"Ailede aşıyla ilintili fikir ayrılıkları, dini ve politik konulardakinden çok daha fazla ve şiddetli oluyor"

-
Aa
+
a
a
a

Her hafta olduğu gibi güncel istatistiklerle başlayan Korona Günleri’nde Selim Badur aşı üzerine yapılan son çalışmaları ve haberleri anlattı. Türkiye’den ve dünyadan aşıyı özendirici ve aşı karşıtı kampanyalardan, uygulamalardan bahsetti. 

 Selim Badur'la Korona Günleri: 20 Eylül 2021
 

Selim Badur'la Korona Günleri: 20 Eylül 2021

podcast servisi: iTunes / RSS

(20 Eylül 2021 tarihinde Açık Radyo’da Korona Günleri programında yayınlanmıştır.)

 

Özdeş Özbay: Merhabalar Selim bey, günaydın!

Yağmur Yıldırım: Günaydın

Selim Badur: Günaydın Yağmur, Özdeş, Feryal, herkese iyi haftalar. Geçen hafta program yapmamıştık, Açık Gazete tatildeydi. 15 gün oldu; 15 günlük bir ara, geldiğimiz noktada küresel boyutta 228 milyon olgu, 4.6 milyonu geçen yaşamını yitiren kişi… Günlük ortalama 561 bin kadar yeni olgu listeye ekleniyor. Türkiye’ye baktığımız zaman Türkiye 6. sırada; 6.8 milyon olgu ve 61,574 kişi ülkemizde COVID nedeniyle yaşamını yitirmiş durumda. Bütün bunlara rağmen hâlâ “bu bir komplodur, bu büyük ülkelerin, yabancı güçlerin komplosudur, böyle bir şey yoktur” diyen ya da işte aşılanmaya karşı çıkan insanlar var. Bunlar hatta bizim program yapmadığımız dönemde Maltepe’de de bir miting düzenlediler.

ÖÖ: Ankara’da da oldu maalesef.

SB: Evet bu dünyanın her yerinde oluyor. Böyle bir neoliberal çağın böyle post-modern dünyanın bir getirisi herhalde, bir hediyesi bizlere. Dünyanın %43,1’i aşılandı, dünyanın %43’ü tam aşılandı ama gelişmekte olan ülkelerde bu %1,9, daha hâlâ %2’ye varamadı. Türkiye’de de toplumun %49,3’ü aşılandı. Farklı ülkelerde çeşitli, böyle aşıyı özendirmek için eylemler ya da çeşitli hediyeler, çeşitli özendirici birtakım işlemler yapılıyor. Mesela bir örnek, Hindistan’dan. Hindistan ilginç bir ülke, Özdeş sen seversin Hindistan ve Narendra Modi’yi de! 71. yaş günüymüş, bilmiyorum kutladın mı ama partisinin hediyesi olarak geniş bir kampanya başlatılmış; 1 günde 25 milyon doz aşı uygulanmış. Fakat ülkeden gelen sayısal değerler bir tuhaf çünkü resmi sayılara göre Hindistan’da 437 bin kadar yaşamını yitiren kişi var ama tahminler 3-4 milyon kişi olduğu belirtiliyor. Bu durum sadece gelişmekte olan ülkeler ve Hindistan’a özgü değil; örneğin ABD’de Dr. Fauci’nin açıklaması var “olgular yaklaşık resmi sayıların, açıklamaların 10 misli kadar olabilir Amerika’da” diye. Tabii ülkeden ülkeye ya da farklı coğrafyalarda vaka tanımı değişiyor; işte siz eğer COVID için, COVID testi pozitif çıkanları sadece listenize alırsanız ya da işte boğaz ağrısı, öksürük, solunum güçlüğü diyorsunuz, bir tanesi solunum güçlüğünü katmıyor. O zaman oranlar değişiyor, böyle bir standardizasyon yok. 

ÖÖ: Ama pandeminin ilk aylarında da vardı sanki bu. Yani hafif atlatanlar sebebiyle bir 10 kat aslında gerçek rakam yüksek deniyordu.

SB: Böyle bir durum var. Onun için hani 228 milyon olgu küresel boyutta yani bu ne kadar doğru, ne kadar düzeltilmeli, bu tartışılmalı ama işin çok kapsamlı olduğunu görüyoruz. Hindistan’dan bahsediyordum. Aslında 1,3 milyarlık ülke, bir günde 25 milyon doz aşı. Bu kampanya için slogan “mersi Modiji” denmiş, Modi’sinin sonuna, saygı ifadesiymiş bu ülkede Hintçe’de. Aynı zamanda doğum günü için de 50 milyon kadar kartpostal gönderilmiş “teşekkürler Modi”. Sen beğenmiyorsun ama bak beğenenler var. Ülkemizde de böyle bir kampanya var; Ak Parti Plümür ilçe başkanı Çağanur Kılıçoğlu koronavirüs aşısı olanlara Cumhurbaşkanı ve AKP başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kitabından hediye edileceğini açıkladı. Yani farklı ülkelerde farklı uygulamalarla insanların aşıya özendirilmesi söz konusu oluyor. Şimdi aşıdan bahsedince, İtalya zorunlu aşıyı belirli mesleklere en geniş uygulayan ülke. Yaklaşık 23 milyon aşı uygulandı İtalya’da. Toplumun %65’i aşılı ama baktığımız zaman kimler zorunlu aşı getiriyorlar hangi meslek gruplarına? Örneğin İtalya, biraz önce bahsettim, 15 Ekim’den itibaren tüm çalışanlara, devlet memurlarını aşı olmak üzere aşılıyor. ABD keza devlet memurlarına, Avustralya karantina otellerinde çalışanlara, yaşlı bakımevlerinde çalışanlara, İngiltere bakımevi çalışanlarına, Kanada ulaşım sektöründe çalışanlara -bu biraz farklı- ve memurlara Fiji’de bir slogan var “no jap no job” yani “aşı olmazsanız iş de yok” gibi… Fransa, Yunanistan, Macaristan sağlık çalışanlarına uyguluyor. Fransa’da üç bin kadar sağlık çalışanı aşı olmayı reddettikleri için bu kişilerin görevlerinden ayrılmaları istendi. 

ÖÖ: Askıya alınmış.

SB: Evet evet, sözleşmeleri askıya alındı yani maaş da alamayacaklar. Keza Endonezya’da aşı olmayan devlet memurlarına 357 dolarlık bir para cezası… Kazakistan ilginç bir şey yapıyor; 20 kişiden fazla çalışanı olan merkeze aşı zorunluluğu getiriyor. Lübnan kafe, restoran gibi yerlerde çalışanları aşılıyor. Kısacası Malta, Hollanda, Rusya, biraz önce bahsettiğim ülkelere, Suudi Arabistan, İsviçre, Sri Lanka ve Türkiye’yi de eklemek mümkün. Türkiye’de öğretmenlerin aşılanması istendi. Aynı zamanda sinema ya da işte tiyatrolara girecek olanlardan aşı belgesi isteniyor. Bu ne kadar geçerli, ne kadar işe yarayacak bilmiyorum ama sağlık çalışanlarının özellikle aşılanması önemli bir konu çünkü gittikçe hastane enfeksiyonu yani hastanede başka nedenle yatan kişiyi enfekte etme ya da virüs taşıyan bir sağlık çalışanı tarafından hastalığın bulaştırılması, enfeksiyonun bulaştırılması mümkün. Bu durum tabii sağlık çalışanlarının aşılanmasının önemini ortaya çıkartıyor. 

ÖÖ: Zaten bu Fransa’da bu üç bin çok yüksek değil mi? Yani sağlık çalışanları birinci elden bu hastalığın sonuçlarını taşıyorlar.

SB: Fransa’da evet ama işte ikna edemiyorsunuz. Fransa’da sağlık çalışanları dediğimiz zaman hekimlerin %76’sı şimdiye kadar aşılanmıştı. Bu oran sağlık memurları, hemşireler, ebelerde daha da düşük, %56-58 oranlarında. Yani bir direnç var her kesimde, her meslekte. Aslında dediğin gibi COVID-19’un ağır seyrini görseler, izleseler, yakından şahit olsalardı… Tabii unutmayalım ki COVID-19 ve özellikle kuzey yarımküre ülkeleri için Eylül-Ekim ayları gelince grip aşısı gündeme gelir. Griple kıyaslanıyor örneğin bu sağlık çalışanlarında zorunlu aşılama konusu. Deniyor ki işte daha fazla ölüme ve yayılmaya neden olmakta, COVID gripten daha etkili, grip aşısından daha etkili bir aşı da söz konusu, bu nedenle sağlık çalışanlarının aşılanması gerekiyor diye ısrarla vurgulanıyor. 

ÖÖ: Yani itiraz edenler, “grip aşısı zorunlu değildi” diyenler mi itiraz ediyorlarmış?

SB: Yo hayır, onlar da grip aşısı olmuyorlar herhalde. O kesim, COVID-19 aşısına dirençliler yani çok farklı nedenlere bağlı olarak aşılamayı reddediyorlar. Bu sağlık çalışanları için de geçerli. Bu yani hastalığın ağır olduğuna inanmıyor ya da aşının etkili olduğuna inanmıyor ya da farklı dini, sosyolojik nedenlerle aşıyı reddediyor. 

"Üçüncü doz aşının hangi kesimlere uygulanması konusunda ciddi tartışmalar sürmekte"

Bu arada İsrail, biliyorsunuz bizim ülkemiz bu rapel dozlar, yani üçüncü doz ve sonra dördüncü dozda başı çekiyordu. Ülkemizin dışında bu üçüncü doz aşının kime uygulanması, hangi kesimlere uygulanması konusunda ciddi tartışmalar sürmekte. İsrail 60 yaş üzerindekilere üçüncü dozu uygulamaya başladı. Hatta dördüncü dozdan bahsediyor. Türkiye’den sonra ikinci ülke dördüncü dozdan bahseden. Buna karşın Avrupa ülkeleri sadece immün sistemi güçlü olmayan ve iki doz aşıya uygun yanıt vermedikleri düşünülen kesimlere ya da hasta gruplarına, immün yetmezliği olanlara üçüncü dozu önermekte. ABD’de bu durum söz konusuydu ve bu konuda ABD’de çok ciddi tartışmalar var. Çünkü örneğin Fauci önce “evet üçüncü doz gerekli özellikle belirli hasta gruplarına” dedi. Dün bir demeç verdi, “hayır üçüncü doza geçmemeli, özellikle gelişmekte olan ülkeler aşısız iken bu lükstür” gibi. Bu konu gerçekten tartışılacak belli ki. Daha uzun süre bir standardizasyon yok bu konuda. Biliniyor ki özellikle aşılananlarda, iki doz aşılananlarda enfeksiyon çıksa bile bunun oranı 11 kez daha düşük, diğer bir deyişle aşılananlar ve aşılanmayanlar arasında hastalığa yakalanma oranları konusunda ciddi çalışmalar yapılıyor. Bu aşılananlarda ölüm oranlarının, hastaneye yatışların, hastalığa yakalanma oranlarının ne denli azaldığı birçok ülkeden yapılan çalışmalarla gösterilmeye başlandı. 

Aşılardan bahsederken Küba iki yaş üzerini aşılamaya başladı. Özellikle bu çocukluk çağı aşılamalarında Avrupa ve ABD’de 12 yaş üzerine onay çıkmıştı. Amerika 5-12 yaş grubunun aşılanmasını tartışmakta ama Küba hepsinin önüne geçerek iki yaş üzerindekilerin kendi geliştirdiği aşılarla bağışıklanmasını planladı ve bunu programına aldı. 

Bu arada hayvanlarla ilgili bir haber; Atlanta hayvanat bahçesindeki gorillerde SARS-CoV-2 saptandı. Moğolistan’da -o da ilginç- Moğolistan böyle bir şey yapmış, hayvanat bahçesindeki kunduzlarda bol miktarda SARS-CoV-2 virüsü saptanmış. 

Aşılama oranları farklı gidiyor gerçekten. Örneğin Avrupa’ya baktığımız zaman batı ülkeleri Belçika, Danimarka, Portekiz’de %80’in üzerinde aşılanma, en azından tek doz alanlar. Buna karşılık Bulgaristan’da sadece %20, Romanya’da %32. Yani Avrupa ülkeleri arasında da ciddi oransal değişiklikler var. Bu önemli. 

ÖÖ: Eşitsizlikler var yani?

SB: Evet, karşı gösteriler sürüyor. Türkiye’den örnek verdik. Avustralya’da, Melbourne’da hafta sonu bir karşı gösteri oldu, 200 kişi tutuklandı. Bu arada ilginç bir haber vardı Avrupa basınında. Aileler içinde COVID-19 ve COVID-19 aşısıyla ilintili tartışmalar ve fikir ayrılıkları, dini ve politik konulardaki fikir ayrılıklarından çok daha fazla ve şiddetli oluyor. Yani ayrılanlar, boşananlar, evini terk edenler gittikçe artıyor, sadece COVID-19 konusuna farklı yaklaşımları nedeniyle. Buna ait çeşitli röportajlar yayınlanmaya başladı. Örneğin bir röportajda bir kadın diyor ki “özellikle eşimin ‘COVID-19’a inanmıyorum, aşı da olmam’ diyerekten aşırı sağın düzenledikleri toplantılara gitmesine tahammül edemiyorum”. Bir tanesi, başka bir, işte “komplo teorilerine inanıyor” diyor, çocukları alıp evi terk ediyor. Bu bir kopuş ya da böyle dramatik bir şey yaşanıyor. Yani bu da aileler arasında bir parçalanmaya yol açıyor şeklinde anlatılmakta. Şimdi Avusturya’da ilginç bir gelişme oldu; bu ülkede kayak merkezlerinden yayılmıştı enfeksiyon. Özellikle yaklaşık 11 bin kişiyi, o civarda 10 bin kişinin üzerinde insan, kayak yapmaya gidenler, Avusturya’daki kayak merkezinden, buradan işte Almanya’ya, İsviçre’ye, İtalya’dan gelmişler, ülkelerine de yaydılar hastalığı 2020 başlarında. İşte buradan hareketle ilk defa gerekli önlemleri zamanında almadınız gerekçesiyle hasta yakınları, hastaların aileleri ya da hastalar hükümete dava açıyorlar. İlk defa bu tarz “sorumluluk almadınız, görevinizi yerine getirmediniz” gerekçesiyle böyle bir konu gündemde. 

Bu arada bunu hep vurgulamaya çalışıyorum, hangi aşı olursa olsun burada fazla bir ayırım yapmaksızın aşıların yararı ve kullanımı gerekli diye. Biliyorsunuz ülkemizde ilk önce Sinovac aşısı kullanıma girmişti. Özellikle sağlık çalışanları ve 65 yaş üzerindekiler Ocak-Şubat aylarında bu aşıyı kullandılar. Daha sonra mRNA aşıları devreye girdi ama zaman içinde Sinovac aşısının 6 ay kadar sonra etkisinin yavaş yavaş azaldığı ve üçüncü bir doz aşının gündeme geldiğini gördük. Bunu niye söylüyorum? Sinovac aşısı çok iyi bir aşı değilmiş gibi lanse edilmişti, özellikle bu Yoğun Bakım Derneği’nin raporunda iki doz Sinovac alanlardan yoğun bakıma yatanlar var ve çok sayıda gibi. Aslında bana kalırsa yanlış bir değerlendirme. Bununla çelişen bir açıklama Türk Toraks Derneği’nden geldi 12 Eylül’de. Sinovac aşısı uygulanan 2013 kişinin katıldığı çalışmaya göre hem bu aşının yan etkisinin, en yaygın etki olarak aşı yerinde kızarıklık ve baş ağrısından farklı olmadığı, yan etkinin sadece bununla kısıtlı kaldığı hem de PCR pozitifliğinin hem hastalanan, hastaneye yatanlarda ciddi azalma olduğu ve aşının etkili olduğunu gösteren bir anket çalışması. Bunu unutmamak lazım; gerçekten hangi aşı olursa olsun hepsinin %80’ler civarında bir koruyuculuğu var ama bir aşıyı diğerine tercih etmek ya da bir aşıyı böyle işe yaramıyor gibi söylemek bunun pek doğru ve yararlı olduğunu düşünmüyorum. ABD’den bir haber var, NY Times’da çıkıyor; aşı bolluğu olan ABD’de sağlık çalışanları birçok gelişmiş ülkede olduğu gibi aşı olmada tereddüt ve aşı karşıtı kişilerle mücadele ediyor. Bu arada monoklonal antikor dediğimiz bir tedavi protokolü devreye girdi. Uzatmayayım, aşı karşıtı olan ve aşılar hakkında birçok yanlış bilgi sunan birçok insan ve işte basın çalışanı bu monoklonal antikor tedavisi için pozitif haber yayıyorlar. ABD’de böyle çelişkili bir durum var. Ne olacak diyeceksiniz. Şöyle, aşıyla koruma yaklaşık 20 dolara mal oluyor, tedavi monoklonal antikorlarla 2000 dolara. 

ÖÖ: Bu tam olarak nedir ama ben onu anlamadım?

SB: Tedavi, yani sizde COVID tanısı aldığınız zaman size monoklonal antikor dediğimiz farklı ortamlarda hazırlanmış antikor veriliyor.

ÖÖ: Serum gibi mi veriliyor yani?

SB: Bir şekilde evet serum gibi verilen -o şekilde tanımlayabilirsiniz- yani başkasında oluşturulmuş, farklı ortamlarda oluşturulmuş antikor. Aşıyla sizin vücudunuzda değil de dışarıda oluşturulmuş antikorların verilmesiyle bir tedavi. Bu korumadan çok hastalanan kişilerin tedavisinde kullanılıyor. Sonuçta burada da koruma tıbbıyla tedavi tıbbı arasındaki fark 20 dolardan 2000 dolara çıkıyor. Bu da hem NY Times’ta haber oldu hem de bu gerçek var yani. Bu antikorların kullanıma girmesinin böyle bir parasal götürüsü var diyelim. Birçok ülkede delta virüsünden bahsediliyor, delta varyantı. Hani kısaca eğer toparlamam gerekirse bu delta varyantı, bu varyantların saptandığı, araştırıldığı gelişmiş ülkelerdeki oranlara bakıyoruz; şu anda ABD’de dolaşımdaki hastalık etkeninin %83’ü delta varyantı. Yani ortama tamamen hâkim olmuş durumda o ülkede. Bir kere diğer varyantlara ya da orijinal COVID-19 etkeni SARS-CoV-2’ye oranla %40-60 daha bulaşıcı, yani iki misline çıkıyor neredeyse. Virüs yükü bin kat fazla. Ne demek virüs yükü? Yani hastalandığımız zaman vücuttaki virüs miktarı belirli solunum yolu örneğinde diyelim, o örnekteki virüs miktarı diğer varyantlara ya da diğer orijinal virüstekine oranla daha fazla bulaşıcı, bin kat daha fazla, daha bulaşıcı, daha fazla virüs çıkartısı oluyor; hastaneye yatışlar iki misli, semptomlar daha ciddi, semptomların öncesinde, yani şikayetler başlamadan, herhangi bir bulgu olmadan bulaş riski daha fazla. Bulaşıcılık %75 bu dönemde. Aşılar da aslında delta varyantı ortaya çıktı, aşılar etkisiz demek yanlış olur ama etkisi %90’lardan, 80’lerden %60-70’e iniyor. Bu önemli bir nokta çünkü bu varyant konusu hani değim yerindeyse daha çok su götürecek bir konu, yeni varyantlar çıkıyor.

ÖÖ: Evet.

SB: İşte Mu çıktı, yeni bir Güney Afrika varyantı çıktı C1-2. Bunların sonu gelmeyecektir. Özellikle aşılama oranları çok yükselmedikçe ve virüs hâlâ bu kısmen aşılanmış toplumlarda dolaşımda oldukça bu aşının ve antikorların etkisinden kaçmak için birtakım mutasyonlara daha kolay uğrayacaktır. Bu mutasyonlar bazen delta örneğinde olduğu gibi daha şiddetli hastalık yapan, daha ağır hastalık yapan formatlara dönecektir. Birtakım haberler var bu uzun COVID dediğimiz “long covid”le ilgili olarak. Örneğin koku ve tat duyusunun kaybı. Bu konu ilginç bir konu çünkü Fransa’da COVID-19’un koku ve tat duyularına olumsuz etki yapması bazı meslek gruplarına balta vuruyor. Bir tanesi parfümeri sanayiinde çalışanlar ve someliyeler yani şarap tadımı yapanlar. Bunlar işlerinden oluyorlar. Adamın işi bu yani koklamak ya da tatmak. Bu özellikler ortadan kaybolunca böyle garip bir, ironik bir durum ortaya çıkıyor. Benim için öyle de adamlar için öyle değildir herhalde. 

ÖÖ: Şefler için de öyle olsa gerek.

SB: Evet. Şimdi neleri etkiliyor? Koku duyusunun kaybolmasının nedeni tamamen biliniyor; bu beyine giden orfaktory epitelin üzerindeki o farklı bölgelere virüsün etkisi. Bunun dışında uzun vadede düşünme ve dikkat bozukluğuna yol açıyor. 80 bin kişide yapılmış bir çalışma var, gerçekten de uzun soluklu COVID-19’un nelere yol açtığını araştıran bir çalışmada…

ÖÖ: “Long COVID” dediğiniz bu değil mi, tam çevirisi “uzun soluk”?

SB: Evet, yani şöyle, iyileştikten sonra sizin işte PCR testiniz negatif oluyor; iyileştiniz, solunum güçlüğü filan bunlar ortadan kayboluyor ama çok daha uzun süren birtakım şikayetler var. Örneğin iyileşen kişilerde sekiz ay sonra, ortalama ¼’ünde bu tarz arazlar ortaya çıkıyormuş. Kalıcı olan arazlar demeyeyim de belirtiler ve şikayetler devam ediyormuş. Bunun ayrıntıları çıkmaya başladı. Örneğin %55’inde yorgunluk sürüyor sekiz ay sonra da %25’inde uyku sorunları, %26’sında depresyon, %40’ında ise belirli aralıklarla hekime başvuracak küçük birtakım şikayetler görülüyormuş. Yani kısaca %26 olguda, ¼’ünde sekiz ay sonra da COVID’le ilintili birtakım olumsuzluklar devam ediyor. Bunlar çok çeşitli yelpazenin farklı yerlerini, işte yorgunluktan uykusuzluğa, dikkat bozukluğuna kadar devam etmekte. İlk kez bu uzun soluklu etkisi böbreklerde oluşturduğu hasara ait yayınlar çıkmaya başladı. Gerçekten de böbrek sorunlarına ve böbreklerdeki olumsuzluklara neden olduğunu gösteren çalışmalar var. 

"2022 yılında çok daha etkili, çok daha uzun soluklu bağışıklık bırakan yeni aşılar gelecektir"

Aşılarla ilgili özellikle hep bunun altını çizmeye çalışıyorum; şu anda aşılar, evet birinci jenerasyon, ilk nesil aşılar. Büyük bir olasılıkla 2022 yılında çok daha etkili, çok daha uzun soluklu bağışıklık bırakan yeni aşılar gelecektir. Bunlar farklı yöntemlerle yapılmış ya da farklı antijenik yapıları içeren aşılar olacaktır. Bunlar daha etkili olacaktır, daha iyi sonuçlar alınacaktır. Böyle altı ayda bir aşının etkisi azaldı, aman 3., 4. doz gerekiyor düşüncesine hani gerek kalmayacak şekilde hazırlanan aşılar. Buna ait ilk ipuçları da gelmeye başladı. Örneğin aerosol şeklinde yani burnuna ve boğaza sprey şeklinde sıkılacak adenovirüs aşıları, yani vektör aşıları geliştirildi. Hindistan’da ilginç bir şekilde rekombinan bir adenovirüs aşısı, yani bu Astra Zeneca firmasının kullandığı Rusların Sputnik aşısında kullanılan vektör aşılarıyla ilgili bu yönteme dayanan ama daha sofistike, daha iyi sonuç veren aşılar ortaya çıkıyor. 

Aşılarla ilgili olumsuzluklar ya da aşılandığı halde yeniden enfeksiyona yakalanan kişiler var çok az sayıda da olsa. Bunların nedenleri, bunlar neden aşılandıkları halde tam korunmuyorlar, buna ait yayınlar çıktı. Bu konu önemli, bunu önümüzdeki hafta ele alalım ama bir takım yan etkilerden bahsedilir. Özellikle inaktif Sinovac aşısından değil ama modern teknolojiyle hazırlanan vektör ya da mRNA aşılarından sonra yok işte kalp sorunları gibi birtakım haberler çıkmıştı. Bunlar aslında ne kadarı aşıya bağlı, ne kadarı normal toplumda görülen, hani aşısız kesimde görülen şikayetler, buna iyi bakmak lazım. Bu konuda yapılan çalışmalar var; örneğin bir milyon kişide miyokardit denilen kalp kası sorunları iltihabı, bir milyonda 450 kişide görülüyor toplumda, aşılanmamış kişilerde. Aşılananlarda bir milyonda 67 tane görülmüş. Yani çok fazla değil ve bu, gerçekten aşıya mı bağlı bu iddialar, bu sorunlar, bunun iyi irdelenmesi lazım çünkü insanlar tereddüt ediyorlar bu tür haberler aldıklarında. İşte inaktif aşı için de yüz felci, “geçici yüz felci oluyor” deniyor ama ne oranda ve aşılanmayan kesimde de ne kadar oranda çıkıyor, bunlara iyi bakmak lazım. Bitirirken son bir haber, böyle bir kalp sorunu yaşayan ama daha sonra iyileşen 16 yaşındaki bir çocuk Singapur’da ilk defa dava açmış ve tazminat almış “ben aşılandım da aşıdan oldum” diye. Çok kanıtlanmasa da Singapur

ÖÖ: Nereden almış peki tazminatı, hükümetten mi, hastaneden mi?

SB: Hayır hayır, hükümetten 166 bin dolar, fena değil. Böyle 166 bin dolarlık bir tazminat almış. Sağlık bakanlığı açıklamış “bu ödemeyi yaptık” diye. Kendisi, hani iyileştiği halde böyle bir sorun yaşadığını ve bunun aşıya bağlı olduğunu nasıl doğruladı, nasıl kazandı mahkemeyi onu bilmiyorum. Eğer bulursam haberini iletirim. 

Önemli bir nokta da, son bitirmek için, TTB öğrencilere okula devam ederken her gün hızlı antijen testi yapılmasını önerdi ama bu ne kadar yapılabilir ve ne getirir, ne götürür, bunun katkısı nedir, bu da önemli bir nokta. Herhalde önümüzdeki hafta değerlendirmemiz gereken bir konu bu her gün yapılacak antijen testleri. Bunların duyarlığı nedir, bunlar ne kadar yarar sağlar, hangi ülkeler böyle bir yolu izliyorlar, bunları söylemek kolay ama tabii binlerce öğrenciye okula gelişte her gün antijen testi yapmak ne kadar pratik ve uygulanabilir bir şey? Bunun iyi düşünülmesi, tartışılması ve öyle karar verilmesi gerekli. 

ÖÖ: Evet aslında bu mesele önemli. Öğrenci veli derneği de birkaç gün önce açıklama yapmıştı, salgında yüz yüze eğitimde ikinci hafta raporu yayınlanmıştı. En az 611 sınıfta karantina uygulanmaya geçilmiş örneğin. “Yeteri kadar tedbir alınmadı” diyorlar. Yani “eğitime ara verilsin” demiyorlar ama böyle bir rapor vardı.

SB: Bu tarz eleştirilerde tabii haklılık payı var ama biraz daha düşünerek söylemekte yarar var. Bakın Fransa’da üç binden fazla sınıf kapatıldı ya da okul kapatıldı, kimse okulu kapatmayı düşünmüyor. Elbette Türkiye’de okullar kapatılsın denmiyor. Önlemlerin daha iyi, daha doğru, daha geniş kapsamlı olması elbette çok doğal, haklı bir istek ama dediğim gibi böyle antijen testi filan derken bu nasıl uygulanabilir? Uygulanabilirliğini de düşünmek lazım. Yoksa ideali elbette kimsenin hastalanmaması, hiçbir çocuğun enfekte olmaması ama bunlar olacaktır. Bunu da biraz doğal karşılamak lazım. Bir salgın, bir pandemi dönemindeyiz. Hani bazıları küçümsüyor, bazıları yadsıyor filan ama yani gerçekten yaygın bir enfeksiyon ortamında bulunmaktayız. Onun için işte aşı, maske ve fiziksel mesafe kurallarına dikkat etmemiz lazım. Ömer bey olmadığı için bunları ben söylemiş olayım. Çünkü sadece aşının yetmediği, aşının büyük katkısı olduğu ama aşılananların da maske ve sosyal mesafeye dikkat etmesi gerektiğinin altını tekrar vurgulayıp sözü size ve Ali Bilge’ye selam ve sevgilerimle bırakayım efendim. 

ÖÖ: Çok teşekkür ederiz, haftaya görüşmek üzere. 

SB: Görüşmek üzere.

YY: Çok teşekkürler.

SB: Sağ olun, teşekkürler.