"Aşılama artık çakıldı!"

-
Aa
+
a
a
a

Sağlık Bakanlığının 3 Kasım açıklamalarını değerlendiren Osman Elbek ve Kayıhan Pala, ülkede yanlış bir aşılama politikası izlendiği ve Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanmadığı için, Türkiye’ye ilişkin verilerin eksikliği üzerine konuşuyor.

Türkiye aşılamada nerede?
 

Türkiye aşılamada nerede?

podcast servisi: iTunes / RSS

(4 Kasım 2021 tarihinde Açık Radyo’da Salgınlar Çağı programında yayınlanmıştır.)

 

Ömer Madra: Günaydın Osman Elbek, günaydın Kayıhan Pala ve merhabalar! Özdeş yok bugün, ben varım sadece. 

Osman Elbek: Günaydın Ömer bey!

Kayıhan Pala: Günaydınlar!

ÖM: Evet, nedir durum?

OE: Türkiye dün akşam itibariyle 22:30 sularında sağlık bakanının açıklaması sonrasında aşı bağlamında en azından bir hareketlenmeye girecek gibi duruyor. Bunu tartışacağız, konularımız yoğun. Hem haftayı kapattık hem de ayı kapattık aslında. O yüzden salgının Türkiye ayağını daha geniş bir veri analiziyle dinleyicilerimize sunabileceğiz. Öncelikle Türkiye’nin dünyadaki yeri geçtiğimiz hafta ve ay itibariyle sabitleşti: Dünya dördüncüsüyüz; Amerika, Birleşik Krallık ve Rusya’nın arkasından Türkiye dünyada en çok vaka saptanan 100 bin kişiye 215 yeni vakayla dördüncü sırada. Vefatlarda da dünyada sekizinci sıradayız. Haftayı 1500 civarı vefatla geçirdik ki günde en az 213 ölüme karşılık gelmekte. Günlük ortalama test sayımız ise 307 bin dolayında ki bir önceki haftaya oranla %13 azalmış durumda. Yani bu azalmadan PCR takiplerinin yapılmadığını anlıyoruz. Test pozitifliğinde ise aslında ağustostan bu yana çok yüksek sayıdayız. Ağustosu % 7.8, eylül ayını %7.7 ve ekimi %7.9 ile geçtik. 

Aşı yapılmış kişi oranı iki dozda %59, ilk dozda ise %67. Tabii burada üçüncü dozunu yapmamış üç milyon kişi var. Bunlar artık tam aşılı değil. O nedenle tam aşılı oranımız %59’un altında. Öte yandan dün geceki açıklamada aşı oranımızın %70’in üstünde olması gerektiğini ifade etti sayın Koca ama bir veriyi hatırlatalım; Danimarka tam doz aşıda %76, Hollanda %70’ler sınırında ve her iki ülkede de vaka sayıları artıyor. Öte yandan biliyorsunuz Moskova kapanmaya gitti. Rusya ile Türkiye’nin verilerini kıyasladığımız zaman milyon başına yeni vaka sayısında Türkiye Rusya’ya göre daha yüksek sayıda. Üreme katsayısı hemen hemen aynı. Rusya’ya göre daha az test yapıyoruz. Test pozitifliğimiz ise Rusya’dan fazla. Tek olumlu noktamız tam aşılı oranımız Rusya’nın yaklaşık 1.5 katı gibi. Buna rağmen, yani daha fazla hastalık, daha fazla test pozitifliğimiz olmasına rağmen Moskova kapanırken Türkiye’de fiziki hareket kısıtlaması ve halk sağlığı önlemlerine dair hiçbir şey alınmıyor. Aylık analiz yaptığımız zaman şöyle bir süreç var: Hazirandan bu yana kıyasladığımız zaman -çünkü Haziran’da normalleşme, açılma sürecini geçmiştik- günlük vaka sayılarımız yaklaşık beş kat arttı, vefat sayımız yaklaşık üç kat arttı. Sadece ekim ayında 6500’ün üstünde insanı kaybettik. Bu salgının başından bu yana geçen 20 aylık süreç içerisinde en yüksek beşinci ayımız. Son üç ayda -ağustos, eylül ve ekim’de- son 20 aya göre kıyasladığımız zaman %30’a yakın, 19 binden daha fazla insanı kaybettik. Bunu eğer nisan ayından alıp son yedi aya bakarsak, 20 ayda kaybettiğimiz insan sayısının %57’sini (39 binden daha fazla insanı) son yedi ayda kaybettik. Ne demeye çalışıyorum? Vefat sayılarımız giderek her ay daha çok artıyor, salgın hız kesmiyor, salgın kontrol altında değil ve daha önemlisi vefat sayılarımız son aylarda giderek arttı. Azalan nedir derseniz aşılama artık çakıldı: Ekim ayında 220 küsur bin günlük aşı yaptık ki temmuz ayında 100 binleri aşmıştık. Ona göre kıyaslarsak günlük aşılama hızında %70 azalmamız var. Ekim ayı ocak ayından bu yana en düşük aşı yaptığımız üçüncü ay. Bugün itibariyle Türkiye her 1000 kişiye günde bir tane aşı yapabiliyor. Aile hekimleri altı kişi bulamıyoruz aşı yapmak için diyor. Ne dersin Kayıhan bu verilere?

"Bu veriler aslında Türkiye’nin süreci iyi yönetemediğinin de kanıtları"

KP: Osman bu veriler aslında Türkiye’nin süreci iyi yönetemediğinin de kanıdı niteliğini taşıyor. Ben burada sağlık bakanının dün akşam açıkladığı ve Bilim Kurulu kararı olarak açıkladığı beş maddeye ilişkin kısa bir değerlendirme yapmak isterim. Birincisi, Bilim Kurulunu artık gerçekten eleştirmemiz, daha da güçlü eleştirmemiz kanısındayım çünkü üçüncü doz tartışmasından önce Türkiye’nin özellikle aşı konusunda ilk iki gündemi atladığına tanık oluyorum. Oysa Bilim Kurulu kararları diye bir kavram karşımıza çıktığında iki tane önemli kararın bunlardan önce gelmesini beklerdim ben; birincisi, daha şu ana kadar Türkiye’de yapılan aşıların etkinliğine ilişkin hiçbir veri açıklanmadı. Bilim Kurulu demeliydi ki sağlık bakanına “aşı etkililiği sonuçlarını açıklayın”. Çünkü birazdan söyleyeceğim, Hong Kong’da yapılan bir araştırma inaktif aşıların üçüncü dozunun kullanılmasının bile yeterince bize katkı sağlayamayacağına ilişkin ilk bulguları ortaya koyuyor. Ona birazdan gelirim ama bunu gündeme getirmemek, aşı etkililiğini halen açıklamamış olmak, biliyorsun Sağlık Bakanlığı bugüne kadar hiçbir açıklama yapmış değil. Yaklaşık 120 milyon aşı yaptık; hangi aşı hangi dozda, kimler üzerinde nasıl etkili oldu? Bunların sonuçlarını açıklamadılar, bu çok büyük bir eksiklik. İkincisi, senin de vurgu yaptığın Türkiye’nin üçüncü doz tartışması yapmadan önce öncelikli olarak 12 yaşın üstündeki yaklaşık 70 milyon yurttaşın daha hiç aşı olmamış 15 milyonuna erişmeyi öncelikli olarak ele alması gerekir. Çünkü Osman biz bu 12 yaşın üstündeki 15 milyon yurttaşa aşı yapamazsak eğer Türkiye’nin bir toplumsal bağışıklık eşiği yakalayarak güçlü bir yanıt verme ihtimali ortadan kalkacak. Bu arada bana çok soru geldiği için söylemek isterim; 12 yaşın altındakilerin aşılama takvimine şimdilik alınmaması meselesi de doğru bir tutum değil. Bakanlığın öncelik olarak şu anda bunlara öncelik vermediği açıklamasını doğal karşılayabiliriz ama sanki 12 yaşın altında hiç aşı yapılmayacakmış gibi bir algıya yol açabilecek cümleler kurulması doğru değil. Çünkü biliyorsun geçtiğimiz günlerde ABD’de beş yaşa kadar, Küba’da iki yaşa kadar aşılamaya ilişkin acil kullanım onayları verilmiş durumda. Bizde kullanılan Biontech aşısının 1/3’ü dozu düzeyinde 11-5 yaş arasında aşı yapılmasının uygun olacağına ilişkin ABD’de bir karar alındı. İnsanlar çocuklarını götürüp aşı yaptırmaya çalışıyorlar. Bunun hem o çocuğu korumakla hem de toplumsal bağışıklık düzeyine katkıda bulunmakla yakından ilgisi var. Üstelik sayın bakanın verdiği toplumsal bağışıklığı sağlayabilmek için %70 oranı da bilimsel değil. Biliyorsun Delta’dan önce bu toplumsal bağışıklık düzeyi hesaplanırken kullanılan R0 değeri üç civarındaydı. O zamanlar %67-70 kabul görüyordu. Ancak Delta varyantında bu temel üreme sayısı değiştiği için şimdi dünyada kabul gören yaklaşım, eğer bir toplumsal bağışıklık düzeyinden söz edeceksek, bunun %83’ün üstüne çıkartılması gereği üzerine. %83 oranının da Türkiye açısından şöyle bir önemi var, az önce sözünü ettiğim 12 yaşın üstündeki 14,5 milyondan fazla insanı eğer biz bu sürece katamazsak zaten %83’ün üzerine çıkma ihtimalimizi de ortadan kaldırmış oluyoruz.  Dolayısıyla üçüncü dozla ilgili verilen kararlar olumlu, epidemiyolojik olarak salgını biraz daha kontrol altına alabilmek için katkısı olabilecek kararlar ama bu kararlardan önce aşı etkinliğinin ve henüz ilk doz aşısını yaptırmamışların konuşulmasını ben beklerdim doğrusu. Yeri gelmişken istersen bu Hong Kong araştırmasından da söz edeyim. Çok yeni bir araştırma, dün yayınlandı. Bu araştırmanın sonuçları bizim açımızdan çok önemli çünkü bu araştırmada iki doz Sinovac aşısı olmuş olanlara üçüncü doz olarak bir gruba Sinovac diğerine Biontech vermişler. İkisi arasında Osman sen de biliyorsun çok büyük fark var yani iki Sinovac’tan sonra bir doz Biontech olanlar hem Beta, hem Gama, hem Delta varyantına karşı %90’ın üzerinde, 92 ile 95 arasında koruma sağlarken üçüncü dozu tekrar Sinovac aşısıyla yapılanlarda bunlar %50’nin altında genellikle kalıyorlar, hatta %32 Gama’da, Delta’da %48, Beta’da %38 oranlarında. Buradan şunu tartışması gerekir Türkiye’de acaba inaktif aşılarla, iki doz inaktif aşının üstüne üçüncüyü yaparak biz gerçekten istediğimiz koruma düzeni yakalayabilecek miyiz? Burada da Turkovac aşısının da bir inaktif aşı olduğunu bilerek bu tartışmayı bilimsel verilere dayalı yürütmenin önemi ortaya çıkıyor diye düşünüyorum. 

Aşılama: "Büyük bir tabu"

OE: Hatta inaktif aşıların aslında belki de baştan itibaren üç dozla başlanmasına dair dünyada bir tartışma yürüyor. Burada belki dinleyicilerimiz yeni kararı bilmiyor olabilirler, o yüzden hatırlatmak isterim: Sayın bakanın açıklamasında dün akşam mRNA aşısı olmuş ve altıncı ayı tamamlamış vatandaşlara üçüncü doz yapılma sürecini açtıklarını ifade etti -risk gruplarını önceleyerek. Risk grupları olarak da 60 yaş üstünde olan, 18-60 yaş arasında olup kronik hastalığı bulunan, sağlık çalışanı olma veya başka bir mesleki risk taşıyor grupta olma olarak tarif etti. Bu arada senin de vurguladığın gibi Turkovac’ın “hatırlatma dozu” olarak kullanıldığını ve hızla “yerli ve milli” aşımızı daha fazla güven duyarak kullanılmasına dair bir çağrı yaptı. Ancak Turkovac’ın hali hazırda benim okuyabildiğim, benim en azından bulabildiğim hiçbir araştırma sonucu yayınlanmadı ne faz1 ne faz2, faz3’e dair. Faz3’ün çok zor yürüdüğünün farkındayım ancak bu süre içerisinde Turkovac’ın acil kullanım onayı da almadığını biliyoruz. Bu bağlamda Turkovac’ın bir “hatırlatma dozu” olarak kullanılmasının hani biraz ihtiyatlı, biraz çekimser, biraz bilimsel verilere uygun olarak götürülmesi taraftarıyım. Sen ne dersin Turkovac konusunda Kayıhan?

KP: Çok haklısın. Biz de biliyorsun bir süredir heyecanla bekliyoruz Turkovac ve Türkiye’de çalışılan diğer aşılarla ilgili bilgileri. Ancak faz3’e geçildiği belirtilmesine rağmen şu ana kadar faz1 ve faz2 ile ilgili herhangi bir bilimsel rapor açıklanmış değil. Dolayısıyla yürütülen çalışmaların kaç kişiyi kapsadığı, sonuçlarının ne olduğu, aşıyla ilgili güvenliği ne derecede sağlandığı -hasta güvenliği açısından konuşuyorum- bilgilerine sahip değiliz. Herhangi bir şey bilmediğimiz için de bir tartışma yürütmek zor ama bu da bir inaktif aşı. Dolayısıyla inaktif aşılar üzerinden yürütülen tartışmalar göz önüne alınarak Türkiye’nin aşı politikasının belirlenmesinde ben büyük bir yarar görüyorum. 

OE: Öte yandan şöyle bir problem var; örneğin Danimarka ve Hollanda’nın aşı oranları Türkiye’ye göre çok daha iyi, ama bu hafta içerisinde Danimarka, Hollanda, Yunanistan, Almanya gibi ülkelerdeki vakalarda hızlı bir artış var. Hani aşılama oranı sayın bakanın dediği gibi %77 değil 75’lerin üstüne, 80’lere de ulaştırsanız sadece aşıyla yeni vakaların azalmasını tümüyle sağlayamıyoruz. Evet, aşı yeni vakaların azalmasını bir miktar sağlıyor, ölümleri azaltma konusunda çok iyi etkiliyor, ancak eğer toplumu hastalıktan korumak, hastalığın getirdiği yıkımdan korumak istiyorsak sadece aşı politikasını, sadece aşı yapılabilmiş kişilere 3’er, 4’er doz aşı yaparak gidebilmeyi sağlayamayız. Rusya bu anlamda çok çarpıcı bir örnek: Rusya’nın aşılama oranı Türkiye ile kıyas kabul etmeyecek kadar düşük, %33’lerde tam aşılama oranı. Buna rağmen Moskova’da kısmi kapanma uygulayarak yeni vakaları kontrol altına alabileceğini biliyor. Yani bizim aşının dışındaki halk sağlığı önlemlerini de konuşmamız lazım. Bu konu adeta büyük bir tabu ve ısrarla hiç konuşulmuyor. Sen ne dersin bir halk sağlığı uzmanı olarak Kayıhan?

"Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanmadığı için Türkiye verilerini konuşamıyoruz"

KP: Çok haklısın Osman. Ben başka iki ülkeden örnek vereyim: Portekiz ve Birleşik Arap Emirlikleri. Bunlar şu anda dünyada literatürde kabul edilen %83’lük tam aşılı oranını da yakaladılar. Ancak doğrulanmış olgu sayılarında sıfır düzeyini yakalayabilmiş değiller, halen olgu sayıları var. Hatta hafif kıpırdanmalar bile var. Burada önemli olan iki nokta; birincisi, bu %83 rakamını yakaladıktan sonra hastaneye yatış, yoğun bakımlara yatış ve ölümleri çok büyük ölçüde engellediler. Bu yüz güldürücü bir sonuç. İkincisi, bu %83’lük oran yakalandıktan sonra belki birtakım bilim insanlarının birkaç aydır özellikle vurgulamaya çalıştığı, artık bu hastalığın, Covid-19 hastalığının mevsimsel bir nitelik taşıyarak bundan sonra hayatımızda yer etmesi söz konusu olabilecek ama bu mevsimsel nitelik taşımaya başladığı andan itibaren eğer bir aşıyla güçlü bir koruma sağlayıp bunun üstüne de halk sağlığı önlemlerini alabilirsek bu hastalığın öldürme, işte hastaneye yatırma, yoğun bakıma yatırma özelliğinde önemli bir azalma sağlayabiliriz. Bu açıdan diğer ülkelerdeki örneklerden yola çıkarak maalesef, Türkiye’ye ilişkin veriler Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanmadığı için, Türkiye verilerini konuşamıyoruz. Tek başına aşılamanın yetmediğini, aşılamayla birlikte mutlaka özellikle havalandırma, kapalı ortamlardan kaçınma, kapalı ortamlara girildiği zaman maske takma, kişisel hijyene dikkat etme gibi halk sağlığı önlemlerinin ve toplumsal hareketliliği olabildiğince azaltacak yaklaşımların uygulanmasında büyük yarar var. Ben bir örnek vereyim sana; dün akşam Bursa’da pandemi sırasında ilk kez Bursaray ismi verilen raylı sistemi kullandım ve hayretle gördüm; gerçekten bir HES kodu sorgulaması bile yok. Üstelik çok sık anons edilmesine rağmen maske takmayan çok sayıda yurttaşımız var ve bunu biz bir davranış değişikliği biçimine henüz döndürebilmiş durumda değiliz. Bu koşullarda bizim gerçekten ülke çapında, diğer kentlerdeki durumu çok fazla bilmiyorum ama, güçlü bir yanıt vermemiz çok mümkün görünmüyor Osman. 

OE: Bu arada üçüncü doz konusunda küresel plandaki bir eşitsizliği vurgulamak istiyorum; dünyada özellikle Avrupa ve Amerika’da kullanılan üçüncü dozların toplam nüfusa oranı %6’yı buldu. Bu %6 rakamı o kadar çarpıcı bir utancımızı ve eşitsizliğimizi gösteriyor. Biliyor musunuz; %6, yoksul ülkelerin bir yıl boyunca aşıladığı nüfusa karşılık geliyor. Başka bir ifadeyle, yoksul ülkelerin yıl boyu aşılayabildikleri nüfus, Avrupa ve Amerika’daki ülkelerde üçüncü dozda tüketmiş durumdalar. Neden? Çarkların, sistemin dönebilmesi için aşıyla sadece kontrolü sağlayabilmek için. Aslında aşıyı, eğer ölümleri çok etkili bir vaziyette önleyen bir enstrüman olarak düşünürsek, seçilmiş gruplardaki üçüncü dozların dışında üçüncü dozu yapmayarak tüm insanlığı ölümden koruyabileceğimizi biliyoruz ama kapitalizmin eşitsizliği ne yazık ki burada da karşımıza çıkıyor. 

KP: Ama Osman şunu söylemek lazım, eğer izin verirsen şunu hatırlatayım; biliyorsun DSÖ küresel olarak güçlü bir yanıt verebilmek için 2021 yılının sonuna kadar bütün ülkelerde tam aşılı nüfus oranının en az %40’ı yakalaması gerektiğini hesaplamıştı. Oysa şimdi kasım ayındayız, aralığın sonunda göreceğiz ki birçok ülkede bu hedefin çok gerisinde kalıyoruz. Bunun da en önemli nedeni senin vurgu yaptığın küresel kapitalist üretim süreçleri. Yani aşının Ar-Ge faaliyetleri için neredeyse fonların tamamının kamunun verdiği koşullarda, bunların patent korumasının şirketlere veriliyor olması ve şirketlerin yaklaşık 1.20 Dolara mal edilen bir aşıyı 25 kat daha fazla fiyatla satarak yeni milyarder yaratma girişimleri dünyada birçok insanın aşıya erişmesinin önünde çok ciddi bir engel oluşturdu. 

"Söz değil icraat istiyoruz artık!"

OE: Bu arada Kayıhan yeni yayın döneminde Açık Radyo’ya teşekkür edelim ve şeffaflığın gereği olarak geçmiş altı ayda ne yaptığımızı başlıklar halinde en azından paylaşalım. Biliyorsun 6 Mayıs 2021’de ilk programımızı yaptık ve geçtiğimiz haftaki programla birlikte 21 tane gerçekleştirdik. Bu 21 programın ilki girişti. Diğerlerine baktığımızda altı programda ağırlıkla halk sağlığı önlemlerini tartışmışız, dört programı aşıya ayırmışız, dört programda doğrudan sistemi tartışmışız. Aslında aşıların içerisinde, halk sağlığı önlemlerinin içerisinde de sistemi tartışmışız ama bu dört programda iklim krizi, biyoçeşitlilik, kapitalizm ve eşitsizliği ayrı bir başlık halinde almışız. İki programımızı tedaviye ayırmışız; birisi hidroksiklorokin, ikincisi molpiravir ve monoklonal antikorlar. Burada da yine eşitsizlik ve kapitalist şirketlerin kârı üzerinden tartışmışız konuyu. İki programı ise doğrudan okula ayırmışız. İki programda da ertelenen sağlık sorunları, hekimlerin bir kavimler göçü gibi yurt dışına gitmesi ve tütün konusunu almışız. Halk sağlığı önlemleri içerisinde de infodemi ilk sırada yer almış. Yeniden açılma, tam açılma, salgın süreci, normalleşme ve Delta varyantının getireceği konular üzerinden de bir tartışma yürütmüşüz. Sesimizi duyurduğu için Açık Radyo’ya kendi adıma çok teşekkür ederim. Halk sağlığı ağırlıklı bir program gibi duruyor Kayıhan tam da beklediğimiz gibi. Ne dersin?

KP: Evet ben de Açık Radyo’ya ve Ömer beye çok teşekkür ederim. En azından bunları paylaşmak, toplumla buluşturmak bizim için de bir görevi yerine getirmek anlamını taşıdı. En azından derken de şunu vurgulamak istiyorum; yani bunları sürekli paylaşıyoruz ama hayatta nasıl bir karşılığı var? Ayrıca onu da tartışmak gerekir. Maalesef Sağlık Bakanlığının politikaları bizim bu tartıştıklarımızla buluşma noktasında çok istendik bir yaklaşım göstermiyor. 

OE: Bu yeni yayın döneminde de 15 günde 1 bir arada olacağız. Bunun iki nedeni var; biri 15 günlük salgını analiz etmek çok daha doğru bilgiler veriyor bize. İkincisi de Kayıhan’ın dediği gibi Türkiye ölümleri sadece seyreden, hastalananlara sadece bakan bir ülke haline geldi. Bu yüzden her hafta 200’ün üzerinde ölüm var demek hakikaten bizim içimizi acıtıyor. Her ne kadar sorumluluk mekanizmasında oturmuyor olsak da bu bizim içimizde, vicdanımızda ağır bir yüke neden oluyor. 15 günde bir, ayın ilk ve üçüncü perşembe günleri yine Açık Radyo’dan sesleneceğiz. Yavaş yavaş süremizi zorlamadan sona doğru geliyorum. Bu haftaki şarkıyı Karine Polwart’tan seçtim. Biliyorsunuz kendisi bir İskoç şarkıcı ve İskoç halk temalarını, halk müziği temalarını işliyor ve COP26’nın bir yıl öncesinde bu şarkıyı bestelemişti. Zirve bir yıl ertelenince bunu fiziki mesafeleri koruyarak sokak şarkıcılarına açtı ve bir kolektif şarkı yarattı. “Yeter” diyor! “Yeter”, hakikaten verdiğiniz sözleri falan boş verin, doğru dürüst icraat istiyoruz. “Bırakın büyüsün ağaçlar, kuşlar uçsun, balıklar yüzsün, çanlar, ziller çalsın” çünkü iş iyiye doğru gitmiyor. “Söz vermeniz, özür dilemeniz yetmiyor, yeter” diyor. COP26, iklim krizi, pandemi bunların hiçbirisi birbirinden ayrılamayacak şeyler. Gerçekten söz değil icraat istiyoruz artık! 

ÖM: Çok çok teşekkür ederiz bizimle bu altı aylık süre içinde büyük bir ilgiyle ve keyifle diyemeyeceğim ama yani biraz yürek yakan bir konuyu ele aldığımız için ama toplumla birlikte paylaşmak açısından son derece işlevsel bir program yürüttüğümüzü sayenizde söylemek isterim ben de. Çok teşekkürler. 

OE: Biz teşekkür ederiz Ömer bey.

KP: Hoşça kalın!