Türkiye demokrasiye yeniden nasıl dönebilir?

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik’te Ali Bilge gündeme yönelik yorumlarını paylaştı.

Ekonomi Politik: 12 Ekim 2020
 

Ekonomi Politik: 12 Ekim 2020

podcast servisi: iTunes / RSS

(12 Ekim 2020 tarihinde Açık Gazete’nin köşelerinden Ekonomi Politik’te yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar.

Ali Bilge: Merhabalar Ömer Bey, merhaba Özdeş. İyi haftalar herkese.

Ömer Madra: Bu hafta neler konuşuyoruz?

Ali Bilge: 9 Ekim Bahçelievler Katliamı, 10 Ekim Gar Katliamı yıldönümleriydi. Türkiye Cumhuriyeti tarihi yakınıyla uzağıyla bir katliamlar tarihidir malum. Osmanlı’ya inersek, yüz yıllar boyunca da katliamlara tanık oluruz. Sadece 20 ve 21. yüz yıl üzerinden baktığımızda, en çok katliam yapılan ülkelerden biriyiz. Üstelik, katliamları, acılarımızı anma özgürlüğümüzün bile olmadığı bir ülke haline geldik. Kendi hayatım içinden baktığımızda, hafızamızı yokladığımızda hangi katliamlar akla geliyor? Öncelikle İttihat ve Terakki döneminde başlayan Ermeni, Rum ve Gayri Müslümlere yapılan kırımların olduğunu görürüz. Cumhuriyet döneminde Kürt meselesi üzerinde yapılan kırımları görürüz. 16 isyan ya da tenkil, tedip hareketi vardır. Zaten 1900’lerin başları, Anadolu nüfusuyla bugünü karşılaştırdığımızda kırım tablosu da açık -net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Daha yakın tarihe geldiğimizde 2. dünya savaşı sırasında meşhur Orgeneral Mustafa Muğlalı emriyle katledilen 33 Kürt vatandaşı katliamı gözümüze çarpar. 

Elbette, suikastları ayrı bir liste olarak değerlendirmek lazım. 40’lı yıllarda Sabahattin Ali’nin katledilmesini görürüz. 1970’lere geldiğimizde, Ankara’da lise ve üniversite öğrenciliğim sırasında tanık olduğum; 9 Ekim Bahçelievler Katliamı, 7 Türkiye İşçi Partilinin öldürüldüğü Bahçelievler Katliamı, Balgat Katliamı, Piyangotepe Katliamı, Maltepe’deki Albayrak Kıraathanesinde yapılan katliam; ilk aklıma gelen o döneme ilişkin katliamlar. Tek tek öldürülenleri, 2’li üçlü öldürülenleri saymıyorum. Saydıklarım toplu katliamlar. Diğerlerine hafıza yetmez. İstanbul’a baktığımızda İstanbul Üniversitesi önünde yapılan katliam öne çıkan hafızalarımızda yer edinen katliamlardandır, Adana’da sağcı öğretmenlerin katledildiği, 5 kişinin öldürüldüğü katliam vardı. Ayrıca günler süren çoklu katliamlar; Çorum Katliamı, Kahramanmaraş Katliamı, Sivas’ta iki kez katliam olmuştur. Ayrıca pek ilçede de katliamlar olmuştur pek bilinmez, 1970’li yıllarda Alevi vatandaşlara ilçeler de yapılan katliamlar vardır. Zaten kır-kent nüfusunun değişimine baktığınızda bu katliamların etkisini görürüz. 

Sonra 1984 sonrasında PKK ile T.C. ordusu arasında başlayan savaşla birlikte yapılan katliamlar var; özellikle Doğu ve Güneydoğu’da. Sonra İslami örgütlerin yaptığı katliamlar ki aklıma gelen Zirve Yayın Evi Katliamı var. PKK’nın ya da TAK gibi örgütlerin üstlendiği katliamlar var. 2000’li yıllar katliamlarına gelirsek. Ankara’da yine Kumrular Sokak Katliamı var. Anafartalar Caddesi Katliamı var. Kızılay Katliamı var. Tören Sokağı Katliamı var. Unuttuklarım olabilir yine. Gar Katliamı, Suruç Katliamı, Roboski Katliamı, Bilge Köyü Katliamı, Reina Katliamı İstanbul’da. 

Bir katliamlar ülkesiyiz. Yani bunların çetelesi bile tutmak çok zor, insanın yüreği kaldırmıyor. Hafızamızda yer edenler bunlar. Akılda tutmak mümkün değil. Sadece 1974 ile 1983 arasında 5 bine yakın kişi ülkemizdeki sağ-sol iç savaş ortamında katledildi. Daha sonra da bitmiyor katliamlar. 1984 sonrası PKK ile güvenlik güçleri arasında yaşanan düşük yoğunluklu savaşta kaybedilen PKK militanlarının, Türk ordusuna mensup askerlerin subayların sayısı bilinmiyor. Yuvarlıyoruz 50 bin deyip geçiyoruz. Halen sürüyor. Aslında 17 adet Kürt isyanı deniyor. Ama aslında iki tane isyan var geri kalanı tedip ve tenkit hareketedir. 1925-1937 arasında kaç Kürt öldürüldü, kaç asker yitirdik bu savaşlarda, doğrusu bilmiyoruz. Ermeni ve Rum tehcirine ve kırımına baktığımızda birkaç milyonluk nüfusun eridiğini görüyoruz. Bir katliamlar tarihi ile karşı karşıya olduğumuz ortadadır. Bunları konuşmak bile, sıralamak bile kahrediyor. Hemen hemen iki güne, üç güne bir katliam yıl dönümü denk geliyor. Buna da yürek dayanmıyor açıkçası. Çok acı bir tarih, acının üstüne oturuyoruz. 

Pek çoğuna da bizim kendi hayatımızın içinde bizzat tanık olduğumuz olaylar. Üstelik yıllar geçtikçe bu katliamlar yapanların, ülkenin çok önemli pozisyonlarına geldiğini görünce acı daha da katmerleşiyor, kahroluyoruz. Üstüne üstlük ölülerinizi, katledilen insanlarınızın anılmasına bile izin verilmediği bir ülkede yaşıyoruz, otokrasi içinde inliyoruz.

Mesele işte bu, otokrasiden nasıl çıkılabilir? Türkiye yeniden demokrasiye nasıl dönebilir? Yıllardır da, Türkiye’nin yeniden demokrasiye ulaşmasının yolları üzerine programlar yapıyoruz. Geziden bu yana devam eden anti demokratik süreci nasıl değiştirebiliriz. Bin saat konuşulabilecek bir katliam stokuna sahip bir ülke durumundayız. İsterseniz, bu aşamada siyasal gelişmelere geçiş yapayım. 

Ömer Madra: Evet. Bir tek şey söyleyeyim ben. 10 Ekim anmasında, sizin de dediğiniz gibi ona da izin verilmedi ve katliamda hayatını kaybeden 103 kişinin yakınları yaralananlar ve diğer meslek örgütü ve siyasi parti temsilcileri de Ankara Garı önünde yürümek için Ulus'ta buluştu ama izin vermedi pandemi nedeniyle polis, saldırdı ve çok sayıda kişi göz altına alındı. Daha sonra 500 metre ötede bir ufak anma yapıldığını da belirtelim.

Ali Bilge: Evet. Şimdi son iki üç gün içerisinde siyasi liderlerin bazı açıklamaları oldu. AKP içinden çıkan iki partinin genel başkanlarının açıklamaları önemli. DeVa ve Gelecek Partisi’nin Genel Başkanları Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’nun açıklamalarına bakalım. Ayrıca CHP Genel Başkanı olan Kılıçdaroğlu’nun da beyanatları var. Tüm bu açıklamalar çerçevesinde durumu analiz edelim. 

Geçen hafta, HDP üzerine son yapılan operasyonun neden bir vites artışı olduğunu, iktidar tarafından, HDP’ye yüklenme ve muhalefete yüklenme dozunun arttırıldığına dikkat çekmiştik. Buna karşı muhalefetin de bir vites arttırmaya ihtiyacı olduğunu söylemiştim. Bu bağlamda da bir karşılık bulduğunu düşünüyorum sanki, çünkü Ali Babacan’ın ve Davutoğlu’nun açıklamaları gerçekten çok önemli ve cesaret verici açıklamalardı. Üstüne üstlük Babacan bu açıklamaları Batman ve Diyarbakır il kongrelerinde yaptı. Başlıklar üzerinden gidersek, bir kere ülkenin korkuyla yönetilmeye çalışan bir ülke olduğunu Babacan belirtiyor. Ülkenin yarısının hain ilan edildiğini belirtiyor. Hasankeyf’e sahip çıkıyor. Kürtçe anadil önündeki engelleri kaldırma sözü veriyor. Konuşulan bütün dillerin bizim olduğu söylüyor. İnsan hakları pazarlık konusu yapılamaz, diyor Babacan. Korona üzerinde duruluyor ve test sayısının yetersiz olduğunu söylüyor. İktidarın derdi hukuku suça alet etmek, diyor. Faali meçhul cinayetler üzerinde duruyor. Tüm halklara güvence vereceğiz, diyor. Liyakati getireceğiz, diyor. Babacan burada Tahir Elçi ve Osman Baydemir’e sahip çıkıyor, kayyum atanan tüm belediyelerde yapılan hukuksuzluğa dikkat çekiyor. Gerçekten çok kıymetli açıklamalarda bulunuyor. İktidarın Kobani soruşturmasını gündeme getiriyor, Kobani soruşturmasında çok önemli bir hususa dikkat çekiyor. 

Kobani olaylarından 4 ay sonra hükümet üyeleri Dolmabahçe’de mutabakat metni okurken, 4 ay önceki Kobani’yle ilgili çağrıdan haberdar değiller miydi? diyor. Bugün bu konudan dolayı yüzlerce HDP yöneticisi, binlerce üyesi hapiste yatıyor. Osman Kavala’nın durumuna değiniyor, yapılan hukuksuzluklara değiniyor.,

Davutoğlu’na baktığımızda ise Erdoğan’ın ve çevresinin zenginlik kaynağını açıklamasını istiyor. Erdoğan’ın herhangi bir seçim performansı içinde olacağını zannetmiyorum, diyor. Çevresindeki şirketlerle birlikte zenginleştiğini ancak ülkenin fakirleşen kitlelerine sabredin demek, bir din istismarıdır, diyor. Hesap vermeye davet ediyor Cumhurbaşkanını. Tarikat yapılanmasını eleştiriyor. Kimse aidiyet bağını kullanarak yükselemez, diyor. Davutoğlu da liyakat ve tarikat meselesine değiniyor. Ekonomiye ilişkin de tabloyu, yardımcılarıyla birlikte açıklıyor, ülkenin döviz rezervinin bittiğini, dövizde 53 milyar dolar açık pozisyon olduğunu, eksi rezervde olduğumuzu belirtiyor ve ülke borçlarını ortaya koyuyor. Türkiye borçları ödeyemeyecek durumda, diyor. Kur politikasını eleştiriyor. Yeni ekonomik programa ilişkin yanlışları sergileniyor. O kadar yanlışlar komedyası metin ki, gerçekten. Son dönemde iki şeye bakmaya sinir sistemim el vermiyor; birisi Kavala iddianamesi, diğeri de yeni ekonomik programı. Tekin ve Oğuz Aral kardeşlerinin çıkarttıkları mizah dergilerinin birinde vardı, hangisinde olduğunu hatırlamıyorum ama Gırgır dergisinde olabilir, seçme saçmalar diye bir bölüm vardı, kim hazırlardı onu, unuttum. İşte o metinlerini okuyormuş gibi hissediyor insan kendini. 

Dolayısıyla iki liderin, iki yeni kurulan partinin böylesi cesur açıklamalarda bulunması, (AKP’nin eski Başbakan yardımcısının, AKP’nin 2. genel başkanının ve 3. başbakanının) muhalefet hattı açısından çok ama çok önemli. Çünkü siyasal muhalefetin çok ıstıraplı olduğu bir dönemde, bir zaman diliminde yaşıyoruz. 

Bir de şunu tabii insan... Buna da değinmeden geçemeyeceğim. Şimdi bu iki arkadaş, iki yeni genel başkan, iki lider, biri Ali Babacan, 8 Temmuz 2019 tarihinde (AKP) partisinden ayrıldı, diğeri Ahmet Davutoğlu, 9 Eylül 2019 tarihinde (AKP)partisinden ayrıldı. Yani topu topu bir sene oldu partilerinden ayrılalı. Ancak insan sormadan geçemiyor. Evet, bu açıklamalar için evet teşekkürler, Türkiye’ye moral veriyorsunuz, iyi -güzel muhalefet ediyorsunuz, ama aklınız da o tarihlerde neredeydi? Türkiye’de rejim değişirken, Türkiye’de katliamlar olurken neredeydi? Sen Başbakandın, sen Başbakan yardımcısıydın. Niye ses çıkarmadınız, neden parti içi muhalefet yapmadınız? Otokrasi adım adım gerçekleşirken nerelerdeydiniz? Tüm olan bitenlere partinin içindeyken neden bayrak açmadınız? diye sormadan da geçemiyor.

Ömer Madra:Ben bir ufak ilavede de bulunayım izninizle. Murat Sabuncu’nun T24’de yazdığı bir yazı vardı; DEVA partisinin açılımı, Kürt sorunu hakkındaki net duruşu partiye bir şey katar mı? Bu sorunun yanıtı için erken ama ülkeye katabilir diyor. Diyarbakır'da izlemiş kendisi ve özellikle bu Ceylan Önkol’un gözleri konusunda çok çarpıcı bir şey de yapmış, yani biz bu bakışa cevap vermeliyiz diyor. Dolayısıyla bir muhalefeti, bir koalisyon ihtimali üzerinde, yani hep durdurduğumuz bir ortak cephe daha doğrusu oluşturma konusunda belli bir umut olabilir mi sorusuna da yer veriyor Murat Sabuncu.

Ali Bilge: Evet. Zaten bütün bu açıklamaların bir formülde, bir denklemde toplanması gerekiyor. Bu da demokrasi cephesi denklemi. Bu konuyu yıllardır anlatıyoruz. Bu konuda dünya pratiklerinden örnek veriyoruz. Çıkış yolu stratejisi çizmeye çalışıyoruz Türkiye’deki demokrasiden yana insanlar, güçler, gazeteciler, yayıncılar olarak. Çünkü biz demokrasi istiyoruz. Muhalefetteki siyasal partilerin belli bir çizgide buluşması gerekiyor. Demokrasi cephesi üzerine çok yayın yaptık, yapmaya da devam edeceğiz. Açık Radyo’da- Ekonomi Politik’te yıllardır Demokrasi Cephesi üzerine, demokrasi ittifakları üzerine yayın yapıyoruz, olabildiğince de siyasetçinin gündemine sokmaya çalıştık. Buna iki siyasi partinin, diğer siyasi partilerin kendileri de liderleri de dahildir. 

Geçtiğimiz günlerde Kılıçdaroğlu’nun da bir açıklaması oldu. Biliyorsunuz Kılıçdaroğlu DEVA ve GELECEK partilerini ziyaret etti, güzel bir iş yaptı. Aslında, demokrasi yürüyüşü sonrası yapması gerekenleri gecikmeli olarak yaptı.* Buna da şükür. Ancak beni de şaşırtan bir açıklamada bulundu Kılıçdaroğlu. Geçen hafta, “Anayasa Mahkemesi kaldırılsın, idam gelsin, barolar iptal edilsin” diyen Devlet Bahçeli’ye bir teklifte bulundu; “seçime götür Türkiye’yi” dedi.

Ömer Madra: Türk Tabipler Birliğinin de terör örgütü olduğunu ima eden sözler de söyledi ayrıca.

Ali Bilge: Yarın sabah kalk ve “yeter artık Türkiye’yi seçime götür” Adeta yalvarırcasına Bahçeli’den talebi oldu. Şimdi ana muhalefet liderinin böyle bir açıklama yapması “siyasal analizde ciddi bir yetersizliğe” işaret ediyor. Yani iktidar partisinin ortağı olan, memleketin bu hale gelmesinde en büyük sorumlusu olan, üstelik geçen hafta otokrasinin daha fazlasını isteyen kişi. Bunları söyleyen Bahçeli’ye, “seçime götür ülkeyi” diyeceksin. Aklım almıyor… 

Aklıma başka benzer bir şey geldi; 2015 Haziran seçimlerinde muhalefet çoğunluğu elde etmişti. Kılıçdaroğlu, o zaman da Bahçeli’ye “sen Başbakan ol “demişti. Anlaşılan Bahçeli’ye ilişkin böyle bir not var Kılıçdaroğlu’nun kafasında. Ancak siyasal gelişmelere uygun olmayan bir teklif. Üstüne üstlük erken seçimi iktidarda düşünmüyor, zaman zaman kullandığı ama samimi olmadığı bir konu. Bahçeli’de, Erdoğan’da böyle ifade ediyor. Erken seçim hususu, yeni ekonomik programda belirtiliyor. Gözümüzden kaçmış. Sevgili Korkut Boratav hocamız bunu fark etmiş, yazısına almış. İktidarın yeni ekonomik programında “3 sene seçimsiz dönemde olacağız” diyor. Sanıyorum, Kılıçdaroğlu’nun bu açıklaması herhalde ani -refleksel bir açıklama olmuş. Bahçeli'den böyle bir talepte bulunulması garip oldu. Nitekim bir MHP milletvekili, “Kılıçdaroğlu alzheimer mı oldu” diye bir açıklamada bulunmuş. Böyle bir teklifi çok değerli bulmamış anladığım kadarıyla. 

Ömer Madra: Yakında CHP kapatılsın da diyebilirler valla.

Ali Bilge: Bahçeli CHP kapatılsın diyebilir. O kıvamdalar. HDP’nin üzerine gidilirken sessiz kalınması sonucunda sıranın CHP’ye geleceği görülmedi mi? Neler yaşadık? Enis Berberoğlu’nun yaşadıkları ortada, CHP ‘li belediye başkanlıklarına da kayyumlar atanmadı mı? Kılıçdaroğlu linç edilmeye çalışılmadı mı? 

HDP kadar olmasa da elbette baskılar CHP üzerinde de var. Diğer muhalif partiler üzerinde de var. Dolayısıyla; Türkiye’de demokrasi cephesi, demokrasiden yana güçlerin politika setlerinin ortaya konulmasına ilişkin bir ümit içerisindeyken, Kılıçdaroğlu’nun Bahçeli’den böyle bir talepte bulunulması gerçekten iyi olmadı, oturmadı. 

Bundan sonraki sürecin nasıl evirileceği başta CHP olmak üzere, diğer muhalefet partilerinin HDP’ye bakışında değişimlerin olmasına bağlı. Geçen hafta da söyledik, Türkiye’de milliyetçi saray cephesinin karşısında, bir demokrasi cephesinin güçlü oluşabilmesi HDP’nin bu denklem içine yerleştirilmesi maharetine bağlı.Bu maharetin de Cumhuriyet Halk Partisi’nden gelmesi lazım. CHP bazı adımları atıyor ancak bunu yeterince yapamıyor, aykırı adımlar da atıyor. Bunu savaş tezkerelerine destek verilmesinde görüyoruz, değil mi? Önümüzdeki günlerde HDP’li vekillerin fezlekeleri hakkında tavırları da önemli. Dolayısıyla, önümüzdeki dönemde CHP’nin, HDP ve muhalefeti kucaklaması, bir ön kabuller sözleşmesi ile çeşitli aşamaları içeren bir ittifak örebilmesi becerisi göstermesi gerekiyor. Türkiye’nin öncelikle doğru dürüst bir seçim yapabilmesinin sağlanması gerekiyor. Bu bağlamda Davutoğlu ve Babacan’ın açıklamalarını, AKP’den ayrılalı henüz 1 sene oldu ama şu aşamada da, önemli ve kıymeti bulduğumu belirtmek isterim. 

Ömer Madra: Belki şeyi de ekleyelim, Enis Berberoğlu’nun da dokunulmazlıktan faydalanmasını engelleyen, hüküm olmadığını belirten anayasa mahkemesi kararını da dolayısıyla resmî gazetede yayınlandıktan sonra artık onun CHP milletvekili olarak meclise dönmesine bir engel kaldığını düşünebiliriz ama ne oldu, bilmiyoruz daha.

Ali Bilge: Konu meclisin çözebileceği bir sorun, ama meclis çözemiyor böyle konuları, saray çözüyor. Yüksek Adalet Divan Başkanı Salim Başol’un Yassı ada duruşmalarında meşhur bir sözü vardır; “sizi buraya tıkan irade böyle istiyor”. Dolayısıyla meclisin üstünde bir irade var. Bu irade, Osman Kavala’nın hapiste kalmasını istiyor. Bu irade onay verirse, Enis meclise dönebilir.Bu iradeye bağlı olarak işleyen bir düzende yaşıyoruz.

İşte bu düzenin değişmesi için muhalefetteki siyasal partilerin sivil toplumla birlikte yeni bir yol döşemesi gerekiyor ve bu yolun da demokrasiye ulaşması gerekiyor. Seçimlere dönük bir ittifakın ötesinde bir ittifak projesine ihtiyaç var. Ülkenin demokratikleşmesi perspektifiyle, hayatın her alanında yapılması gereken işler var. Böyle düze çıkabilir ve yeni bir ülke inşası olabilir. Elbette bu politikaların değişik aşamaları var.

Ülkemiz Türkiye çok hasta, yoğun bakımda bir ülke. Terminal dönemine yaklaşmış durumda. Önce yoğun bakımdan normal servise çıkması, sonra terapi uygulanması ve taburcu olması gerekiyor. Farklı aşamalardan geçerek gelinebilecek demokratikleşme, uzlaşma, sözleşme süreçleridir. Böyle bir perspektif üzerinden bakılırsa bir çıkış yolu tayin edilebilir. Dolayısıyla doğru temeller üzerinde siyaset üretmek, siyasi analizi doğru yapmak ve doğru analiz üzerinde yükselmek gerekiyor.

Son hafta da ki gelişmelerden anlaşılan şu ki; Türkiye’de eskiye göre muhalefetteki partilerin birbirleriyle temas trafiğinin olduğu bir döneme adım atmış durumda. Süremizi doldurduysak başka bir konuya geçmeyeyim. 

Ömer Madra: Geçmeyelim. Zaten bu metafor mu, yoğun bakımdan geçiş metaforu bence onla bitirmek iyi olabilir.

-Manşeti attık diyorsunuz.

+Manşeti attık, evet.

-Peki. İyi yayınlar

+Çok teşekkürler. Görüşmek üzere