Delta varyantı ve Türkiye'de son durum

-
Aa
+
a
a
a

Osman Elbet ve Kayıhan Pala, dünyadaki son duruma kısaca değindiler, ardından da delta varyantını ve bu varyantın Türkiye'deki varlığına dair yorumlarını paylaştı. İkili, son olarak da aşılama konusunda son gelişmeleri aktardı. 

Delta varyantı ve Türkiye'de son durum
 

Delta varyantı ve Türkiye'de son durum

podcast servisi: iTunes / RSS

(17 Haziran 2021 tarihinde Açık Radyo’da Salgınlar Çağı: Pandemide Sağlık programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Merhabalar.

Osman Elbek: Merhabalar.

Kayıhan Pala: Günaydın.

Özdeş Özbay: Günaydın.

ÖM: Günaydın, bugün Türkiye’nin ne durumda olduğunu ve varyantları konuşacağız değil mi?

OE: Evet öyle düşünüyoruz, ama önce iki iyi haberle başlayalım istiyoruz. Biri İsrail’den; İsrail biliyorsunuz bir süre önce açık havada maskesiz dolaşmaya izin vermişti, şimdi kapalı alanlarda da maskesiz dolaşmaya izin hakkı tanıdı. Çünkü vaka sayıları 19 gibi çok düşük bir noktaya ulaştı. Benzer bir şekilde New York’tan da iyi haber geldi; aşılama oranları %50’yi aştığı için toplu taşıma, sağlık kurumları veya hapishane gibi alanlar dışında onlar da hemen hemen tümüyle kısıtlamaları kaldırdı. Bu olumlu adımların temel nedeni aşı elbette. Bugün itibariyle dünyada 2,5 milyara yakın insan aşılandı, bunun 700 küsur milyonu tam koruma altında. Ama tabii ki büyük bir eşitsizlik halinde, herkes İsrail ve New York’taki yurttaşlar gibi şanslı değil. Bu eşitsizliğe aynı zamanda bu hafta sonu itibariyle İlerici Enternasyonal’in yapacağı bir toplantıyla da dikkat çekilecek. Biliyorsunuz Noam Chomsky’nin ‘ya enternasyonal ya yok oluş’ sloganıyla ilk toplantısını yapmıştı İlerici Enternasyonal. Hafta sonu da Vietnam’dan Küba’ya, ABD’den, Kanada’dan Avustralya’ya, Yeni Zelanda’ya kadar STK’lar aktivist ve kamu alanında bir dönem çalışmış bürokratlarla bu dünyadaki eşitsizliği tartışacak ve bir kere daha ‘patente hayır’ diyecek. Bu vesileyle biraz Türkiye verilerini de tartışmak istiyoruz. Türkiye’de aşılama 37 milyonu dün akşam itibariyle aştı. 14 küsur milyon 2 doz aşıya da ulaşabilmiş yani tam koruma altında. Aşılama konusundaki son 3 gündeki olağanüstü hızlanma, 1 milyon barajını aşan hızlanma gerçekten sağlık çalışanlarının ne kadar özverili olabildiğini, eğer aşı varsa bu ülkede aşı karşıtlığının ciddiye alınabilecek bir süreç olmadığını gösteriyor. Elbette bu durum insana, keşke yaklaşık 5 aydır sürdürdüğümüz aşılama sürecinde bu aşılara daha önce ulaşabilseydik bugün bambaşka bir noktada olabilirdik dedirtiyor. Öte yandan sadece aşıya takılıp kalmamak lazım. Çünkü dünyada da Türkiye’de başka birtakım kıpırtılar var, biraz bu kıpırtılar üzerinde yorum yapmak istiyoruz. Örneğin 15 Haziran’da DSÖ’nün yayınladığı raporda global olarak vakalar %12 oranında azaldı ama her yerde aynı oranda değil. Avrupa’da birazcık daha fazla azalıyor ama örneğin Afrika’da örneğin vakalarda %44 oranında, ölümlerde %20 oranında artış var son bir haftada. Dünyanın ilk 3’ü 4’ü pek değişmiyor uzunca bir süredir: Hindistan ve Brezilya birinci ve ikinci. Üçüncü Arjantin ve Kolombiya. Ama Avrupa’da ilginç değişiklikler var: İlk sıraya Rusya oturdu vakalarda %31’lik bir artışla. Artış nedeni olarak iki noktaya dikkat çekiliyor; biri aşılamadaki yavaşlık, ikincisi de bir Moskova varyantından bahsedilmeye başlandı. İkinci sırada ise Birleşik Krallık var, vakalarda %52 oranında artışla. Krallık geçen haftayı 6689 günlük vakayla tamamladı. Bugün konuşmak istediğimiz Delta varyantı bunun temel nedeni. Türkiye ise ne yazık ki Avrupa üçüncüsü. Türkiye vakalarını düşüremiyor. Bir önceki haftayı günlük 6600 olguyla kapatmıştık, geçen haftayı 6100 olguyla kapattık. Bir platoda olduğumuzu ifade edebilirim. Hani kıyaslamak açısından söylersek Fransa geçen hafta bizimle benzer olgu sayısındaydı, bu hafta günlük 4 bin vakaya kadar düştüler. Almanya 2 bin küsura kadar düştü. Hatta Fransa düşüş nedeniyle açık havada maske takmamaya izin verdi. Bu Türkiye’deki düşememe ve plato çizme hali aktif vakalarda biraz daha çarpıcı. Örneğin 1 Haziran’da Türkiye’de 84 bini aşan bir aktif vakamız vardı. 11 Haziran’da hafif bir düşme ile aktif vaka sayısı 77 bine kadar geriledi ama 11 Haziran’dan sonra aktif vakamız artıyor; dünü 83 bin küsur aktif vakayla geçirdik. Kayıhan böyle bir tabloya bakarsan -plato çizmeye başladık, 6 bin bareminde kaldık, aktif vakalarda hafif bir artış var, Türkiye’deki varyantların ne olduğunu bilmiyoruz, evet aşılamada hızlıyız ama henüz sadece 15 milyonumuz tam koruma altında- ne dersin bir halk sağlığı hocası olarak?

KP: Osman ilk olarak vurgulamakta yarar var: Türkiye henüz salgını kontrol altına alamadı. Biliyorsun uluslararası ölçütlere göre bizim Türkiye’de salgının kontrol altında alındığından söz edebilmemiz için günlük vaka sayısının 1200’ün altına düşmesi lazım. Oysa senin de az söylediğin gibi 6 bin civarında takıldık kaldık, 5 binin altına indirme hedefi bile hükümetin henüz gerçekleşebilmiş değil. Bu arada delta varyantının Türkiye’deki varlığı konusundaki bilgilerimiz çok sınırlı. Üstelik Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı haftalık yeni olgu görülme sıklığına baktığımızda bazı illerde -ki bunların sayısı 10’un üzerinde- hafif de olsa artış eğilimi var. Türkiye’nin her tarafında aynı eğilimin karşımızda olmadığını da söylemek gerekir. Biliyorsun başından beri söylüyoruz, bu pandemiye iki güçlü yanıt vermek mümkün, ikisi bir arada olduğunda yanıtın gücü de artıyor. Birincisi aşı, ikincisi ise fiziksel mesafenin korunması, havalandırma ve kişisel hijyenin sağlanması, maske takılması gibi önlemler. Şimdi aşıyla ilgili Türkiye az önce senin söylediğin günlük 1 milyonu aşan çok sevindirici haberler geliyor. Ancak orada da bir eşitsizliğin varlığına işaret etmemiz gerekir. Örneğin toplam yapılan doz sayısı 37 milyonun üstünde -sen de söylemiştin, bunu Türkiye nüfusuna oranlarsak bu %44,6 civarında bir orana denk düşüyor ama iller arasındaki eşitsizliğe bak Osman: Bu oran İzmir’de %57’nin üstündeyken Şırnak’ta %13. Daha net anlaşılsın diye asıl korumanın ikinci dozdan sonra olduğunu düşünecek olursak Türkiye’de iki doz aşısı yapılmış yurttaşların nüfusa oranı %16,8. Bu oran İzmir’de %22’ye yakın ama Şırnak’ta yalnızca %4, Şanlıurfa’da 4,8, Hakkari’de 4,6, Diyarbakır’da 7,1. Tabii bu sözünü ettiğim illerdeki nüfusun görece, İzmir’e göre örneğin daha genç nüfus olmasının da oranlarda bir etkisi var ama genel olarak bakıldığında artık 35 yaşlara kadar aşı vurulma randevularının açıldığını düşünecek olursak doğu ile batı arasında aşı yapma oranlarında da çok büyük bir eşitsizlik olduğu açık. Bu koşullarda Türkiye henüz salgını kontrol altına alabilmiş değil. Özellikle endişe verici varyantların ne durumda olduğuna ilişkin bir izleme sürecinin de aktif olarak yürütülememesi yüzünden bizi ne beklediği konusunda bazı soru işaretleri olduğunu dinleyicilerle paylaşmak zorundayız. 

OE: DSÖ en son raporunda alfa, beta, gama ve delta olarak 4 varyantın dünyadaki yayılımını bir kere daha paylaştı: Türkiye’de dördü de mevcut. Delta varyantının alt soy analizi Türkiye’de yapılamıyor. Bu arada DSÖ yeni bir ilgi çeken varyant ekledi 7. varyant olarak, lambda ismiyle ilk kez Peru’da saptanan. Bunların içerisindeki delta ve kapa varyantları -ki ikisi de Hindistan’da ilk görüldü- kritik öneme haiz. Çünkü E484K dediğimiz mutasyona sahipler, yani aşıdan kaçabilme olanağı var. Yapılmış araştırmalar mRNA aşılarının -Türkiye’de kullanıldığı itibariyle Pfizer Biontech aşısının- iki doz yapılması halinde hastalığı %80’e yakın koruduğu yolunda. Biliyorsunuz %95-97’lerdeydi aslında Pfizer Biontech aşısının koruması. 2 doz yapılması halinde bile etkinlikte bir azalma mevcut ne yazık ki. Öte yandan Rusya ve Birleşik Krallık kimi risk grupları için aşıları zorunlu hale getirmeyi tartışıyor. Örneğin Birleşik Krallık hasta bakım hizmeti sunacak insanlar için aşı olmayı zorunlu hale getirmeye çalışıyor. Başka türlü önleyemeyeceğine dair birtakım ipuçları var. Bu vesileyle dün Dünya Ev İşçileri Günü olduğunu hatırlatmak isterim ve Ev İşçileri Dayanışma Sendikası’nın hani “biz toz bezi değiliz, insanız” çığlığını duymak gerekli. Çünkü ev işçileri bu pandemi döneminde bir yılı aşkın süredir eve kapatıldılar, hemen hemen hiç dışarı çıkmalarına izin verilmedi. En önemlisi, herhalde Kayıhan daha ciddi bir sorun var; kayıt dışı bir sektörde ağırlıkla çalıştıkları için ve Türkiye’de de aşı Sosyal Güvenlik Kurumu kaydına ait insanlar için açıldığı için kayıt dışı sektörde çalışanlar aşıya erişimden yaştan bağımsız olarak konuşursak zorlanıyorlar. Bu anlamıyla da kayıt dışını içerisine dahil etmeyen bir aşılamanın sorunlu olduğunu düşünmez misiniz? Ne dersin bu konuda?

ÖM: Pardon bu arada ben bir şey sorabilir miyim? Bu kayıt dışı denirken neyi kastediyorsunuz? Kusura bakmayın böldüm ama, mesela… 

KP: Kayıt dışı derken şunu kastediyoruz. Kişi çalışıyor ama Sosyal Güvenlik Kurumu’na bağlı değil.

ÖM: Evet. İşte bu çok önemli.

KP: Örneğin evlere temizliğe giden bir kadını düşünün, oradan bir para alıyor ama sosyal güvenlik sistemi içerisinde kayıtlı olmadığı için genel sağlık sigortası kapsamında da görünmüyor. Dolayısıyla kayıt dışı insanların bir kere Türkiye’deki oranına bakalım, Osman istihdam edilenler içerisinde maalesef ki kayıt dışı oranının çok yüksek olduğu bir ülkedeyiz. Yaklaşık 1/3, yani her 3 kişiden biri kayıt dışı istihdamda. İşsizleri bir kenara koyuyorum, çalışamayanları bir kenara koyuyorum. Dolayısıyla Sağlık Bakanlığı’nın SGK kapsamında olanlara randevuya açma kararının hiçbir bilimsel arka planı yok. Burada randevuyu açmak -eğer aynı anda bütün topluma açılamayacak durumdaysak ki aşı sınırlığı yüzünden öyle görünüyor- risk grupları temelinde yapılması gereken bir şey. Yani kayıt dışı çalışan birisi kronik hastalığı varken aşıya ulaşamaz durumda, ama SGK kapsamında çalışan herhangi bir kronik hastalığı olmayan birisi kolaylıkla aşıya ulaşıyor. Bu gerçekten kabul edilemez, bilimsel açıdan hiçbir şekilde açıklaması söz konusu değildir. Neden Sağlık Bakanlığı’nın böyle bir karar aldığını da anlamak mümkün değil. Çünkü aşı bu ülkede yaşayan yurttaşlar ve yurttaşlar dışında bu ülkeyi birlikte paylaştığımız örneğin sığınmacılar ve bütün insanlar için bir hak olarak sağlanmalı. Üstelik hep yineliyoruz Osman; küresel bir sorunla karşı karşıyayız, eğer küresel bir yanıt veremezsek bu sorunu çözme olanağımız olmayacak. Dolayısıyla DSÖ’nün o ünlü sloganı var ya ‘herkes güvende olmadıkça hiç kimse güvende değil’ yaklaşımının bu pandemi sırasında samimiyetle sahiplenilmesi gerekir. 

ÖM: Pardon bir de şunu da ilave etmek lazım, biraz önce değinme fırsatı bulduğumuz yani mültecilere hiçbir şekilde yapılamadığı, yapılmadığı ortaya çıkmış dünyada ve Türkiye’de de. 

OE: Ben de tam bundan bahsetmek istiyordum Word Vision raporuna atıfta bulundunuz bizim bölümden önce. Birazcık daha detay verebilirim o rapordan.

ÖM: Lütfen.

OE: Türkiye’nin de içinde bulunduğu 8 ülkenin kapsandığı bu araştırmada, dediğiniz gibi 1914 kişinin 1’ine aşı yapılmış durumda göçmenlerden. Her 10 göçmenden 7’si yaşadığı ülkede aşıyla ilgili herhangi bir plan duymadığını söylüyor. Aşıyla ilgili sorular sorulduğu zaman yaklaşık her 5 cevap verenden 1’i “aşılar güvenli değil” diyor, yine her 5 cevap verenden 1’i “aşılar etkisiz zaten” diyor. Bu da göçmenlerde aşı konusunda gerçek ve doğru bilgiye ulaşılmadığının işareti. Yine yüzleşmemiz gereken bilgilerden biri göçmenlerin %65’i “ben bu dönemde Covid testine veya Covid tedavisine yaşadığım ülkedeki insanlardan daha eşitsiz bir şekilde ulaşabiliyorum ve çoğu zaman ulaşamıyorum” diyor. %20’si “Covid pandemisi başladığından bu yana yaşadığım ülkedeki diğer insanlar bana kötü davranmaya başladı” diyor. Hastalık falan değil, sadece Covid pandemisinin yarattığı ayrımcılığa dikkat çekiyor. Türkiye’de de düzensiz göçmenlere ise -Türkiye biliyorsunuz sadece batıdan mülteci kabul ediyor- göçmen sağlığı merkezlerinde aşı yapılıyor. Ancak göçmen sağlığı merkezleri ağırlıklı Suriye’den gelen insanlara yönelik yapılanmış durumda ve Arapça dili üzerinden hizmet sunuyor. Bu durum Afganistan, Pakistan gibi ülkelerden gelen düzensiz göçmenlerin hemen tümüyle kapsam dışı kalmasına neden oluyor. İkincisi; Türkiye’de aşılama hâlâ T.C. kimlik kartı veya vatansızlar için kimlik kartı veya Suriye’den gelenler için tanımlanmış özel kimlik numaralarıyla sürdürülüyor. Bu ise düzensiz kaçak yolla gelmiş insanların herhangi bir yolla kimlik kartları olmadığı için aşıya ulaşamadıkları anlamına geliyor. Benzer bir şekilde e-Nabız üzerinden biliyorsunuz internet üzerinden randevular alınmaya çalışılıyor ama e-Nabız’ın Türkçe ve İngilizce altyapısı olmasına rağmen Arapça, Kürtçe gibi dillere dair varyasyonları yok ne yazık ki. Bu da anadildeki sağlık hizmet erişimini özellikle göçmenler veya Türkiye’deki farklı ana dili olan insanlar için ciddi bir hak kısıtlamasına yol açıyor. Bu yüzden Kayıhan’ın da dediği gibi tüm insanlığı ve ülkedeki tüm insanları kapsamına alan, sosyal güvenlik kaydı, kimlik numarası, dil gibi engeller tarif etmeyen bir başka aşılama politikasına ihtiyacımız var. 

KP: Kesinlikle katılıyorum Osman, çok haklısın. Çünkü insanların sosyal güvenlik numaralarının olmaması onların elinde olan bir şey değil. Küresel kapitalizmi sorgulamadan dönüp dolaşıp hep oraya geliyoruz ama bu süreci başarıyla yürütmek çok mümkün görünmüyor ne yazık ki. 

OE: Bu arada yarın karneler verilecek cuma günü itibariyle, Kayıhan ne dersin bu ülkede karneleri Milli Eğitim Bakanlığı’na ve milli eğitime versek geçer not alır mıydı bu yıl?

KP: Bunu bence öğrencilere sormak lazım, anne babalara sormak lazım, ben pek geçerli not alacaklarını düşünmüyorum. Ama söz okullara gelince biliyorsun bizim Sağlık Bakanı da çok doğru bir şekilde ifade etti, yani “eğer bir kapanma olacaksa en son okulları kapamak, bir açılma olacaksa ilk önce okulları açmak gerekir” diye. Çok doğru bir bakış açısı. Ancak maalesef bunların sözde kaldığına tanıklık ediyoruz. Hiç olmazsa bundan sonrası için, biliyorsun 13 Eylül diye bir tarih açıklandı okulların açılmasıyla ilgili, 13 Eylül’e kadar hemen yarından başlayarak okulların açılması ve açık tutulabilmesi için bir eylem planının hazırlanması ve ivedi olarak yürürlüğe konması gerekir Osman. Yoksa 13 Eylül geldiğinde tekrar “kusura bakmayın” dememeliyiz. Bunun için de okulların özellikle eğitime hazır hale getirilebileceği bir düzenlemeye ihtiyaç var. Dünyada bunun değişik örnekleri var, örneğin sen de biliyorsun UNICEF okulların yeniden açılmasıyla ilgili çok kapsamlı öneriler içeren bir rapor da sundu. Orada çocukların ulaşımından başlayarak okula gitmelerine kadar, okuldaki havalandırmadan öğretmenlerin aşılanmasına, sürekli olarak test yapılmasından maske kullanılmasının özelliğine, fiziksel mesafenin korunmasına kadar yüz yüze eğitimi güvenli olarak sürdürmeye dönük birtakım öneriler var. Ancak maalesef ki Türkiye çocukların okullara yürüyerek ya da bisikletle gidebileceği bir eğitim sistemine sahip değil. Ama bugünden bizi dinleyen bütün dinleyicilerle paylaşalım, böyle bir sisteme sahip olması için de geleceğe dönük tehditlere karşı güçlü yanıt verebilmek açısından hazırlık yapmanın gereğini de burada vurgulamış olalım. 

ÖM: Evet 3 ay var sadece değil mi bu dönüşümü gerçekleştirmek için? 3 aydan biraz kısa bir zaman var ama yapılabilir. Neden yapılmasın?

KP: Yapılmaması için hiçbir neden yok Ömer Bey, dünya bunun örnekleriyle dolu. Üstelik özellikle ilkokul ve okul öncesi eğitimdeki çocukların okullarının açık olmasının pandemiye olumsuz bir etkisinin olmadığına ilişkin çok sayıda araştırma da var. Burada temel mesele öğretmenler ve bütün emekçilerin aşılanması, okulların güvenli hale getirilmesine ilişkin havalandırma stratejilerinin belirlenmesi. Örneğin belli aralıklarla camların ve kapıların açık tutulması, bazı yerlerde birkaç örnek üzerinden örneğin karbondioksit monitörleriyle yapılacak simülasyon sonuçlarına göre bir sınıfta kaç öğrencinin ne kadar süre kalması gerektiğine ilişkin çalışmaların yürütülmesi gibi bazı teknik çalışmaların ardından bir düzenleme yapılması kolaylıkla sağlanabilir. 

ÖÖ: Eğitim-Sen birkaç defa böyle çağrıda bulunmuştu, bütün eğitim emekçilerinin aşılanması gerektiği konusunda ama elimizde veriler var mı bilmiyorum, şu ana kadar yüzde kaçı ne kadar eğitim emekçilerinin aşılandı. 

KP: Yakın zamanda bütün öğretmenler için aşı randevuları açıldı ama çok yakın zamanda.

ÖÖ: Evet çok yakın zamanda. 

KP: Henüz daha tamamının iki dozunu aldığını zannetmiyorum. Bu arada üniversite öğrencilerini ve üniversite eğitimini de göz ardı etmeyelim. Biz öğretim üyeleri öğrencilerimizle yüz yüze eğitimi çok özledik. Gerçekten yüz yüze olmayan bir eğitimin özellikle etkileşim yaratmaması yüzünden gerçek bir eğitim olmadığını tıp fakülteleri gibi usta-çırak ilişkisi gerektiren yerlerde ise bir zorunluluk olduğunu anımsatalım. O yüzden üniversiteler içinde düzenlemelere hemen bugünden başlamak gerekir.

OE: Özellikle bu kapalı alanlarda havalandırmanın Kayıhan’ın dediği gibi önemi çok arttı. Çünkü artık aerosol eksenli bulaşma da çok ciddi bir sorun olarak tarif ediliyor. Bu yüzden eğitim emekçilerinin aşılanması kadar öğretmen başına düşen öğrenci sayısını da hızla azaltmak yani yeni derslikler, yani yeni öğretmen istihdamlarının önünü açmak zorundayız. 1 yıldır yapılmayan ödevler önümüzdeki 3 aya sıkıştırılmak zorunda. 

KP: Bu arada KHK ile haklarında bir yasal olmadan uzaklaştırılan bütün eğitim emekçilerinin istihdamı ve atamayı bekleyen öğretmenlerin istihdamı konusunun da ivedilikle ele alınmasında büyük yarar var okulların yeniden açılabilmesi sürecinde. 

ÖM: Çok önemli bir konuya değindiniz. Gerçekten unutturulan ya da unutulan ne yazık ki çok önemli bir konu KHK.

OE: İsterseniz yavaş yavaş sona gelirken şarkımıza doğru yaklaşalım isterim. Bu hafta Redd’den seçtik şarkımızı. Çünkü tüm bu atanamayan KHK’lı öğretmenler, çalışanlar, sağlık çalışanları ve tüm emekçiler için böyle bir hayatı reddediyoruz. Bizi eve kapatmaya çalışan, pandemiyi gerekçe sunarak hepimizi eve kapatmaya çalışılan zihniyeti reddettiğimizden Redd’i seçtik. Bir de biliyorsunuz Redd yakın zaman önce bir açık hava konseri düzenledi Maçka Parkı’nda. Evet açık havada sanat, tiyatro ve kültürel oluşumları istediğimiz için ve Redd’den yana saf olduğumuzu belirtmek için seçtik bu şarkıyı. Seçtiğimiz parça da Don Kişot, onun sözlerini ifade etmek isterim. 

“Hadi değiştirelim her şeyi

Devrim olsun bunun ismi

Hayallere dalalım

Bize kapatılmaya çalışılan evden uzakta aylak aylak gezelim” 

Red ve Don Kişot diyoruz.

ÖM: Çok teşekkür ederiz, görüşmek üzere. 

KP: Hoşça kalın!

ÖÖ: Haftaya görüşmek üzere. 

OE: Hoşça kalın!