Alternatif bir dünya modeli - Arjantin

-
Aa
+
a
a
a

Başlıkta yer alan alternatif sözcüğünün seçimlerden henüz çıkmış bir toplum olarak gündemin ‘anlam ve önemi’yle bağlantısını sorgulayanlar olabilir. Oysa asıl şimdi, önceki zamanlardan çok daha fazla böyle bir ilgi kurulabilir ve kurulmalıdır da. Bir kere AKP’nin seçilmesi bile eski denenmiş partilerden oluşan sistemin dışına çıkma istek ve niyetinin açık bir belirtisi olarak düşünülmelidir. Ama en çarpıcı gösterge oy kullanmayanların sayısında ortaya çıkıyor. Yaklaşık 9.5 milyon insan oy vermeyi reddetmiş. Bu rakamlar sisteme olan rahatsızlığın ve alternatif yoksunluğunun kendini ortaya koyuş tarzından başka bir şey olmasa gerek. Boş oy ya da oy kullanmama kesinlikle siyasi bir tercih olabilir ve kimi aydınların ‘eh ne yapalım, ben yine de falanca partiye oy vereceğim’ şeklindeki tavizkâr ve sarf ettikleri onca lafları anlamsızlaştıracak derecede teslimiyetçi yaklaşımlarından her durumda çok daha tutarlıdır.

Diyarbakır'da sandık başı

Seçmen - Siyasetin bir günlük sahibi

4 Kasım sabahı, belki de bana öyle geliyordu, bilemiyorum, ama sanki yeni günün her zamanki olağanlığında başlaması, yeni ama, ötekiler gibi sıradan bir gün olması, çevremde gördüğüm insanlarda tuhaf bir şaşkınlık yaratmış gibiydi. Bir önceki gün, en güzel elbiselerini giymiş, bayram kutlamasına gider gibi sandıklarının başına gitmiş, toplansa toplansa on dakikada işlerini tamamlamışlardı. 4 yıllık bir politik yaşamı belirlemek üzere, evden çıkıp yürümeleri dahil yine en fazla yarım saatlik bir zaman harcamışlardı. Sonra evlerine, onları seçim sonuçlarıyla eğlendirme, ekran başında tutma yarışına girmiş televizyon kanallarını seyretmeye çekilmişlerdi. Gece yataklarına onca yorum

ve değerlendirmeyle seçim sersemi olarak yattılar. Ertesi sabah uyandıklarındaysa, her şey bitmişti; o saygın, günlerce el bebek gül bebek yapılan seçmen gitmiş, yerine sıradan vatandaş gelmişti yine. Yine kimseler ona Üçüncü Köprü yapılsın mı yapılmasın mı diye sormayacak, yine siyanürlü altın çıkarılmasına itirazını kimseler dinlemeyecek, yanıp kül olan tarihi konakları ve onların yerine geçen otopark alanlarını yine boş yere birilerine şikayet edecek, hatları kesilen minibüsçüler, hatları değiştirilen yolcular yine kendi kendilerine sızlanıp dövünecek, onların fikrini bırakın arama, merak bile etmeden Birlik’lere girilecek, savaş pazarlıkları yapılacaktı...

Belki de şaşkınlık bundan kaynaklanıyordu; peki şimdi ne olacak sorusunun belirsizliğinden. Kendi gerçekleriyle önce tanışıp, sonra onlarla doğrudan ve ‘doğru’ bağlar kurabilmeyi henüz başaramamış bir toplumun insanları olarak şaşırmak da, kaygı duymak da aslında anlaşılır bir ruh haliydi. 4 Kasım’ın yeni ama sıradan sabahında vapur iskelesinde beklerken, yolcu vapurundaki bez pankarta ilişti gözüm: Biz Sağlığınıza Önem Veriyoruz, diyordu pankartta. Diyabetikler için bir kampanya vardı. İşte bizim kendi gerçeğimizle kurduğumuz bağ, pankarttaki sözcükler kadar doğru ve gerçek. Bu ülkede sağlığa ne kadar önem verildiğini gerçekte çocuklar bile o pankarttan daha iyi biliyor.

Bir ülke var...

Peki, kendi gerçekleriyle doğru ve gerçekçi bağlantılar kurup, hayatlarını doğrudan belirlemeye kalkan ve bunu en azından deneyen toplumlar var mı?

Yazımın asıl hedefi, dünyanın bize uzak bir köşesinde bu soruya verilen olumlu bir yanıtı sizlerle paylaşmak. Yer Güney Amerika, ülke Arjantin...

Bundan iki hafta önce Açık Radyo’da sabah haberlerine konuk olan Metin Yeğin ve Hüseyin Karabey, Arjantin izlenimlerini anlatıyorlardı. Çoğumuza peri masalları gibi gelen izlenimlerdi bunlar. Kenar mahalle insanlarının nasıl el ele vererek sahipsizliklerine çare bulduklarını, kendi sorunlarını kendi ellerine alarak nasıl kendi kendilerini sahiplendiklerini söylüyorlardı dinleyicilere. Örneğin bir ev yapılmaya kalkışıldığında, herkesin kolları sıvadığı ve briketlerin yalnızca o ev için değil, mahalledeki tüm evler için de yapıldığını,

Arjantin'de aile boyu demokratik tepki

sokak çocukları için vitaminli sütler hazırlanıp dağıtıldığını, karşılığı bireysel olarak belirlenen bir hizmet takas sisteminin bulunduğunu, herkesin herkese elinden gelen işgücüyle gereksinim duyulan hizmetleri sunabildiğini anlatıyorlardı. En çarpıcı izlenimleriyse, sahipleri tarafından terk edilen fabrikalara ilişkindi. İşçiler bu fabrikaları yeniden sahiplenmiş, ne üreteceklerinden nasıl üreteceklerine ortaklaşa karar vererek eskisinden çok daha verimli olarak işletmeye açmışlardı. Örneğin eskiden silah üreten fabrika artık diş macunu üretiyordu ve aynı zamanda bir kültür merkezine dönüştürülmüştü. Eskiden yöneticilere ayrılmış odalarda tiyatro ve dans salonları vardı şimdi. Akşamları aşağıda gece vardiyası çalışırken üstte tiyatro ve müzik etkinlikleri yapılıyor, fabrika bu haliyle tüm mahallenin fabrikası oluyordu.

Mita ve ayni

Metin Yeğin ve Hüseyin Karabey’in izlenimlerini aktardıkları o günü izleyen hafta bir ilgili haber de Brezilya’dan geldi. Yeni seçilen işçi kökenli devlet başkanı, doğrudan demokrasi sözcüğünü kullanıyor, farklı bir demokrasi modeli deneyeceklerini ima ediyordu. Kendi sorunlarıyla doğrudan buluşan ve sorunları için doğrudan çözümler üretebilen, katılımı sadece oy vermekle sınırlı kalmayan, karar verme mekanizmasına daha fazla entegre olabilen bir demokrasi arayışıydı dile getirilen.

Güney Amerika katılımcı ve dayanışmacı bir toplumsal yapı için tarihsel mirasa da sahip bir bölge. Örneğin bugün And Dağları’nda yaşayan halklar eski bir İnka geleneğini sürdürerek mita ve ayni denen yöntemleri hâlâ kullanmaktadırlar. 4000 metreye varan yerleşim yerlerinde, değişen yükseklik ve iklim koşullarından en verimli sonucu almaya yönelik bir örgütlenmesinin özgün tarzlarıdır mita ve ayni. Eğer, diyelim 3000 metrede ekim zamanı gelmişse, 4000 metredekiler aşağıya, 3000 metreye iner ve burada belli toprak parçalarını işler; buna karşılık 4000 metredeki ekim (ya da hasat)

Muhalif halk kültürünün geleneksel çalgıcıları, murgalar

zamanı, bu kez 3000 metredekiler aynı prosedürü uygular: Her aile, kaç metrekare toprağı işlenmişse o kadar metrekare toprağı işleyerek karşılık verir. Bunun adı mita; ayni ise, mal karşılığı, benzer emek gerektiren bir başka mal vermek. İki metrekare halı için iki metrekare kilim örmek gibi...

Ancak Arjantin’de bir de eski bir karnaval geleneği var ki, bugünkü durumun kültürel arka planı için onu biraz tanımakta yarar var. Kökleri İspanya, Endülüs’e kadar giden bu geleneğin özü, bağımsız ve bağlantısız, gezici karnaval gruplarına dayanır. Murga ve comparsa denen bu gruplardan murgalar şarkı söyleyen çalgıcı gruplardır; comparsalar ise maskeli karnaval giysileriyle dans gösterileri sunar. Ancak her iki grup için de asıl olan, sergilediklerini tümüyle kendilerinin yaratması; şarkılarını, dansları ve müziklerini doğaçlama icra etmeleri, akıllından geçtiği, gönüllerinin çektiği gibi, kaygı ve kısıtlamasız bunları yaşamalarıdır. Karnaval bir yerde resmi ideoloji ve söylemlerin dışına çıkmak, çoğu kez de ona meydan okumak içindir; kişinin kendisi, yalnızca kendisi olmak için bir fırsattır karnaval. Maskelerse verili kimliği gizler; sergilenen absürd kılıklarla sistemin yakıştırdığı rolleri alaya alır, dalga geçer onlarla. Gerçek anlamda sivil bir alan oluşturur karnaval ve hazırlık aşamasından bittiği son safhasına kadar yoğun bir işbirliği ve dayanışma gerektirir.

Arjantin, toprakları üzerinde yaşayan insanlarının sorumluluklarını da yükümlülüklerini de kendilerinin üsleneceği, politik kaderlerini daha fazla kendi ellerinde hissedecekleri, birbirleri ve ülkeleri için daha fazla anlam ifade edecekleri yeni bir yapılanma arayışı içinde. Sivil toplumun, ancak sadece adı sivil olan değil, doğrudan katılımcı yöntemiyle kendini doğrudan temsil eden, gerçek anlamda sivil bir toplumun, iktidarı kullandığı farklı bir yapılanma anlayışı bu.

Güney Amerika, dünyanın çözümsüz görülen politik sistemine alternatif dersler verecek gibi görünüyor... Eğer rahat bırakılırsa tabii!..