Hüsnükabul'de Manş Denizi'nde batan gemilerden, duvarlaşan dünyadan ve Türkiye'de tutuklanan Filistinli gençlerden bahsediyoruz.
W. A. S: Merhaba herkese, günaydın. Açık Radyo, 95.0 burası. Ferhat Kentel ve ben -Waseem Ahmad Siddiqui- ile birliktesiniz.
Ömer Madra: Günaydın, hoş geldiniz.
Özdeş Ozbay: Günaydın, merhabalar.
F. K: Merhaba, hoş bulduk.
W. A. S: Dün bir gemi batmış, mültecileri taşıyan bir gemi. Öğle saatlerinde, saat iki buçukta, Manş denizinden Fransa'dan Birleşik Krallık’a giden mülteci gemisi. Bu kalabalık teknenin parçalanması sonucu kanalda ölen 12 kişi arasında 6 çocuk da vardı. Bu çok korkunç bir durum devam eden. Hayatını kaybedenler arasında hamile bir kadın da vardı. Yardım kuruluşları hükümete güvenli güzergâh oluşturma çağrısında bulundular. İronik bir şekilde.
Küresel Çocuk Yardım Kuruluşu Plan International UK'nin CEO'su Rose Colwell Hükümeti sığınmacılar için Birleşik Krallık’a güvenli yollar oluşturmaya çağırıyor. Güvenli yollar derken ne demek istediklerini belki aramızda konuşabiliriz birazdan. Ardından şöyle diyor: “Bırakın bir çocuğu hiç kimse güvende olmak için hayatını riske atmak zorunda kalmamalıdır. Ancak mevcut güvenli yolların eksikliği bunun çoğu zaman tek seçenek olduğu anlamına gelmektedir. Hükümetin başka hiç kimsenin güvende olmak için hayatını riske atmak zorunda kalmamasını sağlamak amacıyla sığınma talebinde bulunmak için güvenli rotalar iyileştirmek ve genişletmek üzere bir çerçeve geliştirmesi elzemdir” diyor.
Fransız Haber Ajansı, Fransa'nın helikopterleri, balıkçı teknelerini ve asker gemileri hareketi geçirmesiyle ölenler arasında çocukların da olduğunu söylüyor.
Bir de sonra yine bu habere ilişkin, BBC'ye göre bu yıl 21.403 kişi Manş'ı geçmiştir. Bu sayı bir önceki yılın. Kayıtların tutulmaya başlandığı 2018 yılından bu yana en yüksek sayı olan 45755 olmuş şu an öğrenci sayısı. Haziran 2024'te Manş Denizi üzerinden yolculuk yapan en büyük grup Afganlar olurken onları İran vatandaşları takip etmişler. Veriler üzerinde biraz daha durabiliriz.
Küçük bir ek olarak bunu da ekleyebilirim: Haziran ayına kadarki 12 ay içinde gelenlerin %83'ü erkek ve %40'ı 25 ile 39 yaşlı arasında. Fransa kıyılarında artan güvenlik ve tedbirler daha tehlikeli yerlerden aşırı kalabalık gemilerle yapılan tehlikeli geçişlerin artmasına da yol açıyor.
Güvenli rotalar derken ne demek istediklerini anlamıyorum. Kelime bulamıyorum. Korkuncun çok ötesinde. Bunun devamını bir rapor üzerinde konuşacağız. Deniz suyu derken ne kastettiklerinden de bahsedeceğim birazdan. Ama burada bir iki söz Ferhat'a bırakabilirim. Çünkü bu yine hamile bir kadın ve çocukların olduğu bir gemiydi.
F. K: Sağol bu giriş için. Ben de şöyle bir noktaya değinmek isterim. Az sonra sen belki ondan da bahsedeceksin.
Global apartheid'e doğru ilerleyen duvarlarla çevrili bir dünya kavramı, "Infographic: The World Toward a Global Apartheid" başlıklı bir raporda ele alınıyor. Fiziksel sınırların ötesinde, dünya genelinde 63 sınır duvarı inşa edilmiş durumda. Bunlardan biri Türkiye-Suriye sınırında. ABD’nin Meksika sınırında Trump döneminde inşa ettiği duvarlar, Berlin Duvarı'nın geçmişi ve benzeri birçok örnek var. Bu, sınır koruma bahanesiyle insanların hareketini engelleyen bir sistem. Aslında, kendilerinden aşağı gördükleri insanların dünyasını dışlamak için kurulan bir apartheid düzeni bu.
Duvarlar sadece fiziksel değil, metaforik anlamda da var. İnsanların zihninde, başkalarına karşı empati kurmayan, kapalı bir dünya oluşuyor. Denizde boğulan mültecilerle ya da hayvanlarla hiçbir empati kurulmuyor. Sosyal medyada birinin söylediği gibi, "Bu köpek yüzlerce insanı bombalamadı" diyenler var. Asıl suçlular insanlar, ama yine de hayvanlarla bile empati yapılmıyor, mültecilerle hiç yapılmıyor.
Bu durum sadece halkın kendinden farklı gördüğü insanlar için geçerli değil. Az önce bir arkadaşımın KHK ile üniversiteden atıldıktan sonra tekrar göreve dönmesi üzerine yazdığı mesajları okudum. Üniversitede yalnız bırakıldı, kimse ona destek olmadı. Akademik camia, entelektüeller, demokrat ve solcu diye bilinen insanlar bile onun mücadelesine kayıtsız kaldı. Bu yalnızca akademide değil, özel sektörde de yaşanıyor. İnsanlar işten atıldığında, çevresindeki diğer entelektüeller ya da akademisyenler empati göstermiyor.
Güçlü olanın yanında durma, statükoyu kabullenme eğilimi, adeta bir duvar örüyor. Bu kabul, empati eksikliğini daha da derinleştiriyor. Olaylar böyle bir konfor içinde yorumlanıyor: "Ama o da bir şey yapmasaydı", "Hamile kadın orada ne arıyordu?", "Çocuklarıyla neden o tekneye bindiler?" gibi. Alan Kurdi'nin trajik ölümünü hatırlayın. Başta herkes bu olayda empati gösterdi. Fakat Alan’ın Kürt olduğunu öğrendiklerinde, sosyal medyadaki dayanışmanın yarısı kayboldu. Bir çocuğun ölümüne bile empati göstermeyen bir dünyayı kabul edebilir misiniz? Bu, duvarlarla örülü bir dünyada insanlığın kaybolduğu bir düzen. Bu duvarlara karşı açık ve sürekli bir tavır almak gerekiyor.
Ö. M: Bir ekleme yapabilir miyim? 2010 yılında Açık Kitap isimli bir ansiklopedik yayın çıkmıştı. İlk baskısı Temmuz 2010'da yapılmıştı ve orada "duvar" başlıklı bir madde yer alıyordu, özellikle güvenlik duvarları üzerine. Bu maddenin son bölümü Zeynep Damar'ın derlemesiydi ve şu cümleyle son buluyordu: “Gezegenin büyük bir koğuşa dönüştüğü, yalnızca insanların değil, iklim değişikliği nedeniyle göç etmek zorunda kalan hayvanların ve bitkilerin de hareket özgürlüğünün ciddi anlamda kısıtlandığı bu bariyerlerin güvenliği ne kadar sağladığı tartışmalı. Ancak bu duvarlar, tüm canlıları kalın bariyerler arasına hapsediyor." Dev bir koğuş gibi.
F. K: Kesinlikle öyle. Çok yerinde bir benzetme olmuş.
W. A. S: Gerçekten ortalıkta derin bir saygısızlık hâkim. Bu, Hannah Arendt'in 1951’de yazdığı Totalitarianism kitabında da belirttiği gibi, yeni bir siyaset biçiminin yükselişiyle ilgili. Aslında yeni denemez belki, ancak insanlar ve diğer canlılara yönelik aşağılayıcı bir siyasi söylem güçlenmiş durumda. Bu yeni siyaset biçiminin temel amacı, karşı tarafı tamamen reddetmek, inkâr etmek ve hatta yok etmek. Burada bir noktaya daha değinmek istiyorum, ardından o rapora tekrar dönmek istiyorum çünkü gerçekten çok kıymetli buldum. Biz çoğu zaman "Hüsnükabûl" alt başlığı altında mültecilerin hak temelli seslerini duyuruyoruz. Ancak günümüzde en acil mesele, mültecilerin haklarını talep etmenin yanı sıra, tüm diğer canlıların, çevrenin, bitkilerin, suyun, ağaçların, martıların, güvercinlerin ve tavus kuşlarının da, haklarını talep etmek olduğunu düşünüyorum.
Şimdi dilerseniz tekrar rapora geçebiliriz. 2020'de yayınlanan “Infographic Award Towards a Global Apartheid” adlı bir harita. Dünya çapının belirlenmiş birçok sınırı göstermektedir bu haritalar. Son 50 yılda dünya çapında 63 sınır duvarı inşa edildiğini söylüyor. Berlin Duvarı'nın yıkılmasının verdiği coşku, tüm bu sınırsız dünya söylemi vardı. Böyle bir ütopya vardı.
F. K: Pardon Waseem. Fukuyama'nın meşhur kitabıydı o. Neydi kitabın adı? Yeni bir küresel dünyadan bahsettiği, barış içinde daha serbest piyasanın, liberal dünyanın egemen olacağına dair bir varsayımda dayalı bol bol şey söylendi, Berlin Duvar'ın yıkılmasından sonra.
Ö. M: Evet, neoliberal rüyanın da bir parçası tabii.
F. K: Neydi kitabın adı? Fukuyama'nın kitabının adını hatırlıyorum.
Ö.Ö:Tarihin Sonu.
W. A. S: Berlin Duvarı yıkıldığında Avrupa’nın sınırsız bir alan haline geldiği düşünülüyordu. Ancak gerçekte böyle olmadı. Aksine, sınırların dışarıya doğru itildiğini, militarize hale geldiğini görüyoruz. Bu militarizasyon yalnızca kara parçalarıyla sınırlı değil, denizlerde de çok belirgin bir şekilde karşımıza çıkıyor. 2011'de akıllardan çıkmayan bir vaka yaşandı ki inanılması güç, şok edici bir olay: Bir tekne, ölüme terk edilmişti. Bunun üzerine Mediterranean Multiplicity isimli bir grup, mimarlar ve sanatçılardan oluşan Solid Sea (Katı Deniz) platformunu kurdu. Bu ismi neden verdiler? Çünkü Akdeniz, farklı yasal yetki alanlarına girdiği, birçok rejim tarafından gözetlendiği için, sanki deniz katılaşmış gibi. Denizin, açık ve akışkan bir alan olduğu hayaline karşı, bu gözetim ağları sayesinde neredeyse katı bir deniz haline geldiğini anlatıyorlar. Kamera sistemleri, termal kameralar, uydu görüntüleri, radarlar, dronlar, tüm bu teknolojiler Akdeniz’i izliyor. Buna rağmen, dünyanın en çok gözlemlenen bölgelerinden birinde, tekneler batıyor, insanlar boğuluyor ve hiçbir şey görünmüyor.
2011’de yaşanan bu olayda, bir tekne Akdeniz'de iki hafta boyunca sürüklenmeye bırakıldı. Frontex (Avrupa Birliği sınır ajansı), NATO Deniz Gözetim Grubu ve Malta Arama Kurtarma Alanı, teknenin orada olduğunu biliyordu. Bu bir hayal ya da kurgu değildi. Herkes tekneyi görebiliyordu, ama insanlar yardım almadan boğuldular.
F. K: Çünkü Akdeniz tamamıyla kontrol edilen, aynen gözetlenen bir deniz değil mi? Bilinmeyen bir yeri yok. Herkes yukarıdan baktığı zaman nerede, ne var? Balıkçı tekneleri bile görüyorlar. Her şeyi görüyorlar.
W. A. S: Bu kurguyu ekran üzerinde gördüğümüzde bir şüphe duyuyoruz, bir kurgu olduğunu düşünüyor. Halbuki bunun ötesinde derin bir saygısızlık kol geziyor. Yardım etmeme konusunda aktif bir politikan var, bu tekne de bu şekilde iki hafta boyunca fark edilmeden sürükleniyor. Ancak bunun yanında aşırı görünürlük iddiası da var. Çünkü herkes resimleri görüyor. Adını koyduğumuz; "mülteci" dediğimiz, "göçmen" dediğimiz, "sığınmacı" dediğimiz “insan” çok fazla zorluk, şiddet ve acıya maruz kalıyor. Ben bu raporu okurken bu görünmezlik hali ve görünme hali aklıma getirdi: Hannah Arendt'in bize iki dönemdir yoldaş ettiği kavramlar başka bir ışık tutuyor. Özellikle, saygısızlık kısmında. Ferhat burada ne dersin? Yorum yapmak ister misin?
F. K: Saygısızlık meselesi biraz... Saygısızlıkta etkin bir şey var gibiydi. Ben saygı duymuyorum ve bunu gösteriyorum. Ama bu sanki bir tarafı işin. Bir tarafında çok daha pasif bir şey var. O da zavallı bir hal. Zavallıyı da aşağılayıcı bir terim olarak kullanmıyorum. Bayağı zavallı, insanların kendilerini korumak için sessiz kalma halleri bu. Tamam devletler, bütün o gözetleyen dronelarla etrafa bakanlar, bakmak için her türlü teorik, polisiye, güvenlik, elektronik imkanı olanların, böyle bir saygısızlığı yapanların izinde giden ya da onların kontrolü altında olan, onların kontrolü altında oldukları için hiçbir şey diyemeyen insanların zavallılığı bence çok güçlü. O zavallılığı kırmak lazım. O zavallılığın dışına çıkıp bir cesaret verecek.
Bunlar için konuşmanın normal olduğunu, savunmanın normal olduğunu anlatacak cesur dillere ihtiyaç var. Bunun tek bir yolu olduğunu sanmıyorum. Tek bir dil olmayacak. Hannah Arendt de bize zaten totalitarizm anlatırken ortalama Almanların nasıl emirlere riayet ettiğini, herkesin öyle olduğunu, egemen dilden, söylemden yana tavır koyduklarını anlatırken, kötülüğün sıradanlaşmasını anlatırken bunları söylüyor. En nihayetinde o sıradan Almanlar zavallı. Çok pasif bir durum ve o pasif durumu, böyle yerinden kımıldayamayan hali güçlendirmek lazım. O insanları zavallı olmaktan çıkaracak belki bir şeyler, diller üretmek lazım. Benim aklıma bu geliyor daha çok.
Ö. M: Ben de bir ufak ilavede daha bulunayım izninizle. Demin sözünü ettiğim Açık Kitap'taki duvar maddesinde; güvenlik duvarları insanları belli bir çizgi veya sınırın öbür tarafına geçmekten alıkoymak, onların hareketini sınırlandırmak veya iki nüfusu birbirinden ayırmak ya da ayrı tutmak amacıyla inşa edilen bariyerlere verilen genel anlamda taş, betonarme, demir çelik, dikenli tel ve eklektik bir anlayışla bunların hepsi birden kullanılarak da inşa ediliyor. Güvenlik ya da korunma duvarlarının en ünlü örneklerinden biri işte kadim tarihte Çin duvarı, Çin Seddi, Çin İmparatorluğu'nu Moğolistan ve Mançurya'dan ayıran ikincisi daha yakın tarihte iyi bildiğimiz Batı Berlin'i, Doğu Almanya'nın geri kalan kısmından ayırmaya yarayan Berlin Duvarı.
Ama sonuçta bu madde 2010 tarihinde yazıldı, çok geride kalmış artık rakamlar. Ekvator çizgisinin yarısından daha uzun: Asya, Afrika, Kuzey Amerika, Avrupa ve Avustralya'da güvenlik duvarları baş döndürücü bir hızla yükselmiş ve devam ediyor. İnanılmaz bir tablo çıkıyor ortaya. Teröre karşı mücadelede dünyanın seçtiği bir yol diye adlandırılıyor.
W. A. S: Evet. bu haritaya ulaşmak çok kolay. Google'den, bu en yakın yılda raporlanmış bir harita. 2020'de yayımlanıyor. “Infographics A World Towards a Global Apartheid” diye geçiyor. Ben açıkça bir şey daha eklemek isterim bunun üzerine, bu kurgu, bu hayal üzerine. “Bilemeyiz ki ne olduğunu bilemeyiz ki” bu ifadelerin, ekranın bize yarattığı, içimizde şüphelendirdiği bu ifadenin çok vahim olduğunu bir yandan düşünüyorum. “Bilemeyi” örneklerle artabiliriz. Orman yanarken bilemeyiz, diğer canlılar, köpekler ölürken bilemeyiz, Filistin'de ne olup bitiyor bilemeyiz ki. Tekne batıyor bilemiyoruz. Hiçbir şey bilmiyoruz. Onu, o ilişkinin, o kurgunun hayalini biliyoruz, anlıyoruz, görüyoruz. Çünkü bilemeyiz, bilemeyiz dediğimiz anda bir kurgu ve bir hayale dönüşen bir tuhaf dünya içinde gömülüp gidiyoruz, gibi geliyor bir anda bana.
F. K: Bilinmek istenmeyen ya da bilinmesi istenmeyen kişiler, sistem tarafından mümkün olduğunca indirgeniyor. Hâkim söylemlerle, bazı parti üyeleri insanları “haşere” olarak nitelendiriyor. İnsanları hayvan gibi görüp, onların itlaf edilmesi gerektiğini söylüyorlar. Hayvanları itlaf ediyorsunuz ve ardından insanları da itlaf edebileceğinizi düşünüyorsunuz. Eğer daha medeni ya da teknolojik bir dil kullanıyorsanız, bu kişileri sadece radardaki bir ışık ya da küçük bir işaret olarak görüyorsunuz. Filistin’deki bir Hamas militanını termal kameralarla tespit edip, oradaki insanları görmeden öldürüyorsunuz. Bu, öldüren kişinin zihninde, tıpkı bir bilgisayar oyunu oynar gibi, teknik bir süreç haline geliyor. Daha önce bahsetmiştik, hatırlıyor musunuz? Black Mirror dizisinde de vardı; direnen insanlar ilaçlarla ve gözlüklerle böcek gibi gösteriliyordu, bu yüzden askerler böcekleri öldürdüklerini sanıyorlardı. Bu, güçsüzlüğün ve çaresizliğin bir sonucu. Onların haşere olduğunu biliyoruz, tıpkı meclisteki birinin söylediği gibi.
W. A. S: Yayının sonuna geldik. Kapanış duyurusuyla bitirelim. Birleşmiş Milletler Mülteci Ajansı'ndan gelen bir duyuruya göre, 29 Ağustos'tan beri Suriyeli bir aile, İsmail Cesri ve ailesi, iki aydır Haram Geçici Barınma Merkezi'nde hukuka aykırı bir şekilde tutuluyor. İsmail Cesri’nin durumu hakkında bir video da yayımlandı ve X hesabında çok fazla izlenme aldı.
F. K: Ben bir kere daha bahsetmek istiyorum. Çok ironik bir şey oldu geçtiğimiz günlerde. TRT World'ün yaptığı bir belgesel bu Filistin, İsrailli yerleşimciler nasıl Filistinlileri, topraklarını ele geçirdikleri üzerine bir belgesel yaptı TRT World ve çok başarılı olduğu söyleniyor. Ben görmedim. Onun sunumunda Filistinli -ve Filistin İçin Bin Bir Genç grubu galiba- gençlerin de olduğu bir küçük protesto yapıldı ama gerçekten küçük. Bir küçük bir pankart, balkondan aşağı sinema salonda pankart sarkıtıldı: "Artık İsrail'e petrol vermeyin, muslukları kapatın" içerikli bir şeydi. Ve bir Filistinli genç yurt dışına şey, ne derler, işte geri gönderilmek, sınıra sürülmek, yurt dışına sürülmekle bu tehlikeyle karşı karşıya. Ne kadar ironik bir durum olduğunun farkındayız değil mi? Filistinlerle dayanışma için bir şey yapıyorsunuz ve buradaki Filistinli sizin gaz, petrol vesaire yolladığınızı söylediği için onu sınır dışı ediyorsunuz.
Ö.Ö: Bu konuda resmi bir açıklama var. Dün akşam yapıldı. İsterseniz onu okuyayım hızlıca. Kısa bir açıklama. "TRT World'ün düzenlediği kutsal işgal belgeselinde eylem yapan ikisi Filistinli, ikisi Türkiye vatandaşı, dört arkadaşımız gözaltına alınmıştı" diyor. "Türkiye vatandaşı olan arkadaşlarımız ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı. Filistinli iki arkadaşımız sınır dışı edilme ve idari gözetim kararıyla bir haftadır geri gönderme merkezinde tutuluyordu. Filistinli arkadaşlarımız hakkında verilen idari gözetim kararıyla geri gönderme merkezinde tutulmaları tedbiri bugün kaldırıldı. Dün kaldırılmış ancak sınır dışı edilme kararı hala geçerli olduğundan deport ihtimalleri söz konusu. Nereye deport edileceklerini ise bilmiyoruz. Filistinli olduklarına göre, nereye edilebilirler? Ayrıca haklarında verilen yurda giriş yasağı hala sürmekte. Süreci takip eden avukatlarımız sınır dışı edilme kararına karşı itiraz davasını takip edecekler diyorlar. Deportu durdurun diye de bir kampanya başlatmışlar.
W. A. S: Burada bitiriyoruz. Çok teşekkürler herkese.