Aradığınız Kişiye Şu An Ulaşılamıyor

-
Aa
+
a
a
a

Eraslan Sağlam: Stres bileziği, aerobik yapan Barbi bebek, Prozak, 1 Dolar Viagra, telefon jetonu, güvenlik kamerası, oyuncak asker. Osmanlı Bankası Müzesi ‘Aradığınız Kişiye Şu An Ulaşılamıyor, Türkiye’de Hayat Tarzı Temsilleri 1980-2005’ başlıklı yeni sergisiyle son 25 yılda üretilen ve tüketilen hayat tarzlarını gözler önüne seriyor. 10 Mayıs - 17 Eylül 2006 tarihleri arasında izlenebilecek sergi, Türk toplumunun yaşadığı dönüşümü, hayat tarzı kavramından hareketle ele alıyor. Serginin küratörlerinden Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Açık Radyo programcılarından Yardımcı Doçent Dr. Zafer Yenal da bize bu akşam sergiyi anlatacak. Hoşgeldiniz!

 

Zafer Yenal: Hoşbulduk.

 

ES: Bu bir kitaptan esinlenerek yola çıkılan bir sergi bildiğim kadarıyla.

 

ZY: Bu, Osmanlı Bankası Müzesi’nin bize getirdiği bir fikir orijinal olarak. Rıfat Bali’nin “Tarz-ı Hayattan Life Style”a diye, yanılmıyorsam 2002 yılında yayımlanmış bir kitap etkilenerek bu tema hakkında bir sergi yapmamız talebiyle geldiler. Meltem Ahıska ve benim hoşuma gitti bu fikir, çünkü ikimizin de ilgilendiği konular bunlar, ikimiz de sosyoloji bölümündeyiz, özellikle son zamanlarda, bu mesele üzerine, hayat tarzı meselesi üzerine çok fazla yazı var, çalışma var, dolayısıyla biz bu işin içine böyle girdik.

 

ES: Aynı zamanda Sibel Asna’nın ismini de anmak gerekiyor sanırım böyle bir çalışmada.

 

ZY: Tabii ki, O da özellikle etkilenenlerden, “bu kitaptan bir sergi yapılsa ne güzel bir olur” diyenlerden.

 

ES: İsim nasıl oluştu?

 

ZY: Bu sergi çalışması sırasında çıktı aslında “Aradığınız Kişiye Şu Anda Ulaşılamıyor” başlığı. ‘Hayat tarzı’ kavramının bizde uyandırdıkları ile ilişkili. Çünkü hayat tarzları bu konudaki temsiller, bizim medyada, televizyonlarda gördüğümüz, kodlanmış bir takım iyi, güzel, Batılı, Doğulu, daha çağdaş, vs. olanı imleyen, simgeleyen, çeşitli tüketim biçimlerine, genel olarak verilen isim hayat tarzı. Fakat bunlar son derece içi boş ve bir anlamda da her an değişmeye hazır çeşitli modalar.

 

ES: Hızla tütekilip yerine başka şeyler konulan.

 

ZY: Evet, dolayısıyla istenilen, arzulanan hayat tarzına ulaşmak bir anlamda nafile de bir çaba, sürekli değişen ve içi başka şekillerde doldurulan bir biçim. 

 

ES: Bir küratör olarak, hayat tarzı ve toplumsal dönüşüm arasındaki ilişkiyi nasıl açıklıyorsunuz?

 

ZY: Çok yakından ilişkili. Bu sergide, aslında hayat tarzı değil, hayat tarzı temsilleri vardı. Özellikle şu yaşadığımız dönem, yani son 20-30 yıl içeresinde sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada hayat tarzı ve tarzları ve bu konudaki tartışmalar giderek daha merkezi bir yere oturuyor. Çünkü tüketimin çok daha görünür hale gelmesiyle ve merkezi bir yere oturmasıyla ilişkili. Hem Türkiye’de hem başka yerlerde, daha üretim üzerinden kimlikler, aidiyetler, vs. tanımlanırken, İkinci Dünya Savaşı ve sonrası dönemde, içine girilen, belki de yeni bir sermaye birikim düzeniyle birlikte, kimliklerin daha da parçalanmaya başladığını ve sınıfsal aidiyetlerin yerine, hayat tarzı gibi, daha çok tüketimle belirlenen kavramların ön plana çıktığını görüyoruz. Bu da dolayısıyla bize toplumsal dönüşüm ve hayat tarzı arasındaki ilişki konusunda bir ipucu verebilir. Bunda bir çok şey etkili oluyor, çeşitli yöntemlerle Türkiye’de olsun, İngiltere’de olsun, Amerika’da olsun, vs. devletin geriye çekilmesi, piyasanın çok daha görünür hale gelmesi, çalışan kesimin susturulması, bastırılması. Unutmayalım İngiltere’de Thatcher dönemi, Amerika’da Reagan dönemi, Türkiye’de Özal dönemi... 1980’ler ve sonrasının bugüne kadar gelen izleri ve devamı aslında.

 

ES: Tam da bu etkiyle ilgili olarak belki de en parlak dönemini yaşayan popüler kültürü nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

ZY: Popüler kültür diye bir ayrım yapmak belki de çok doğru değil. Kültürel pratiklere genel olarak bakmak ve bunun toplumsal dönüşüm üzerine etkisine bakmak belki de daha anlamlı. Çünkü neyin popüler kültür, neyin üst kültür, neyin halk kültürü, neyin alt kültürü, vs. olduğu, bütün bunlar çok tartışmalı kavramlar. Bir yandan toplumsal dönüşüm ya da yaşananların, değişenlerin nasıl dile geldiği, nasıl konuşulduğu, nasıl işaretlendiği hep bir takım kültürel semboller ve anlamlandırmalar çerçevesinde oluyor. İnsanlar bunları bu şekilde deneyimliyor ve birbirlerine anlatıyor, konuşuyor, vs. Dolayısıyla o toplumsal dönüşümün niteliğinde, kültürel pratikler anlamında  çok derin bir ilişki olduğu söylenebilir.

 

ES: Yaptığınız bu sergi ne kadar geriye gidiyor? Kâğıt üzerinde 1980’lere kadar diyebiliriz, pratikte de böyle mi?

 

ZY: Öyle aslında, yani özellikle, ilk başta dedik ki, “acaba 1950’lerden alsak getirsek...?”, fakat bir sergi çerçevesinde, ölçütlerinde çok çok geriye gitmenin çok anlamlı olamayacağını düşündük. Bir yandan da aslında bu araştırma sırasında fark ettik ki, her ne kadar 1980’ler, hatta 1990’lar çok yakın zamanlar da olsa, Türkiye o kadar çabuk tarih üreten bir ülke ki, on yıllardır neredeyse bizimle birlikte gibi görünen McDonald’s’ın Türkiye’ye gelmesi 1988.. Örneğin cep telefonları, artık kimse kendini onsuz hayal edemiyor herhalde, bunların Türkiye’ye gelmesi 1996, topu topu 10 sene öncesi. Dolayısıyla bu 20-25 yılı konu alan bir serginin bile kendi içerisinde anlamlı bir şeyler söyleyebileceğine kanaat getirdikten sonra, 1980 ve sonrası üzerine yoğunlaştık.

 

ES: 25 yıl geçti, şu anda 2006’dayız, geçmekte olan döneme ilişkin de bir şey söylüyor mu sergi, bu dönemle bir ilişkisi var mı?

 

ZY: Mutlaka, 2006’yı anlamak için mutlaka bu zamana bakmak lazım, hatta sadece 1980’ler değil, daha da geriye gitmek lazım, belki de hakikaten neyin geçmekte olduğunu, neyin değiştiğini, neyin değişmediğini anlamak için. O anlamda tarih önemli, o anlamda yakın tarihe bakmak önemli, ve bu sergide sadece bugünle, yani 2006 ya da 2005 ve sonrasıyla ilgili değil, aynı zamanda nelerin yaşandığı ve bugüne nasıl taşındığıyla da alakalı.

 

ES: Bu çalışmada yalnız değildiniz, Meltem Ahıska ve Bülent Erkmen’den de söz etmek gerekiyor. Biraz onların yaklaşımını da anlatır mısınız?

 

ZY: Meltem’le hep birlikte yaptık, konuştuk, vs. dolayısıyla bu röportajı Meltem’le yapsaydınız muhtemelen aynı olurdu. Dolayısıyla bütün bu söylediklerim üç aşağı beş yukarı herhalde Meltem’in de katılacağı şeyler. Bülent Erkmen’in de çok farklı düşündüğünü sanmıyorum, Bülent Erkmen’in kafasında, çok parçalı, birazcık renkli ve aynı zamanda da o hayat tarzı temsillerinin karmaşasını yansıtacak bir sergi vardı ki galiba öyle de oldu. Sergiyi ziyaret edenlerden anladığım kadarıyla, uyandırdığı ilk intiba bir kaos, bir karmaşa, bir kargaşa, bir gürültü, bir “oh” deyip dışarı çıkma isteği uyandırmasıydı ki hem Bülent’in hem bizim kafamızda olan da buydu zaten. Çünkü hakikaten bütün bunlar bir kakafoni aslında, herkes konuşuyor, radyolar konuşuyor, biz konuşuyoruz, televizyonlar konuşuyor, dergiler konuşuyor ve insanlara neyi nasıl yaşaması gerektiğini anlatıyorlar. Bu minvalde bir takım arzular tetikleniyor, kışkırtılıyor, ama aynı zamanda bu arzulara her zaman eşlik eden, bunlara paralel giden bir de tehditler süreci var, “aman fazla da ileri gitmeyelim”, “aman şöyle olursak sonuçta da böyle oluruz” vs. Bu kakafoniyi vermeye çalıştık sergide. Serginin biçiminde de Bülent Erkmen bunu yansıttı aslında, sergi formatıyla.

 

ES: Hazır biçim demişken, “Aradığınız Kişiye Şu An Ulaşılamıyor, Türkiye’de Hayat Tarzı Temsilleri”nde bu hayat tarzları ne tip malzemelerle temsil ediliyor?

 

ZY: Sergide aslında hayat tarzı temsilleri, yani hayat tarzlarını temsil eden bir çok şey var; bu iddiada olan gazete küpürleri var, televizyonlardan çeşitli program klipleri var, çeşitli radyolardan alınmış 1,5-2 sesler var, objeler var...

 

ES: Strez bileziği, aerobik yapan bir bebek, prozak, dolar, viagra, telefon jetonu, güvenlik kamerası, oyuncak asker gibi.

 

ZY: Evet. Hayat tarzı temsilleri ile ilgili bir çok malzemeyi bu sergide kullanmaya çalıştık birbiri ile ilişkili olarak.

 

ES: Bunları da belirli başlıklar altında topladınız. Serginin ana başlıkları neler?

 

ZY: Sergi salonuna ilk girdiğiniz zaman karşılaştığınız başlık: “Kendime Yeni Bir Ben Lazım!” Çıkarken size bir anlamda güle güle diyen başlık: “Yine Yeni Yeniden!” Aradaki başlıklar ise, “Alsak Alsak Bedavaya Ne Alsak?”, “Connecting People”, “Oha Falan Oldum”, “Zamanı Yakalayın” ve “Yabancılar Giremez”. Bunlar serginin başlıkları.

 

ES: Sergiyi Osmanlı Bankası Müzesi’nde 17 Eylül’e kadar gezebilir dinleyicilerimiz. Böyle bir sergiyi hazırlarken yakın tarihe bakıyorsunuz, mutlaka bunun kolaylıkları ve zorlukları vardır, neler yaşadınız bu anlamda?

 

ZY: Çok doğru, yakın tarihe bakmak son derece zor, çünkü bir anlamda geçmekte olanı, sorularınızın birinde ima ettiğiniz gibi, geçmekte olanı da kapsayan bir sergi. Dolayısıyla neyi katıp neyi katmamak gerektiği konusunda bir çok soru işareti vardı kafamızda.

 

ES: Malzemesi bol bir mesele.

 

ZY: Malzemesi çok boldu, 6000’e yakın küpür kullandık, bir çok gazete, dergi tarandı. Bunları seçerken aklımızda bir senaryo vardı ana başlıklarla ilintili olmak üzere. Bu senaryonun toplumsal dönüşüm ve hayat tarzı ilişkisini yansıtmasını, ama aynı zamanda da bütün bu hayat tarzı temsillerinin, onları çerçeveleyen farklı toplumsal süreçlerle, iktisadi süreçlerle nasıl ilişkili olduğunu göstermeye çalıştık. Özellikle iki sürecin üzerine gittik; birincisi şiddet meselesi, 1980 ve sonrasında ve bugün de hâlâ devam eden bir baskı. İkincisi de, piyasa söyleminin hayatımıza girmesi ve pazarın artık Türkiye toplumunun hayatında vazgeçilmez olması. Türlü medyumlarıyla, aslında, bunun içerisinde alışveriş merkezleri de var, kataloglar, dergiler, vs. de var. Bunlarla ilintili olmak üzere ve temalara bağlanacak şekilde bir çok malzemeyi seçtik, bu malzeme seçimi de bu serginin bizi en çok zorlayan kısımlarından bir tanesiydi.

 

ES: Son bir sorum var, bu bana çok enteresan geliyor; böyle bir malzemeden yola çıkıyorsunuz. Açık Radyo da son 10-11 yıldır var, böyle bir sergi için şu anda bir radyo programına konuksunuz. Bu durumu nasıl açıklıyorsunuz?

 

ZY: Bu durum iyi, hayırlı bir durum, bir yandan bizim sergimiz duyulmuş oluyor, ama bu radyo programının da belirli bir süresi var, hızlı hızlı konuşuyoruz, bir şeyler anlatmaya çalışıyoruz, dolayısıyla bir anlamda hızlı bir şekilde bu sergiyi de tüketmeye çalışıyoruz.

 

ES: Ben de bunu sormuştum.

 

ZY: Şu yaşadığımız şey de bütün bu sergide vermeye çalıştığımız ama bir yandan da eleştirmeye çalıştığımız durumun ta kendisi olarak da düşünülebilir belki.

 

ES: Böyle bir tuhaflık söz konusu. “Aradığınız Kişiye Şu An Ulaşılamıyor, Türkiye’de Hayat Tarzı Temsilleri 1980-2005” başlıklı sergi Osmanlı Bankası Müzesi’nde. 17 Eylül’e kadar gezebilirsiniz.

(7 Temmuz 2006 tarihinde Açık Radyo’da Açık Dergi programında yayınlanmıştır.)