan çok değişik ve önemli bir değişim. Bundan sonra nereye gider, o ayrıca tartışılır. Bu gemi güneş enerjisi ile mi çalışıyor? Geminin adı nedir?

 

MK: Geminin adı ‘Anna’, aslında bir nehir teknesi ve yelkenli sonuçta. Tabii tümüyle güneş enerjisiyle giden bir yapısı yok, ama üzerinde güneş panelleri var, çeşitli güç kaynağı olarak hizmet verebiliyor. Zaten gemi bir bilinçlendirme aracı olarak bir çok limanda mola vererek buraya geliyor ve bundan sonra da o şekilde devam edecek. Kıyıda birçok insan gelip onu ziyaret ediyor. Bir sergi var, sergiyi geziyorlar, iklim değişikliği etkilerini ve çözümlerini görmek üzere. Güneş panelleri ile çok çeşitli aktiviteler yapılıyor, bir tanesini birlikte yapacağız.

 

ÖM: Bu Cumartesi günü (27 Ağustos) Açık Deniz programında gerçekleştireceğiz, bunu da şimdiden burada duyurmakta fayda var.

 

MK: 1 saat güneş enerjili bir yayın yapacağız.

 

ÖM: Açık Radyo canlı yayınını tamamen güneş enerjisinden alarak gerçekleştirecek. Aslında bu bir ilk değil, beraber yapmıştık yine, bu sefer Greenpeace kamyonu ile yapmıştık.

 

MK: 98’de Taksim Meydanı’nda, güneş elektriği ile radyo yayınını yapmıştık beraber, şimdi aradan epey zaman geçti, hatırlatmakta yarar var. Bu yapılabiliyor.

 

ÖM: Anna gemisi bugün Türkiye’de olacak.

 

MK: Evet gelecek fakat o küçük bir tekne ve Karadeniz koşullarından nasıl çıkacağını hep birlikte göreceğiz. Daha önce hiç bu tarafa gelmemiş, aslında 95 yaşında eski bir tekne bu, Kuzey Denizi tasarımı, geleneksel bir tasarım ve ilk defa Akdeniz’e çıkacak. Türkiye’den bir köprü gibi Akdeniz’e doğru geçiş yapacak.

ÖM: Öte yandan da, küresel iklim değişikliği ile ilgili olarak Grönland’da bir toplantı, biraz da kapalı kapılar ardında yapıldı, bir de dün okuduğumuz son derece ciddi bir haber vardı, Cornell Üniversitesi’nin araştırma grubunun yaptığı, doğal yollarla, etkileşimle artık bunun düzeltilmesinin imkânı olmadığını gördük araştırmalardan diyorlar.

 

MK: Doğa kendini onaramaz hale geldi.

 

ÖM: Bunu ilk defa çok net bir bilimsel raporla gördük, EOS (Amerikan Jeofizik Birliği) dergisinde açıklamaları vardı. Bu, bildiğimiz, düşündüğümüz, söylediğimiz bir şeydi ama ilk defa bu kesinlikle söyleniyor. Yine de tabii “hemen süratle siyasi karar alınması ve çözüm yollarının üretimesi gerekir” diyor. Bu barışçıl enerji kavramı üzerinde biraz duralım isterseniz.

 

AB: Söylediğiniz gibi her gün yeni yeni haberler çıkıyor, bir iki sene öncesini düşünürseniz, gazeteyi açınca her sene daha fazla haber görüyorsunuz iklim değişikliği ile ilgili. Bu sabah Avrupa’daki büyük seller hakkında haberler çıktı, 30 insanın öldüğünü belirtiyor, bir de bir kaç hafta önce Sibirya’nın buzlu bölgelerinin eridiğini anlatan haberler çıkıyordu. Böyle günlere geldik.

 

MK: Eskiden haber çıkması çok zordu, hatırlarsanız 90’lı yılların ortasında Küresel İklim Koalisyonu kuruldu Amerika’da. Bunun tek görevi, birincil görevi haber akışını tersine çevirmekti. Yani iklim değişiyor haberlerini piyasada göstermeyip onların tersini; “Acaba değişiyor mu? Isınıyor mu? Bu etkiler azalıyor mu?” diye bir kafa karışıklığı yaratmaktı amaç. Bu Küresel İklim Koalisyonu kulağa enteresan geliyor, sanki iklimi kurtarmak istiyorlarmış gibi, ama içine girdiğiniz zaman bunun otomotiv endüstrisinden ve kömür-petrol lobilerinden oluşan bir topluluk olduğunu ve bu tartışmayı medyada bir takım etkiler yaparak, hatta bilim insanlarına karşı tezleri savundurarak, bu alanda para harcayarak özellikle Kyoto yolunu tıkamak olduğu ortaya çıktı. Yani Bush 2001 yılında seçildikten sonra zaten bu koalisyon kendini fesh etti, amacına ulaşmıştı. Fakat yine de onlara rağmen bu yılın başında Kyoto Protokolü yürürlüğe girdi. Artık Amerika ayrıcalıklı bir şekilde dışta kalmış halde. Fakat AB olsun, Brezilya gibi Güney Amerika ülkeleri olsun bir çok ülke şu anda karbondioksiti azaltmak ve iklim değişikliğini önlemek için hızlıca adımlar atmaya başladı.

ÖM: Peki barışla bağlantısına da geçersek; “Barışçıl Enerji!” ana slogan. Nasıl ifade ediyoruz, “barışçıl enerji”den kasıt nedir?

 

AB: Biz iki açıdan bakıyoruz bu konuya, dünya acil hasta durumunda ve bu şu anda kullandığımız enerjiler dünyanın derecesini yükseltiyor. Bu enerjiler başka şekillerde de  tehlikeli; geçen 2-3 senenin içinde görüyoruz ki nükleer araştırmalar çok artıyor. Aynı zamanda görüyoruz ki nükleer silahsızlandırma anlaşmaları parça parça oldu dünyada, artık tehlikeli bir duruma geldi. Şu anda yeni nükleer yarışma günlerindeyiz. Oradan geçen bir barışçıl yol. Şimdi savaşlara neden olan enerjilerden dönmemiz lazım. Onun için barışçıl diyoruz.

 

MK: Avrupa’dan buraya geliyor turumuz, tur Mayıs ayının sonunda Polonya’da başladı. Oradaki başlık “Avrupa Enerji Devrimi” idi. Çünkü Avrupa büyük miktarda enerji tüketen ülkelerden oluşuyor, onların radikal bir biçimde temiz enerji, yenilenebilir enerjiye geçişi ile büyük bir karbondioksit azalması sağlayabilir dünya. Oradan da bize kirli teknolojiler geliyor, biz derken güney ülkelerine artık geçiyor tur. Buradan Mısır’a kadar gidecek, bütün Ortadoğu’dan Afrika’da Mısır’da, Nil Deltası’na girecek Anna. Greenpeace’in Nil’e giden ilk gemisi olacak, oradaki iklim etkilerini inceleyecek. Tabii Ortadoğu için barış çok önemli, bütün dünya için önemli ama şu anda savaşın yaşandığı bölge Ortadoğu. Temiz, yenilenebilir kaynakların dağınık olması, dünyanın bir çok ülkesinde bulunması, tekel olmaması önemli. Petrolü ve nükleer teknolojiyi bir kaç ülke elinde tutabiliyor. Bu yenilenebilir kaynakların Uğrunda ölmek ve öldürmek gerekmeyen enerjiler olması çok önemli. Ve sonsuz olmaları, adı üstünde sonsuz olan bir şey için birbirimizi öldürmemize gerek yok, ama sonlu olan nükleer yakıt olsun, kömür, petrol gibi fosil yakıtlar ve doğalgaz bitecek. Bitmeden önce doruk yapıp azalmaya başlayacak, işte o zaman herkes bugünkü savaşlardan daha fazlası ile karşılaşacak, belki dehşet içinde bir dünya tablosu görebiliriz. Bundan kurtulmanın yolu barışçıl enerji dediğimiz, rüzgâr, güneş, jeotermal enerji, herkesin toprağında bir miktar olan ve dağınık olan ve yerel ekonomileri geliştirecek olan, istihdam yaratacak olan ve çok büyük güçlerin elinde tek başına dünyayı yönetebilecek bir araç olmayan enerji kaynakları.

 

ÖM: Bununla birleşik ve paralel olarak da, sınırsız tüketim alışkanlığından vazgeçmenin önemi de vurgulanmalı, yani alternatif enerjiyi eskisi gibi tüketmeye devam ederek sürdürülebileceğimiz gibi bir yanılgıya düşmemek lazım. Belki bunun da vurgulanmasında yarar var.

 

MK: Zaten dün Greenpeace’de kendi aramızda bir toplantı yapıyorduk ve şuna karar verdik, esasında bütün yaşamımızı değiştirmekle, olumlu yönde değiştirmekle ilgili bir düşünce. Bizi ve gezegeni hasta eden alışkanlıklardan ve uygulamalardan uzaklaşıp, bizim ve gezegenin bağışıklık sistemini destekleyecek, tekrar ayağa kaldıracak yine bu temiz, barışçıl, yenilenebilir sistemler, içinde zehir üretmeyen sistemler, içinde radyoaktif tehlike olmayan sistemler, dolayısıyla da aslında bizi yeni bir yaşama götürecek, belki de yetinmeci olarak, mutluluğu maddeden değil doğadan alabileceğimiz topyekun bir değişikliğe neden olacak..

 

ÖM: Bu da bin yıllık alışkanlığın değişmesi gerektiğini ortaya koyuyor.

 

MK: Evet ama ondan önce milyonlarca yıllık bir geçmişimiz daha var.

 

ÖM: Onu düşünmek gerekiyor, yani bu tarımla beraber başladı. Özellikle bu Pasifik’teki Tuvalu gibi adalarda insanlar “çevre kirlendi, ne oluyoruz?” vs. demenin ötesinde bütün varlıklarını, atalarından gelen, binlerce yıldan beri gelen her şeyi kaybetme tehlikesindeler, Avustralya’ya ve Yeni Zelanda’ya başvuruyorlar  “bizi alın artık, yok başka çaresi” diye. Siz gördünüz mü Tuvalu’yu?

 

AB: Galiba 15 sene önceydi, eşimi tanıdıktan sonra, ben bir ülkede gönüllü olarak öğretmen olacağım diye yazılmıştım. “Hangi memleket?” diye sorduğum zaman cevabı Tuvalu’ydu. Ben de kitaplara baktım “bu memleket nerede?” diye, tam okyanusun ortasındaydı, başka memleketlerden çok uzak. Denizi çok çok büyük ama adalar da küçücük. Sanıyorum 30-35 kilometrekarelik yerler, çok az, 8 tane ada. Tuvalu ismi de bunun için konulmuş. Ben de tamam dedim, ikimiz gittik oraya, öğretmen olduk. Oranın hayatını görebildik, durumlarını görebildik, o zaman daha yeni çıkıyordu bu haberler 1989’da dünyada konuşuluyordu. O haberler çıkınca bizim talebeler de değişik adalardan gelenlerdi, onlar da hikâyelerini söylemeye başladılar, babalarından, annelerinden duydukları hikâyeleri... Onlar da kendi hayatlarında değişiklik görüyorlardı o zamanlarda. Şimdi tabii durum daha fena oldu ve bazı adalarda hayat devam edemiyor artık, sebzeler yetişmiyor. Diyoruz ki iklim değişikliğinin ilk etkisi denizin yükselmesi, ama yükselmeden önce daha fazla fırtınalar oluyor, bir de temiz su tuzlu oluyor.

 

ÖM: Evet tuzlanma oluyor.

 

AB: O tuzlanma yüzünden bitki yetişmiyor, yurt dışından sebze alma zorunda kalıyorlar, her sene, fırtına olsun olmasın...

 

MK: Med-cezir olayında suların gidip gelmesi var doğal olarak orada, ama bu arttı herhalde.

 

AB: Tabii artıyor. Bu sene ilk defa her adanın üstü suyla doluydu, o kadar yükseldi. Onun için orada şimdi hayat çok zor oluyor.

 

ÖM: Ben deniz yükselmesiyle zaten çok alçak mercan adalarını basacak diye düşünüyordum, ama sadece öyle değilmiş, adanın kendisi söz konusu. Çok kireçli tuhaf bir yapısı olan, volkanik bir toprak var, kaynayarak alttan çıkıyor tuzlu su. Mesela gün ortasında birdenbire bir küçük göl olmaya başlıyormuş ve yaşanamaz hale geliyor.

 

MK: Zaten açlık olur, sonuçta her kuşak kendi yiyeceğini yetiştirmeye alışmışsa ve şimdi yetiştiremiyorsa o demektir ki oranın ekonomisi bitti, bunu kaldıramaz, her yiyeceği dışarıdan getirmek imkânsız.

 

ÖM: Çok dokunaklı hikâyeler var. Bir kısmı terk etmeyi de reddediyormuş “ben bunu yapamam, çocuklarımı göndereceğim ama ben burada bitireceğim hayatımı kendi adamın üzerinde” diye.

 

AB: Orada nasıl bir hayat yaşadıklarını görünce o zaman daha iyi anlaşılır. Biz orada köyde yaşadık, elektrik, su yoktu, ilkeldi ama biraz rahatlarsan, Türkiye’nin köyleri gibi biraz da, rahatlarsan görüyorsun ki 3-4 saat için uğraşıyorlar bir yemek için, balık tutmak, sebze ekmek, ondan sonra günlerin çoğunda hayat kendilerine ait. O kadar mutlu insan görmedim hayatımda, özel bir kültürü var, özel bir hayat var, oradan da çıkıp değişik bir memlekette, şehirlerde yaşamak imkânsız bir şeydi. O durum beni çok kızdırıyor, çünkü biz sadece adalar için konuşmuyoruz, bir devlet için konuşuyoruz. Şimdi yaptıklarımız, dünyada olan şeyler bir devleti yok ediyor ve o devlete de kimse bir yardım vermiyor.

 

ÖM: Bir toplumu yok ediyor aslında.

 

MK: Ben size korkunç bir tanıklık anlatacağım kendi hayatımdan, Kiribas denilen bir ada devleti var, benim tanıdığım bir insan IMF’de çalışıyor yurtdışında, iklim değişikliğinden de haberi yoktu, ilginç bir şey, bu insan benim okul arkadaşım, 25 sene sonra karşılaştık mezuniyet toplantısında ve bana o insanlara nasıl ekonomik olarak para bulmayı öğrettiklerini, çünkü taşınmak zorunda kalacaklarını söyledi. Ben de “o insanların evlerini yakıp yıkanlardan niçin onlara para aktarmıyorsunuz?” diye sordum. Onun kafasında böyle bir kavram yoktu. Yani biz karbondioksit üreten, Amerika gibi bütün dünyadaki kirliliğin ¼’ünden sorumlu olan bir ülkeden, bir şekilde bu insanların haklarını sağlamak zorundayız, çünkü o insanlar kendi evlerini yıkmadılar, suya batırmadılar, sadece kömür ve petrol tüketen ülkelerin aşırı derecede tüketiminin kurbanı oldular. İşte o zaman da bu hak arama konusu, iklim davaları konusu gerçekten çok önemli oluyor. Bu arkadaşım bunları ilk kez duymuştu ve bana “duygusal bir yaklaşım” dedi. Ben de ona esas anlamsız yaklaşımın kendisinde olduğunu anlatmak zorunda kaldım.

 

ÖM: İlginç, Tuvalu’da araba da yok, tek günahları hepsi küçük motorsiklet değil de motorlu bisikletlerle geziyorlarmış ama onların atıklarıyla dünyanın geri kalanının yaptığı arasında herhangi bir kıyaslama yapılamaz ama dava açmaya başladılar, yani girişimler orada da oldu, hem kuzeyde...

 

Avi Haligua: Hatta birlikte hareket ediyorlar.

 

MK: Küçük Ada Devletleri Koalisyonu var.

 

ÖM: İnuitlerin, Eskimoların Kuzey Federasyonu da nerede dava açabileceklerini araştırıyorlar, Orta Amerika Adalet Divanı gibi kuruluşlar var ve aynı şekilde ada birlikleri de bunun hukuki olarak, bunun sorumluluğunu birilerinin taşıması gerektiğini söylüyorlar. Oldukça ilginç.

 

MK: Bence umut verici, çünkü insanlar bir yerden bir şey beklemek yerine artık kendi hayatlarını korumak için harekete geçiyorlar.

 

ÖM: Dünyanın en mutlu insanlarını toptan ortadan kaldırmak... Avustralya da kabul etmedi mesela.

 

MK: Çünkü kömür lobisi yönetiyor orayı da o yüzden. ABD nasıl petrol lobisi ile iç içeyse... Kyoto’yu engellemeye son ana kadar uğraşan ama kaybeden ülkeler.

 

AB: Bunun için bu iklim davaları çok önemli ve dün çıkan haber de çok önemli, çünkü herkes hak aramaya başladı şimdi, ama bu daha büyüyecek. Şimdi konuşuyoruz, Tuvalu’da birkaç tane ada var, ama orada 250 bin insan var. Gelecek günlerde milyonlarca insanla konuşmak gerecek ve bizim bölgede de Nil’de yaşayan insanların durumu aynı duruma gelecek. O zaman hak arayışları artacak.

 

ÖM: Bence bunu çok uzun boylu konuşmamız gerekecek, siz de buralarda olacaksınız anladığım kadarıyla, fakat, “çevre hareketi” diyelim çok genel anlamıyla, yaşama hakkı başta olmak üzere insan hakları sözleşmelerinde güvence, garanti altına alınan, uluslararası insan hakları birleşmiş oluyor günümüzde. Yani buna bir yaşama hakkı mücadelesi olarak bakılıyor. Son olarak bu gemiye biz Cumartesi günü yayında bağlanacağız, Açık Deniz programının yerini çaldık bunun için.

 

MK: Onlar çok mutlu, katılacaklar gemiye, hatta Nejat Yavaşoğulları da gelecek, bize “Güneşimden Kaç” şarkısını orada canlı olarak çalacağını düşünüyorum. Ondan biraz önce de, yarın saat 10.00’da, Kuruçeşme ile Ortaköy arasında bir basın toplantımız var, Cemiltopuzlu Parkı’nda olacak Anna. Burada da iklim değişikliği etkileri ele alınacak ve buna neyin yol açtığı ve bu konuda neler yapabileceği konuşulacak. Tabii Greenpeace’in yaklaşımı, şu anda ticari olan ve hayata geçmeye hazır olan teknolojilerin derhal devreye sokulması. Çünkü biz artık semptom gidermek, yani belirtilerle uğraşmak yerine kökünden bu enerji sisteminin değişmesini istiyoruz. Dünyada talepler zaten ortada, mesela Johannesburg zirvesinden sonra ortaya çıkan durum... Hiçbir hedef konamamıştı 10 yıl sonra Rio’dan, fakat hemen 85 ülkeye varan bir toplanma oldu ve onlar kendilerine “İstekliler Koalisyonu” adını verdiler önce. Şimdi de “Yenilenebilir Enerji Koalisyonu” adını taşıyor, sayıları da arttı. Bu ülkeler Çin’de toplanacaklar Kasım ayında, Türkiye’nin de bu topluluğun içinde hasbelkader olduğunu biliyoruz. Türkiye’deki taleplerimizden birisi orada ciddi olarak varlık göstermeleri. Türkiye’nin kendine uygun bir enerji politikası, yani başkalarının dikte etmediği, petrol ve kömür çıkarlarının oyuncağı olmayan bir politikayı edinmesini istiyoruz. Sonunda tabii bir de Kyoto meselesi var, Türkiye hâlâ Kyoto’nun tarafı değil, Kyoto’ya üye olmuş, imza atmış değil. İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması’nı 12 yıl sonra ancak onaylamış bir ülke, herhalde en sonuncu ülke olarak kaldık. 2008-2012 arasında Kyoto sona erecek, ondan sonrasını konuşmak için Türkiye’nin de acilen harekete geçmesini istiyoruz bu bölgede.

 

(26 Ağustos 2005 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)

Greenpeace Turkiye: www.greenpeace.org/turkey