“Erdoğan, iki süper gücün arasında sıkışmış bir ülkenin başkanı olarak NATO zirvesine katılıyor”

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete'nin köşelerinden Ekonomi Politik’te Ali Bilge, gündeme yönelik yorumlarını paylaştı. 

Ekonomi Politik: 7 Haziran 2021
 

Ekonomi Politik: 7 Haziran 2021

podcast servisi: iTunes / RSS

(7 Haziran 2021 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey!

Ali Bilge: Günaydın Özdeş, herkese günaydın! İyi haftalar, merhabalar!

ÖM: Merhabalar! Evet çok yoğun geçen haftalardan bir diğeriyle karşı karşıyayız, takip etmek bayağı zor. Özetleyebilir misiniz lütfen?

AB: Yani şimdi geçen hafta demiştik ki bu açıklamalar, suç lideri diye nitelendirilen, mafya lideri diye nitelendirilen Sedat Peker’in açıklamaları çerçevesi içerisinde değerlendirme yapmıştık otokrasinin ürettikleri üzerine. Otokrasiden 3 tane küp üretiyorlar: Servet küpleri, sır küpleri ve suç küpleri. Bu hafta da bu sürece tanık olduk gene. Hep böyle sözün bittiği yer diyoruz, aslında sözü çürüdüğü bir yerde duruyoruz. Kelime, sözcük bulamıyoruz yani içinde bulunduğumuz vahamete en ağır sözcükler de yetersiz kalıyor, adeta çürüyor kısa bir süre içerisinde, başka daha güçlü bir sözcük bulmaya çalışıyoruz. Yıllar önce İtalya’daki mafya, siyaset, devlet, kontrgerilla faaliyetlerine ilişkin süreçleri izlemiştik. Bu süreçlerde bir İtalyan savcı vardı, temiz eller operasyonunu yöneten Di Pietro, o bir şekilde İstanbul’a gelmişti, 95 yılıydı sanıyorum. Sarf ettiği bir cümle vardı, “isyan etmek için kıyamet gününü beklemeyin”. Türkiye için herhalde bir kıyamet günleri içerisinde oluyoruz ama ortada bir isyan yok. O şeyde Di Pietro’nun yaptığımız görüşmeyi dergide yayınlamıştık, makaleyi unuttum, şu anda aklımda kalanları daha sonra Birgün gazetesinde yazdığımız dönemde dile getirmiştim. Bir sözcük kullanmıştı Pietro ‘tangente poli’, ‘tangende’ hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet ve çürümüşlüğü anlatıyor, ‘poli’ de malum şehir anlamına geliyor; ‘yolsuzluklar diyarı’ ‘yolsuzluklar ülkesi’ bunu tanımlamak için İtalya’da bu operasyonun ‘tangente poli’den kurtulmak olarak nitelendirmişlerdi. Türkiye’de aradan işte 10 yıl geçti geçmedi 8-9 yıl sonra AKP iktidarı vardı ve yine biz bu mikrofonda ve yine yazdığımız gazetede bu mevzuyu dile getirmiştik, neden getirmiştik? AKP çünkü bir yolsuzlukla mücadele yasası çıkartmıştı ama bir baktık ki yolsuzlukla mücadele yasası aslında yolsuzlukların affedilmesini içeriyor. Bugün içinde bulunduğumuz bu durum yani şöyle bir karşılık bulmuyor yani “isyan etmek için kıyamet gününü beklemeyin” demişti Di Pietro. Burada bir Marmara denizi bitmiş, Türkiye’de inanılmaz bir yolsuzluk diyarı haline gelmiş, buna karşı muhalefetin ve toplumsal refleksin son derece yetersiz olduğunun altını çizelim. Bu arada şöyle bir şey oldu, 5 Haziran tarihinde The Economist’te yayınlandı, bu yayında hatırlarsınız 90’ların başlarında İtalya’da bu operasyonlarla uğraşan savcılar öldürülmüştü. Bunlardan bir tanesi Giovanni Falcon isimli savcıydı hatırlarsınız, 1992 yılında bu savcı öldürüldü. Başka bir savcı daha var onun adını unuttum şimdi, sonra işte Di Pietro ekibi geldi. 1996 yılında İtalyan mafyasının çok önemli isimlerinden ve Sicilya domuz lakaplı ‘Bruska’ isimli bir mafya patronu ki büyük patronların patronu ve psikopat olarak bilinen Salvatore Totoriana denilen adamın da ortağı. Bunlar artık mafyanın en üst kademesi. Bu adam yakalandı, Bruska. 31 Mayıs günü Bruska 25 yıllık cezasını çekip özgür oldu. Bunu konu etmiş Ekonomist ve bunun yani Bruska’nın yakalandıktan sonra yine öldürttüğü Falcon’un çıkarttığı bir yasa yani konuşursan cezan iner nöbet hapse mahkûm olması gerekirken 30 yıla, iyi halden de 25 yıla düştü. Bu adam serbest kaldı 31 Mayıs günü, öbür adamın meslektaşı da Paulo Borsalino, bu vatandaş yani İtalya’nın 1980’lı, 90’lı yıllar ki hatırladığım kadarıyla mücadele eden yerel yöneticiler, belediyeler, savcılar, hukuk adamları, böyle 100 küsur insan hayatını kaybetmişti mafyanın ve derin operasyonlarla. Şimdi bu tutuklandıktan sonra devlete konuşmaya başladı ve bildiklerini anlattı. Bu şekilde de o mafya düzeni en azından o yıllar için ortadan temizlenmiş oldu. Tabii ki mafya yok mu hala var. Bu şeye isyan ettiler son 2-3 günde bırakıldığında yani “adalet yerini bulmadı” dediler, çünkü o kadar çok katliama imza atmış bir lider ki, bir mafya lideri ki, suç örgütü lideri. Ben şunu söylemek istiyorum Türkiye’de, önümüzdeki günlerde Erdoğan, NATO zirvesine gidecek ve uzun bir süre boyunca telefonunu beklediği Biden’la yüz yüze görüşme yapacak. Bir kere de telefon görüşmesini 22 Nisan günü yaptı. Nasıl bir ortamda gidiyor Türkiye’nin lideri NATO zirvesine? Bir kere 22 Nisan’da ABD başkanı 24 Nisan’da “ben Ermeni soykırımını tanıyorum, haberin ola! Zirveye de gelirken şu iki konuyu göz önünde bulundur” diyor. Onlardan malum yani tebligatı yaptı S400’ler konusunda. Şimdi siz dünyanın en büyük savunma örgütünün zirvesine gidiyorsunuz, 6 haftadır ülkenizi kuşatan bir Sedat Peker açıklamalarının gündem olduğu bir ülkenin başkanı olarak gidiyorsunuz ki bu açıklamalarda 2 konu çok öne çıkıyor. Birisi Suriye savaşında IŞİD’e gönderilen silahlar, diğeri IŞİD’le yapılan ticaret, silah petrol ticareti, Sedat Peker’in açıklamalarında gündeme gelen. Bu iki konu uluslararası alanda dahil olan iki konu, yani devleti yönetenlerin, Peker diyor ki “bunlar Suriye’deki giden silahlar IŞİD’e gitti, bu devleti yönetenlerin bilgisi ve dahliyle oldu. Ayrıca Venezuela, Kolombiya ve Türkiye’yi kapsayan bir uyuşturucu ticareti”. Bunlar aslında uluslararası konular ve aynı zamanda uluslararası ceza mahkemesi kapsamına giren konular. Ona daha sonra değineceğim vaktim olursa. Sonuçta mafya iktidar kirli ilişkilerinin olduğu bir ortamda, döküldüğü bir ortamda NATO zirvesine giden bir cumhurbaşkanı, bu ortaya taşınan iddialarda bakanlar, eski başbakanlar, mafya liderleri, AKP’li siyasetçiler, medya mensupları... Böyle ithamların olduğu bir dönemde zirveye gidiyorsunuz. Buna karşın yani bir istifa, ne bir görevden alma, ne bir yasama meclisini araştırma ve soruşturması, yargıda bir inceleme söz konusu olmuyor. Yani bu ülkeyi yönetenler, muhataplar bu konularda kulağının arkasına yatmış bir vaziyette. Sanki hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam ediyor görüntüsü içindeler ve bu haldeyken NATO zirvesine katılan bir ülkeyiz. Yönetilemiyoruz, hürriyetsizlik var, hukuksuzluk, yolsuzluk, yoksulluk, eksi rezervler, filan filan, bu ortamda zirveye giden bir ülkeyiz. Ayrıca da iki süper gücün arasında sıkışmış bir ülkenin başkanı olarak zirveye katılıyorsunuz. Salyalı denizlere sahip bir ülkenin başkanı olarak zirveye katılıyorsunuz. Şimdi burada yani insanın gerçekten, diyor ki Sedat Peker “ben helalleşme videomu Tayyip abi ile Biden görüşmesi sonrasına bırakıyorum” diyor. “Böyle yakışık almaz şimdi konuşmam” diyor. Böyle bir suç liderinin ki sayın Erdoğan böyle nitelendiriyor, bu cümleyi sarf ettiği ortamda zirveye katılıyor. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz duruma sözcük bulamamamız, sözün çürümesi, tanımlama eksikliğimiz işte bu anlattığım panoraman kaynaklanıyor ama asıl mesele gerçekten kıyamet günü bugün ama isyan etmek, karşı çıkmak yani demokrasi güçlerinin, demokrasi cephesi kurulacaksa ne zaman kurulacak? Ortalığa dökülen bu kadar yolsuzluk anlatılarının, itiraflarının iç içe geçtiği ve her yeri sardığı açıklamaların ışığında başka ne zaman bu konuda muhalefet ve toplumsal muhalefet harekete geçer? Cevaplanması gereken soru da bence bu. Bu iki konu yani özel askeri şirketler, AŞ’ler, dünyada da çokça var. Bu konu yani SADAT meselesi uluslararası dikkat çeken bir husus ve daha önce de gündeme gelen bir husus. Diğer bir husus da uyuşturucu meselesi. Bu iki konu, yani diğerleri kendi içimizde Peker’in açıklamalarında yurt içi meseleleri olarak adlandırılabilir ama bu iki konu muhtemelen zaten hem ABD yetkililerinin hem de Rusya yetkililerinin bu IŞİD El Kaide silah mevzusu daha önceki dönemlerde de dile getirilen hususlardı. Bu konuda da uluslararası ceza mahkemelerine bazı başvuruların olduğunu, incelemelerin olduğu onlara ait iddialar oldu. Bunlardan biri HDP, BM güvenlik konseyine bir başvuruda bulunmuştu daha önceki yıllarda. Halkın Kurtuluş Partisi de sanırım bir başvuruda bulundu, aynı zamanda Suriye hükümeti de bu konuda başvuruda bulundu ama Suriye hükümeti buralarda bu tür Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde kişiler yargılanıyor ve şirketler değil o yüzden de zaten şirketler üzerinden pek çok hadise cereyan ediyor, çünkü yargılama kişiler üzerinden yapılıyor, bir de taraf ülkelerin suçun işlendiği ya da suçu işleyen ülkenin Uluslararası Ceza Mahkemesi tanıması lazım. Maalesef Türkiye Suriye’de bunu tanımış durumda değil. Burada bir ara vereyim isterseniz.

ÖM: Evet, ben de bir yorumda bulunayım izninizle. Yani Sedat Peker’in bu organize suç örgütü lideri ya da mafya lideri diye adlandırılan Sedat Peker’in kapsamlı videoları çok konuşuluyor ve milyonlarca kişi tarafından çıkar çıkmaz seyrediliyor. Dünkü de bir rekora gitmiş galiba birkaç saat içinde 9 milyona ulaştığı söyleniyordu. Yani bu videolarda Türkiye’nin önde gelen bütün siyasetçileri de var başta İçişleri Bakanı Süleyman Soylu olmak üzere, önemli iş insanları var, başta en büyük gazete ve televizyon sahipleri olmak üzere Demirören grubu ya da önemli milletvekilleri var AKP’nin Metin Külünk gibi. Çok kapsamlı ve detaylı aslında incelemeler var, yani bizzat bir hafta önce yapılan bir televizyon söyleşisine katılan gazetecilerin de bu işin içinde suç örgütünün içinde olduğunu söylüyor mesela bu videoda Veysi Ateş gibi, eski başbakan Binali Yıldırım gibi mesela oğlunu korumak için alana çıkmış diyor sayın başbakan senin oğlunu korumana gerek yok, adam 15 senede kaç milyar dolar servet yapmış. Diğer ülkelerde yani süper dahi olmasa 10 senede nasıl kazansın bu parayı diyor. Parayla adam öldüren kiralık katil çetelerinden bahsediyor uluslararası, onlarla görüşmeler yapıldığını, Arnavut ve Sırp gruplarla görüştüğünü söylüyor. Azerbaycan’da mesela bütün piyango ve otoyol ihaleleri anlaşmasında gene Demirören grubunun yapmış olduğunu söylüyor yeni. Milletvekillerine arabalarına seçimlerden önce para bıraktığını anlatıyor özel olarak. Gazete baskınını, hiçbir zaman Hürriyet gazetesi baskınından bahsediyor mesela “biz bastık bizzat” diye ve Hürriyet gazetesinde bu haber çıkmıyor veya bu konuşmalar filan. Ziraat Bankası’nın nasıl kullanıldığını yolsuzluklarda söylüyor, büyük yolsuzluklardan, yani Demirören’in 750 milyon Dolar aldığını ve hiçbirini ödemediğini söylüyor. İşte aranan insanların Sezin Baran Korkmaz’ın otelinde toplantılar yapıldığını söylüyor, bilinen gazetecilerin de buralarda tatil yaptıklarını söylüyor, polislerin, vs. Bizzat Korkmaz’ın da bu yurtdışına çıkmasını sağladığını söylüyor. Yani işin içine girmeyen, çürümeyi göstermeyen herhangi bir noktayı dışarıda bırakmayan videolar var, sonuncusu da çok kapsamlıydı.

AB: Evet.

ÖM: Aklıma şu da geldi, izin verirseniz onu da söyleyeyim. Sabahleyin yani Hamlet’in, William Shakespeare’in Hamlet oyununun trajedisindeki birinci perde dördüncü sahnede şöyle bir şey, Elsinore şatosunda geçiyor, Danimarka kralını uykusunda gizlice zehirleyen ağabey Claudius dul kalan kraliçeyle de evlenerek kral olmayı başarıyor, Prens Hamlet babasının cenazesiyle annesiyle amcasının düğünü arasında kalıyor. Entrikaların döndüğü kraliyette gece nöbetçileri bir hayalet görüyorlar, Hamlet ve arkadaşları Horacio ve Marcelius bu hayaleti görmek için bir gece nöbet tutuyorlar. Hayalet kendini gösterdiğinde Hamlet’i burçlara doğru çağırıyor. Hamlet gitmek istiyor, arkadaşları “dur” filan diyorlar ama durduramıyorlar. Hamlet hayaletin arkasından gittikten sonra şöyle bir konuşma geçiyor, Horacio diyor ki “neye varacak bunların sonu?” Marcelius da “çürümüş bir şey var Danimarka krallığında” diyor. Horacio “tanrı ne yapacaksa yapacak” diyor. Marcelius da “elbette ama biz yine bırakmayalım peşini” diyor. Hamlet, birinci perdeden bir alıntı bu. Çeviri de Sabahattin Eyüboğlu 1965’te yayınlanan bir Hamlet çevirisinden aktardım.

AB: Çok güzel! O kadar çok program yaptık ki hafızalarımız da o kadar güçlü değil ama bu milletvekilinden bahsettiniz Metin Külünk, bu kişinin 17-25 sırasında sarf ettiği bir söz var, Hamlet’ten sonra pek iyi gelmeyecek ama! Külünk diyor ki 17-25’te, bunu konuşmuşuz daha önce, herhalde 2013 yılı filan. Külünk insanların diyor yani bütün bu 17-25 dökülüyor “günah işleme özgürlüğüne müdahale edilmiştir” diyor!

ÖM: Çok iyiymiş!

AB: Çok iyi değil mi? Hamlet’ten sonra! “Siyasilerin yolsuzlukları günah işleme özgürlüğüdür” diyor. 

ÖM: Bu Hamlet’i yani Shakespeare’in trajedilerini değil de komedilerine daha uygun düştü. 

AB: “Bunu ortaya çıkarmamalıyız” diyor. “17 Aralık operasyonu, Allah’ın verdiği günah işleme özgürlüğüne müdahaledir” diyor. 

ÖÖ: Hatasız kul olmaz! Deutsche Welle’de de bir haber yayınlandı, Külünk’ün Almanya’da suç örgütü kabul edilen Osmanlılar, Alman Osmanlıları, Ottomans bir grup vardı suç şebekesi, sürekli Almanya’ya gidip onlarla görüşen kişi olduğu Peker’in videosunda da bahsedilen “Almanya’daki bir derneğin işlerine bakardı kendisi” diyor. Bahsedilen dernek de bu, kapatılan bir dernekten söz ediyoruz ve...

AB: Osmanlı Ocakları değil mi? 

ÖÖ: Evet evet, şöyle demiş, yok Osmanlı Ocakları değil ‘Alman Osmanlılar’ gibi…

AB: Yani orada o ismi alıyor demek ki.

ÖÖ: Evet. Külünk şöyle demiş “Almanya’da Kürtlerin kafalarına sopalarla vurup dövülmesini bunun görüntülenmesini ve görüntülerin Türk hükümetine aktarılarak muhaliflerin korkutulmasında kullanılmasını istiyor” diye Alman devletinin polis kayıtlarında telefon görüşmesi varmış Külünk’le şey arasında. Deutsche Welle’de çıktı bu da.

ÖM: Güzelmiş. 

AB: Böyle bir ortamda müjdeler verilerek, doğalgaz müjdeleri, sayısız müjdeler yani AKP’nin iktidar tarihi müjdeler tarihi oldu. Bakın yine doğalgaz öne çıkarıldı, yine de faiz meselesinde müdahale edildi ve gerçekten yolsuzluklar diyarı ‘tangentepoli’ Türkiye ama böyle bir de şey var yani o dönemde “enflasyonun sebebi faizdir” diyen bir İtalyan yolsuzluğa batmış bir başbakan falan da görmedik, yani işin şeyi bir de bu tarafı var. Müthiş bir bilinmezlik diyeyim, cehalet de söz konusu. Şimdi Türkiye’nin son şeylerde borçları inanılmaz pozisyonlara geldi. Uykularımızın kaçtığı noktalar yani hep dile getiriyoruz, hep söylenirdi işte Türkiye’de 2002’den sonra kamu borçlanması daha alt düzeyde kaldı, 2002-2001 krizi öncesinde kamu borçları çok yüksekti. 2002’den sonra özellikle 2006’da AKP özel sektörün de borçlanma imkanını yarattıktan sonra Türkiye’de işte bugünkü yaşadığımız özel sektör borç girdabını yaşamaya başladık ama son hesaplamalar hep dile getiriyorduk ama çok ciddi bir yani son yıllarda kamunun borçlanması, özel sektörü fersah fersah geriye bırakmış durumda. Bugün de bir kamu ihalesi var borçlanma ihalesi galiba 2 tane. Hazine’nin borçları üzerine bir rakam vereyim size, 6 trilyon 84 milyar lirasına ulaşmış. Özelle birleşerek 8 trilyon 242 milyar liraya ulaşmış. Kamu özel borçlarındaki artış, hazinenin borçlarındaki artış 2017 ile kıyasladığımızda %122,5, hani kamu kaynakları ile varlıkları özel varlıklara geçiriliyor demiştim ya, sayısız örnekleri var. Merkez Bankası rezervlerindeki durum, 128 milyar dolarlık kayıp, bütün bunları eklediğinizde ve Sedat Peker’in açıklamalarını eklediğinizde ülkenin içinde bulunduğu yani bir de siyasal ortamda Ortadoğu bölgesi içerisindeki durumunu, iki ülke arasındaki pozisyonunu sesini çıkarmak için daha insanlar ne bekliyor? Yani başka bir konuya, aslında uluslararası ceza mahkemesine girmek istiyordum, o nasıl bir teşkilattır, nedir, ne değildir? 

ÖM: Evet önümüzdeki hafta konuşabiliriz belki.

AB: Evet evet. Bakıyorum pek 9.31 olmuş, burada keselim isterseniz?

ÖM: Evet lütfen bitirelim.

AB: Bir yığın not kaldı.

ÖM: Ben bir tek şey söyleyeyim, Antonio Di Pietro’dan bahsettiniz, evet onu bir kez daha analım, yani 19 Ocak 2014’te çıkan Cumhuriyet gazetesinde çıkan bir şeyi hatırladım ben de şimdi baktım. Savcılar efsanevi temiz eller savcısı ve İtalya’daki tecrübe de çok başroldeydi, Türkiye’ye gönderdiği önemli uyarılar şöyle derken birinci sırada şeyi koymuş “savcılar yılmamalı, sonuna kadar gitmeli. Bekçi, hırsız savaşında yargı zarar görüyor, güven kaybediyor. Türk hükümetinin de yaptığı da aynen budur, yargı bağımsızlığı demokratik bir ülkenin olmazsa olmazıdır. Vazifesini yapmaya çalışan Türk yargısının yanındayım. Türk yargısı İtalyan yargısının aynası gibi. Türkiye’de demokrasiye darbe riski var, son gelişmeler bana eskiden yaşadıklarımı tekrar yaşatıyor” demişti. Başka çok uzun bir açıklama ama ben bu kadar hatırlattığınız için teşekkürler. Bu kadarla yetinelim. 

AB: Şubat 95’te yapmışım ben de görüşmeyi, orada da bütün bu teknik detaylarını, nasıl mücadele edilir? Hem kolluk hem de yargı açısından her şeyden evvel bağımsız bir yargı süreci olmazsa olmaz. Bir de en önemlisi toplumsal, sosyal, bilinç, bu konudaki duyarlılık.

ÖM: Evet, peki çok teşekkürler, görüşmek üzere.

AB: Hoşça kalın!

ÖÖ: Görüşmek üzere.

AB: Hoşça kalın!