13. STK Sempozyumu

-
Aa
+
a
a
a

DÜŞÜNEN SİVİL TOPLUM: FELSEFİ YAKLAŞIMLAR-AÇILIMLAR

XIII. SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI SEMPOZYUMU (27-28 HAZİRAN 2003)

SONUÇ BİLDİRGESİ

Sekreteryası Tarih Vakfı tarafından gerçekleştirilen ve Heinrich Böll Vakfının tarafından desteklediği STK Sempozyumları dizisinin on üçüncüsü “Düşünen Sivil Toplum: Felsefi Yaklaşımlar-Açılımlar” başlığıyla 27-28 Haziran 2003 tarihlerinde 122 kurumu temsilen 193 kişinin katılımıyla Yıldız Teknik Üniversitesi Oditoryumu’nda gerçekleştirilmiştir. Sempozyum katılımcılarının ve konuşmacılarının ortaya koyduğu görüşler aşağıda özetlenmiştir:

Sempozyumun ana konuşmasını yapan İoanna Kuçuradi kavramları açık kılmanın önemli olduğunu, ülkemizde STK kavramından devlet kurumu olmayan kurumların anlaşıldığını, bu anlamıyla devlet ve yurttaş kavramlarının karşıt taraf gibi algılandığını belirtti. Sivil toplumun son derece karmaşık bir kavram olduğunu ve ilk olarak Aristoteles’te karşımıza çıktığını vurgulayarak politik toplumun, yurttaşların kararlara katılmasıyla bağlantılı olduğunu belirten Kuçuradi, günümüzde yurttaşlık kavramının herkesi içerdiğini, bu kişilerin hepsinin toplumsal işbölümünde yer alan kişiler olduğunu, toplum kavramının ise bulanık bir kavram olmasından dolayı, söz konusu kavramdan hukuksal olarak düzenlenmiş ilişkiler bütününü anlamak gerektiğini belirtti. Kamu kavramının ise “herkesle ve herbiriyle olan ilgi”yi içeren bir kavram olduğunu söyleyen Kuçuradi, kamusal alanın da bu bağlamda oluştuğunu dile getirdi. Devleti; kişileri, yurttaşları birbirine karşı koruyan organlar bütünü olarak tanımlayan Kuçuradi, demokratikleşmenin ise yurttaşların insan haklarına dayalı olarak yetiştirilmesiyle ancak mümkün olabileceğini ileri sürdü.

Kuçuradi sivil toplum kuruluşlarını, insan haklarına dayalı olarak kamu hizmeti veren; hukuksal bağlamda kurulan ve çalışan; herkesi ilgilendiren konularda bilgiye dayalı bir biçimde kamu hizmeti veren kuruluşlar olarak tanımladı.

Oturuma tartışmacı olarak katılan Ali Yaşar Sarıbay; ülkemizde sivil toplumun bir “şey”den özgürlük olarak yani devletten ”özgür”, “özerk” birşey olarak algılandığını; söz konusu algılamanın modernitenin yarattığı “fiktiv” bir ayrım olduğunu ileri sürdü. Toplumumuzda “devlet herşeyin üstündedir” anlayışının egemen olduğunu belirten Sarıbay yine özel alan ve kamusal alan sınırlarının belirsizliğine dikkat çekti. Sivil toplumu düz, çizgisel bir kavramsallaştırmaya tabi tutamayacağımızı belirten Sarıbay, STK’yı bir “şey”den özgürleşmede, demokrasinin temeli olarak görmenin eksik bir bakış açısı olduğunu dile getirdi. Kamusal alanı “etik”le, özel alanı ise, “moralite” ile birleştirmek istediğini belirtti.

Oturumun diğer tartışmacısı olan Faruk Akyol “sivil” terimi üzerine durdu ve “sivil”i kent içinde yaşayanların birbirini anlamaları için uygun becerileri geliştirmesi eylemi olarak tanımladı. Aydınlanmanın yurttaşlık kavramıyla ilişkisini ortaya koyan Akyol “ben olmak” üzerinde durarak “ben olmak” eyleminin dünyaya ilişkin bir tavır almak olduğuna dikkati çekti.

“Birey, Sivil Toplum ve Sivil Toplum Kuruluşları” konusu tartışılan sempozyumun birinci oturumunda ilk konuşmacı Tüten Anğ, sivil toplum kuruluşu ile birey arasındaki ilişkiyi insan felsefesi açısından ele aldı. STK’nın temelinin –hem öznesinin hem de nesnesinin- insan olduğunu belirten Anğ, insan öğesinin mutlaka insan felsefesi açısından aydınlatılması gerektiğini ileri sürdü. Her üç kavram da (birey-sivil toplum-sivil toplum kuruluşu) felsefe açısından ele alındıklarında, anlam birliğinin daha kolay bir biçimde oluşturulabileceğini belirten Anğ’ a göre öncelikle üzerinde durulması gereken, STK’nın nasıl bir insan anlayışı olduğu konusuydu. İnsanın temel özelliklerinden birinin “hayır” diyebilmek olduğunu M. Scheler’e dayalı olarak dile getiren Anğ, insanın diğer bir özelliğinin de doğa tarafından tümüyle belirlenmemiş olmada kendini gösterdiğini belirtti. Bu bağlamdaki görüşlerini I.Kant’a ve T. Mengüşoğlu’nun felsefi antropoloji kavrayışına göre sunan Anğ, insanı bir “akıl” varlığı olarak ve “isteme özgürlüğü” olan bir varlık olarak tanımladı. Ona göre birey, nitelikleri sürekli olarak çoğalabilen bir varlıktır ve sivil toplum da bu yapıdaki bireylerden oluşmaktadır. STK’ların da ancak böyle bir toplumda ortaya çıkabileceğini vurgulayan Anğ, Mengüşoğlu’nun Nietzsche’den aldığı “varlık koşulları” kavramından söz etti. Anğ, insanın fenomenal durumundan kaynaklanan varlık koşullarının, insanın ve dolayısıyla toplumun olmazsa olmazları olduğunu ileri sürdü. İnsanın varlık koşullarını bilgi, eylem, inanma, örgütlenme vb. olarak belirleyen Anğ, bilginin bir varlık koşulu olarak STK için son derece önemli, ayrıca toplumu biçimlendirmede de en anlamlı faktör olduğunu belirtti ve bireyle toplumu birbirinin varlık nedeni olarak ele alarak birey ve yurttaş arasındaki farklılığa ilişkin saptamalarda bulundu. Anğ ayrıca özel-kamusal ayırımının yeterli olmadığını, özel-toplumsal-kamusal ayırımının yapılması gerektiğini ileri sürdü.

Oturumun ikinci konuşmacısı Sanem Yazıcıoğlu Öğe “birey”, “edim”, “söz” kavramları üzerinde durdu ve ayrıca “çoğulluk” kavramına değindi. İnsanların tavır almalarını, birey olmalarının nedeni olarak gören Öğe, sivil toplum içinde önemli olanın “ortaklık” kuracak şekilde tavır takınmak olduğunu ileri sürdü. Oluşan ortak alanın, bireyselliklerin salt toplamı olmadığını, onun fazlası olduğunu belirten Öğe, kamusal alanın çoğulluk için bir uzam (mekân) oluşturduğunu; bu uzamın, tek tek bireylerin ortak tavır alışları sonucunda ortaya çıktığını göstermeye çalıştı. Kamu alanınını yurttaşlar tarafından inşa edilen ve korunması gereken bir alan olarak tanımlayan Öğe, kamusal alanda, özellikle siyasal olanın belirleyici olduğunu vurguladı ve böylece toplumsal ile kamusal arasındaki farka da dikkat çekti. Öğe STK’yı da katılımcı kimliğiyle kamusal alanda yeni bir uzam (mekân) olarak belirledi.

Sempozyumun ikinci oturumunda “Bilgi, Sivil Toplum ve Sivil Toplum Kuruluşları” konusu tartışıldı. Oturumun ilk konuşmacısı Orhan Silier, STK’ları bilgi kümesine dayanan ve toplumla ilişkisi bilgi üzerinden gelişen kuruluşlar olarak belirledi. STK’ların belli türden bilgilerin yaygınlaştırılmasına dayandığını vurgulayan Silier, bilgiyi duyularla elde edilen, bir bölümü böylece kalan, öteki bölümü sembolleştirilen, kodlanan, yapılar olarak tanımladı. Dış dünyayı bu yolla ancak yalınlaştırmanın mümkün olduğunu ileri süren Silier, bu tür bilgilerin, “aktarılabilir”, “biriktirilebilir” nitelikler taşıdığını ayrıntılı bir biçimde vurguladı. Bilgi ve bilme işinin bir katılım biçimi olmasının yanı sıra toplumun kültürel kaynaklarını da oluşturduğunu belirten Silier, toplumun bilgi stokuna sürekli ekler yapılması gerekliliğini, kişisel-kurumsal eklerin, kültürü genişleten unsurlar olduğunu, tarihsel bilgi stokuna yeni ekleme yapmanın katılım ve demokratik etkileşim biçimi olarak kendini gösterdiğini belirtti. Silier her STK’nın kendi faaliyetiyle bilginin oluşumuna katkıda bulunduğunu da ayrıca vurguladı. Öğrenmeyi üç temel biçimde farklı kategorize eden Silier bunları sırasıyla;1) belleme ya da ezberleme yoluyla öğrenme, 2) kavramaya dayalı, iş ortamında, iş içerisinde kullanma bağlamında öğrenme, 3) davranış değişikliğine dönüştürerek, içselleştirme yoluyla öğrenme olarak belirledi. En önemlisinin üçüncüsü olduğunu ileri süren Silier, bilginin bu üçüncüsünde insanı uygarlaştıran bir özellik aracılığıyla etkili olduğunu vurguladı ve bilginin bu yolla çok büyük bir “güç” oluşturduğuna da dikkati çekti. Silier bilginin toplumun yapısına göre eşitsiz dağıldığını ileri sürerek, toplum ne kadar hiyerarşikse bilginin dağılımının da o kadar eşitsiz olduğunu dile getirdi.

Bilginin önemine paralel olarak yaygınlaşmasının çok önemli olduğuna değinen Silier, sivil toplum kuruluşları olarak bilgiyi işlemenin, üretmenin ve bunu tekrar topluma kazandırmanın da o denli önemli olduğunu vurguladı. Bu bağlamda, bilgi kamu bilgisi haline gelecek ve özellikle yerel STK’ların biriktirdikleri bilgi, yazılı kültürü oluşturmada yeni bir boyut olarak ortaya çıkacaktır.

Oturumun ikinci konuşmacısı Tanay Sıdkı Uyar bilgiyi, karar verme süreçlerinin temel girdisi ve öğesi olarak tanımladı. Bilgi toplumunda doğru ve taze olmayan bilgilere de yer verildiğini belirten Uyar, bilginin çoğalmasıyla birlikte sistemli bir biçimde değerlendirilmesinin de önemli olduğunu dile getirdi. Uyar, yaşamı boyunca birçok sorun tanımlayan ve çözümleyen insanın, diğerleriyle arasındaki ilişkinin yurttaşlık kavrayışı içinde olduğu zaman ancak anlamlı olduğunu vurguladı. Sivil toplumu, mevcut tüm insanların ilişki ve etkileşimi içinde oluşan bir yapı olarak tanımlayan Uyar, bu kişiler arasında zamanla “birlikte” değerlendirme ve karar verme gereksinimi doğduğunu belirtti. Sivil toplum örgütlenmesinin değil, sivil toplumun ilkin farkına varılmasının, tanınmasının, toplum sorunlarının anlaşılmasında son derece önemli olduğunu vurguladı. STK’ların yöneticilerinin ve üyelerinin niteliklerinin de çok önemli olduğunu dile getiren Uyar, bu üyelerin diğer üyelerle ve toplumla etkileşim ve iletişim içinde olmaları gerektiğini de belirtti. Sivil toplumda var olan potansiyelle bilgiyi buluşturmanın son derece önemli olduğunu ileri süren Uyar, doğru olanın bilgiye ulaşmak ve tüm bireylerin bilgiye dayalı süreçlere katılımını sağlamak olduğunu belirtti.

Sempozyumun son oturumunda Hayrettin Ökçesiz hangi toplulukların STK olduğunun üzerinde durulmasının önemli olduğunu; ancak asıl sorunun,”bir toplum ne zaman ‘sivil’dir sorununa/sorusuna ilişkin” olduğunu dile getirdi. Devlet bağlamında en önemli sorunun, devletin kendi koyduğu kurallara bağlı olup olmadığı noktasında odaklandığını belirten Ökçesiz, bu bağlamda yurttaşın da kendisini kurallara bağlı hissedip hissetmediğinin önemine işaret etti. STK’ların sivil toplumda önemli bir gücü paylaşmayı istediklerinin öne sürülebileceğini belirten konuşmacı, STK’ların ne olursa olsun egemenliğe ortak olmak istediklerini ileri sürdü. İnsanın içinde yaşadığı alanlar arasındaki ilişkiyi ortak paydalar çerçevesinde belirgin kılmaya çalışan Ökçesiz, “yedi üçüzlü yapı”yla, üç yanı olan özne (insan, birey, kişi) kavrayışından yola çıkarak diğer üçüzlü yapılara dikkat çekti. Özellikle siyasette özel, kamusal, resmi alan belirlemelerini yapan konuşmacı, insan, toplum, devlet, hukuk bağlamında oluşan üçüzlü yapıların, oluşan gerginlikleri gidermede çok önemli bir işlev yüklendiğini sözlerine ekledi.

Oturumun ikinci konuşmacısı Zeynep Davran, sivil toplum kavramının Türkçede devlet kavramının bağlılaşığı durumunda olduğunu belirterek STK’lar dendiğinde devlete ait olmayanı anlamak gerektiğini belirtti. STK’ya “gönüllü organizasyon” da denebileceğini belirten Davran, devletin anayasada güvence altına aldığı hakların yine devletçe engellenmesinden kaçınmak amacıyla, farklı yapılanmalar, örneğin “platformlar” kurulduğunu ileri sürdü. Kamusal alanın sınırlarını çizmenin STK’nın sınırlarını çizmekten daha zor olduğunu belirten Davran, kamusal alanın, zaman zaman fiziksel alan olarak da anlaşılabildiğini sözlerine ekledi.

Oturumun son konuşmacısı İsmail Erten pratiğin içinden gelen biri olarak, Çanakkale’de gerçekleştirdikleri “sivil inisiyatif” deneyimini anlattı. Yasal statüsü olmayan, üyelik sistemi ve yönetim kurulu olamayan inisiyatifi oluşturmanın amacının temsili demokrasinin zayıf yönlerinden kaçınmak olduğunu dile getiren Erten, tek bir konuyla ilgilenmediklerini inisiyatif içinde herkesin kendi ilgi alanına göre ulusal ya da uluslararası düzlemde proje oluşturabildiğini belirtti. Asıl amacın katılımcı demokrasiyi geliştirmek olduğuna işaret eden konuşmacı, diğer bir amacın da risk alabilen yurttaşlar yaratmak olduğunu söyledi. İnisiyatifin özerklik, muhalefet etmek ve sorun çözümünde etkin olmak, yapıcı olmak gibi üç ilkesinin olduğunu belirten Erten; kentli, aidiyet ve kimlik kavramlarını geliştirmeye çalıştıklarını da belirtti.

Kaynak: XIII. STK Sempozyumu

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

 

Anadolu'dan "Felsefi Yaklaşımlar"a talep var

(Sempozyumdan önce yayımlanmış bir söyleşi)

 

Hülya Denizalp Demircan: Bu haftaki programımızı 27-28 Haziran 2003’te yapılacak olan “13. STK SEMPOZYUMU”na ayırdık. Sempozyumun konusu, “Düşünen Sivil Toplum: Felsefi Yaklaşımlar, Açılımlar” olarak belirlendi. İki değerli konuğumuz var. Sempozyumun sekreteri Aylin Örnek ve Van’dan konuğumuz, Doç. Dr. Mustafa Sarı. Hoşgeldiniz! Mustafa Bey ile sempozyumun yanısıra, kendi çalışmaları hakkında konuşacağız.

 

Evet, Aylin; ilk önce sempozyumun ana konusundan başlayalım. Bu konu seçilirken ne amaçlandı? Kimler seçti?

 

Aylin Örnek: 1994 yılından bu yana yapılan bu sempozyumlarda, 13’üncüsüne geldiğimizde önümüzde iki kriter vardı. Birincisi, bu yıl Türkiye’de yapılacak olan “Dünya Felsefe Kongresi”. “Sempozyum ile bu kongre arasında bir bağ kurabilir miyiz?” diye düşündük. 1994’den bu yana, sempozyumlarda birçok kavramı tartışmamıza rağmen, hâlâ gözlenen o ki, belli kavramlar etrafında ortak bir fikir birliği henüz tam anlamıyla oluşmuş değil. Bu sempozyum, Sivil Toplum Hareketi içindeki esas kavramları tartışmaya yönelik olarak planlandı. Bu sempozyumun, farklı STK temsilcilerinden oluşan bir düzenleme kurulu var. Düzenleme Kurulu üyeleri, her sempozyumda farklılaşabiliyor. 13. Sempozyum için 15 STK düzenleme kurulunda yer aldı.

 

HDD: Bunları sayabilir miyiz?

 

AÖ: Beyaz Nokta Vakfı; Habitat ve Yerel Gündem 21 Gençlik Derneği; Heinrich Böll Vakfı; İstanbul Avrupa Gençlik Forumu Derneği; İstanbul Çevre Konseyi; İnsan Yerleşimleri Derneği; Kadıköy Bilim, Kültür ve Sanat Dostları Derneği; Marmara Grubu Stratejik Araştırmalar Vakfı; Tarih Vakfı; Türkiye Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı; Türkiye Felsefe Kurumu; Türk Psikologlar Derneği – İstanbul Şubesi; Üniversiteli Kadınlar Derneği; 21.Yüzyıl Eğitim ve Kültür Vakfı; 118 E Lions Yönetim Çevresi.

 

Bu sempozyumun program ve içeriği, ayda bir kez toplanan bu kuruluşlarla oluşturuldu. Tarih Vakfı, bu sempozyumun sekreterya görevini üstleniyor.

 

HDD: Yani sen, değil mi?

 

(Gülüşmeler)

 

AY: Evet.

 

HDD: Sempozyumların duyurusu Türkiye’deki tüm STK ya da ilgili kişilere yapılabiliyor mu? Örneğin; Mustafa Bey, bu sempozyumdan haberdar mıydınız?

 

Mustafa Sarı: Biraz önce haberim oldu. Daha önce haberim olmamıştı.

 

(Gülüşmeler)

 

HDD: Aylin, aranızı bozma gibi bir niyetim yok ama bu iletişim kopukluğu neden kaynaklanıyor?

 

AÖ: Belli duyuru kanallarımız var. Bunlardan biri, elimizde olan bilgi bankası. Bu bankanın temelini Tarih Vakfı’nın 1994 yılında oluşturduğu STK Rehberi oluşturuyordu. Fakat, bu rehberdeki bilgiler zamanla geçerliliğini yitirmeye başladı. İki dönemdir, sempozyumun sekreterliğini yapıyorum. Elimden geldiğince bu bilgileri güncellemeye çalışıyorum. İkinci duyuru kanalımız bazı e-gruplar. Cezayir depreminden sonra, internet bağlantılarında oluşan arızalardan sonra, bu kanallara ulaşmada da bazı sorunlar yaşadık. Daha önce sözünü ettiğim STK Rehberi güncelleme çalışmaları devam ediyor. Umarım, daha sonraki sempozyumlarda daha geniş bir kesime ulaşmış olacağız.

 

İlk katılım formu Gaziantep’ten

 

HDD: Peki. Mustafa Bey, şimdiye kadar hep İstanbul’da düzenlenen bu sempozyum Van’da ya da Anadolu’nun değişik kentlerinde düzenlenemez mi?

 

MS:  Bence çok iyi olur. Anadolu’daki yerel STK’ların temel sorunu, kapasitelerinin geliştirilmesi, yeterli bilgi ve beceri düzeyine erişmesidir. Böyle bir sempozyumun örneğin Anadolu’da düzenlenmesi buna katkısı çok olur.

  

HDD: İlgi ve katılım yeterli olur mu?

 

MS: İstanbul’dan daha fazla katılım olacağını düşünüyorum.

 

HDD: Aylin, ne dersin?

 

AÖ: Daha önceki sempozyum düzenleme kurulu toplantılarında bu konu gündeme geldi. Van’ı düşünmedik ama Ankara’da yapma fikri oluştu. Ancak, düzenleme kurulunun tek üyesi hariç, diğer üyelerin hepsi, İstanbul’dan... Ama Anadolu’da yapabilmenin koşulları oluşturulabilir. Bir de maliyet sorununu göz önüne almak gerekiyor.

 

HDD: Söylemek istediğim, İstanbul ve Anadolu’da yılda bir kere düzenlemek güzel olmaz mı? İsteyen her ikisine de katılsın.

 

AÖ: Biliyorsunuz, geçen sempozyumun ana konusu “Projecilik”ti. Buna bağlı olarak, katılım üst düzeydeydi. Ancak, bu sempozyumun konusu “Felsefi Yaklaşımlar” olunca, katılımın nasıl olacağı merak konusuydu. Ama ilk katılım formu Gaziantep’ten geldi. Bu sempozyuma da Anadolu’dan 120 kişi katılım için başvurdu.

 

HDD: Korktuğunuz başınıza gelmedi, öyle mi?

 

AÖ: Evet.

 

MS: Bence bu katılım çok doğal. Hayatın devam ettiği ve yön verildiği yer, Anadolu. Oralardan gelen “sesler”, burada belli bir düzen içinde kontrol altına alınıyor ya da organize ediliyor. Ama hayatın kalbi Anadolu’da atıyor. Çünkü, sorunlar ve müdahaleler yerel olmak zorunda. Bu nedenle, yerel STK’lar çok çok önem arzediyor.

 

HDD: Mustafa Bey, onlar yapmazsa siz Anadolu’da düzenleyin. Ben varım.

 

MS: Tamam. Neden olmasın.

 

AÖ: Anadolu Cephesi açalım.

 

(Gülüşmeler)

 

HDD: Cephe açmak değil ama, birden heyecanlandım.

 

AÖ: Ben de... Biliyorsunuz, Kuzguncuklular Derneği üyesi olduğum için, yerel olan herşey beni de çok heyecanlandırır.

 

MS: Bir de Anadolu sıcak ilişkilere daha yakındır. Yerelde olan bir sorunun İstanbul veya Ankara’dan değil de yerelde çözülmesi ve insanların katılımı şart.

 

HDD: Mustafa Bey, sempozyumun konusunu nasıl buluyorsunuz?Bu kavramsal çerçevede tartışmak sizce önemli mi?

 

MS: Tabii ki. Kavramları benimseyebilmiş ve anlamlarını yükleyebilmiş değiliz.

 

HDD: Önce STK çalışanlarının bu konuları anlaması, çaba göstermesi vedil birliğinin de oluşturulması da gerekiyor, değil mi?

 

MS: Kesinlikle. Gönüllü kuruluşlar ile meslek kuruluşları karıştırılıyorsa...

 

HDD: Mustafa Bey, sizinle gelecek programda yine konuşacağız. Bu konuda daha geniş olarak o zaman sözedebilir miyiz?

 

MS: Tabii ki.

 

www.stksempozyumu.org

 

(Bu söyleşi Açık Radyo’da yayımlanmıştır. Deşifre eden: Mehmet Yavuzkan)