Yuval Noah Harari: “Koronavirüs salgını totaliter rejimleri güçlendirebilir”

Editörden
-
Aa
+
a
a
a

"Homo Deus" ve "Sapiens" gibi önemli kitapların yazarı olan İsrailli tarihçi Yuval Noah Harari, CNN ile gerçekleştirdiği röportajda dünyayı etkisi altına alan koronavirüsün üstesinden gelme yolları ve gelecekte oluşturabileceği muhtemel durumları yorumladı.

Fotoğraf: Reuters

(Bu açıklamalar ilk olarak Engin Deniz İpek çevirisiyle Medyascope’un internet sitesinde yer almış ve oradan alınmıştır.)

Harari, koronavirüs gibi bir pandemiyi 100 yıldır görmediğimizi hatırlatıp, “Şu an dünyadaki insanlar yakın zamanda bu kadar korkutucu ve alarm verici olan bir şeye tanık olmadı. Fakat daha geniş perspektiften baktığımızda, insanlık bunun gibi çok sayıda epidemiyle mücadele etti ve şu an tarihteki bunun gibi olaylara kıyasla çok daha iyi durumdayız. Bunun nedeni de modern tıp. 14. yüzyılda Black Death (Kara Veba) salgını 10 yıl içinde Çin’den Britanya kıtasına yayıldığında, o zamanki Asya ve Avrupa nüfusunun çeyreği ila yarısının ölümüne sebep olmuştu. O zamanki insanların bu salgının ne olduğu hakkında, neden kaynaklandığı hakkında ve onu önlemek için neler yapılabileceği hakkında en ufak fikirleri yoktu. Bugün koronavirüs vakasına baktığımızda, yalnızca salgının kaynaklandığı virüsü tanımlamak değil virüsün gen haritasını çıkarmak ve en azından kimin virüsün etkisinde olup kimin olmadığını söyleyebilen testler geliştirmek yalnızca iki hafta sürdü. Tüm bunların ışığında tarihteki diğer vakalara oranla daha iyi bir konumda olduğumuzu söyleyebiliriz” diye konuştu.

Koronavirüsle başa çıkabilecek global bir lider yok

Dünya genelinde gördüğü en kötü şeyi ‘uyuşmazlık’ olarak tanımlayan Harari, şöyle devam etti: “Yani farklı ülkeler arasındaki koordinasyon, işbirliği eksikliği ve yalnızca ülkeler arasında değil insanlar ve hükümetlere karşı da duyulan güven eksikliği. Şu an içinde bulunduğumuz şey, basit olarak, son yıllarda karşılaştığımız uluslararası ilişkilerin bozulması ve sahte haberlerin yükselişi gibi durumlar karşısında ortaya çıkan bir hesaplaşma günü. Şu anki durumu 2008 global ekonomik kriziyle karşılaştırırsanız, 2008 global ekonomik krizinde tüm dünyayı belirli prensipler etrafında toplayarak krizin kötü sonuçları olmasına engel olan sorumlu liderler vardı. Bugün, özellikle son dört yıla baktığımızda, uluslararası sistemde bir güven kırıklığı olduğunu görüyoruz. Amerika Birleşik Devletleri (ABD), yani hem 2008 global ekonomik krizinde hem de bir önceki büyük salgın hastalık olan 2014 tarihli Ebola vakasında lider konumda olan ülke, şu an dünya için bir liderlik örneği göstermiyor. Açıkçası bu durum 2016 yılından beri böyle. ABD’nin uzun bir süredir herhangi bir müttefiki ya da dost ülkesi yok, yalnızca çıkarları var. Şu an ABD, bu bahsettiğim liderlik pozisyonuna soyunsa bile dünya üzerindeki hiçbir ülke, mottosu ‘önce ben’ olan ABD’yi dikkate almayacaktır. İnsanların şimdi farkına varması gereken şey oldukça açık, eğer bu salgın dünyanın bir ülkesinde yükselişe geçerse bütün dünyayı tehdit eder. Bunun en önemli nedeni virüsün mutasyon geçirebilecek olması. Bu tarz salgınların nedeni, genellikle virüsün hızlı bir şekilde evrim geçirmesi oluyor. Bunu daha önce 2014 Ebola salgınında gördük. Ebola, Batı Afrika’daki bir insan vücudunda virüsün geçirdiği bir genetik mutasyonla başladı ve sonra gittikçe büyüyen bir salgına dönüştü. Bu tek genetik mutasyon, virüsün bulaşıcılığını dört kat arttırdı. Bu durum şu sıralar İran’da ya da İtalya’da ya da herhangi bir yerde de oluyor olabilir. Ve bu yaşanırsa, tüm dünya popülasyonuna tehdit oluşturacak. İnsanlık, virüs karşısında safları sıklaştırmalı.”

“İnsanlar ve virüsler arasındaki sınırları korumalıyız”

Salgından izole olma yöntemiyle değil, bilgi edinme yöntemiyle uzaklaşılabileceğini öne süren yazar, “Ülkeler, içinde bulunduğumuz çağda kendilerini Ortaçağ’daki gibi izole ederek bu salgın hastalıklardan korunamazlar. İzolasyon ile salgın hastalıkların önüne geçmek istiyorsanız bunun tek yolu taş devrine dönmeniz olabilir, bunu da kimse yapamaz. Dikkatli bir şekilde korumanız gereken tek sınır, ülkeler arasındaki sınırlar değil, insan dünyası ve virüsün çevresi arasındaki alandır. İnsanlar doğa gereği, inanılmaz çeşitlilikteki virüslerle çevrilidir. Herhangi bir virüs, herhangi bir yerde bu sınırı geçmeyi başarırsa bütün insanlığı yok etme şansına sahip olabilir. Yani uzun vadede, ülkelerin sınırlarını kapayarak virüslerle mücadele etme fikri tamamen bir illüzyondan ibarettir. Önemli olan virüslerle insanların arasındaki mesafeyi korumaktır” dedi.

Avrupa Birliği için önemli bir test

Dünya genelinde dayanışma ruhu oluşturulması gerekliliğinden bahseden Harari, “Bunu bütün dünyadaki sağlık sistemlerini destekleyerek ve dünyanın herhangi bir tarafında olan bir vakanın başka herhangi bir yer için de tehdit oluşturabileceğini kabul ederek gerçekleştirebiliriz. Şu an ihtiyacımız olan şeyler, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) gibi organizasyonların çoğaltılması ve dünya genelinde oluşturabileceğimiz dayanışma ruhu. Bu ekipman veya sağlık personellerinin paylaşımı ya da ekonomik destek şeklinde olabilir. Ülkeler, ekonomilerinin kötü etkileneceğini ve kimsenin onlara yardım etmeyeceğini düşünerek sert karantina önlemleri almaktan çekinebiliyorlar ama bu durumda iş işten geçmiş oluyor. Örneğin İtalya; Almanya ve Fransa gibi ülkelerden destek alabileceğinden emin olsaydı bazı sert karantina önlemlerini daha önceden uygulayabilirdi. Aynı şekilde Almanya ve Fransa da, İtalya’ya yardım etmek için gözden çıkaracakları paranın kendi şehirlerini de kurtarmak için işe yarayacağını düşünebilirdi. Bu salgının özellikle son yıllarda global anlamda büyük destek kaybı yaşayan Avrupa Birliği (AB) için bir test olduğunu söyleyebiliriz. AB’ye üye ülkelerin tekrar birlikte hareket ederek İtalya’yı destekleme şansları var. Bunu yaparlarsa yalnızca kendi vatandaşlarını korumakla kalmayacaklar, aynı zamanda AB gibi bir sistemin birtakım değerler dahilinde var oluşunu sürdürdüğünü de herkese gösterecekler. Eğer bunu yapmazlarsa, virüs yalnızca Avrupa’daki insanların bireysel hayatlarını değil aynı zamanda AB’yi de parçalayacak” ifadelerini kullandı.

Salgın totaliter rejimleri güçlendirebilir

Hariri şöyle devam etti: “Bu konudaki en kritik şey güven sorunu. İnsanlar hükümetlere ve medyaya güvenerek birlikte hareket edebilecekler mi bu çok önemli çünkü bu tip bir güven, son yıllarda global anlamda oldukça aşındı. Daha uzun vadeli olan başka bir unsur da gözetim. Şu anki salgındaki tehditlerden biri, gözetim konusundaki ekstrem ölçütlerin haklı gösterilebilecek olması. Özellikle de biyometrik gözetim kapsamında olanların. Ortadaki acil durum ve gelecek muhtemel vaka tehditlerini önlemek sebebiyle bu tarz bir gözetim anlayışı şart koşuluyor ve insanların biyometrik sinyalleri düzenli olarak gözetim altında tutuluyor. Bu acil durum hali sona erdiğinde, bu geniş kapsamlı gözetimlerden elde edilen veriler halihazırda depolanmış olacak ve bu da yakın zamanda ekstra totaliter rejimlerin ortaya çıkmalarına sebep olabilir. Şu anda gözetim hali ve gizlilik kavramları arasındaki büyük bir soruna tanıklık ediyoruz. Bu durum, gelecekte gizlilik ve sağlık arasında büyük bir savaşı da beraberinde getirebilir. İnsanlar, yakın zamanda ‘salgın hastalıklardan korunma’ adı altında bütün gizliliklerini yitirebilir. Bu konuda da teknoloji oldukça etkili olabilir çünkü bugün teknoloji sayesinde bütün potansiyel hastalıkları keşfedebiliyoruz ve aynı zamanda bu hastalıklardan etkilenen insanların kim olduklarını ve aktif bir şekilde ne yaptıklarını görebiliyoruz. Fakat bu tip bir gözetim sistemi, gelecekte insanların ne düşündüklerini ve ne hissettiklerini görmeye çalışan totaliter rejim unsurlarının da hızlı bir şekilde gelişmesine sebebiyet verebilir.”

"Ya bilgiye güveneceğiz ya da hükümetlerin gözetim sistemlerine"

Harari sözlerini şöyle tamamladı: “Salgınlar özellikle insanları kolay bir şekilde yıpratabiliyor çünkü hepimiz sosyal varlıklarız ve virüs de tam olarak böyle yayılıyor. Virüsler hakkındaki bir gerçek, bizim en önemli parçalarımızdan bize karşı faydalanmaları. Yalnızca sosyalleşme isteğimizden değil aynı zamanda insanlara yardımcı olma arzularımızdan da faydalanıyorlar. Örneğin bir yakınımıza hastalığı süresince yardım etmek istememiz hastalık için avantajlı bir durum haline dönüşebiliyor. Virüsün bu zalimliği ile baş etmenin iki yolu var: Bir yol insanları bilgilendirmek, eğer insanlar aldıkları bilgilere güvenebilirse virüs karşısındaki davranışlarını değiştirebilirler. Diğer yol ise totaliter yol. İnsanların üstünde gözetim kurmayla uygulanabilecek bu yol, Ortaçağ’da uygulanabilecek bir yol değildi fakat şu an uygulanabilir. Bugün, insanların bedenlerine yaklaşmadan bile ateşli olup olmadıklarını ölçüp, yakın zamanda görüştüğü bütün insanların listesini çıkartabiliriz. İnsanlar, aldıkları bilgilere inanmayıp kendi içlerinde güven hissedemezlerse, bu işi her an her yerde uygulama hızlı uygulamalar yapabilen teknolojilere sahip olan totaliter rejimlerin yapması için mecbur kalırlar. Bu yol ilerisi için oldukça tehlikeli, umarım insanlık olarak bu yolu tercih etmeyiz.”