6-7 Eylül Belgeseli

-
Aa
+
a
a
a

6-7 Eylül Belgeseli II.Bölüm'ü okumak için tıklayın.

 

6-7 Eylül Belgeseli III.Bölüm'ü okumak için tıklayın.

6-7 Eylül Fotoğrafları

I. Bölüm

 

Dinlemek için:

 

1.

2.

 

İndirmek için:

 

1. mp3, 31 Mb.

2. mp3, 23 Mb.

 

Ömer Madra: 6-7 Eylül diye adlandırılan korkunç olayların 50. yıldönümünde hazırladığımız özel program dizisinin birincisinde beraberiz. Bu programın Türkiye'nin kendi tarihi ile yüzleşme sürecinin bir parçasını oluşturacağını umuyoruz. Cumhuriyet dönemi azınlık politikaları bağlamında, Tarih Vakfı tarafından yeni yayımlanan bir çalışma var, Dilek Güven tarafından gerçekleştirilmiş. Biz de olayların üzerinden tam 50 yıl geçtikten sonra, bu konuda Dilek Hanım'ı da aramıza alarak bir belgesel hazırladık. Bir de konuğumuz olacak; Mihail Vasiliadis Türkiye'de 80 yıldan beri yayımlanmakta olan Apoyevmatini gazetesinin editörü. O da 6-7 Eylül olaylarının tanığı olan kişilerden biri Dilek Güven'in kitabında da kendisinin tanıklığına çokça başvuruluyor. Bir de Avi Haligua bizimle beraber, bu programı birlikte yürüteceğiz. 6-7 Eylül'le ilgili ayrıca bir de sergi var. Dilek Güven'in 2 cilt halinde yayımlanan çalışmasının birinci cildi  bir doktora tezi. "Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları Bağlamında 6-7 Eylül Olayları" adını taşıyor.

 

DG: Bochum Üniversitesi Tarih Bölümü'nde yapılmış bir doktora tezi.

 

ÖM: 2. cildi de Fahri Çoker koleksiyonu diye adlandırılan emekli tümamiral Fahri Çoker'in arşiv ve fotoğraflarından, bıraktığı belgelerden oluşuyor. Bu belgeler de 6-7 Eylül üzerine ilk defa kitapla beraber yayınlanıyor.

 

DG: Fahri Çoker, 1955 olaylarından sonra, 1955'in sonbaharında kurulan askeri mahkemelerde hakim olarak çalışmış ve bu vesileyle eline epey fotoğraf geçmiş. Bunlar milli istihbarat tarafından çekilen fotoğraflar, bir de yabancı gazetecilerin sınır dışına çıkaramadığı, olaylar sırasında ve o gece çektiği fotoğraflardan oluşan bir arşiv. Bir de diğer belgeler var, emniyetin raporları, milli istihbarata ait belgeler, hasar tabloları gibi önemli belgeler. Ayrıca Cumhuriyet arşivinin 50 senelik bir sınırı var, belirli bir konuyla ilgili belge aradığınız zaman 50 sene beklemeniz gerekiyor ve arşiv açıldı, bir kaç telgraf dışında belge yok. O yüzden Tümamiral Fahri Çoker'in bıraktığı arşiv çok önemli, çünkü  bu belgeler olayı aydınlatıyor. Kendisi, vefatından sonra Tarih Vakfı tarafından bunun kamuoyuna sunulmasını istemiş.

ÖM: Bir anlamda vasiyeti de bu şekilde yerine getirilmiş oluyor.

 

DG: Kendisi 2001 yılında vefat etti.

 

ÖM: Bu çarpıcı belge ve fotoğraflardan oluşan bir sergi de Karşı Sanat'ta Elhamra Pasajı'nda açılıyor.

 

DG: 6 Eylül saat 6'da açılışı olacak serginin ve burada fotoğrafların büyük bir bölümü gösterilecek. Fahri Çoker'in arşivi bazında bir sergi olacak ve 3 hafta boyu da sergilenecek.

 

ÖM: Böylece 50 yıl sonra kendi geçmişimizle, yeni belgeler ışığında da biraz yüzyüze gelme fırsatını da bulacağız. Burada bulunduğunuz için çok teşekkür ederiz.

 

DG: Ben teşekkür ederim.

 

ÖM: 6-7 Eylül olaylarına ilişkin Türkiye'de de yayımlanmış, hatta dünyada yayınlanmış ilk kapsamlı çalışma olarak nitelendirebiliriz herhalde kitabınızı?

 

DG: Evet, bu konuyla ilgili akademik çalışma yoktu, zaten beni bu konuyu seçmeye iten sebep de oydu aslında, merak. Bu iki gün içinde neler olmuş? Lise ve üniversite dönemim Almanya'da geçtiği, hatta orada büyüdüğüm için geçmişi ile çok yakından ilgilenen bir toplum içinde büyüdüm. Genelde bu konularla, özellikle bu gibi hassas konularla ilgili araştırmalar mevcut. Böyle bir araştırmanın Türkiye'de olmaması bana garip geldi ve ben de hesaplaşmadan önce, en azından bu konuyla ilgili bilgilenelim diye düşündüm. Aslında tezin ilk amacı o.

 

ÖM: Bu hesaplaşma kelimesi çok iddialı oluyor, öyle kolay şeyler değil, bunlar kuşaklar boyu da sürecek olan şeyler, ama yüz yüze gelmek de bunun ilk adımı olması açısından oldukça önemli geliyor. Peki bu konuya ne şekilde ilgi duyarak başladınız?

 

DG: Bu olayları dedemden duyuyordum, kendisi bana anlatıyordu ve dediğim gibi bu konuyla ilgili bir araştırma yoktu Türkiye'de. O aslında benim için epey itici güç oldu. Bir de Türkiye'nin azınlıklar politikası ile ilgili cumhuriyet döneminde, varlık vergisi olsun, Trakyalı olayları olsun bazı kaynaklar vardı fakat 6-7 Eylül olayları gibi gerçekten çok korkunç olaylarla ilgili bir çalışma olmaması aslında asıl sebepti.

 

ÖM: Yani biraz merak saikiyle başlamış oldunuz.

 

DG: Evet, bir de T.C.'nin bugüne kadar süren, azınlıklarla ilgili problemli yaşamı diye düşünüyorum. Ancak , geçmişte olan olaylar aydınlatılırsa veya bilgi edinebilirsek, bugünü de daha sağlıklı yaşayacağımızı düşünüyorum. Aslında en fazla iten güç oydu.

 

ÖM: Hatta yarını da.

 

DG: Tabii.

 

ÖM: O zaman herhalde şundan başlamamız lazım; 6-7 Eylül olayları yeni kuşak için, yeni nesiller için pek az şey ifade ediyor. Bir kere bu olaylar nedir? Üzerinden 50 yıl geçmiş benim de kendi çocukluğumdan iyi kötü hatırladığım olaylar. Genel olarak Türkiye'de şöyle bir problemimiz var; kanaatime göre yüksek oranda resmi tarihin etkisi altında kaldığımız için bilmiyoruz. İçinde yaşadığım halde, -10 yaşında filandım- doğru dürüst ilk defa bir kurgu olarak, sadece sebepleri değil, ne olduğunu dahi sizin çalışmanızla çok daha etraflıca görme fırsatım oldu. Onun için, hele yeni kuşaklar için pek bir şey ifade etmiyor, Türkler için, Rumlar için, Yahudiler için, Ermeniler için ve herkes için. Onun için olayın kendisini özetleyebilir misiniz?

 

DG: 6 Eylül günü saat 13:00'te devlet radyosu tarafından bir haber duyurulur: "Selanik'te Atatürk'ün evi bombalandı" diye. İstanbul Ekspres gazetesi, tirajı aslında çok daha düşük olan bir gazete, tarafından bu haber yayılıyor.

 

Avi Haligua: Yanlış hatırlamıyorsam, politik bir gazete de değildi değil mi?

 

DG: Hayır değildi ve hatta 2. basıma giderek öğleden sonra bu haber duyuruldu. Aynı gün İstanbul'un gayrimüslimlerinin yoğun yaşadığı yerlerde, sadece bilindiği gibi Taksim ve Beyoğlu'nda değil, Boğaz'da, Samatya'da, Yedikule'de, Adalar'da, karşı tarafta, gayrimüslim nüfusun yoğun yerlerde bazı gruplaşmalar gözlemleniyor. Aynı zamanda, özellikle Taksim ve Beyoğlu'nda öğrenci derneklerinin halka nutuğu var, hem Kıbrıs konusunda, "Kıbrıs Türk'tür" gibi sloganlarla bazı nutuklar başlıyor.

 

 "O zaman 15 yaşındaydım ve Tahtakale'de Rızapaşa 19 numarada bir tanıdığımızın yanında çalışıyordum. O dönem dükkânların yüzde ellisi gayrimüslimlere ait idi. Saat 2'ye doğru daha Selanik'teki bomba haberi duyulmadan evvel ortalık yavaş yavaş karışmaya başlamıştı. Türk dükkân sahipleri yanımıza gelip bize şöyle diyorlardı: 'Dükkânlarınızı hemen kapatıp eve gitseniz iyi olur'. Saat 5'e doğru gayrimüslimlere ait tüm dükkânlar kapanmıştı. Tahtakale'de inanılmaz bir kalabalık birikmişti. Ne araba, ne otobüs, ne de tramvay geçebiliyordu. Eminönü'nde küçük gruplar halinde adamlar bekliyordu. Bankalar Caddesinde durum aynı idi. Karaköy ve Kuledibi'nde yine grup grup bekleşen adamlara rastladım. Taksim Meydanı ise artık iğne atsan yere düşmeyecek hale gelmişti. O sıra İstanbul Ekspres gazetesi çıktı. Beklenen haber gelmişti. Birden ortalık karıştı, sesler yükseldi. Saldırılar artık başlayabilirdi."[1]

 

"Göstericiler, halkı tahrik etmek için ya Kıbrıs sorununu [2] kullanıyor, ya da halk arasında mevcut olan gayrimüslim antipatisini körüklüyordu.[3] Bunun yanında, kahvehanelerde oturan erkeklerin doğrudan saldırılara katılması talep ediliyordu."

 

 "Beyoğlu'nda sabaha kadar açık olan bir kahve vardı. Oraya genelde belediye otobüslerinin şoförleri ve biletçileri giderdi. Orada vardiya zamanlarını beklerlerdi. O akşam birisi içeri daldı ve onlara bağırdı: 'Siz ne biçim Türksünüz? Tüm halk ayaklandı siz daha hâlâ oturmuş burada kart oynuyorsunuz.' Hemen birçok kişi kalktı ve saldırganların arasına karıştı." [4] 

 

DG: Belirli bir süre sonra bu nutukların arkasından bazı gruplar görüyoruz. Bu grupların önderlerinin elinde bayraklar var, Atatürk büstleri var, Fatih Sultan resimleri var, Celal Bayar resimleri var ve bunlar slogan atarak hem gayrimüslimlere karşı, ama daha fazla Kıbrıs olayı üzerine sloganlar atıyorlar ve arkasından gelen bir grup var. Bu grup ise gayrimüslimlerin ev ve dükkânlarına saldırmaya başlıyor biraz daha geç saatlerde İstanbul belirli köşelerinde. Bu olay için taşlar, sopalar hazırlanmış kamyonların içinde ve gruplar çeşitli vapur, tramvay ve taksiler aracılığı ile her tarafa taşınabiliyor.

 

"Hatta, özel arabalar, taksi ve kamyonların yanı sıra otobüs, vapur ve hatta askerî araçlardan oluşan bir ulaşım ağının oluşturulması sayesinde, faillerin ve aletlerinin kent içindeki ulaşımı garanti altına alınmıştı." [5]

 

"Neler olduğunu merak ettiğimiz için hepimiz dışarıya çıktık. Grup halinde adamlar ellerinde sopalar ve çekiçlerle bize doğru yaklaşıyorlardı. Biz lokantaya geri döndük ve perdeleri geriye kadar açtık. Üzerimizdeki askerî üniformaların onları ürküteceğini düşündük. Sonra oturduğumuz lokantaya sıra gelmişti. Bizi gördükleri halde baltalarla ön camları aşağı indirmeye başladılar. Bu grubun arkasında polis memurları vardı. Ama sanki polisler, saldırganların işlerini rahatça yapabilmeleri için başlarında bekliyor gibiydiler." [6]

 

DG: İlginçtir, çok bayrak kullanılıyor ve bayrakların hepsi çok yenidir, halka gösterilmek istenen, 'eline bayrağını kapıp sokağa düştü' imajı verilmek istese de bayrakların hepsinin o gün gıcır gıcır olması çok manidar. Tahrip böyle başlıyor.

 

 "Yüksekkaldırım'da bir Yahudi, o kargaşada kendi levhasını bir Türk dükkânının tabelasıyla değiştirdi. Yahudi'nin dükkânına hiçbir şey olmadı ama Türk'ünki yağmalanmıştı. Sonra komşusuna dedi ki, 'Ne yapalım, senin insanların bunu yaptılar.' Ama garip hatalar da oluyordu. Benim bir profesör arkadaşım vardı. Muayenehanesinin üzerinde Doçent Dr. diye bir levha yazılmıştı. Doçent kelimesini gayrimüslim bir isim zannedip muayenehanesini

tahrip etmişler." [7]

 

 "Tünel'de Cevat Bey'e ait bir kumaş dükkânı vardı. Adam Türk'tü, ama onun da işyerini yağmalamaya başladılar. Adam hemenpantolonunu aşağıindirdi ve sünnetli olduğunu gösterdi. O da bu şekilde adamları durdurmaya çalıştı."[8]

 

ÖM: Bayrakların yeni olduğundan bahsetmişken, benim de fotoğrafları gördükten sonra çok dikkatimi çeken bir şey vardı;

 

 

fotoğraflarda bolca görünen Atatürk'ün, dönemin cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın ve Fatih Sultan Mehmet'in de resimlerinin hepsinin çok güzel çerçeveli, özel olarak hazırlanmış olduğu görülüyor. Dolayısıyla pek de kendiliğinden olmuş bir şey gibi görünmüyor doğrusu.

 Tümamiral Fahri Çoker'in arşivinden, 6 Eylül 1955, İstanbul 

 

DG: Ayrı bir olay var, 20-30 kişilik gruplar arasında bir de önderler var, bu önderlerin ellerinde listeler var, bu listelerde Ermeni, Rum, Yahudi evlerinin adresleri var.

 

 "Bir Rum arkadaşımın dükkânının önünde elimde bir Türk bayrağı ile nöbet tutuyordum. Ellerinde bir listeyle geldiler. Onlara bu dükkânın bir Türk'e ait olduğunu söyledim. O bunun imkânsız olduğunu, çünkü ismin listede olduğunu belirti. Ben de 'o zaman listede bir hata olmuştur' dedim. Ellerindeki listelerde tüm cadde isimleri ve ev numaraları vardı. Kendi aralarında sürekli birbirlerine talimat veriyorlardı. 'Bu ev bir Rum'un, şu Ermeni'nin, bu dükkânı yağmalayın, şu eve girin' vs." [9]

 

"Olayların başlamasından birkaç hafta önce ilgili mahallelerin muhtarlarından ev ve işyerlerinin adresleri istenmişti."[10]

 

"Yine gayrimüslimlere ait bazı ev ve işyerleri ise, bir haç figürü, GMR (Gayrimüslim Rum) [11] gibi kısaltmalar, ya da "Türk değil", "Türk"[12] gibi tanımlamalarla işaretlendi."

 

 

DG: Ve bu listeye göre tahrip edilecek ev ya da dükkân bulunuyor. Mesela Tahtakale veya Mahmutpaşa'da bazı depolar var, ve bunların üzerinde tabii ki isim yazmıyor, fakat kolaylıkla bir Rum'a veya Ermeni'ye ait bir depo bulunup tahrip edilebiliyor bu listeler sayesinde. Sadece listeler değil, bir de olaylardan biraz evvel bazı evler veya dükkânlar işaretlenmişti, 'Gayrimüslim Rum (GMR)' veya 'Türk' ya da 'Türk değil' diye. Yaptığım mülakatlardan bunu anlatanlar var, mesela bu boyayı sildiklerini fakat tekrar bir hafta sonra evlerinin işaretlendiğini anlatan.

 

 "Ben o zaman Yedikule'de oturuyordum. Olaylardan iki hafta evvel ekseriyetle Rumların evlerine, Ermenilerin de, ama ekseriyetle Rumların evlerine soba yaldız boyasıyla, böyle bir çapraz işaret konuyordu. Bu işaretler 15 gün evvel konuyordu evlere, siliyorduk gazla, yine..."[13]

 

ÖM: 20-30 kişilik özel timler diyebileceğimiz birliklerden oluşturulduğu ortaya çıkıyor.

 

DG: Evet. Bunlar bir de aynı zamanda başlıyor, eşzamanlı, İstanbul'un her tarafında; bu da tabii ki spontane olmadığının ayrı bir kanıtı. Çünkü grupların veya hükümetin söylemine bakacak olursanız; "halk ayaklandı", fakat her tarafta aynı anda ayaklanması çok ilginç. Burada önderlerin ellerinde bir liste var, bir de dikkat ettikleri başka bir şey hırsızlık yapılmasın, sadece dükkânlardan mallar çıkartılıp tek tek tahrip edilsin. Zaten emir öyle. Yapılan da o, dükkânlara girilip sadece bir kaç şey kırılmıyor, dükkanda ne varsa dışarıya çıkartılarak tahrip ediliyor.

 

ÖM: Bu bir yağma değil aslında.

 

DG: En azından başta değil ama daha sonra tabii ki yağma başlıyor, çünkü kontrolden çıkıyor. Bu önderler sık sık da, "yaralama ve öldürme olayı yok, kişilere karşı kaba kuvvet kullanılmayacak" diye de uyarıyor grubunu sürekli.

 

 "Grupların liderleri hırsızlığa izin vermiyordu. Hatta hırsızlık yapmak isteyen bazı kişiler dövülüyordu. Ancak, pek çok kişi kargaşadan istifade ediyordu. Daha sonraları liderler de duruma karşı koyamıyor, hatta kendileri de çalıyordu. 1960 Mayıs'ındaki askerî darbe esnasında, askerdeydim. Sulukule'de bir çadır kurmamız gerekiyordu. O zamanlar orada daha elektrik yoktu. Ama bu bölgedeki evler buzdolapları, çamaşır makineleri, radyolar ve diğer elektrikli aletlerle doluydu. Bunlar 6/7 Eylül 1955'in ganimetleriydi." [14]

 

"Dükkânı yedi-sekiz metrelik bir mesafeden izliyordum. Çantalarını nasıl parfüm, kozmetik malzemeleri ve diğer şeylerle doldurduklarını gördüm. Balık Pazarı'nda bir adam sırtında bir kasaptan aşırdığı koca bir kuzuyla kaçarken, bir yandan da elinde büyükçe bir parça peynir taşıyan birini gördüm [...] Fındıklı'da Türkler bütün gece boyunca, iki bakkal dükkânından çuvallarla pirinç, şeker, sabun, fasulye, zeytinyağı ve başka şeyleri evlerine taşıdılar. Sabah olduğunda karşımızdaki dükkânlar tamamen boştu."[15]

 

DG: Bir de tabii ki burada özellikle azınlıklar açısından en kötüsü evlere de girilmesi. Dükkânlarda, gergin bir ortam olduğu, öğleden sonra bu mitinglerle fark ediliyor, Kıbrıs'tan dolayı gergin bir atmosfer de var. Dükkânların kepenkleri zaten öğleden sonra inmeye başlıyor, fakat özellikle evlere girilip ve ev eşyalarının, her şeyin, gardıroptaki eşyalara varana kadar tahrip edilip pencereden dışarıya atılması aslında en ürkütücü olaylar.

 

 "Dükkânların yağmalanmasından daha kötü olan, evlere girilmesiydi. Üvey annem ve kız kardeşim evin ikinci katına çıkıp kapıyı kilitlemişlerdi. Adamlar aşağıda kapıyı zorlamaya başladıkları zaman, onlar pencereden atlamayı düşünüyorlardı." [16]

 

ÖM: Kontrolden çıktı dediğiniz zaman insanın aklına şu da geliyor, ırza geçmeye kadar varan çok vahim olayların da cereyan etmiş olduğunu öğreniyoruz.

 

DG: Amerikan Dışişleri'ndeki bir kaynağa göre 60 kişi.

 

"Evlerde, özellikle Rum kadınlara tecavüz edilmiştir.[17] Balıklı Hastanesi Başhekiminin ifadesine göre, hastanede 60 kadın tecavüz nedeniyle tedavi görmüştür.[18] Çok sayıda kadının bu durumu gizlemiş ve hastanede tedavi olmaktan kaçınmış olabileceği de düşünülürse, tecavüz kurbanlarının sayısının gerçekte daha yüksek olduğu söylenebilir."

[19]

DG: Bir de ilginçtir; emir, "yaralama yok" şeklinde, fakat tıpkı savaş dönemi veya başka dönemlerde olduğu gibi, tecavüz olayı yaralama olayına girmiyor, en azından öyle görülmüyor.

 

ÖM: Bunun önceden hesaplanmış olabileceğini gösteren bir şey var mı?

 

DG: Yok, ama büyük bir ihtimalle tahmin edilebilirdi böyle bir kaos içinde, tüm olaylara katılan insan sayısı 100 bin kişi kadar, bu çok önemli bir sayı İstanbul için. Bu da büyük bir ihtimalle tahmin edilebilirdi.

 

ÖM: Yani 100 bine yakın insan, özellikle İstanbul'da ama diğer büyük şehirlerde de, İzmir'de ve başka şehirlerde de böylesine bir olaya katılıyorlar ve bunun, önceden hazırlanmış listelere göre, çok hesaplı ve planlı bir şekilde yapılmış olduğu da söylenebiliyor.

 

DG: Ankara'da sadece bir öğrenci mitingiyle sınırlı kalıyor, bu mitinge de neredeyse 3 bin kişi