9. İstanbul Bienali'nin Küratörleri İle Sohbet

-
Aa
+
a
a
a

Haldun Dostoğlu: İstanbul Bienali'ne artık genç bir bienal denemez, ama hâlâ seyirciye ulaşma sorunu yaşıyor. Bunun iki nedeni olabilir diye düşünüyorum; bir, günümüz sanatını seyirciye ulaştırma konusunda sanat ortamı henüz yeteri kadar başarılı olamamıştır, iki, yerel ve merkezi yönetimler ve medya Bienal'in önemini kavramamıştır. Bienal'in yeteri seyirciye ulaşabilmesi konusunda neler düşünüyorsunuz? 9. İstanbul Bienali olarak ne gibi tedbirler aldınız?

 

Vasıf Kortun: Hali hazırda, çok ciddi bir sanat izleyicisi İstanbul'da yok. Bunun iki yönü var, birincisi bizim, bu şehirliler olarak, sanata bir parça uzak duruşumuz var; öte yandan da kurumlarımızın yeterince açık ve olmaması, olası izleyiciye sergileri bir parça daha hazır hale getirecek donanıma sahip olmamaları. Böyle bir geçmiş üzerine hareket ediyoruz.

 

HD: Ülke olarak böyle bir sorunumuz var.

 

VK: Evet. Avrupa'da, Orta Avrupa'da sanat orta sınıf geçmişi ve kültürü üzerine kurulur. Şimdi klasik izleyici grupları da değişiyor ciddi anlamda, şehirler karıştıkça, kültürü, daha çok farklılaştıkça böyle bir kriz ortaya çıkıyor. Bu kriz İstanbul'da daha büyük bir seviyede var, baştan itibaren olduğu için var. Dolayısıyla sadece Bienal'in böyle bir sorunu gidermesi, düzeltmesi kolay değil. Biz onun için bir kaç şey yapmaya çalıştık, bir tanesi her biletli izleyiciye bir tane rehber veriyoruz, dolayısıyla kapıdan içeri adımınızı attığınız zaman sergiye uzak kalmıyorsunuz, çünkü elinizde her zaman bir takım anahtarlar var, işe en azından bizim baktığımız gibi bakmak için, işin her anlamını kapsaması adına. İkincisi Radikal gazetesi ile her Cuma günü verdiğimiz bir gazete eki var, gazete ekini alan ve okuyan bizim için bir izleyici olmuştur. Bu hem İstanbul'da hem Türkiye'de bir çok insana ulaşacak ve teklifsiz bir şekilde sizin önünüze gelecek, geldikten sonra da sizin belki sergiye gitmeniz için bir neden olacak. Tabii ki rehberli turlar, vs. bütün bunları yapıyoruz. Bir de sergiyi şehrin içine getirerek, yani Tarihi Yarımada'dan bu tarafa alarak izleyici sayısını da çoğaltacağımızı düşünüyoruz. Ben bu sefer daha önceki sergilerden daha fazla izleyici gelecek diyorum. Bunun yanında, bugün İstanbul'da bir müze furyası var, yeni yeni müzeler açılıyor, özel müzeler, kişilerin ya da bir kaç kişinin bir araya gelmesiyle, böyle bir kolaylık da var arkamızda. Genel anlamda genişlemeye başladı, izleyici kitlesi, bu müzelerin de gelmesiyle. Onun için 10 yıl önce bu sergiyi yapsaydık bunun 1/10'u kadar izleyici alabilirdik, şimdi ise değişen ortamdan dolayı da daha fazla izleyici göreceğiz. HD: Bu açılmış olan müzelerin seyirci potansiyelini biraz arttıracağı doğru, ama bir söyleşinizden bir kaç cümle hatırlıyorum; "Yerel yönetim Formula 1 kadar, Şampiyonlar Ligi finali kadar, onlardan daha da önemli bir faaliyet olduğunu kavrayamadı" diye. Bu sıkıntıyı sizin de yaşadığınızı zannediyorum.

 

VK: Bu doğru, bu her anlamda doğru, çünkü hâlâ kültür sektörü, hatta sanat sektörü, ne kadar olumlasak da olumlamasak da, kendi içinde de bu sorunları barındırıyor. Küresel kentlerin turizm potansiyeli bugün yeni açtıkları müzelerden ve o müzelerin medyatik olmasından ileri geliyor. Bu sanat için çok da hayırlı olmayabilir bir sürü anlamda. Buna rağmen kenti ateşleyen, fişekleyen, kentlinin kenti hakkında yeniden düşünmesini sağlayan bu kadar önemli uluslararası faaliyet varken bu faaliyetin doğrudan deneyimlenmesi, televizyonlardan deneyimlenmesinden daha önemli bence.

 

HD: Charles, genel olarak İstanbul'da geniş kitlelere ulaşmaktan bahsediyorduk, aynı soruyu Vasıf'a da sordum; önceki Bienallere göre daha çok sayıda insana ulaşmak için önlemler aldınız mı?

 

Charles Esche: Bu Bineal İstanbullular için. Aslında biz bu Bienal'i burada yaşayan insanlar için yaptık, uluslararası anlamda kabul görürse bu da bir artı olur. Ama esasında kimsenin anlayamadığı bu şehir, inanılmaz derecede karmaşık, kimse anlamıyor. Bütün hayatınız boyunca burada muazzam bir yaratıcılığın önünü açabilirsiniz. Umarım buradaki sanatçılar İstanbullulara bir şeyler verebilir. Bu aslında bir şehre dair hayal gücünüzü ve bakışınızı aralamak, görünmez olanı görünür kılmak. Bu şekilde şehir de kendi devinimlerine katkıda bulunabilir. Burada yaşayan insanlara da bu katkıyı yapabilir. Belki onların da hafızalarında yer eder ve onlar da katkıda bulunabilirler, bu da ikinci bir nokta. İstanbul konusunu seçerken insanların Bienal hakkında kendi fikirlerini oluşturmalarını sağlamayı umuyordum. Bu işlerin sergilenip insanlara "işte bu görkemli çağdaş sanattır" denilen bir yer değil. Bu aslında üzerinde tartışılan birşey. Tartışılabilecek bir konu. Çünkü burada yaşayan herkes İstanbul'u tanıyor. Herkesin burayla ilgili bir fikri var, çünkü burada yaşıyorlar.  Sergideki işlerle bu fikre karşı çıkılabilir, onaylanabilir, veya tehdit edilebilir ya da korunabilir. Ve bu iletişim içinde, seyirciye olanaklar sunarak, onlara sanata cevap verme şansı tanıyarak, üstelik de kendi durdukları yerden, kendi bilgileriyle cevap verme şansı tanıyarak, diğer Bienal modellerine göre insanlara daha da yakın bir noktada ulaşabileceğimizi umuyorum.

 

HD: Vasıf, aslında şimdi soracağım soru sadece seni ilgilendiriyor, çünkü yine senin bir söyleşinden yaptığım bir alıntının üzerinde biraz daha durmanı rica edeceğim. Diyorsun ki; "Bienaller de maalesef geçici deneyimlerdir, gelir ve giderler, yapılarının doğası uyarınca çoğu kendi hafızalarını da korumaya yönelik olmazlar." Açık Radyo dinleyicileri için biraz bunun altını çizer misin? Ya da burada ne demek istediğini netleştirebilir misin?

 

VK: Bienal dediğimiz mesele, özellikle son 10-15 yılın meselesi, bu da sanat coğrafyasının değişmesi, yeni profesyonellerin ortaya çıkması, dünyanın çok değişik yerlerinden gelen insanların bienaller yoluyla tanınmaya başlanması, vs. Böyle bir sektör var. Fakat bienaller yapıları gereği bir kurum gibi, bir müze gibi, bir sanat merkezi gibi belleğini süreklileştiren, koruyan ve o bellek üzerine sürekli iş yapan organizmalar değil; küratörleri değişiyor, programları değişiyor, kimi zaman duruyorlar, kimi zaman 3-5 yıl olmuyor, kimi zaman da sadece yok oluyorlar. Fakat her bildiğimiz anlamda, yani sanatın tarihi aslında duvarlarda, mekânlarda gördüğümüz sanatın tarihi, eğer bir kitap yazarsanız, o kitap sizin evinizdeyse o zaten kamusallaşmamıştır, bir bellek teşkil etmez. Dolayısıyla bizim bütün sanat bilgimiz, hafızamız sergiler yoluyla bize geliyor, ama bienaller de iki yılda bir olan, sadece sürekliliği bu olan organizmalar, bunun ötesinde değil. Onun için İstanbul Eindhoven sergisi devreye girdi, yani 8 İstanbul Bienali'nin belleği acaba müzesel bir ortama taşınabilir mi? Çünkü müzenin görevi saklamak, korumak ve geleceğe devretmek.

 

HD: Dolayısıyla Eindhoven'daki sergi ile, böyle bir bellek korunabiliyor mu, yaşatılabiliyor mu, izlenebiliyor mu geriye dönük olarak, onu da deneyimlemiş olacağız sanıyorum. Başka bir alıntıdan hareket ederek yeni bir soru soracağım, bu seferki alıntı Jerry Saltz'dan, bu Village Voice'da Venedik Bienali'nin ardından, çok da yumuşak olmayan bir eleştiri yazısı yayınlandı ve Venedik Bienali ile ilgili eleştiriyi bir yana bırakalım ama şöyle bir soru soruyordu: "Bienal kültürünün sonu mu geliyor? Bu festival, bu şenlik çok mu şişman, çok mu büyük, çok mu hantal? Sanatın bugünkü durumunu yansıtmak için çok mu ağır ve bürokratik. Bütün bu bienaller kimin için?" diyordu. Bu konuda senin fikirlerini de öğrenmek istiyorum Charles.

 

CE: Sanırım bu benim için oldukça basit. Ben esasen Bienal'i bir araç olarak görüyorum. Bir şeyleri gerçekleştirmek için bir araç. Bence yapısal açıdan Bienal konusunda birtakım sorunlar var. Büyük öçlüde uzlaşmacı, dünyada olup gitmekte olan bütün bu normalleştirme ve küreselleştirme süreciyle de bağlantı içinde. Bienallerin büyük bir kısmının tam olarak bir müze ve galeri gibi altyapısı olmayan yerlerde yapılmasının da gayet mantıklı bir sebebi var. Çünkü bu tanıtım ve normalleştirmeyle ilgili. Bu uzlaşmacı durum içinde bizim yapmaya çalıştığımız eleştirel bakış açılarının doğabileceği bir alan yaratmaya çalışmak oldu. Bunu İstanbul teması ve bahsettiğimiz diğer konular çerçevesinde yapmaya çalıştık. Bu Bienal'i bir soru sormak ya da bir şeyler yapmak için araç olarak kullanma fikri. Bienal'i, bir şeyleri harekete geçirmek için kullanmak. Bienal aracılığıyla İstanbul'u harekete geçirecek bir durum yaratmaya çalıştık. Bienal'i açıkça belli bir yerde, belli bir amaç için kullanmaya çalıştığımızı hissediyorum. Genel olarak Bienal kavramını savunmak istemem ama bunu bir araç olarak kullanma yaklaşımı, geçerli bir yaklaşım. Uzlaşmacı duruşuna karşın, bu uzlaşmacılığın içinde önemli bir şeyler yapmak için bir alan yaratmak mümkün. Bizim amacımız da buydu.

 

VK: Şunu da unutmamak lazım, Jarry Saltz Venedik Bienali hakkında yazıyor, yani nüfusu sadece 60 bin olan, sadece turizme açık bir kent; onun için de bu Bienal gerçekleştiriliyor. Ama dünyanın değişik taraflarına bakarsak, kurumların henüz tamamen oturmadığı, yeşermediği, sanatçıların daha zor durumlarda olduğu bölgelerde bienallere bence hâlâ ihtiyaç var. Bunlar tetikleyici faaliytler. Bienaller zaten Charles'ın dediği gibi küreselleşen, aynılaştırıcı yolunda da gidiyor bir yandan, ama bienalin içinde ne yaptığınız önemli. Tabii ki bienaller çok yakın zamanda kalkacaklar, yani azalacaklar, farklılaşacaklar, bu vazgeçilmez bir şey.

 

HD: Belki de format değiştirecekler.

 

VK: Ki zaten onu yavaş yavaş görüyoruz, bizim kendi çapımızda yapmaya çalıştığımız da böyle bir şey.

 

HD: 16 Eylül'den itibaren açık olacak olan 9. Uluslararası İstanbul Bienali'nde sıradan seyirciye önereceğiniz bir güzergâh var mı?

 

VK: İki güzergâh olabilir, bir tanesi Antrepo'dan başlayıp yokuştan yukarı çıkıp, Garanti, Garibaldi, Bilsar, Deniz Palas, arkasından da Tütün Deposu yapabiliriz. Ya da yukarıdan, İstiklal Caddesi'nden başlayıp yokuş aşağı güzel bir tur yapabiliriz, ama hepsini bir günde gezmek gerekmiyor, hatta bir günde gezmemek daha da iyi. Yanlış bir yola sapıp daha önce görmediğiniz bir sokağa girip bir yerden küçük bir alışveriş yapıp, bir kahvede oturup... Çünkü kurmaya çalıştığımız yol bunu istiyor, bunu çağırıyor.

 

HD: Çok teşekkürler. Açık Radyo adına, ikinize de vaktinizi ayırdığınız için teşekkür

ederim.

 

 

(15 Eylül 2005 tarihinde Açık Radyo'da yayınlanmıştır.)