"Türkiye’nin etrafına ve dünyaya baktığımızda pek çok yerde savaş olduğunu görüyoruz"

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ali Bilge, Ekonomi Politik'te Gazze'de yaşanan savaşa nedenleriyle değiniyor.

""
Ekonomi Politik: 09 Ekim 2023
 

Ekonomi Politik: 09 Ekim 2023

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş!

Özdeş Özbay: Merhaba!

A.B.: Herkese iyi haftalar dileyerek başlayalım.

Ö.M.: Teşekkürler, size de.

A.B.: Öncelikle izleyicilerimizden özür dileyelim. Geçtiğimiz haftalarda CHP tarihini anlatmaya başlamıştık, 1940’ların sonlarına doğru da getirmiştik ama gündem çok yoğun. Geçen hafta Ankara’daki canlı bomba saldırısı, bu hafta da Gazze’de yaşanan savaş nedeniyle ara vermek zorunda kaldık. Muhtemelen programın ilk bölümünde Filistin - İsrail savaşından bahsettiniz, devam edeceğiz. Bugün aynı zamanda Bahçelievler katliamının da 45. yıldönümü. Bu konulara değineceğiz ama bugün önemli bir toplantı var.

9 - 13 Ekim tarihlerinde Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) toplanacak ve burada özel bir oturum var. Özel oturumda iş insanı Osman Kavala’nın mahkumiyeti ‘acil konu’ olarak görüşülecek. AKPM’nin özel oturumunda raportörün kaleme aldığı bir karar tasarısı da oylanacak. Ayrıca yine 9 - 13 Ekim tarihleri arasında 2023 Václav Havel İnsan Hakları Ödülü’nün sahibi de belli olacak. Adaylardan birinin de Osman Kavala olduğunu belirtelim. Programa bu toplantılara dikkat çekerek başlamış olalım.

Türkiye’nin etrafına ve dünyaya baktığımızda pek çok yerde savaş olduğunu görüyoruz. Ukrayna - Rusya savaşı kuzeyimizde; zaten Türkiye, Irak ve Suriye’de PKK, YPG ve SDG ile savaşıyor; Ermenistan - Azerbaycan savaşıyor; Çin Denizi’de muazzam gerilimler var; Çin ve ABD arasında Tayvan üzerinden gerilim hattı var; Güney Çin Denizi’nde Japonya - Çin problemler yaşıyor, bölge büyük bir infilak alanı olarak değerlendiriliyor. Kuzey Kore - Güney Kore’nin bitmeyen bir savaşı, gerilimi bulunuyor. Savaş, çatışma, gerilimden geçilmiyor. Ayrıca Kuzey Kore - Japonya gerilimleri, Balkanlar, Kosova, Sırbistan, -daha geçen gün uyarı geldi Avrupa Birliği (AB) ve ABD’den silahlarınızı çekin uyarısı geldi ve Sırp ordusu alarmda- Keşmir, Myanmar, Endonezya, Batı Sahra, saymakla bitmiyor.

Ö.M.: Yemen’i de insanlığın en büyük faciası olarak ilan etti zaten bizzat Birleşmiş Milletler (BM) açlık ve kıtlıktan.

Ö.Ö.: Afrika'da darbeler.

A.B.: Kongo, Libya ve Sudan’ı da eklemeliyiz. Neredeyse 50 yerde savaş var. Ayrıca tarım, gıda ve enerji krizleri/savaşları devam ediyor. Dünya, savaşlar ve katliamların yanı sıra açlıkla yoksullukla savaşıyor. Bir de virüslerle savaşıyoruz. Covid19 pandemisinden yeni çıktık ancak yeni versiyonlarıyla karşılaşmış durumdayız.

Esas mesele, iklim sorunsalı. Esas savaşın verilmesi gereken alanda savaş verilmiyor; iklim elden gitmiş durumda, gezegen bitmiş durumda. Böylesine bir ortamda, hafta sonunda biz yine kadim Filistin - İsrail meselesinin yeniden ivmelenmesiyle karşılaştık. Hem İsrail hem de bölge, neler yaşarken bu savaş başladı? Bu soruyu cevaplamaya çalışalım.

Birincisi, İsrail’de yolsuzluğa batmış bir başbakan ve iktidarı var. Yolsuzluğu ayyuka çıkmış Başbakan Netenyahu ve hükümeti, iktidarlarını uzatmak garantiye almak üzere ülkeyi demokrasiden otokrasiye geçirecek düzenlemeleri hayata geçirdiği bir zamanda oldu bu saldırı. İç gerilimin had safhada olduğu bir zamanda, İsrail muhalefetinin de gücünü arttırmaya başladığı bir dönemde gerçekleşti. Yargıyı yürütmeye bağlayacak nitelikte olan bu düzenlemeler nedeniyle işçiler ve şirketler boykot/grev ilan etti. Cumhurbaşkanı bu düzenlemeler için olağanüstü bir durum olduğunu söyleyerek karşı olduğunu belli etti. Hava kuvvetleri pilotları, yedek askerler, ihtiyatlar, değişikliklerin parlamentoda kabul edilmesi durumunda görevlerini boykot edeceklerini söylediler. Olağan günler yaşamıyordu İsrail.

İsrail seçmeninin %70’ine yakınının otokrasiye geçiş kararlarına muhalefet ettiği biliniyor. İsrail halkı, 30 küsur haftadır bu düzenlemelere karşı ayaktaydı, direniyordu her gün, her hafta. Emekli askerler, üç eski genelkurmay başkanı bile bu düzenlemelere karşı olduklarını deklare etti. Savaş öncesi yapılan yorumlarda, İsrail ordusunun boykotlardan etkileneceği belirtiliyordu. Netenyahu ve sağcı hükümetinin bir yargı darbesi olan sözde reformuna ilişkin müthiş bir kamuoyu çalışması vardı. ABD ve AB ülkeleri de bu düzenlemelerden duydukları rahatsızlığı Netanyahu ve hükümetine beyan etmişlerdi.


Ö.Ö.: Siz az evvel görevi bırakan askerlerden söz ettiniz. Onlar bir açıklama yaptı aslında, ‘Breaking the Silence’ diye bir sosyal medya hesapları var. Özellikle Netanyahu hükümetinin yüksek mahkemeye yönelik bu reform dediği ama aslında tamamen demokrasiyi de ciddi zarara uğratacağı...

A.B.: Yargıyı yürütmeye bağlıyor.

Ö.Ö.: Evet. Bu sürece meydan okuyan, bu sebeple askerlik görevinde bulunmayacağını söyleyen askerlerin platformu bu ‘Breaking the Silence’. Onlar ilginç bir açıklama yapmışlar. Orada ciddi bir kısmı şu anda savaş ilan edilince silah altına gitmeye onay vermiş ama bu yaşananlar Netanyahu hükümetinin bütün bir güvenliği Batı Şeria’ya odaklamasından kaynaklandı. Çünkü içeriden gelen muhalefeti bir tür Batı Şeria’da yaşanan aşırı sağcı grupların yaptıklarıyla üzerini örtmeye çalışıyordu. Hatta burada yaşananlara da biraz değinmişler. Bütün bu yaşananlara ‘preoccupied’ diyorlar, nasıl çevrilir bilemiyorum

Ö.M.: ‘Kafayı takmış’ demek aslında.

Ö.Ö.: Bunun şöyle bir önemi var aslında. Soruluyor ya, ‘Nasıl oldu da istihbarat, nasıl oldu da koskoca bir güvenlik sistemi çöküverdi bir anda?’ diye; çünkü, Netanyahu hükümeti başka işlerle uğraşıyordu. Yani antimilitarist olmamakla birlikte gene de hükümete yöneltiyorlar okları.

Ö.M.: Evet. İsrail şokta zaten. Yani nasıl, bütün bu dünyanın en sıkı güvenlik teşkilatına sahip olan ülkelerden biri ve hiç haberi olmadan neredeyse ellerini, kollarını sallayarak dolaşan Filistinlilerin topraklara girmesi filan, bayağı büyük bir şok yaratmış durumda.

Ö.Ö.: Şu cümleleri aslında bildiğiniz antimilitarist. Bunlar askerler, bunu unutmayalım. Demişler ki, “Filistin şehri Nablus’a yerleşimci akınlarını güvence altına almak, El Halil’de Filistinli çocukları kovalamak, katliamlar gerçekleştiren yerleşimcileri korumak için askerler gönderiyoruz Batı Şeria’ya. Bu pogromları destekleyecek askerler gönderiyoruz. Dolayısıyla güvenlik açığı buradan. Yerleşimciler Huara sokaklarında Filistin bayraklarının kaldırılmasını talep ediyor. Bunu yapmaları için askerler gönderiyor hükümet,” Yani aslında bu, bir sosyal medya paylaşım dizisi. ‘Thread’ derler ya bunlara ya da ‘flow’ diyorlar. Onların içerisinde bir tanesini okumuştum. Şimdi okudukça aslında bayağı antimilitarist cümleler de var içerisinde.

A.B.: Sonuçta İsrail otokrasi/demokrasi kavşağında iken yaşanan bir durum/saldırı var. Zaten yıllardır, öldürme, çatışma ve baskı devam ediyordu. Gazze, açık hava cezaevine ve hastanesine dönmüş durumdaydı. Yıllardan beri süren etnik temizlik söz konusuydu. İlaveten, İsrail içinde muhalefetle yolsuzluğa iktidar arasında ciddi gerilim yaşanıyordu. Sivil itaatsizliklerin had safhaya geldiği bir aşamada böylesine bir savaş başladı. Bir diğer dikkat çekilmesi gereken hususta şu; geçen hafta Suriye’de bir askeri mezuniyet töreninde İHA saldırısı oldu. Kimilerine göre 100 kimilerine göre 500 insan öldü.

Ö.M.: Evet büyük bir faciaydı bu.

A.B.: Büyük bir facia. Aileler, insanlar, siviller, askerler öldü. Başka bir dikkat çekeceğim gelişme de şu; bir ay oldu olmadı, G20’de bir anlaşma imzalandı. Çin’in, Orta Doğu bölgesinde ve dünyada yayılmacılığını etkilemek için Hindistan’dan başlayacak olan, eski baharat yoluna benzer bir ekonomik- ticari hattın kurulması üzerine anlaşma yapıldı. Çin’in devam eden ipek yolu projesine karşı bir anlaşmaydı. Hindistan’dan Ortadoğu’ya, İsrail den Avrupa’ya uzanacak deniz ve kara yoluyla bir hattın kurulmasını AB ve ABD hararetle destekledi. Bu ekonomik hattın Çin’in ekonomik gelişme gücünün önünde durmak anlamına geldiği, Çin’in gücünü engellemek, defans oluşturmak anlamında düşünülen bir proje olduğu belirtildi. Saldırı bu anlaşma sonrasına denk geldi. Ayrıca, İsrail’in Suudi Arabistan dahil ve diğer Arap ülkeleriyle normalleştiği bir ortamda bu saldırı gerçekleşti. Yaşanan gelişmeleri analiz ederken, bu iki konuyu da dikkate alarak değerlendirmekte fayda var.

İsrail - Türkiye ilişkileri de yeniden normalleşmeye başlamıştı. Türkiye - İsrail ilişkilerinin inişleri, çıkışları malum, diplomatik ilişkiler en alt düzeye inmişti. Netanyahu da Türkiye’yi ziyaret edecekti. Türkiye - İsrail ve İsrail - Arap ülkeleriyle ilişkilerin normalleşmeye başladığı bir dönemde savaş başladı. Bir diğer dikkat çekici husus da Arap - İsrail savaşı 6 Ekim 1973’te başlamıştı, seneyi devriyesinde Gazze’den saldırı gerçekleşti.


Ö.M.: 50. yıl dönümünde, çok çarpıcı evet. Bütün bunlar ortada olduğu halde, açıkça görüldüğü halde gene de İsrail şokta tamamen. ‘Güvenlik devleti İsrail, Hamas’ın saldırılarını nasıl öngöremedi?’ diye ayrıntılı bir inceleme var Artı Gerçek’te. İsrailin de önde gelen yayın kuruluşlarından Times of Israil’in Genel Yayın Yönetmeni David Horrowitz, son gelişmeleri aktararak bundan sonra olabilecekleri anlatan çarpıcı bir analiz yazısı kaleme almış, “Koca bir yaz, kara, hava ve denizden sızdılar ve en büyük endişe Hizbullah’ın katılması,” diyor. Yani şöyle de ilginç şeylerden bahsediliyor. Onlarcası İsrail’e sızmış. İsrail Savunma Kuvvetleri Ordusu da yaşananları doğrulamış. Bazıları karadan, bazıları delta kanatlarıyla havadan ve iddiaya göre bazıları da denizden gelmiş. Gerçi ABD şimdi bir donanma gemisi yolluyormuş İsrail’i korumak için, Gazze sınırı boyunca İsrail’in sofistike sınırlarını.

A.B.: Göndermiş değil mi?

Ö.M.: Evet göndermiş. Birkaç noktada ihlal edilmiş çatışmalar. Güneydeki birkaç yerleşim bölgesinde devam ediyor. Yani Kanal 12’nin haberlerine göre düzinelerce silahlı Hamas’lı şehirde askerlerin veya sivillerin kaçırılma ihtimali konusunda ciddi endişeler olduğu yani bu kaçırılma olayının da 100’ü aşkın sayıda olduğu belirtiliyor tam sayı belli olmamakla beraber. Yıllar sürebilir deniyor çünkü bir İsrailli rehinenin beş yıl sonra iade edildiği düşünülürse şimdi 100’den fazlasının ne kadar süreyle ve nasıl bir ortamda kurtarılacağı bilinmiyor.

A.B.: Saldırıyı Hamas başlattı ama diğer örgütler, Kurtuluş Örgütü de diğer üç örgüt de katılıyor değil mi, sadece Hamas değil?

Ö.Ö.: Hamas başlatıyor. Diğerleri de bazı duvarlar falan yıkıldıktan sonra katıldı ama mesela Hizbullah, sadece birkaç füze atışında bulundu. Daha sonra İsrail, Lübnan’daki bazı yerleri bombaladı. O orada kaldı.

A.B.: Hamas öncülüğünde gelişen saldırıya diğer örgütlerin de katıldığını sanki okudum.

Ö.Ö.: Koordinasyon değil ama benim anladığım.

A.B.: Destek.

Ö.Ö.: Yani onlar kırılınca, İsrail’in savunma bariyerleri kırılınca, onlar, ‘Biz de birliklerimizle saldırıyoruz’ diye açıklamada bulundular.

A.B.: Benzeri bir durumu daha önce yaşamadık. Hamas’ın bu şekilde İsrail içine girip saldırmasını yaşamadık. Saldıran hep İsrail’di. İkide birde saldırıyordu, insanları öldürüyordu. Soykırım on yıllardır devam ediyordu. 1967, 1973 ve 1982 savaşlarından sonra Gazze, açık hava hapishanesi oldu. Yıllardır Batı Şeria’da, Gazze’de insanlar sıkıştırılmış şekilde, hapsedilmiş durumdalar. Gıda, ilaç, yakıt, su, eğitim gibi ihtiyaçlardan, desteklerden yoksun bir şekildeydiler. Bazı ülkelerin ve BM yardımları haricinde temel ihtiyaçlardan yoksundular.

Filistin tarihine bakarken direnişin yıllar içinde ideolojisindeki değişimini de görmek durumundayız. Bu konuda ilk algılarım 1973’tür. Sürekli olarak sabah ve akşam ajanslarında ilk haberlerden biri, İsrail’in Golan tepelerini bombalaması olurdu. O devirlerde Filistin direnişi siyasi İslami terörle özdeşleşmiş bir örgüt değildi. Marksist, sol bir örgüttü. O yıllardan bu yıllara geldik, bu değişime ve nasıl olduğuna da bakmak önemli.

Filistin’de yaşayan insanlarda 75 yıldır yaşadıkları acılar, işkenceler ve soykırım sonucunda öyle bir öfke birikti ki bu saldırıyı analiz ederken bunu da göz önünde bulundurmak gerekir. Gazze’de ve diğer bölgelerde yıllardır İsrail’in zulmü devam ediyor. İsrail, Filistin’in topraklarında işgalci pozisyonda, BM kararlarını dinlemeyen bir ülke pozisyonunda. Bu öfke birikmesi anlaşılır ama kabul edilmesi zor sahnelere sebebiyet veriyor.

Ö.Ö.: Bu arada, sizin şu anda bahsettiğiniz şeylere dair The Guardian’da önemli bir analiz var. Mesela şundan bahsetmiş; mesela siz eskiden devrimciydi dediniz ya, aslında Hamas’ın bu isyanı hem İsrail’in yakın zamanda Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan’la yaptığı anlaşmaya bir tepki, hem aşırı sağcı hükümetin özellikle Batı Şeria’da uyguladığı şiddet ve orada aslında silahlı çok fazla bir direniş olmamasına rağmen yaşananlara bir tepki, Gazze’deki 15 yıla bir tepki, bir de Batı Şeria’daki Filistin otoritesi yani aslında FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü) geleneğinden gelen onlar. Burada yolsuzluğa batmış, batılılarla ilişki içerisinde olan yönetime ve onların hareketsizliğine, bütün bu Filistin halkının yaşadıklarına tepki veremez durumuna ve onların yolsuzluğuna bir tepki.

Ö.M.: Evet, o da önemli bir nokta.

Ö.Ö.: Yani bir taşla birkaç kuş vuruyor.

Ö.M.: Evet, aynen öyle. Bir de tabii mesela Cumhurbaşkanı her iki tarafı da itidale davet etmiş AKP kongresinde. Aynı zamanda da uluslararası hukuka uygun olarak çözülmesi gerektiğini söylemiş. Ne var ki ben de şunu hatırladım; Mavi Marmara saldırısı 2010’da olmuştu. Mavi Marmara, katliama dönüşmüştü uluslararası sularda üstelik.

Ö.Ö.: Kameraların önünde.

Ö.M.: Kameraların önünde saldırmıştı İnsani Yardım Vakfı ve Özgür Gazze Hareketi’nin organize ettiği Gazze’ye insani yardım taşıyan altı gemiye Akdeniz’de. İsrail’den epey uzakta, 80 mil kadar yani 150 kilometreye yakın açıkta, uluslararası sularda saldırısı olmuştu İsrail savunma kuvvetlerinin. 10 kişi de öldürülmüştü Mavi Marmara gemisinde.

A.B.: Evet.

Ö.M.: Cumhurbaşkanı da ‘Bana mı sordunuz?’ demişti sonradan.

A.B.: Cemaatle AKP, ilk olarak Marmara gemisi meselesinde açıktan ayrışmışlardı. Hamas - Türkiye ilişkilerine de değinmek durumundayız. Erdoğan iktidarı, Hamas ile ciddi ilişkiler kurdu. Hamas’ın İstanbul’da sanıyorum, Başakşehir’de temsilciliği var. Hamas’ın liderlerine oturma izni verildi, vatandaşlık bile verilenler oldu. Hamas’ın gönderdiği öğrenciler var. 2022’de normalleşmeye başlayan İsrail ilişkileri sonrasında, bazı sınırlamalar olduğuna dair bilgiler sızdı ama Hamas - Türkiye ilişkileri son yıllarda çok gelişti. Hamas’ın ve Türkiye’de İslamcı yapıların esin kaynakları da ortaktır; Müslüman Kardeşler. Türkiye - İsrail ilişkilerinde 21 yıllık AKP iktidarı boyunca sürekli ‘gelgitler’ yaşandı, ilişkiler ‘zigzaglar’ izleyen bir çizgide oldu. Hatırlayın, Gazze’de namaz kılacaktı Erdoğan!

Ö.M.: İsrail Büyükelçisi de bundan bahsetmiş zaten. Cumhurbaşkanı gayet iyi açıklamalar yaptı ama ‘Aynı zamanda Hamas’ın da burada temsilciliği var’ diye de itiraz dile getirilmişti. Bu da yeni haberlerden bir tanesi.

A.B.: Türkiye - İsrail ilişkilerine Davos’taki ‘one minute’den itibaren baktığımızda durum böyle. Türkiye, dünyanın her tarafında borç arayan, döviz bulmaya çalışan bir konumda. Bir türlü bu dövizler, sıcak para borçları istenen seviyeye gelmiyor. Bu dövizleri bulmanın da yolu belli; uluslararası finansal kuruluşlarından sağlamak durumundasınız. Bu kuruluşların sahiplerini ve bunları etkileyen lobileri de biliyoruz. Türkiye bu saldırıya fena haldeyken yakalandı. ‘One minute’ zamanı gibi değil. O zaman sıcak para akıyordu. Gazze’de namaz kılmaktan söz edemiyoruz şimdi, kükreyemiyoruz. Arabuluculuk yapmaya, ihtiyatlı hareketlere geldik.

Hatırladığım kadarıyla Gazze’ye en son giden 1999’da Demirel’di. Türkiye’nin arabulucu rolü meselesi gündeme geliyor ama pek ciddiye alınmıyor. Türkiye’nin artık dünyada ve Ortadoğu’da kredibilitesi yüksek değil. Ukrayna tahıl işi boşa çıktı, Ermenistan - Azerbaycan sorununda gruba dahil değil, Hindistan’dan başlayan ticaret yoluna da dahil edilmedi.


Türkiye’den Gazze’ye ilaç ve gıda yardımı yapılıyordu. İsrail’le normalleşmeden sonra bu yardımlar devam ediyor mu, bilmiyoruz. Bu savaş, bölgesel bir savaşa doğru yönelir mi, en önemli sorulardan biri de bu.

Ö.Ö.: Buna pek giremedik ama böyle analiz ediliyor. Lübnan zaten o yüzden saldırı başlattığında İsrail böyle bir noktaya gitme tehdidi var diye yazılıyordu.

Ö.M.: Evet The Guardian’da da Bethan McKernan’ın bu konuda bir yazısı var. Yani en büyük, 1973’ten beri sizin de söylediğiniz gibi tam ‘50 yıl sonra en büyük meydan okuma İsrail’e’ diyor. Burada Hamas’la İsrail arasındaki 2014 savaşında işgal altındaki Batı Şeria’da üç İsraillinin kaçırılıp öldürülmesine yol açmıştı ama Arap - İsrail çatışmasında hiç böylesine boyutta bir şeye rastlanmamıştı. 1973 savaşı da daha çok konvansiyonel, askerlerin, orduların savaşı iken bu sefer sivillere oluyor.

Ö.Ö.: Evet. Orada Mısır ve Suriye birlikte saldırmışlardı İsrail’e 1973’te. Tam onun yıldönümü yani Hamas’ın saldırısının 50. yıldönümü.

Ö.M.: Ali Bey’in de söylediği o ama ‘Bu sefer sene-i devriyesinde siviller için sonuçları her iki taraf için de feci olması ihtimali çoktur’ diyor yani ‘Bu meydan okumanın sonuçlarını en çok siviller ödeyecek, bedelini siviller ödeyecek büyük ölçüde’ diye. Kaygı verici bir makale de kaleme almış Bethan McKernan.

A.B.: İran destek verdi bildiğim kadarıyla değil mi?

Ö.Ö.: Evet.

A.B.: Gelişmelerde diğer Arap ülkelerinden henüz bir açıklama görmedim.

Ö.Ö.: İtidal çağrısı Mısır, Suriye ve Türkiye’den.

A.B.: Kontrpiyede yakalandı.

Ö.Ö.: Tabii İsrail ilişkilerini düzelten üç ülke, Suudi Arabistan, Mısır ve Türkiye itidal çağrısı yaptı.

A.B.: Çok az bir zamanımız kaldı. Bu nedenle Bahçelievler katliamına değinmek istiyorum. 1978 ve 70’ler Türkiye’de çok kanlı yıllardı. Sürekli katliamlarla karşı karşıya kaldığımız yıllardı. 1975 ile 80 arasında altı bine yakın insan kentlerde ağırlıklı olmak üzere öldürüldü. Buna ‘sağ - sol çatışması’ dendi. Bu iç çatışma tezgahında özellikle NATO bünyesinde kurulan kontrgerilla faaliyetleri etkin oldu. Soğuk savaş döneminde kontrgerilla faaliyetleri Türkiye’de ziyadesiyle sergilendi. Ülkücü ve İslamcı grupların silahlandırılması, paramiliter grupların oluşturulması kontrgerilla faaliyetleri çerçevesi içinde oldu. İslamcı ülkücülere ‘yeşil ülkücü’ deniyordu. Saydığım kontrgerilla faaliyetlerin bir sonucudur Bahçelievler katliamı. Ankara’da 9 Ekim 1978 yılında, yedi Türkiye İşçi Partili katledildi. Evlerinde bir çakı bile yoktu. Bu gençler benim de arkadaşlarımdı. O günleri anımsadığımda öfkenin ne demek olduğunu, öfkeyi, hıncı çok iyi anlıyorum, o duyguları çok iyi anlıyorum. Bizim de katliam sonrası günlerde kendimizi zapt etmemiz hiç kolay olmamıştı. Sürekli mağdur olanlarda çok yüksek bir öfke söz konusu oluyor, öfke birikiyor ve taşıyor. O öfkenin sınırı yok. Evet, durdurulması gerekiyor ama sınırı yok gerçekten.

Bahçelievler katliamının üzerinden 45 yıl geçti. 45 yılda davanın pek çok yönü ve kişiler ortaya kondu, aslında çok şey ortada. Bu katliam timinin başı Abdullah Çatlı, daha sonra Susurluk kazasında öldü. Susurluk, uyuşturucu dahil pek çok karanlık noktanın açıklanmasını sağladı. Sanıklardan İbrahim Çiftçi, son seçimlerde MHP’den aday oldu. Bahçelievler katliamı 45 yıldı kanıyor. Abdullah Çatlı’nın üstleri, talimatı veren gerçek sorumluları ortaya çıkarılmadı. Daha sonra bu katliamı yapanların istihbarat örgütü tarafından kullanıldıkları ortaya çıktı. Çatlı ve ekibinin MİT’te üst düzeyde görev yapan Kenan Evren’in damadı ve kızı tarafından yurt dışında görevlendirildiği ortaya çıktı. Başka bir istihbaratçı Mehmet Eymur açıkladı bunları. Bu insanların daha sonra uyuşturucu işi yaptıkları, pek çok katliamda rol oynadıkları anlaşıldı. 45 yıl geçmiş üstünden ama acısı, yaşanan diğer katliamlar gibi acısı yüreğimizi hala dağlıyor. Dünya tarihi ve Türkiye tarihi bu acılarla dolu bir tarih maalesef.

Ö.M.: Evet, çok teşekkür ederiz Ali Bey. Gerçekten çok karanlık bir hafta sonundan sonra başlangıç yaptık yeni haftaya. Haftaya konuşmak üzere.

A.B.: Görüşmek üzere.

Ö.Ö.: Görüşmek üzere.

Ö.M.: Teşekkürler.