Ah Bir Banka Soysam…

-
Aa
+
a
a
a

İşsizliğin kronikleştiği, banknotların istiflendiği bankalarda bile çalışan maaşlarının düşürüldüğü, kanıksanmış enflasyon psikolojisinin geleceği güvensizliğe boğduğu şu umutsuz dönemde, birçok insanın aklından “voliyi vurma” fantezisi olarak banka soymayı düşlediğini tahmin etmek güç değil. İnsanın maddi olanaklarıyla tüketim çeşitleri arasındaki uçurumun giderek açıldığı bu ortamda…Ekonomik kriz olmasa bile, “Çalışmaktan usanan, maddi sıkıntı içinde kıvranan ya lotoda kazanmanın, ya da kurtuluş vaadeden banka soygununun hayalini kurar” diyor Klaus Schönberger. Soygunculara halk arasında gıptayla bakılması, kültür tarihçi Alman bilimadamının dikkatini çekmiş.

Allan Pinkerton, Pinkerton Dedektifleri'nin manevi ve biyolojik babası

Zira kişilere karşı işlenen suçlar ahlaki açıdan kabul görmezken, banka soyulduğunda birçok insan, banka
kasalarında paranın mucizevi şekilde mantar gibi kendiliğinden çoğaldığını varsayar, gizliden bir haz duyar. Ya da en azından “Nasılsa sigortalıdır. Kurumun zarara falan uğradığı yok” diyerek suçluluk duygusundan arınır.

Bu sosyokültürel fenomen, Schönberger’e göre “Amerika’dan İsrail’e kadar her yerde aynı.” Kendisi konunun farklı açılardan incelendiği 26 makaleyi, Almanya’da basılan bir kitapta bir araya getirdi: “Va Banque – Banka Soygunu: Teori, Uygulama ve Tarihi.” Biz de buradaki önemli bilgileri aktaralım dedik; hani aklınızda bir soygun planı varsa, vazgeçesiniz diye. Banka soygunu altın çağını çoktan geride bıraktı çünkü..

Avrupa’ya Amerika’dan miras

Kökleri, “kovboy filmlerinden” gördüğümüz üzere gerçekten Vahşi Batı’daki posta arabası soygunlarına dayanır. Eski kıtanın sınıfsal düzeninden uzak, kaçmaya uygun uçsuz bucaksız bir alanda, silahın serbest ve en hızlı ulaşım aracının bir attan ibaret olduğu bir ortamda başka nasıl olabilirdi ki? Avrupa’da o tarihte hiç bilinmez. Ta ki ünlü Pinkerton Dedektifleri haydutlara göz açtırmayana kadar. Birçok Amerikalı gangsterin 1870’lerde Fransa’ya kaçmasıyla, Avrupa banka soygunuyla tanışır. Ve geliştirir.

Allan Pinkerton, 1866

Başarılı banka soygunun en hayati unsuru “olay mahallinden kaçış,” yani mobilite. Yıllarca bunun en güzel aracı, otomobil olmuştur. Otomobilli soygunun mucidi, anarşist Jules Bonnot. 1876 doğumlu Bonnot, Lyon’da bir tamirhanede kalpazanlık ve İsviçre - Fransa arası çalınmış oto kaçakçılığı yapan bir otomobil tutkunudur. 1910 yılında bir ara polisiye yazarı Arthur Conan Doyle’un şoförlüğünü yaptığı da rivayet edilir.

1911 kasımında Paris’e gelerek “l’Anarchie” adlı derginin çevresine girer. Buradakiler Proudhon’un “Mülkiyet hırsızlıktır” sözünden yola çıkarak, gerçek “devrimci yolun” mülkü “geri almak”tan geçtiğine inanmaktadır. Küçük hırsız takımının “geri çalma” doktrinine tek muhalefet eden, derginin şef editörü, Victor Kibaltchiche adında biridir. (Kendisi daha sonra Victor Serge adıyla ünlü bir romancı ve Troçki’nin yoldaşı olacaktır.)

Bonnot bu ortama girer girmez altı kişiyi, teknolojiden yararlanarak “büyük işler” yapmaya ikna eder. 21 Aralık 1911’de, 1910 model Delauney-Belleville marka limuzinle, merkez bankası kuryesiyle korumayı öldürdükten sonra kaçarlar. Bir sanayicinin garajından çaldıkları otomobil, dönemin en hızlısıdır ve, atlı ve bisikletli Paris polisinin sahip olduğu motorlu araç sayısı, topu topu dörttür.

Çalabildikleri nakit paraysa yalnızca 5 bin franktır. Ardlarında birçok ceset bıraktıkları sayısız soygunda ellerine geçen miktar hep düşüktür.

1910 model Delauney-Belleville

Ta ki Mart 1912’de bir merkez bankası şubesinden
50 bin frank kaldırana kadar. Polis bu kez anarşist çevreleri yakın takibe alır ve çete üyelerini teker teker ortaya çıkarır. Bonnot’nun enselendiği ev 500 silahlı güvenlik gücü tarafından ablukaya alındıktan sonra, bina dinamitle yerle bir edilir. Diğer çete üyeleri de birer birer ya çatışmada ölü ele geçirilir, ya da idama mahkum olur. Soygunlarla ilgisi olmayan birçok kişi de ağır hapis cezalarına –Victor Serge örneğin 5 yıl- çarptırılır.

Fordizme teşekkür

Bonnot çetesi gibi birçok film ve şarkıya konu olan, Amerika’nın medyatik çifti Bonnie Parker ve Clyde Barrow da, “başarılarını” otomobile borçlular. Çalıntı Ford V-8’leriyle birlikte çektirdikleri bir fotoğraf bile var. Detroit’teki Henry Ford Müzesi’nde Clyde Barrow’un şirketin patronuna yazdığı teşekkür mektubu sergileniyor: “Sizin ne kadar harika bir araç yaptığınızı söylemek istiyorum. Sayesinde kaçmayı başardığımdan beri yalnızca Ford kullanıyorum.” Henry Ford’un son büyük mühendislik harikası V-8, saatte 140 km hızla 30’lu yılların bir hayli ilerisindedir. Ama Bonnie ve Clyde, aynı aracın içinde 167 kurşunla son bulur.

Avrupa’daysa 50’li yıllara dek gerek Fransız direnişçilerin, gerek soyguncuların popüler otomobillerinden biri, Andre Citroen’in 1934’te geliştirdiği, önden çekişli Traction Avant. Bir diğeri, yetenekli teknisyenlerin motorunu sekiz silindire modifiye ettiği Opel Rekord. 1960’larda Almanya’da Andreas Baader’in favorisi, “Halkın Ferrari’si” olarak tanımladığı BMW 2002.

Aracın önemi, 1997’de Zürih’te gerçekleşen İsviçre’nin en büyük posta soygunu örneğinde daha iyi anlaşılıyor: Kamuoyunda hayranlık uyandıran silahsız soyguncular tam 53 milyon İsviçre Frangıyla kaçmayı başarır (maalesef onlar da sonradan yakalanacaklardır). Ancak araçlarının bagajına sığmadığı için, sekiz kasadan üçünü -17 milyon frank- geride bırakmak zorunda kalırlar. Soygundan iki gün sonra Mazda’nın başlattığı reklam kampanyasında şöyle der: “Sevgili posta soyguncuları. Mazda E 2000’nin bagajına 70 milyon frank bile sığardı.”

Bonnie Parker, Clyde Barrow

Sıradan yurttaşların özellikle şiddetten uzak, zekice işlenmiş soygunlara karşı sempati beslediği gözleniyor. Medyanın etkisiyle bir nevi halk kahramanına dönüşebiliyorlar. Efsanevi posta treni soyguncusu İngiliz Ronald Biggs örneğin –Brezilya’da geçirdiği 30 mutlu yıldan sonra ülkesine dönerek hapse girdi- birçok kişinin ikonu.

Azmettirici tüketim

1932’de bir sinemanın önünde, iki polis tarafından arkadan vurulan John H. Dillinger de öyleydi. Hükümetin “1 numaralı halk düşmanı” ilan ettiği Amerikalı, en büyük vurgununda kasaba halkını film çekiyoruz diye kandırmış, binlerce izleyicinin gözü önünde 49 bin dolarla kayıplara karışmıştı. Robin Hood değildi ama soygunları sırasında kasalardaki borç senetleri de yok ettiği için seviliyordu. Cesedinin etrafındaki kan gölüne yüzlerce insan mendilini bandırdı. Cenazesine 15 bin kişi geldi…

Klaus Schönberger, soygunun çekiciliğini şu şekilde açıklıyor: “Kapitalist üretim yöntemi varolduğu ve her türlü mutluluk para birimiyle ölçüldüğü sürece, banka soygunları ve soyguncular da olacaktır.” Eski Doğu Almanya’da örneğin, 1989’a dek hiçbir banka soygununun kayda geçmediğini biliyor muydunuz? Bir nedeni, silah tekelinin resmi ellerde bulunmasıysa, diğeri harcayabileceğiniz cazip tüketim mallarının zaten bulunmamasıydı. Nitekim bu coğrafyadaki ilk banka soygunu, Batı Alman Markına geçişin hemen birkaç gün sonrasına, 6 Temmuz
1990’a rastlar.

John H. Dillinger, "bir numaralı halk düşmanı"

Banka soygununun “ideolojik” iddiası gözden kaçmıyor. 60’lı ve 70’li yıllarda Kızıl Tugaylar, Tupaq Amarocular, Türkiye’de bazı aşırı örgütler, hatta Amerikan medya çarı Hearst’ün kızı bile, kendilerinde banka soyma hakkını görürler. “Solcu soyguncular” arasında en ünlüsü, Josef adında bir Gürcü. O da Stalin olarak ünlenecek, Sovyet döneminin en acımasız diktatörü olacaktır. Banka tümünün gözünde “haksız sermaye dağılımını simgeler.”

Tabii bu arada çalınan paralar genellikle “halka dağıtılmaz.” Belki bazı küçük istisnalar hariç. Alman “2 Haziran Hareketi” üyeleri soygunların ardından mutfak masasında istedikleri kadar saysınlar, ertesi gün gazetede yazan miktardan eksiktir. O heyecanda kasiyer, bir iki koçanı da yanlışlıkla kendi cebine atmıştır.

Lüks yaşam hayal

Parayı cebine atmazsan günümüzde “deli” olarak tescillenmek mümkün. Yeni Zelanda’da yakın tarihte bankadan çaldığı parayı yoksullara dağıtan 28 yaşındaki Dion Lawrence’i hakim, ceza vermek yerine akıl hastanesine yollar.

Evet, dünyanın dört bir yanında sürekli olarak bir banka soyulmaktadır. 14 yaşındaki çocuktan, 72 yaşındaki emekliye dek her an birisi en kestirme yoldan zengin olmayı deniyor. İstatistiklere göre yüzde 85’inin “ilk denemesi.” Yalnızca yüzde 5’i kadın. Ama “kaldırdıkları” para Almanya’da önceki yıl ortalama 50 bin mark (1300 soygunda faillerin üçte biri henüz yakalanmadı), Amerika’daysa

Andreas Baader ve "Halkın Ferrari'si" dediği BMW 2002 modeli

yalnızca 14 bin dolar.
Lüks bir yaşama, yata kata, rahat bir emekliliğe, dolayısıyla bu riski göze almaya asla yetmez. Zaten günümüzün güvenlik ve denetim teknolojilerinde, hele bir de bu trafik sıkışıklığında yakalanma riski fazlasıyla yüksek.

Nitekim akıllı soyguncular artık online şubeleri hedef seçiyorlar. Basel Üniversitesi’nden David Rosenthal, bankalara giren bilgisayar korsanlarının ortalama 2 milyon dolar götürdüklerine dikkat çekiyor.

Tabii bir de yakın zaman önce gündemimize giren ve hortumladıkları yüz milyonlarca dolarlık meblağlarla soyguncunun her türlüsünü gölgede bırakan banka sahiplerimiz var. Onlara kimsenin sempatiyle bakmadığı kesin. Ne de güzel söylemiş Bertolt Brecht: “Bir banka soygunu, bir banka kurmanın yanında nedir ki?”

 

Kaynaklar ve bazı okumalar:

"Vabanque - Bankraub. Theorie. Praxis. Geschichte", Verlag Libertäre Assoziation (Alm.)

The Crime Library – Gansters, Outlaws... (Bu sitede günler geçirebilirsiniz. Marqui de Sade'dan Joseph Mengele'ye, Adam Worth'ten Dillinger ya da O.J. Simpson'a dek yok yok; İng.)

La Banda Bonno (İt.)

Joe Dassin’in şarkı sözlerinde “La bande à Bonnot” (Fr.)

Victor Serge, Conscience of the Revolution (İng.)

(Not: Bu yazı geçen yıl Ulusoy Traveller dergisinde yayımlanmıştır / Siyah beyaz olan fotoğraflar, Andreas Baader'inki hariç, AP'den)