Pandemide yaz dalgası başladı

-
Aa
+
a
a
a

Uzmanlarımız Osman Elbek ve Kayıhan Pala, turizm sezonunun açılmasıyla pandemide yaşanmakta olan yaz dalgası ve Türkiye ile dünyadan çocuklara uygulanan aşı politikaları üzerine konuştu.

Sahilde ağaca takılmış maske
Pandemide yaz dalgası
 

Pandemide yaz dalgası

podcast servisi: iTunes / RSS

(23 Haziran 2022 tarihinde Açık Radyo’da Salgınlar Çağı programında yayınlanmıştır.)

(Bu metin hızlıca hazırlanmış bir ses kaydı deşifresidir, nihai biçiminde olmayabilir.)

Özdeş Özbay: Merhabalar Osman Bey, günaydın.

Osman Elbek: Günaydın.

ÖÖ: Bugün Ömer bey yok. Kayıhan beye ise şu anda ulaşabilmiş değiliz ama Feryal bir yandan ulaşmaya çalışıyor. Eğer bağlanabilecek olursa kendisini de yayına alacağız.

OE: Evet Özdeş bey, aslında kötü bir güne uyandık, kötü geçen iki gündeyiz. Sizin de haberlerin girişinde ifade ettiğiniz gibi Türkiye orman yangınlarıyla mücadele ediyor. Aslında Açık Radyo dinleyicileri çok iyi biliyor; salgınlar, sel ve pandemi bu dünyaya yaptığımız ekolojik yıkımın sonuçları. Ne yazık ki bedelini çok acı bir vaziyette ödüyoruz. Artık bunların ortak nedenleri olan iklim krizini hızla görmek, iklime müdahale edebilmek için de sisteme müdahale etmenin gerektiğini bir kere daha vurgulamak gerekiyor.

ÖÖ: Bu konuda Suudi Arabistan ile Türkiye de anlaşmış.

OE: Öyle mi? Evet, gerçekten sisteme müdahale etmek… İkincisi de aynı pandemide olduğu gibi son derece beceri kabiliyeti düşük, organizasyonel becerisi hemen hemen hiç olmayan, sorunların kendisiyle değil de soruna işaret edenlerle uğraşan kamusal yönetim anlayışını da hızla değiştirmek zorundayız. Aslında pandemide ne yaşıyorsak yangınlarda da onu yaşıyoruz, sellerde de aynı şeyi yaşıyoruz. Bu bağlamda pandemi konusunda dün akşam Dünya Sağlık Örgütü'nün son durum raporu yayınlandı. Kritik gelişmeler var; geçtiğimiz hafta, tüm dünyada üç milyon insandan fazlası resmi olarak doğrulanmış Covid tanısı aldı ki, İngiltere verisi diyor ki, “tanı konulmayan olgu oranı %95”. Bu üç milyon vakayı böyle düşünmek lazım. Öte yandan geçtiğimiz hafta yaklaşık sekiz bine yakın insanı da Covid’den kaybettik. Covid-19 pandemisi hâlâ ölümcül bir salgın.

ÖÖ: Şu anda en büyük ölümler hangi bölgelerde oluyor?

OE: Şu an Güneydoğu Asya ve Doğu Akdeniz bölgesi daha ön planda, ama önümüzdeki haftadan itibaren Avrupa’da ne yazık ki ölümlerin artışını beklemek lazım. Çünkü dünyada, üç Dünya Sağlık Örgütü bölgesinde, Güneydoğu Asya'da, Doğu Akdeniz'de ve Avrupa'da son bir haftada %45’leri, %46’ları bulan bir vaka artışı oldu. Biz biliyoruz ki vaka artışlarının yaklaşık iki ile dört hafta sonrasında ölümlerde de artış oluyor. Avrupa açısından durum gerçekten bir “yaz dalgası”; artık adını koyduracak biçime dönüştü ki, Almanya Sağlık Bakanı bunu bir yaz dalgası olarak tarifledi. Avrupa'da 31 ülkede -ki Avrupa'daki ülkelerin yaklaşık üçte birine karşılık geliyor- geçtiğimiz hafta vaka oranları %20’den fazla arttı. Öyle bir artış ki, örneğin Malta'da %87, Yunanistan %81, Hollanda %71, Birleşik Krallık'ta %40 gibi oranlara vardı. Ve dünyada en fazla vaka saptanan beş ülkenin ikisi Almanya ve Fransa olarak Avrupa'dan girdi. Önümüzdeki iki haftada da ne yazık ki bunların vefat sayılarındaki artışa yansımasını görmeyi bekliyoruz. Avrupa bu yüzden 60 yaş üstüne, bazı ülkeler 70 yaş üstüne hemen ek doz aşıyı gündeme getirdi. Çünkü Portekiz verisi bize gösteriyor ki, yaşla birlikte Covid-19’un bu yeni varyantının ölüm oranı da %9’lara, %10’lara kadar ulaşıyor. Bu yüzden bir kere daha Türkiye'de, hani Covid-19 pandemisi bitmiş, her şey ortadan kalkmış gibi görülüyor ama en azından son hafta Dünya Sağlık Örgütü verileri bizi bu açıdan uyarmalı. Birtakım cümleler görüyorum, “vaka sayıları artıyor ama yoğun bakımlar artmıyor”, “ölümler artmıyor” gibi… Öyle değil. Örneğin Danimarka, Fransa, Birleşik Krallık, Amerika verileri hastane yatışlarının arttığını, yoğun bakım yatışlarının arttığına işaret ediyor. Çünkü omikronun yeni bir varyantıyla karşı karşıyayız. Geçtiğimiz dört haftada tüm numuneler toplandığı zaman, BA5 varyantı bu numunelerin %25’ini oluşturdu. İkinci varyant veya BA2.12.1, %17’sine ulaşıyor. Bir de BA4 varyantımız var %9.

ÖÖ: Bunlar altı varyant denilenler, değil mi? Omikron’un art varyantı değil mi?

"Yaz dalgasının ciddiyetine uygun hareket etmek lazım"

OE: Evet, bunlar alt varyantları. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri'nde BA4 ve BA5 varyantı vakaların %35’ine kadar yükseldi. Bunun önemi şu; bildiğiniz üzere, omikron alfaya, deltaya, daha önceki varyantlara göre daha bulaşıcıydı. Ancak BA4 ve BA5 varyantının omikronun orijinal / vahşi / ilk suşuna göre daha da bulaşıcı olduğunu kesin olarak biliyoruz. Yani bulaşma kabiliyeti giderek artan bir virüsle uğraşıyoruz. İkincisi, bu BA4 ve BA 5 varyantının önemi, omikronun orijinal BA1 varyantına göre aşıların getirdiği antikor kapasitesini çok daha hızlı düşürüyor. Yani zaman ilerledikçe bu varyant, aşıların korunma kapasitesinden daha hızlı kaçıyor. O yüzden dünya bu omikron varyantına karşı özel bir aşıyı tartışıyor -ki dün gece itibariyle Moderna web sayfasında yayınladı; omikrona karşı geliştirdiği yeni aşı BA4 ve BA5 varyantına göre, orijinal aşıya göre daha çok koruyor. O yüzden önümüzdeki dönemde ağırlıkla ülkemizdeki varyantı bilmemiz ve buna özgü stratejiler geliştirmemiz lazım. Bunun için test yapmamız lazım, bunun için genomik analiz yapmamız lazım. Türkiye ne yazık ki bunları yapmıyor. O yüzden Türkiye'de hangi varyantın egemen olduğunu bilmiyoruz. Çünkü Türkiye, sorunu bir kamusal sorun, bir toplumsal sorun olmaktan çıkarmış. Kişiler isterse maske taksın, sağlık kurumları dışında istemiyorsa da takmasın noktasına indirgemiş durumda. Bu noktadan hızla çıkmak gerekiyor. Hızla gelen dalga -bu, beklediğimiz sonbahar dalgası değil, bir kere daha altını çizmem lazım- bir yaz dalgası. Bu yaz dalgasının ciddiyetine uygun hareket etmek lazım.

ÖÖ: Anladığımız kadarıyla tabii yine ekonomik kaygılar ön planda. Herhalde yazın turizm vesaire etkilenmesin diye yapılıyor. Az evvel saydığınız ülkelerden, mesela Yunanistan ve Malta dediniz, tabii buralar da Avrupa'nın turizm yerleri. Dolayısıyla, eğer buralarda yayılacak olursa, bundan birkaç hafta sonra bu varyantı bütün Avrupa'da gerçekten daha fazla göreceğiz.

OE: Evet evet, kesin. Portekiz'de bu zaten başlamıştı; Avrupa'ya böyle yayılıyor ve çok açık söyleyelim, Avrupa'da kapitalizm, tümüyle pandemiyi bireysel bir sorumluluğa indirgedi ve turizmi ön plana aldı. Bunun sonuçlarını yaşıyor, her şeyi bu kadar hızlı açmanın sonuçlarını yaşıyor. En azından onlar biraz test yapmaya, biraz tabloyu görmeye çalışıyorlar. Geçmiş verilerle biliyoruz ki Avrupa'daki dalgadan yaklaşık dört hafta sonra Türkiye'de de benzer bir dalga oluyor. O yüzden temmuzun ilk haftası, ikinci haftasında daha hızlı, daha hareketlenen bir Türkiye salgın tablosu olabilir. Bunun için de Halk Sağlığı Uzmanları Derneği’nin 9 Haziran'da yayınladığı bir rapora dikkat çekmek istiyorum -ne iyi ki bu ülkede uzmanlık dernekleri var, bir kere daha vurgulamak lazım. Türkiye'de Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu toplanmıyor; tamamen, fiilen dağıldı. Ama uzmanlık dernekleri hâlâ pandemiyi izliyorlar ve güncel duruma yönelik öneriler geliştiriyorlar. Burada üç vurgu var ve bu üç vurguyu izninizle paylaşmak istiyorum: Bu vurgulardan birisi ameliyat öncesinde, işlem öncesi hastaneye yatan hastalardan artık PCR testi istenmiyor. Biliyorsunuz 5 Mayıs'ta Sağlık Bakanlığı genelgesiyle PCR istemi kaldırıldı. Bu o kadar önemli ki, hastaneye başka bir nedenle yatıyorsunuz; karın ağrısıyla yatıyorsunuz, idrar yolunuzda iltihapla yatıyorsunuz ve hastanede Covid-19’a yakalanıyorsunuz. Jama'da 15 Haziran'da yayınlanan bir makale, Amerika Birleşik Devletleri'nde 12 hastanenin verisini inceledi, 12 hastaneden kaynaklanan Covid-19 pandemilerinin tablosunu ortaya koydu. Ve görüldü ki hastanede yatma süresi uzadıkça hastanede Covid-19’a yakalanma ihtimaliniz yaklaşık iki buçuk kata kadar artıyor. Bu yüzden hastanelerde yatan hastaları çok yakından izlemek gerekiyor. Bu PCR testini yeniden hayata geçirmek lazım.

ÖÖ: Evet, bu arada Kayıhan bey de bağlandı.

OE: Tamam, hoş geldin Kayıhan.

Kayıhan Pala: Günaydın.

ÖÖ: Merhabalar.

Türkiye'de genomik analiz yapılma oranı %0.6

OE: İkincisi, Halk Sağlığı Uzmanları Derneği toplu taşımalar başta olmak üzere, maske kullanımının kapalı alanlarda mutlaka yeniden hayata geçirilmesini vurguluyor -ki maske uygulaması 27 Nisan'da İçişleri Bakanlığı genelgesiyle kaldırılmıştı. Ve en önemlisi, semptomu olan kişilere -hani bugünlerde çok sık görüyorum hastalarımdan klima çarptı, hava değişimi oldu, aslında gribim, farenjitim gibi testten kaçma politikalarını- testi teşvik etme ve pozitif bulduğumuz kişileri de izole etmek gerekiyor. Bulaşmayı önlemek açısından bu üç önlemi ısrarla vurguluyor. Bilmiyorum Kayıhan dünyadaki bu yaz dalgası ve Türkiye'nin maskesiz, testsiz BA4, BA5 pikine doğru gidişi konusunda ne dersin?

KP: Osman, maalesef birkaç program önce dile getirdiğimiz, “pandemi henüz bitmedi, kontrol altına alınmış gibi görünüyor ama bitmesini doğrulayabilmek için biraz daha zamana ihtiyacımız var” öngörümüz giderek haklı çıkıyor. Türkiye'de Sağlık Bakanlığı artık günlük verileri açıklamadığı için çok yakın takip etme olanağımız yok. Ancak senin de sözünü ettiğin gibi, bazı ülkelerde daha ön plana çıkmak üzere -örneğin Portekiz gibi- ciddi bir yeni dalganın eşiğine girdiğimiz anlaşılıyor. Bir de yine senin de söz ettiğin gibi, bu dalgada elimizi kolumuzu bağlayan iki önemli sorun var; bir tanesi, bu yeni varyant tiplerinin hastalığı geçirenlerde yeniden hastalığa yol açma olasılığının yüksek olması. İkincisi de mevcut aşıların da bu hastalığa karşı koruyuculuğunun giderek düşmüş olması. Örneğin benim yakın bir arkadaşım -dün görüştüm- üç aşılı olmasına rağmen, üç BionTech aşısı olmasına rağmen şu anda üçüncü kez hastalığı geçiriyor ve semptomları da öyle çok hafif görünmüyor. Dolayısıyla pandeminin gerçekten bitmediğinin henüz farkında olarak ve yakından izlemeye çalışarak süreci değerlendirmek lazım. Yakından izlemek deyince, burada en önemli izleyeceğimiz şeylerden bir tanesi bir genomik analiz süreci. Dün itibarıyle baktığımızda Türkiye'de şu anda genomik analiz yapılma oranı maalesef yalnızca %0.6. Başka birkaç ülkeden örnek verecek olursam, örneğin Danimarka'da bu %16, Birleşik Krallık'ta %12,5 ve görece Almanya'da daha düşük olmasına rağmen %2,41. Biz neredeyse bu sekanslama işleminde çok az örnekten yola çıktığımız için ne durumda olduğumuzu hiç bilmeyerek yol alıyoruz. Zaten Sağlık Bakanlığı'nın haftalık bildirimlerine bakacak olursak, orada test sayılarının bile artık verilmediğini görüyoruz. Bakanlık -deyim yerindeyse- “merak etmeyin, bu iş bitti” yaklaşımını bir algıyla topluma yerleştirmeye çalışıyor. Ama durum pek de öyle görünmüyor.

OE: Kayıhan bir de Jama’da 15 Haziran'da çıkan bir araştırma ekseninde çocuklara yönelik özel bir vurguyu paylaşmak istiyorum, çünkü herkes hani pediatri yaş grubu, çocuk yaş grubunda artık sıkıntı olmadığını ifade ediyor, omikronun hafif geçtiği ifade ediyor. Bu araştırmada multi sistem inflamatuvar sendrom hangisinde ne kadar fazla diye Covid’le influenza karşılaştırılması yapılmış. Biliyorsunuz, bu sendrom MIS-C olarak tarifleniyor ki, ölümcül bir sendrom. Covid influenzaya göre iki kat daha fazla MIS-C yapıyor. MIS-C olan hastalar influenzaya göre Covid nedeniyle daha uzun süre yoğun bakımda yatıyorlar. Ve bizim yardımcı solunum cihazı dediğimiz mekanik ventilasyona bu çocuklar daha çok ihtiyaç duyar. Tam bunu okuduğum zaman, bu ülkede 12 yaşın altında aşı hakkının -bir kere daha vurgulayarak ifade edelim- tanınmadığı tekrar aklıma geldi. Ve bu yaş grubu hem kendileri açısından hem topluma bu yeni dalgayı getirmesi açısından önemli bir risk grubunu oluşturuyor ki, Lancet’te yayınlanan yeni bir araştırmaya göre Hindistan'da üretilen bir aşı da, inaktif virüs aşısı da çocuklarda yetişkinlerden daha fazla nötralizan antikor artışına neden oldu. Yani çocuklar için ister mRNA ister bu yeni aşıların getirdiği özellikler hem kendi hayatları için hem toplumda bulaşmayı önlemek açısından önemli bir şans. Ama nedense hâlâ aşı oranlarımız düşük. Onun ötesinde, çocuklara, 12 yaş altına böyle bir aşı hakkını hâlâ tanımamış durumdayız. Toplumsal bulaşıcılık açısından çocukların aşılanmamasına ne dersin Kayıhan?

Avrupa'da yaz dalgasıyla dördüncü doz aşı gündemde

KP: Uzun zamandır bizim de dile getirdiğimiz gibi çok önemli bir sorun. Üstelik biliyorsun, Batı'da yalnızca 12 yaşın altından beş yaşa kadar değil beş yaş, beş yaşın altındaki aşılar için de yeni kullanım izinleri verildi. Üstelik dünyaya baktığımızda, bu alanda çok başarılı bir performans gösteren ülkeler arasında birinci sırada olan Küba; uzun zamandır iki yaşın üstündeki çocuklarını zaten aşılıyordu. Hem çocukları korumak için hem de bu toplumsal bağışıklık eşiğini yakalayarak risk altında olanları korumak adına önemli bir adım atabilmek için çocukların aşılanması çok önemli. İstersen, Sağlık Bakanlığı’na çok uzun zamandır çağrımızı yineleyelim; yani hiç olmazsa çocuklarını aşılatmak isteyen anne babalar için bu aşının sağlanmasında büyük yarar var. Ancak Osman, sana da geliyordur, bana son zamanlarda şöyle yakınmalar çok fazla geliyor; özellikle hatırlatma dozu diye anılan dozu yaptırmak için kuruluşlara başvuranlar altı kişiyi tamamlayamadıkları için örneğin BionTech aşısı yaptıramadıklarını dile getiriyorlar. Türkiye'de sanırım artık aşılama neredeyse durmuş durumda. Bu da yeni dalgaya karşı bir savunma kalkanı oluşturmak açısından sıkıntıyı da gündeme getiriyor. Dolayısıyla hem çocukların aşılanmasına önem göstermek hem de erişkinlerin eksik aşılarını yaptırması için çaba göstermek hâlen güncel. Ama yeri gelmişken şunu da söyleyelim, bir yandan da bu hastalığa karşı durumu yakından takip edip güncel aşıların devreye girmesi için de çaba göstermenin tam zamanı. Maalesef Türkiye uzun yıllar önce elindeki bu olanağı tamamen bir kenara itip Hıfzıssıhha Enstitüsü'nü kapattığı için şu anda dış dünyaya, sermaye kesimlerine ve şirketlere bağlı olarak bu politikayı yürütmek zorunda.

OE: Ve Avrupa'nın bu yaz dalgasıyla ülkeler bazında peş peşe dördüncü doz aşıyı, özellikle ileri yaşta ve bağışıklığı düşmüş kişiler için gündeme getirdiğini vurgulayarak Sağlık Bakanlığı'nın Covid-19 Pandemisi Bilimsel Kurulu’nu, en azından bunları görüşmek için toplantıya çağırmasının hani artık zorunluluk hâline geldiğine vurgulamak gerekiyor. Aşı derken dünyaya dair birkaç cümle söyleyelim, sonuna doğru geliyoruz programın; dünya, bugün itibariyle dünya nüfusunun %66’sını aşılayabilecek oranda bir aşı tüketimine mazhar oldu, 12 milyar doz harcadı ama düşük sosyoekonomik ülkelerde bu oran %18’lerde. Zenginlerle yoksul ülkeler arasındaki aşı eşitsizliği sekiz kat. Tam bunun üzerine geçen hafta, çok uzun zamandır Dünya Ticaret Örgütü'nde tartışılan patentten arındırma meselesi gündeme geldi ve büyük bir müjde olarak, sanki aşılarda patentten feragât edilmiş gibi, Dünya Ticaret Örgütü böyle bir jest yapmış gibi haberlere söz konusu oldu. Böyle değil; özellikle bu patent tartışmasında Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Avrupa Birliği patentten feragâtı önleme konusunda elinden gelenden fazlasını yaptı. Güney Afrika ve Hindistan 20 aydır bu patentlerin tüm insanlığa mal olması için uğraşıyor. Ama dünyanın, tırnak içerisinde, gelişmiş, çağdaş, demokratik, batılı ülkeleri bunları insanlığa vermemek üzerine, kâr hırsı üzerine gasp etmeye devam ediyorlar. Son yayınlanan paragraf, sınırlı sayıdaki ülke için, aşı üretemeyecek ülkelere aşı ihracatı konusundaki teknik bir maddenin sulandırılması. Oxfam’da da çok güzel tariflenmiş; “bu hayatları değil, itibarı kurtarmayı amaçlayan teknokratik bir şekerleme”. Bu yüzden aşılar hâlâ patentlerden muaf falan değil. Aşı dışındaki hiçbir ürün; serolojik testler, antikorlar, tedaviler Dünya Ticaret Örgütü patentlerinden vize alamadılar. Bu yüzden bir kere daha dünya bir utanç içerisinde. Aşıyı gasp eden, tedaviyi gasp eden, batılı, çağdaş, demokratik diye tariflediğimiz ülkelerin günahıyla yürüyor. Hani bu yüzden bu vurguyu yapmak lazım; DTÖ kararı, gecikmiş olumlu bir haber olarak sıklıkla yansıdı. Böyle değil, patent hâlâ gasp olarak tüm Covid-19 sürecinin üzerinde Demokles’in kılıcı gibi duruyor. Ne dersin Kayıhan?

KP: Merkez kapitalist ülkelerin sağlığı tamamen metalaştıran, buradan bir sermaye birikimi ve kâr maksimizasyonu elde etmeye dönük çabalarının bir yansıması. Dolayısıyla bütün bu süreçleri konuşurken, hatta biraz daha öteye gidelim; son zamanlarda işte maymun çiçeği hastalığı, dün çocuk felci meselesinin İngiltere gibi bir ülkede maalesef ortaya çıkma ihtimali küresel kapitalizmi aslında bir kez daha sorgulamayı zorunlu kılıyor Osman. Eğer biz küresel kapitalist sistem içerisinde kalarak bu sorunları, en azından orta vadede ya da uzun vadede çözebileceğimizi düşünüyorsak orada bir çözüm yok. Çünkü burada şirketler ve sermaye sahipleri eninde sonunda daha fazla kazanca dönüştürmek üzerinden adım atacaklardır. Bu kapitalizmin maalesef doğasıyla ilişkili bir süreç. Senin söylediğin gibi, işte Oxfam’ın raporlarında da yer aldığı gibi, zaman zaman kamuoyu baskısı ya da kâr maksimizasyonunun bir algı yaratma sürecinin bir parçası olarak “sankiymiş gibi” birtakım kavramlar öne çıkıyor ama bu, özellikle dar gelirli, yoksul, yoksun insanların aşıya, ilaca, sağlık hizmetlerine, daha iyi yaşam olanağına erişmelerinin önünde ciddi bir engel olmaya devam ediyor.

"Ülke salgın ve yangın yerine döndü"

ÖÖ: Bu konuda dün aslında önemli bir haber vardı, mesela Amerika'da biliyorsunuz bu yılın silahlanma bütçesi 857 milyar dolar olarak açıklandı. Bir yandan da pandemi döneminde, pandemiyle mücadelede okullarda yoksul çocuklar için beslenmenin de öneminden dolayı bir uygulamaya geçilmiş ve okullarda çocuklara ücretsiz yemek veriliyormuş. Artık tabii pandemi geride kaldığı için bu ayın sonundan itibaren bu uygulamadan vazgeçilecekmiş. Buna karşı bir itiraz vardı, bunun yıllık bütçesi sadece 11 milyar dolar diyorlardı. “857 milyar dolar silaha ayırıyorsunuz, çocukların beslenmesine 11 milyar dolar ayırmıyorsunuz” diye itiraz vardı. Yani Amerika Birleşik Devletleri gıda yerine silahlanmayı seçti.

KP: Zamanımız var mı bilmiyorum ama bu çok güzel bir örnek. Geçmişe biraz dönecek olursak, 2008 Küresel Finans Krizi öncesinde, Amerika'da aşağı yukarı 49 milyon insan sağlık sistemi içerisinde güvencesiz bir durumda yaşıyordu. Bunlara bir güvence sağlayabilmek için kamu sigortalarının 200 milyar dolar bir paraya ihtiyacı olduğu hesaplanıyordu ve diyorlardı ki, “bizim böyle bir paramız yok.” Ama hatırlayın, o kriz olur olmaz şirketlere dört trilyon dolardan daha fazla kaynak aktardılar. Dolayısıyla mesele paranın yokluğu değil, mesele kaynakların nasıl dağıtıldığıyla ilişkili. O yüzden de küresel kapitalizmi sorgulamak bence bir kez daha çok fazla önem kazanıyor.

ÖÖ: Kesinlikle.

KP: Türkiye açısından da benzer bir şey söyleyebiliriz; SİHA'lara kaynak bulan ülke, gece görüşü olan helikoptere kaynak bulamıyor. Ülke o yüzden salgın yerine, yangın yerine döndü… Yangınlarla başlamıştık, salgınla bitirelim; gerçekten sistemi, kamu yararını, insanı, yaşamayı öncelemeyen bir sistem içinde var olduğumuz sürece herhalde her geçen gün daha fazla barbarlığın içerisine batacağız gibi duruyor. Zamanımızı çok da fazla aşmadan iki hafta sonra tekrar görüşmek üzere hoşça kalın diyelim.

ÖÖ: Hoşça kalın, görüşmek üzere.

KP: Evet, bugün Ahmet Kaya'yla veda edeceğiz. Osman'la benim uzun zamandır “derdimizi kimseye anlatamadık” dediğimiz gibi, Ahmet Kaya da diyor ki “ağladım gözyaşlarım döndü denize, ben derdimi kimseye söyleyemedim.”. ‘Arka Mahalle’yle veda ediyoruz bugün size. Hoşça kalın.