Aynı Cezvenin Kahvesi

-
Aa
+
a
a
a

 

O gün pasaportta batmakta olan güneşi seyrederken şapkalı iyi giyimli yaşlı beyefendi eliyle dolu masaları işaret edip masamın diğer ucuna ilişmek için izin istedi. Güneşin akşamın pusunda yitip gitmesini sessizce izledik.

 

Ardından "Şimdi birer keyif kahvesi içmeliyiz," diyerek az şekerli iki kahve sipariş etti. Şaşkın baktığımı görünce "Sana sormadım diye şaşırma, gün gitti gelen geceyi ayık karşılamalıyız, kahvesizolmaz. Yemek öncesi acı kahve mideyi yorar acık şekerli olmalı, şekeri az

gelirse azın çaresi bulunur," dedi.

 

İzmir Levantenlerindendi. Atalarının İtalya'dan Cenova'dan geldiğini

anlattı:

 

-      Dedelerim, bir zamanlar Yahudilerin İspanya'dan kaçıp geldiği

gibi yaşayabilmek ve özgür olabilmek için gelmiş İzmir'e.

 

-      Umarım aradıklarını bulmuşlardır.

 

-      Merkezden bunca uzakta bir Roma kentine sürülmüşsen daha kim karışacak sana? Bundan büyük özgürlük olur mu? Balıkçıyı Halikarnas'a sürmeseler zor bulurdu o kitapları yazacak özgürlüğü? Biraz da bu yüzden İzmir sanatın ve özgürlüğün kentidir.

 

-      Nasıl yani? Nerede o zaman yazarları, sanatçıları, bu şehrin?

Ben göremiyorum.

 

Bir süre sessizce turuncudan kızıla dönen tanyerine baktı sonra kahveciye kahveler nerede kaldı diye bir işaret yaptı. Bana dönüp eliyle gökyüzünü gösterdi:

 

-      İnsanın olduğu her yerde sanatçı bulabilirsin ama sanatı

yaşatan yerleri arıyorsan havayı koklamalısın. Sansürün olmadığı, hoşgörünün egemen olduğu yerlerdir sanat kentleri. Baskının, jurnalciliğin en azgın dönemlerinde bile İzmir hep sanatı ve sanatçılarını sahiplenmiş, korumuştur. Denetimi zor olduğu için ülkede tuluatın bile yasaklandığı dönemde bu gördüğün limanda tiyatrolar susmamış, Türkçe olmazsa İtalyanca veya Fransızca oyunlar operetler sahnelenmiştir.

 

Kahvelerin önce kokusu sonra kendi geldi. Kızıldan mora dönen tanyerine bakarak yudumladık kahvelerimizi. Sansür konusunda İzmir'in duyarlığından pek emin olmadığımı söyleyince babasının bir anısını anlattı. 1929 Yılında Tayyare Sineması'nda Telefoncu Kız opereti sahnelenirken Suzan Lütfullah Hanım sahne alır. Oyunun ikinci perdesinde "Ben bir kokotum" şarkısını söylerken seyircilerden bir savcı yardımcısı yerinden kalkıp sahne arkasına gider. Müslüman bir Türk kadının böyle bir şarkı söyleyerek ahlaksızlık yapmakta olduğunu oyunu yasakladığını söyleyip perdeyi indirir. Operetin yazarı Muhlis Sabahattin Bey seyircilere durumu anlatıp İstanbul'da sorun çıkmadan oynamış ve sahnelenmek için izin alınmış oyunu savcı Beyin durdurmak istediğini söyler. Seyirciler duruma tepki gösterir. Aralarından avukat Muvaffak Sabri Bey savcıya oyunun gösterimini engelleyemeyeceğini, suç işlendiğini düşünüyorsa ertesi gün resmi işlem yapabileceğini söyleyerek sansüre ve keyfi uygulamaya karşı çıkar. Seyircilerin de desteği ile oyun kaldığı yerden devam eder. Bizzat babasının yaşadığı bu olayı anlatırken heyecanlanmıştı:

 

-      İzmir'e gavur demeleri boşuna değildir. Sanatı üreten insandır

ama onu yaşatan, sürdüren hoşgörüdür, özgürlüktür. O da İzmir'de fazlasıyla var. Homeros'u da sahiplenir, şair Yorgo Seferis'i de. Dario Moreno İzmir Yahudisi değil midir? Attila İlhan, Sezen Aksu daha sayayım mı?

 

-      İyi de İzmirli bunu nasıl başarıyor?

 

-  Zor değil, böyle olmak istiyorlar. "İzmir'in imbatında herkesin teri aynı zamanda kurur," derler. İzmir'in imbatı herkesi eşit serinletir ve İzmirli bunu bilir. Türklerin de "Aynı cezvede kaynayan kahveleri yudumlamak," diye çok sevdiğim benzer bir lafı vardır; içtiğimiz şu kahveler gibi.

 

Fincanını şerefe dercesine kaldırdı ve son yudumunu içip masaya bıraktı. Bir süre daha tanyerine ve yitip giden güne baktık. Güneşin çekilmesiyle ortalık serinlemiş, masalar boşalmıştı. Bizimki kahveciyi çağırıp kahvelerin ücretini öderken itiraz edecek oldum gülümseyerek "aynı cezvenin kahvesini içtik, uzatma" dedi. Ayağa kalktı, elimi sıkarken "kusura bakmayın, hep ben konuştum, peki ama siz kimsiniz?" diye sordu. "ben bir İzmirliyim, az önce adını andığınız Avukat Muvaffak Sabri büyük dayım olur" diye yanıtladım. Gülümsedi. "Çok güzel bir gün batımı oldu" dedi ve şapkasını çıkarıp eğilerek selam verdi. Ağır adımlarla rıhtımın karanlığına karışıp uzaklaştı.

 

 

Büyük dayım merhum Muvaffak Sabri Acarlar'ın anısı içindir. (Mehmet Uhri)

 

Bu anlatıda İzmir İzmir dergisinin 1996 yılı 3. sayısında Sayın Yaşar

Ürük imzası ile yayınlanan "Siz bir Kokot musunuz?" başlıklı yazıdan

yararlanılmıştır.

 

Bu anlatı İzmir Çağdaş Sanat Etkinlikleri Port İzmir2 Trienali

kapsamında 12 Ekim 2010 günü İzmir Fransız Kültür tiyatro salonunda canlı performans olarak sahnelenmiştir.