Delta varyantı 18 yaş altını ciddi düzeyde etkiliyor

-
Aa
+
a
a
a

Salgınlar Çağı’nda bu hafta Osman Elbek ve Kayıhan Pala vaka sayılarının her geçen gün daha da artış gösterdiği güncel bağlamda okulların açılmasını ve alınan önlemleri değerlendiriyor. 

Okulların açılması ve alınan tedbirler
 

Okulların açılması ve alınan tedbirler

podcast servisi: iTunes / RSS

(9 Eylül 2021 tarihinde Açık Radyo’da Salgınlar Çağı programında yayınlanmıştır.)

 

Ömer Madra: Günaydınlar, merhabalar Osman bey, Kayıhan bey!

Osman Elbek: Merhabalar, günaydın!

Kayıhan Pala: Günaydın!

Özdeş Özbay: Günaydın!

ÖM: Biraz teknik aksaklıktan dolayı birkaç dakika geç girmek zorunda kaldık, onun için de dinleyicilerden özür dileyeyim ben.

OE: Evet, ne yazık ki teknik bir problem yaşadık ama salgına baktığımız zaman teknik problemden daha büyük problemler yaşıyoruz Ömer bey. Geçtiğimiz hafta itibariyle dünyada bir haftalık vaka sayısı itibariyle T.C. ilk 5 ülke arasına girdi. ABD, Hindistan, Birleşik Krallık ve İran’ı takiben beşinci sıraya oturdu. DSÖ’nün raporuna göre geçtiğimiz hafta Türkiye’de vaka sayıları %13 arttı. Ülke nüfusunun yaklaşık %90’ı yüksek veya çok yüksek riskli bir ilde yaşıyor. Şimdi izninizle burada belki her akşam da gördüğümüz o mavi haritaya dair bir daha vurgu yapalım. Hani “ne güzel haritamız mavileniyor, renkleniyor, olumlu hale doğru evriliyor” gibi görünüyor. Bu mavi haritanın tek doz aşıyı gösterdiğini -ki bugün aşı korumasını konuşacağız-, tek doz aşının korumada bir anlamı olmadığını, örneğin geçtiğimiz hafta mavi illerimizden biri olan Rize’de, %83,1 aşıyla mavi il olan Rize’de yeni yoğun bakımların açmak zorunda kaldığımızı, aslında Türkiye’nin kırmızı olan haritasının geçtiğimiz hafta içerisinde vaka sayılarında artış gösterdiğini ifade etmek lazım. İzninizle ölümlere dair birkaç veri söyleyip Kayıhan’ın görüşünü sormak isterim. Geçtiğimiz hafta Türkiye’de ölüm sayıları ne yazık ki %15’lik bir artış kaydetti. 1-7 Eylül arasında toplam 1941 yurttaşımızı Covid nedeniyle doğrulanmış vaka olarak kaybettik. Aylar arasında ilk haftaları değerlendirdiğimizde bu salgın başından beri en yüksek ikinci ayımız -ilk hafta olarak. Ölümler konusunda şöyle bir kıyaslama verebilirim: Geçtiğimiz hafta, yani 1-7 Eylül arasında, biz ortalama günde 277 yurttaşı kaybettik. John Hopkins Üniversitesi’nin verilerine göre Almanya son bir haftada 231 yurttaşını kaybetti. Yani kabaca Almanya’nın bir haftada kaybettiği kişi sayısını biz bir günde kaybediyoruz. Ayrıca ağustos sonu ile eylül’ün ilk haftasını ölümler açısından kıyasladığımızda bu ay %3’ün üstünde bir artış var ölümlerde ki Avrupa’da en yüksek oranda ölümü artan ülke olduk. Kayıhan sen nasıl görüyorsun? Daha okulların katkısı, ‘olumsuz katkısı’ gözlenmedi. Biraz önce Ömer Madra’nın da söylediği gibi Türk Yoğun Bakım Derneği’nin açıkladığı aşı verileri var. O verilere göre de 952 hastanın %51’i aşısız. Başka bir açıdan bakarsak da %49’u aşılı. Yani ‘aşı işe yaramıyor’ cümleleri de ifade ediliyor. Hem genel Türkiye’nin salgın verisi hem de bu bir ‘aşı etkililiği nasıl ölçülür?’ konusunda görüşlerin nedir?

KP: Osman öncelikle Türkiye’nin salgınla ilgili genel gidişinin endişe verici olduğunu söylemem gerekir. Biliyorsun biz bunu aylardır söylüyoruz. Bu programın izleyicileri de bunu bizden duyuyorlar. Belki çok hoş konuşmalar değil bunlar ama ülkenin gerçekleri. Çünkü uzun zamandır günlük ölüm sayısı 200’ün üstünde 300 sınırında seyrediyor. Sen az önce rakamları verdin, nüfusu bizimle benzer ülkelerle kıyaslandığında, batı ülkelerinden söz ediyorum, en yüksek ölüm sayısı uzun zamandır bizde seyrediyor. Her gün bir uçak dolusu yurttaşımızı maalesef kaybediyoruz. Üstelik…

ÖM: Her saatte 11-12 kişi kaybediliyor bu akıl almaz... 

KP: Gerçekten yani kanıksanmasını anlamak mümkün değil. Üstelik şöyle bir şey var; bizim sahadan aldığımız bilgiler, ölenlerin artık yaş açısından görece daha genç yaş gruplarında olduğunu söylüyor. Biliyorsun yoğun bakımla uğraşan meslektaşlarımızın sosyal medya hesaplarında da bunlar gündeme geldi. Sağlık Bakanlığı bu konuda henüz bir açıklama yapmadığı için ayrıntı vermek mümkün değil. Dolayısıyla gidişat iyi değil gerçekten ve belki programın sonunda tekrar değiniriz ama bu salgını kontrol altına almak için önlemler ivedi olarak uygulanmazsa hem Eylül hem Ekim hem kasım çok daha zor geçecek gibi görünüyor. Ancak burada ben bir aşı etkililiği sorunsalına dikkat çekmek isterim. Türk Yoğun Bakım Derneği’nin açıklaması ve başka açıklamalar sanki örneğin 2 doz Sinovac aşısı olanların bu hastalığa karşı korunmadığı gibi yanlış bir fikri pompalıyor. Oysa bu çok yanlış Osman? Sen de çok iyi biliyorsun, toplumda ne kadar kişinin kaç aşıdan ne zaman yaptırdığı bilgisiyle yoğun bakımlardaki kişilerin aşı durumunu eşleştirmeden buna göre epidemiyolojik yöntemlerle hesap yapmadan aşı etkililiği konuşulamaz. Bir örnek vereyim, örneğin toplumun %100’ünü aşılasak, bunlardan bazıları yine yoğun bakıma düşecek. O zaman biz ‘aşı etkisiz’ mi diyeceğiz? Dolayısıyla biraz bu işi bilenlerin yönlendirmesine izin vermek lazım, yoksa ‘herhangi bir yoğun bakımda 100 kişiden 30’u 2 doz aşılı o yüzden bu işe yaramıyor’ diyemeyiz. Bunu diyebilmek için haftalardır çağrıda bulunduğumuz gibi bir kez daha Sağlık Bakanlığına çağrıda bulunalım; elindeki verileri açıklasın, hatta aşı etkililiğini açıklasın. Niye açıklamadığını hâlâ anlayabiliyor değilim. Dolayısıyla biz hangi yaş grubunda, kaç doz, kime aşı yapılmış, bunlar içerisinden hastalananlar, hastaneye yatanlar ve yoğun bakımda olanlar, ölenleri, bir de hiç aşı yapılmamışlar içerisinde hastalananlar, hastaneye yatanlar, yoğun bakımda yatanlar ve ölenleri karşılaştırarak gerçek aşı etkililiğini hesaplayalım. Biliyorsun delta varyantı öncesinde, örneğin Koronavac aşısıyla ilgili söyleyelim, New England Journal of Medicine’de çıkan makaleye göre bu aşının özellikle ölümlerden koruma oranı çok yüksek. Dolayısıyla aşı etkililiği hesabı yapılmaksızın aşılar hakkında fikir yürütmek doğru bir tutum değil. Ben burada özellikle bazı hekimlerin bu yanılsamayı toplumla paylaşmasına gerçekten üzülüyorum. Bu da tıp eğitiminde epidemiyoloji bilgisini yeterince veremediğimizin maalesef yeni bir kanıtı gibi görünüyor.

OE: Aslında Türk Yoğun Bakım Derneği’nin verileri Türkiye’de en azından üçüncü dozdan sonra Sinovac firmasının ürettiği Koronavac’ın veya 2 Koronavac’ın arkasına yapılmış 1 Koronavac veya Biontech’in çok iyi koruma sağladığını, bu anlamıyla dördüncü dozun aslında hiç gerekli olmadığına dair ipuçlarını veriyor. Senin de ifade ettiğin yayına ben de atıfta bulunmak isterim. İzleyicilerin dikkatine sunmak lazım; 2 Eylül 2021 tarihinde New England Journal of Medicine’de yayınlandı ki çok saygın bir dergi, Alejandro Jara ve arkadaşları tarafından yapıldı araştırma. Araştırmacılar Şili’de 16 yaşın üstünde 10,2 milyon kişide Koronavac’ın etkisine baktılar. Bir kere daha Şili gibi bir ülkenin 10 milyonun üstündeki aşı verisini dünyaya sunabildiğini, TC’nin çok daha yüksek aşı rakamına ulaşmasına rağmen bununla ilgili hiçbir veri sunamadığını ifade ederek sözlerime devam edeyim. Delta virüsünün olmadığı dönemde 1 Şubat – 1 Mayıs tarihleri arasında Koronavac’la aşılanan kişilerde enfeksiyon gelişme, hastalık gelişme olasılığını 2 doz Koronavac %65,9 oranında düşürüyor. Bu DSÖ’nün kabul ettiği %50 değerinin üstünde. Bu sevindirici, çok yüksek olmamakla birlikte. Ama dediğim gibi daha çok yoğun bakım ve ölüm oranlarını ciddi düzeyde azaltıyor ki yoğun bakıma ulaşma, yoğun bakıma kadar ağır bir risk ve hastalık geçirme ihtimalini %90,3 oranında azaltıyor 2 doz tam aşılı Koronavac. Ancak yine aynı araştırma gösteriyor ki Koronavac yetersiz dozda, yani tek dozda kalırsa korunma oranları %15’lere kadar düşüyor. Bu yüzden Koronavac’a haksızlık edildiğini düşünüyorum. Özellikle Türk Yoğun Bakım Derneği’nin açıklamasından sonra Koronavac’ta olsun, Türkiye’de kullanılan 2. aşı olarak Comirnaty (Pfizer-BionTech) olsun gerçekten yüksek oranda korunma sağlıyor. Bir ikinci yayına da dikkate çekmek isterim. Henüz hakem değerlendirilmesinden geçmedi, o yüzden biraz ihtiyatlı davransak da (Lancet dergisi) Ming Kang ve arkadaşları Çin’in Guangdong kentinde delta varyantı salgını sonrasında inaktif aşı koruma oranlarına baktılar. İnaktif aşıyla tam aşılama zatürre gelişme oranını yaklaşık %70, ağır hastalık gelişme oranına ise %100 oranında koruyor. Yine yarım aşı haline geldiği zaman koruma oranları %8 gibi inanılmaz düşük düzeylere iniyor. O halde Kayıhan şunu söyleyebilir miyiz: İster Koronavac aşısı olsun ister Comirnaty aşısı olsun ölümcül Covid enfeksiyonunu hemen hemen tamamen engelleyebiliyor aşılar? Artık bu noktaya gelebildik... Öte yandan Türkiye’de günde 200’ün üstünde 300’e yakın ölümün olduğu bir yerde sadece aşılamayla bu ölümlerin hepsini engelleyebileceğimizi söyleyebilir miyiz?

KP: Osman söyleyemeyiz. Önce bir güncel bilgi de ben vereyim. İngiltere’de Halk Sağlığı Ajansı aşıların toplumdaki verilerine dayanarak etkililik hesaplarını biliyorsun her hafta yayınlıyor. En son 35. hafta yayınladı. Buraya bakarsak bizde kullanılan bu Biontech aşısının 2 doz olması halinde ölümlerden %95 ile 99 arasında koruduğu ortaya konmuş ama tek dozda kalırsa bu %70’e kadar düşüyor. Yine bu verileri hem iyi izleyen hem de iyi yayınlayan, örneğin ABD gibi ülke verilerine baktığımızda tam aşılı olmanın ölümden %90’dan daha fazla koruduğu çok net ortaya konmuş durumda. Bizde de hatırlarsan delta öncesinde yapılmıştı ama yine 2 doz Koronavac yaptırmanın ölümden yüksek düzeyde koruduğu ortaya çıkmış oldu. Şimdi aşı yaptırmak ölümlerden çok yüksek düzeyde koruyor, hastaneye yatışta biraz daha düşük olmakla birlikte koruyor ama hastalanmaktan koruma düzeyi delta varyantıyla birlikte azaldı. Yani işte nezle gibi bir semptomunuz olduğunda gidip PCR yaptırırsanız PCR pozitif olabiliyorsunuz eğer tam aşılıysanız. Böyle olanların oranının %15-20’lere kadar çıktığını biliyoruz ama o hastalığı herhangi bir sıkıntı yaşamadan rahatlıkla geçirebiliyorsunuz. Böylece hastaneye yatmaktan kurtuluyorsunuz, yoğun bakıma yatmaktan kurtuluyorsunuz ve elbette ölümden kurtuluyorsunuz büyük ölçüde, tam olarak değil. Programın başında vurguladığımız tek başına aşının tam aşılı olsak bile tamamen korumadığı artık birçok ülkeden örneğin epeyce yüksek bağışıklama oranına ulaşmış İsrail’den, Malta’dan, vb. karşımıza çıktı. O zaman bir yandan tam aşılıyken diğer yandan da halk sağlığı önlemlerini almayı sürdürmemiz gerekir. Bunların başında kapalı ortamlara girmekten olabildiğince kaçınmak, eğer kapalı ortamda olacaksak mutlaka maske takmak, orada olabildiğince kısa süre kalmak ve kapalı ortamları iyi havalandırmak. Öte yanıyla da el yıkamaya da devam etmek gibi uygulamaları sürdürmek. Eğer bunları birlikte yapabilirsek bunları birlikte yapan ülke ve toplumların bilimsel araştırma sonuçlarında da çok net göründüğü gibi, hastalanmadan, hastaneye yatmadan, yoğun bakıma yatmadan ve ölümden büyük ölçüde korunmak mümkün. Bugün geldiğimiz nokta bu. Ancak şunu anımsatayım, hani 1,5 yıl önce de söylediğimiz DSÖ’nün bu pandemi sırasında kullandığı çok önemli bir slogan var ‘herkes güvende olmadan hiç kimse güvende değil’. Yani biz işte %47’ler civarındayız bugün itibariyle iki dozunu yaptırmış yurttaşlar açısından, bazı ülkelerde bu oranlar %80’i geçti ama Afrika’daki bazı ülkelerde halen %1’ler civarında, Asya’da bunun %5’ler, 10’lar, 15’ler civarında olduğu ülkeler var. Osman bu yeni endişe verici varyantların çıktığı ülkelere bakalım. Yani Afrika, Hindistan, Brezilya, Kolombiya gibi aşılamanın çok düşük olduğu, bu nedenle virüsün hayatta kalabilme mücadelesinde daha güçlenmek için evrimi sırasında kolayca endişe verici bir versiyonuna geçtiği ortamlardan söz ediyoruz. Dolayısıyla küresel bir yanıt vermeyi dışlayarak yalnızca ulusal yanıtlarla bu pandemiyi çözemeyeceğimizi de bir yandan dünyanın gündemine alması gerektiği günler yaşıyoruz. 

OE: Kayıhan bu vesileyle biraz okulu da konuşmak isterim seninle. Çok kaygı verici görüntüler var. Okulların açılması gerektiğini hep ifade etmekle birlikte, okulları açık tutmanın daha önemli olduğunu çok daha net vurguladık. Bu arada eğitim, öğretim dönemi başladı ama Derin Yoksulluk Ağı’nın İstanbul’da -hani doğu, güneydoğu Anadolu’da değil- İstanbul’da Sancaktepe’de ve Çekmeköy’de yaptığı araştırmalarda 135 hanede çocukların %21.8’inin okula başlayamadığını, çünkü ekonomik ortamlarının çalışmak zorunda olduğunu ifade ediyor. Hani okullar açıldı. Önce ilk soru kim için açıldı? Bu eşitsizlik burada büyük bir vaziyette can yakıyor. İkincisi, bir halk sağlığı hocası olarak okullara dair ne demek istersin? Çünkü önümüzdeki dönemde Türkiye’nin salgın dinamiğinin arttığı, görece kapalı ortamlarda yaşamanın fazlalaştığı bir ortamda okulların getireceği ek yüklerden nasıl korunabiliriz? Sence Bilim Kurulu’nun önerdiği uygulamalar yeterli mi?

KP: Osman ‘okullar kim için açıldı?’ sorusu gerçekten çok can yakıcı. İstanbul örneği veriyorsun, bir de İstanbul dışındaki ülkenin birçok yerindeki insanları, onların ailelerini ve çocukları düşünmek lazım. Gerçekten çok üzüntü verici bir şey. Bu da eşitlik, yurttaşlık meselesinin Türkiye’de halen yalnızca kağıt üzerinde kalan bir durum olduğunu gösteriyor. Sorunun ikinci bölümüne gelecek olursak, hani okullar hangi koşullarda açıldı, iş nasıl yürüyor diye bakacak olursak, bir kere beni çok şaşırtan, buradan da bir kez daha dile getirmek istediğim bir şey var: Haziran’daki Sağlık Bakanlığı salgın yönetimi rehberini biliyorsun, 6 Eylül’de güncelledi. Haziran’da yer alan okulların açılması koşulları içerisindeki iki önemli parametreyi 6 Eylül’de rehberden kaldırdığını görüyoruz. Bunlardan bir tanesi 4 metrekareye bir kişi düşecek yani öğrenci, öğretmen, oradaki eğitim emekçisi düşecek şeklinde bir düzenleme yapılması gerektiğiydi, bunu kaldırdılar 6 Eylül’de. İkincisi de sınıflardaki öğrenci sayısının en fazla 15 olacak şekilde bir düzenlemeye gidilmesi gerektiğiydi. Bunu da kaldırdılar önlemler içerisinden. Neye dayanarak Bilim Kurulu bunu kaldırdı? Açıkçası bunu kaldıran kişilerden bir yanıt duymak isteriz, çünkü bilimsel değil. 

ÖM: Açıklama yok galiba değil mi neden kaldırıldığına dair?

KP: Yok, herhangi bir açıklama şu ana kadar duymadım ben Ömer bey. Bunu bir sürü yerde gündeme getiriyoruz. Yani zannediyorum ki bu gerçekleştirilemediği için hiç olmazsa rehberde de bu kalmasın diye bir yöntem benimsemiş gibi görünüyorlar. Osman sana da geliyordur, bana da özellikle İstanbul’dan, Bursa’dan çok sayıda okuldan veliden fotoğraflar geliyor hem sınıflardaki öğrenci sayısının 30, 40, hatta 40’ın üstünde olduğu iddiası hem de özellikle çocukların okula gidip gelirken velilerin orada bir arada bulundukları sıradaki fotoğraflar. O fotoğraflarda dikkat çekici iki tane büyük problem var; veliler ve çocukların bir kısmı maske takmıyorlar ve fiziksel mesafenin korunması diye bir kavram söz konusu değil. Şimdi Osman şöyle bakalım; öğretmenlerin ve eğitim emekçilerinin resmi rakamlara göre yaklaşık %30’u tam aşılı değil. Okullarda öğrenci sayısını sınıflarda azaltmamış durumdayız. Sınıfların havalandırılması için herhangi bir önlem alındığına ilişkin kamuoyuna açık bir bilgi yok. Ders süreleri halen çok uzun. Aradaki teneffüsler sınıfların havalandırılması için yeterli değil ve okulların temizliğiyle ilgili kamuoyuna da yansıyan geleneksel medyaya gerekse sosyal medyaya çok ciddi sorunlar var. Bu koşullarda üzgünüz ama okulların yarattığı toplumsal hareketlilik önümüzdeki haftadan itibaren hem olgu sayılarına hem yoğun bakım sayılarına hem de ölümlere yansıyacak gibi görünüyor. Okulların açılması ve okulların açık kalması çok önemli ama hiçbir önlem almadan değim yerindeyse aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar beklemek gerçekçi bir yaklaşım maalesef değil. Sanıyorum ki önümüzdeki haftalarda bunun sonuçlarını üzücü bir şekilde göreceğiz ve tartışacağız. 

ÖÖ: Ben bir şey sorabilir miyim? 

ÖM: Ben de bir şey, bir tek ilavede bulunayım izninizle; yani Türk Toraks Derneği’nin çok ayrıntılı bir alınması gerekli tedbirler listesi vardı, dün okumaya çalıştık bizim programda. Orada mesela okul yemeklerinin 20 dakikayı geçmemesi ve işte çok ciddi tedbirler alınması gerektiği gibi önemli şeyler söyleniyordu. Bunların tabii bu işin biraz önce yaptığınız açıklamalar ışığında pek uygulamasının söz konusu olmadığını da görüyoruz herhalde. 

KP: Ömer bey bir şey söyleyeceğim. Biz biliyorsunuz daha önceki haftalarda da konuşmuştuk, “öğretmenler ya tam aşılı olacak ya da haftada 2 kez PCR testinin negatif sonucunu getirecek” deniyordu. Bakın bugün dördüncü gün PCR test sayısında Türkiye’de yansıyan bir rakam yok. Oysa hatırlarsanız geçen hafta bu programda söylemiştik; günde 100 binin üstünde eğer böyle bir durum varsa sırf eğitim emekçilerini kapsayacak bir PCR test sayısının istatistiklere yansıması beklenirdi. Halen 300 bin civarında seyrediyoruz, ek bir PCR testi sayısı yok. Bu koşullarda anlaşılıyor ki öğretmenlerin, eğitim emekçilerinin herhangi bir şekilde PCR testi sonucu getirmesine dayalı bir yaklaşım da söz konusu değil. Bu PCR testini savunduğum için söylemiyorum ama kişinin ya tam aşılı olması ya da kamu hizmeti verdiği sırada -öğretmenlerle sınırlı da değil- bu hasta olmadığını kanıtlayacak sağlıkla ilgili bir belgeye sahip olması gerekir. Bunun da şu anda çok fazla gündemde olmadığına ilişkin en azından bakanlığın açıkladığı verilerden bir izlenimimiz olduğunu da paylaşayım. 

OE: Özdeş bey sizin de sorunuzu alayım. Ben de Türk Toraks Derneği şapkamla da birkaç cümle söyleyebilirim. 

ÖÖ: Benim sorum şuydu: Delta varyantına kadar söylenen şöyle bir veri vardı “yetişkin olmayanlarda virüsün tutunma oranı çok düşük, zor tutunuyor” deniyordu. Bunda bir değişim var mı? Şu anda okullarda çünkü salgınlardan da söz ediliyor da. 

OE: Size Birleşik Krallık’ın verisiyle yanıt verebilirim. Son iki ayda 18 yaşın altında Birleşik Krallık’ta 34 bin çocuk hastalandı. Halen 22 binin yakınmaları var. 2300 tane hastane yatışı oldu. Yani Delta virüsü orijinal Vuhan’dan ve Alfa’dan farklı olarak 18 yaş altını ciddi düzeyde etkiliyor. Bu yüzden Türk Toraks Derneği olarak yaptığımız okul açıklamasında PCR’a teknik nedenlerle ulaşmanın da çok zor olacağının farkında olarak herkese haftalık “hızlı test” dedik. Hızlı test, PCR’dan daha farklı bir test, çok daha kolay uygulanabilir. Dünyanın farklı ülkelerinde hayata geçirildi, artık PCR’a takılıp kalmamak lazım. İkinci vurgumuz da herkese, aşılı olsun olmasın -çünkü bilimsel araştırmalar gösteriyor ki aşılı olsun veya olmasın virüsü taşıyabiliyoruz ve bir başkasına bulaştırabiliyoruz- o zaman herkese haftalık hızlı test imkânı ve Bilim Kurulu’nun açıkladığı rehberin aksine sınıfta 1 tane PCR pozitif öğrenci olduğu taktirde o sınıfın karantinaya alınarak en azından 14 gün süreyle online eğitime geçmesini önerdik. Testi okulda yapmadığınız, PCR takibi yapmadığınız bir ortamda ortada burnu akan, hafif öksüren pek çok çocuk olacak ama sınıf içi ve okul içerisindeki salgınları erken dönemde tanıma imkânınız olmayacak. Bir üçüncü nokta da tüm çalışanlar için, öğretmeninden etrafı temizleyen kişiye kadar tüm çalışanlar için virüsün %95’ini izole edebilen, FFP2 veya N95 denilen maskelerin bir çalışan sağlığı, bir iş güvenliği hakkı olarak çalışanlara Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ulaştırılması -hakeza öğrencilere. Peki bunun karşısında gördüğümüz nedir? Bir dokümana dikkat çekerek sözlerimi sonlandırayım; Milli Eğitim Bakanlığı’nın veli ve öğrencilere dair rehberi yayınladı. Yani zamanınız varsa lütfen okuyun, ne kadar geride kaldığını gösteriyor. Milli Eğitim Bakanlığı tamamen kafayı hijyene ve dezenfeksiyona takmış durumda. Belki de havalandırma yapamayacağı için, belki sınıfları azaltamayacağı için, pencereleri ve ortamı sağlayamayacağı için önerdiği şey “dezenfeksiyon, etrafa dokunmayın, ellerinizi yıkayın, kişisel hijyeninize dikkat edin”! Bu konuda tek bir veri vereyim: 5 Ağustos’ta Nature dergisinde yayınlandı, Brezilya’dan yapılmış bir araştırma. 418 tane örnek topladılar, nereden? Cep telefonundan, kapı kolundan, sandalye kolundan... Bu örneklerde virüs var mı diye baktılar. 418 örneğin 1 tanesinde bile virüs yok. Yani temasla, temas ettiğimiz yerleri temizlemekle, dezenfeksiyon çılgınlıkları yapmakla, oraya buraya alkoller sürmekle bu hastalığı engelleyemeyiz. Bir kere daha gösterildi ki damlacık ve aerosol yoluyla bulaşıyor hastalık. O zaman havalandırmayı etkin kılmamız lazım, camları açmamız lazım, hepa filtreleri camsız ortamlarda kullanmamız lazım ve sınıf içerisinde yoğunluğu azaltmamız lazım. Yani o Bilim Kurulu’nun rehberden çıkardığı şeyi yapmamız lazım. Bu anlamda da Bilim Kurulu’nun nasıl çalıştığına, hani ne amaçla çalıştığına dair çok ciddi kaygılarımı en azından bu vesileyle paylaşmak isterim. 

ÖM: Maalesef süreyi de doldurduk. Ben bir tek şey ilave edeyim, saat 09:02, 1 dakika da geç başlamıştık, yani son 1 saat dolmuşken resmi verelere, bakanlık verilerine göre 1000 kişi hastalanmış olacak, yani 1 saat içinde ve yaklaşık 11 kişi de hayatını kaybetmiş olacak. Bundan daha kesin ve ürkütücü bir şey düşünmek bile zor. 

KP: Evet çok haklısınız. Bu hafta programımızın şarkısını 2 Eylül’de yitirdiğimiz büyük sanatçı Mikis Teodorakis’ten seçtik. Biliyorsunuz kendisi 1925’te Girit’li bir babadan ve Çeşme’den göç etmek zorunda kalan Yunanlı bir anneden doğmuştu, dünyaya gelmişti. Gazeteci Rıdvan Akar, “23 yıl önce bir mübadele” adında bir belgesel yapmış ve o belgeselde Teodorakis’in “çocukluğum boyunca her yaz Çeşme’nin tam karşısındaki Sakız adasına giderdik. Annem ve babam Çeşme’nin ışıklarına bakarak ağlardı. Ben çok üzülürdüm” dediğini aktarıyor. Evet bugünkü şarkımızın adı “Perigiali”; Yunan şairi, büyük şair Seferis’in bir şiiri üzerine Mikis Teodorakis’in yazdığı bir şarkı. Maria Farantouri söylüyor. Biz de “hoşça kal büyük usta!” diyoruz. Hoşça kalın!

ÖM: Çok teşekkürler, hoşça kalın!

ÖÖ: Görüşmek üzere. 

OE: Hoşça kalın!