COP26'da "ilk günün fosili" ödülü Birleşik Krallık'a ve Boris Johnson'a verildi

-
Aa
+
a
a
a

Glasgow'da bulunan programcımız Ümit Şahin'in tanıklığında COP26 görüşmelerini konuştuk. CAN International'ın 2007’den beri COP’larda her sene yaptığı, müzakereler sırasında günün en kötü ülkesine verdiği "günün fosili" ödülünü ilk gün Birleşik Krallık aldı. 

(2 Kasım 2021 tarihinde Açık Radyo’da Açık Gazete-COP26 özel programında yayınlanmıştır.)

 

Ömer Madra: Evet, COP26 İklim Konferansı’ndan Notlar başlığı, bugün Ahmet İnsel yok, onun yerine Ümit Şahin’le COP26’dan, doğrudan Glasgow’dan konuşuyoruz. Günaydın Ümit merhaba!

Ümit Şahin: Günaydın!

Özdeş Özbay: Günaydın!

ÜŞ: Günaydın Özdeş!

ÖM: Evet, erken bir saatte ayaklandırdık seni.

ÖÖ: Tabii orada saat 06:00.

ÜŞ: Saat 06:00 şu anda evet. 

ÖM: Tam tahmin ettiğim gibi kuyruklar ve büyük kaos yaşanmıştı, sen de bunu geçen hafta da Açık Yeşil’de de telaffuz etmiştin zaten. Onları birazcık anlatır mısın bize?

ÜŞ: Evet evet. Yani aslında ilk haber, belki sabah konuşmuşsunuzdur, ilk günün fosili ödülü üzerine. Biliyorsunuz, CAN International yani Uluslararası İklim Eylem Ağı, 2007’den beri her sene COP’larda günlük olarak günün fosili ödülünü verir, o günün müzakerelerde en kötü ülkesine. Sürpriz olarak dün İngiltere’ye verdi, yani Birleşik Krallık hükümetine ve daha doğrusu Birleşik Krallık’ın COP başkanlığını günün fosili olarak ‘onurlandırdı’. Bunun gerekçesi de bu organizasyon rezaleti ama organizasyon rezaletinin de ötesinde bir şey var aslında -ben de dün katıldığım birkaç şeyinde aynı şeyi söylemiştim- burada, İngiltere’de sivil toplum gözlemcilerine “gelmeseydiniz iyi olacaktı ama madem geldiniz buyurun girin!” muamelesi yapılıyor. Çünkü yapılan şey şu; dışarıda tamamen organize olmamış bir şekilde saatlerce kuyrukta bekletiyorlar sizi yağmurun altında, sonra içeri alıyorlar ve sonra da kuralı değiştiriyorlar. Benim başıma şu geldi, ben cumartesi günü aslında buradaydım fakat cumartesi Yokoluş İsyanı’nın Türkiye’de yaptığı bir yayına katıldım öğleden sonra. O yüzden yani badge’ımı -resmi giriş izni alanlara verilen rozet- almaya, kaydımı yaptırmaya biraz geciktim ve kapandı ben gidene kadar. Çünkü kaydınızı yaptırmadan gidip önce uzun uzun Covid testi oluyorsunuz falan. O kadar insan olmasına rağmen oralar kapandı, saat 4’te kapattılar nedense. Neyse, kaçırdım cumartesiyi. Pazar günü erkenden gittim, saat kaçta açılıyor badge kayıt diye baktık, saat 8’de açıldığı yazıyor. Saat 7’de gittim, testimi yaptırdım -fazla kalabalık da değildi, sonra onu da anlatırım- her gün kendimize test yapıyoruz bu arada, bir de öyle bir durum var. Test kitlerimizi aldık falan, sonra badge alınacak yere gittim ama çok kötü bir hava, sabah erken ve çok yağmur yağıyordu. İçeri girdim “badge’imi alacağım” dedim, “09:30’da açılıyor” dediler. Fakat her yerde “08:00’de açılıyor” yazıyor ve saat 07:30. İçeride “burada bekleyebilir miyim?” dedim -içeride kimse yok bu arada- “bekleyemezsiniz” dediler, dışarı çıkarttılar. Yağmurun altında orada bir grup insan…

ÖM: Soğuk da değil mi hava?

"Tamamen beyazların ve zenginlerin COP’u"

ÜŞ: Hem soğuk hem yağmurlu. Orada bir 50 kişi falan vardı, orada beklememi söylediler. Ben de açıkçası bekleyemedim ve hani geri döndüm, sonra iki saat sonra tekrar geldim falan. Neyse ki o kuyrukta hani akıllık ettim beklemedim diyeyim ama sonra, geldikten sonra -yine epey tabii bir kuyruk geciktiğim için artık- kuyruğa denk geldim falan. Ama böyle bir tamamen kuralsızlık yani ve hiçbir yerde “09:30’da açılacak” yazmıyor bu arada. Yani içeri girdiğimde tekrar baktım her yerde 08:00 yazıyor. Böyle bir tuhaf şey var, üstelik size gelen bütün maillerde “mümkünse gelmeyin” yazıyor. Yani böyle bir şey ve o kadar şeyden geçtikten sonra içeri giriyorsunuz. CAN International da bunu yazmış o kadar şeyden sonra “günün fosili” ödülünde. İçeri giriyorsunuz, içeri girdiğinizde de açılış töreni kapısına gidiyorsunuz, “kusura bakmayın sadece bileti olanlar girebilir” diyorlar. Peki bileti nereden alacaksınız? Kendi ‘constitute’unuza soracaksınız; yani gözlemciler için, her gözlemcinin bir şeyi vardır, öbek mi denir ona? Öbek diye mi çevirmek lazım? Ben mesela üniversite araştırma kuruluşları öbeğine bağlı olarak gidiyorum fakat bizim araştırma kuruluşları öbeği de yok ortada, hiçbir öbek yok, hiçbir organizasyon yok. Gidip işte ‘info’ya soruyorsunuz, kimse bir şey bilmiyor. Dolayısıyla “ne yapacağız biz peki açılış törenini?” diye sorduğumuzda, size “gidip ekrandan seyredin” diyorlar. Siz de zaten ekrandan seyrediyorsunuz yani şu anda. Sivil topluma yapılan böyle bir muamele gerçekten çok feci. Bir de işin bu test ve aşı kısmı falan da var.

Yani test ve aşı kısmı da var. Orada tabii yine CAN’in söylediği ‘günün fosili’nde, yani Guardian’da bir manşet vardı cumartesi günü görmüşsünüzdür belki: “White and rich COP” diye, yani tamamen beyazların ve zenginlerin COP’u olarak organize etmiş bunu Boris Johnson, çok belli oluyor. Yani bir eşitlik şeyi bu ama -açılış törenini konuşuruz biraz sonra- açılış törenine baktığınızda müthiş bir makyaj vardı tabii. Sürekli yerliler, işte şeyler, Afrika’dan birisi, bir yerli kabileden birisi, onları sahneye çıkarıp durdular ama ancak kendi seçtikleri kadarını gösteriyorlar, seçilmeyenler dışarıda. Dün FFF eylemi vardı mesela kapının dışında. Onları da içeri almıyorlar mesela. Böyle bir şey… Mesela içeri girmek istedikleri halde, yani böyle özellikle de liderler zirvesi sırasında, onlar da içeri alınmıyor. Böyle bir tuhaf COP başladı ama Johnson’a bakarsanız bu dünyanın tarihi yazılıyor şu anda. 

ÖÖ: Sosyal medyada bazı paylaşımlar yapılmış, içeriden görüntüler paylaşıyorlar; özellikle liderlerin konuşmaları sırasında devlet temsilcilerinin, heyetlerin olduğu sıraların %80’inin boş olduğu görünüyordu. Evet, o sırada FFF aktivistleri “bizi içeri almıyorlar” diye bir yandan da eylem yapıyorlardı.

ÜŞ: İşte mesafe kuralı uyguluyorlar güya ama bu mesafe kuralında tamam, madem mesafe kuralı uygulayacaksınız ona göre bir mekan yaratsaydınız. Ben içeri giremedim henüz. Planery salonuna giremedim ama hani muhtemelen videolardan gördüğüm kadarıyla gördüğüm en küçük planery salonu. Yani tam tersine, çok daha büyük genel kurul salonları, bundan çok daha büyüklerini gördük. Devasa çadırlar kurduklarını biliyorsunuz çeşitli yerlerde. Yapabilirlerdi madem böyle bir mesafe kuralı uygulayacaksınız, bu planery salonu için mi geçerli yoksa toplantı salonları için mi geçerli? Ama herhalde toplantı salonu için -bunu açılışta sekreter söyledi- en büyük toplantı salonu 144 kişi kapasiteliymiş ama ülke sayısı 193. Yani nasıl müzakere edecek ülkeler?

ÖM: Çok tuhaf. Yani ben bir şey ilave edeyim izninle; Asad Rehman COP26 koalisyonunun başında olan aktivist, çok çarpıcı sözler sarf ediyor Democracy Now!’da. Amy Goodman’ın kendisiyle yaptığı mülakatta şunu söylüyor: “En zengin ülkelerin kirletmeye devam etme yolundaki büyük bir eforuna tanık oluyoruz. Britanya ve ABD fosil yakıtları genişletmeye gelmişler. Burada İskoçya’dayız ve Birleşik Krallık kuzey denizinde petrol ve doğalgaz aramaya devam edecek, genişletecek. 36 başka projesi varmış yürürlüğe koyacak. Yani Birleşik Krallık emisyonlarını üçe katlayacak. Aynı şey ABD’de de var” diyor. “Yani şunu söylüyor zenginler ‘imamın dediğini yap, yaptığını yapma!’ diyorlar tam anladığımız, çıkardığımız şey buydu” diyor ama “COP26 koalisyonunda harekete geçmeye yetecek çok gücümüz olacak” diyorlar. Bakalım. 

"Boris Johnson Glasgow zirvesini Paris’ten bile önemli bir zirveymiş gibi göstermeye çalışıyor"

ÜŞ: Şimdi burada tabii Boris Johnson’ın yapmaya çalıştığını da çözümlemek lazım. Ne yapmaya çalışıyor Boris Johnson? Boris Johnson -yarın Açık Yeşil’de de biraz belki farklı boyutlarda konuşuruz- açılış konuşmalarından ve açılış konuşmalarından önce G20’de, Roma’da verdiği mülakatlardan falan bakarak yorumlarsak, Boris Johnson bu Glasgow’u “son şans bu, Glasgow’da yenilirsek her yerde yeniliriz” gibi böyle müthiş sloganlar yaratıp Glasgow zirvesini Paris’ten bile önemli bir zirveymiş gibi göstermeye çalışıyor. Yani burada aslında biliyorsunuz şu anda balıkçılık konusunda, yok işte bir takım başka uluslararası gemi alımları konusunda, vb. çeşitli konularda İngiltere ile Fransa arasında, daha doğrusu İngiltere ile ayrıldığı AB ülkeleri arasında böyle bir rekabet var. Şimdi Boris Johnson Brexit’i başardı ve Brexit’in üzerine Glasgow’u bir şey olarak kurguladı. Yani bir İngiliz prestijinin şahlanması olarak bence kurguladı. O yüzden de geçen sene ertelenmesi aslında muhtemelen işlerini çok bozdu ama bu sene bunu böyle bir şova çevirip, yani liderler zirvesiyle işte, “Glasgow son şans” falan gibi şeyler verip bunu bir tür 2015’te Fransa’ya kaptırdıkları üstünlüğü geri alma çabası olarak gösteriyor. Çünkü aslında Boris’in söylediği –herkes Boris diyor, ben de Boris diyeyim- şeylerin içeriği pek yok. Yani “burası son şans, burada başarılı olmak zorundayız” diyor ama mesela soruyor gazeteciler “ne olursa başarılı olur?” Hiçbir şey söylemiyor. Yani Glasgow’dan ne çıkarsa başarılı olmuş olacak, ne çıkmazsa başarısız olmuş olacak? Böyle bir kriteri yok Boris Johnson’ın. Hatta şöyle korkunç cümleler kuruyor, yani bir mülakatında, hatta birden fazla mülakatında siz de görmüşsünüzdür, şu benzetmeyi yaptı, Roma’da G20 zirvesi sırasında dedi ki “uygarlığımızın bir kriz anında, bakın Roma İmparatorluğu”, hatta o mülakatı Kolezyum’da veriyordu, “bakın Roma İmparatorluğu neden çöktü? Kontrolsüz göçmenler yüzünden çöktü” dedi ve kontrolsüz göçmenleri -barbar akınları demeğe çalışıyor yani- böyle bir şekilde iklim krizine bağladı. İklim kriziyle göç de artıyor ya bunu buna bağlayıp “bizim bunu durdurmamız lazım, yoksa biz de Roma İmparatorluğu gibi çökeriz” dedi. Kim o çökecek olan? Aslında bütün bu söylenenin kodlarını çözerseniz çökme ihtimali olan yine yeni Roma İmparatorluğu çökmesinden endişe edilen. Dünya geleceğinden falan endişe etmiyorlar. Yani kendi kalelerini korumak için -Brexit’le tam bir kaleye dönüştü İngiltere aslında- yani daha geniş anlamda bakarsanız batı kalesini aslında korumak için bir proje bu ve burada da bütünüyle yıllardır bütün iklim hareketinin, aktivistlerin çizdiği çerçeveyi parçalıyor. Yani bizim çizdiğimiz çerçeve temelde iklim adaleti çerçevesidir; en çok zarar görenlerin en çok korunması gerektiği, en fazla zarar verenlerin önce adım atması gerektiğinden tutun da insan hakları perspektifine Paris Anlaşmasının içinde olan doğanın korunması, vb. bunların hepsini şey yapıp diyor ki “coal, car, cash, trees” sürekli bunu tekrarlıyor. Ne demek? Yani kömür, araba, otomobil, para, veya nakit ve ağaçlar. Yani ‘coal’ı çok rahat söylüyor Boris Johnson çünkü İngiltere’de kömürden elektrik üretimi kalmadı, %1’e düşmüş durumda, oradan rahat konuşuyor. Diğer ülkeleri sıkıştırmak için, özellikle Çin’i sıkıştırmak için de rahat rahat kömürü kullanıyor. Arabalar diyerek aslında elektrikli araçları söylüyor, büyük ölçüde oraya yükleniyor söyleminde. Çünkü mesela…

ÖÖ: Toplu taşıma demiyor.

ÜŞ: Toplu taşıma demiyor. Yani artık detayda belki diyorlardır ama basına çıktığında daha çok elektrikli araçlar, uçaklar, uzun mesafeli uçuşlar… Mesela “kısa mesafeli uçuşlara neden hiçbir vergi koymadınız, hatta tam tersine ucuzlattınız?” diye soruyorlar. 

ÖM: Ve kendisi de uçakla gitti, özel uçakla gitti Londra’dan COP’a Glasgow’a.

ÜŞ: Evet.

ÖM: Sözüm ona işte biraz şey kullanıyormuş…

ÜŞ: Bütün bu söyleme karşı bence sürekli şeyi hatırlatmak zorundayız, yani asıl çerçeveyi. Asıl çerçeve bu değil yani para dediği de mesela iklim finansmanı değil “cash” diyor. Yani gelişmekte olan ülkelere verilecek, verilmesi gereken iklim finansmanını da içeriyor tabii bu ama aslında bu daha çok iş dünyası perspektifinden, yani “yeni yatırımlar için parayı oraya kanalize etmeliyiz”. Yine batıdan bir bakış orada ama burada ne insan hakları var, ne eşitlik var, ne bu kendi yarattıkları güç dengesizliği… Yani tamamen beyaz, zengin, ayrıcalıklı bir iklim müzakeresi zemini yaratmış olunca bunların hiçbiri yok. Dolayısıyla bu epey eleştiriyi hak ediyor ve Boris Johnson’ın almaya çalıştığı kredileri ona aldırmamak lazım.

ÖM: Evet, ben de bir şey ilave edeyim izninle; çok ilginç, Roma İmparatorluğu dedin, çöküşü de tam onun gibi, Roma şölenleri gibi bir yemek verilmiş Pazartesi.

ÜŞ: Dün değil mi? 

"Utanın, Utanın!"

ÖM: Evet, BM İklim Değişikliği Konferansı’nda olmuşİ; Britanya’dan kraliyet ailesi ve bütün iş insanları da bulunmuş, zenginler filan. Bu tamamen özel bir akşam yemeği. Başbakan Boris Johnson’ın ve Kelvingrove Art Gallery’de, yani sanat galerisi ve müzesinde yapılmış ve muazzam bir yemek yenmiş orada. “Utanın, utanın!” demişler. Şeyler de protesto etmişler mesela Glasgow Calls Out Polluters yani Glasgow kirletenleri teşhir ediyor deyip bir grup, oradan utanç verici bir durum demişler. Böyle bir Roma…

ÜŞ: Cumhurbaşkanı Erdoğan yemeği kaçırmış oldu.

ÖM: Evet.

ÜŞ: Bu da hani aslında COP26’nın bizim açımızdan ilk büyük sürprizi oldu. Gerçekten biz özellikle Paris onayının ve 2053’te Net Sıfır tarihinin açıklanmasının ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın buraya gelip bayağı da bir şey yapması, yani böyle güçlü bir konuşma yapıp bir diplomatik atak yapmasını bekliyorduk. Ancak işte bu güvenlik ve protokol gerekçeleriyle programını son anda iptal etti ve aslında iklim politikaları açısından, uluslararası iklim politikalarında aktif bir yer alma konusunda ilk andaki şansı Türkiye geri tepmiş oldu. Çünkü şu söylenebilir; Türkiye Çin ve Rusya ile aynı karede yer alıyor şu anda, hatta Brezilya’dan Bolsanaro da gelmiyor galiba değil mi? 

ÖM: Evet.

ÜŞ: Bolsanaro’yu da katarsanız, yani Brezilya’yı da dört ülke gelmeyenler olarak adlandırılacak şu anda ama Türkiye’nin diğer üçüyle kıyaslandığında emisyonları daha düşük. Hani “Türkiye bu, çok önemsenir mi?” diye düşünülebilir ama dün akşam BBC News kanalında izledim, şöyle verdiler haberi -yani sürekli Glasgow haberi yapıyor zaten hiç aralıksız şekilde BBC News- işte bu açılış törenlerini filan tekrar verdikten sonra “bu arada burada olmayan önemli kirletici ülkeler var, şimdi bir de onlara bakalım” dedi, “ve önce Çin” dedi ve uzun uzun Çin’i konuştular. Çin’de çalışan bir akademisyene bağlandılar. Sonra Çin bitti, “bir de Türkiye vardı, işte Cumhurbaşkanı Erdoğan şu gerekçeyle gelmekten vazgeçti” dedi ve İstanbul muhabirine bağlandı. Uzun uzun bu protokol meselesi anlatıldı. Biraz nasıl oluyor acaba böyle bir şey diye düşünerek ve en sonunda BBC sunucusu şey diye kapattı, işte böyle özetledikten sonra “işte buradaki güvenlik önlemlerini cumhurbaşkanı yetersiz bulurken diğer liderler milyonların güvenliğini konuşuyor” diye bitirdi mesela. Bu son söylediği tabii diğer liderlere fazla şey vermek oluyor ama yine de böyle bir gerekçe akıl alır bir gerekçe değil. Yani Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın buraya gelmekten vazgeçmesi, Biden’la Roma’da görüşmüş olmasından kaynaklanıyor. Bu açık yani, bunu, nedenin bu olduğunu hani herkes görüyor herhalde şu anda. 

Erdoğan'ın COP26'ya gelme bahanesi Biden'la görüşme miydi?  

ÖÖ: Uzun süredir Biden’le yüz yüze görüşme yapmaya çalışıyordu. En son demiş “eğer G20’de olmazsa belki Glasgow’da”. G20’de, İtalya’da görüşünce gerek kalmadı demek ki.

ÜŞ: E tabii, gerek kalmadı. Yani gerek kalmayınca da bunu bir gerekçe olarak söylemek ayıp olur diye böyle bir, tamamen iç kamuoyuna yönelik bir tür işte “ülkemizin itibarını koruduk” şeyi yarattılar. Eğer Biden’la Glasgow’da görüşecek olsaydı bu güvenlik protokol meselesini hiç duymazlardı bile muhtemelen. Hani olmuş olsa bile böyle bir talebin yerine getirilmemesi durumu, önemsemezlerdi ve gelirlerdi. Bu Türkiye için yazık oldu yani.

ÖM: Yazık oldu, yani diğer liderlere sağlanıyor da Türkiye’ye sağlanmıyor öyle mi? Ayrımcılık yani çok…

ÜŞ: Şunu söylüyorlar, bütün ülkelere sağlanan güvenlik önlemi kadarı sağlanacakmış Türkiye’ye de ama Türkiye demiş ki “biz Amerika’ya sağlananı istiyoruz”. Yani diyor ki “bazı ülkelere biliyoruz ki fazlası verildi, o bazı ülkelere veriliyorsa bize de verilsin” gibi böyle bir… Ama bir taraftan da iyi olmuş olabilir çünkü biliyorsunuz 400 kişilik bir heyetle gelecekti Türkiye.

ÖM: İklim konuşmaya.

ÜŞ: Yok yani işte 400 kişilik bir heyet. Bu izin verilmeyen konvoyu oluşturacak heyet ama şimdi o 400 kişi gelmiyor. Dün gelmedi yani. Dün Mehmet Emin Birpınar çevre bakan yardımcısı “60 kişilik heyetle Glasgow’dayız” diye bir tweet attı. Bu da gerçekçi tabii; 60 kişi iyidir, 400 kişi biraz fazlaydı. Hani Glasgow daha bir nefes almış olabilir bu kalabalık açısından.

ÖM: Asıl sorumlunun kim olduğunu biliyor musun? 

ÜŞ: Kim? 

ÖM: Nicola Sturgeon [İskoçya Başbakanı]

ÜŞ: Öyleymiş evet. 

ÖM: Bizzat açıkladığı o çünkü uçakta…

ÜŞ: Boris’e ayıp olmasın diye herhalde. 

ÖM: “Sağ olsun Boris Johnson da süreçle ilgilendi, ilk başta sorunun çözüldüğünü ifade etti ama son anda bize geri dönüp İskoçya tarafının zorluk çıkardığını söyledi” diyor. Gerçi Boris Johnson UK olarak, Birleşik Krallık olarak başbakan ama İskoçya’da demek sözü geçmiyormuş, öyle anladık. “Biz de taleplerimiz yerine getirilmeyince Glasgow’a gitmekten vazgeçtik” diyor uçakta bir soru soran gazeteciye.

ÜŞ: Bilmiyorum, bu işte büyükelçi krizi yaratmak falan gibi şeyler herhalde bu bir şey, hatırlarsınız ne zamandı, hangi seneydi Hollanda’yla yaratılan kriz? Hollanda’da içeri alınmıyordu Türkiye, 2015’te falandı galiba? Hani bu kriz anlarında bu tür diplomatik krizler yaratılıp gündem yapılıyor. Hani oturup biz de konuşuyoruz mesela ama konuyla ilgisi yok bunların. Dünyada da kimsenin önemsediği yok açıkçası. Yani dünya basınında sadece böyle iki cümleyle geçiyor. Hani cevap verse Johnson buna mesela ya da Stergen, bir anlamı olur bunun ama onlar da cevap vermiyor. Böyle yapay bir şey ve maalesef Türkiye’nin şeyinin üstünü örtmüş oluyor. Çünkü Türkiye aslına bakarsanız pazar akşamı, açılışın en sonunda ülkelere söz verildiği noktada Türkiye heyeti de delegasyonu da bir açıklamayı okudu ve açıklama iyiydi bence, gayet iyiydi. Yani Türkiye Paris’e taraf olduğunu tekrarladı, 2053 Net Sıfır hedefini tekrarladı ve en önemlisi de “Net Sıfır hedefine uygun yeni bir NDC hazırlıyoruz” dedi. Bu da çok olumlu çünkü hatırlarsanız Cumhurbaşkanı Erdoğan New York’ta yaptığı konuşmada ve daha sonra yapılan açıklamalarda Türkiye’nin Paris anlaşmasına mevcut NDC çerçevesinde taraf olduğunu vurgulamıştı o zaman. 

ÖÖ: Beyanını diyorsun?

ÖM: Ulusal katkı…

ÜŞ: Ulusal katkı beyanı evet. Artık niyet gitti. Taraf olduk ya artık o ulusal katkı beyanı NDC’ye dönüştü.

ÖÖ: O da reel olarak iki katına çıkartıldı.

Türkiye'nin 2053’te Net Sıfır hedefine uygun yeni bir "NDC" hazırlanıyor

ÜŞ: Evet. O 2015’te verilen artıştan, %21 azaltım hedefinden bahsediyoruz. Hani 929 milyon tona çıkartılma hedefi 2030’ta. Yani %100’e yakın bir artış hedefi. “Onun çerçevesinde onaylıyoruz” denilmişti ama dün, daha doğusu pazar akşamı Türk heyetinin yaptığı açıklamada “2053’te Net Sıfır hedefine uygun yeni bir NDC hazırlıyoruz” demesi, “ulusal katkı beyanı hazırlıyoruz” demesi çok kritik ve önemli. Yani bunu Türkiye resmi olarak şu anda BM İklim Değişikliği Sekreteryası’na duyurmuş oldu. Demek ki şu anda Türkiye’de bütün herkes için iklim hareketi için önümüzdeki temel gündem bu. Yeni ulusal katkı beyanının hazırlanması konusunda şeffaf ve müzakereci bir süreç takip etmek gerekiyor ve bunun da Net Sıfır hedefine uygun, artık öyle artıştan azaltım falan değil, mutlak azaltım hedefiyle buna uygun bir hedef olması için mücadele vermek gerekiyor. Şu anda bizim gündemimizin bu olması lazım Türkiye’de. 

ÖM: Bir de termik santraller için kömür ithalatını kolaylaştıran durumda da sorumluluk alması gerekiyor, sülfür oranını iki katına çıkarması…

ÜŞ: Tabii şöyle; bütün kömür ve diğer fosil yakıtla ilgili yapılan her şey, her türlü genişleme planı, her tür kolaylaştırma artık bundan sonra yapılamaz ülke tarafından. Yani Net Sıfır hedefine aykırı adım olacaktır bütün bunları takip etmek çok önemli.

ÖÖ: Zaten COP26’dan da böyle bir küresel karar çıkacağı önceden duyurulmuştu. Yani “en kolay üzerinde uzlaşılacak konu bu” deniyordu. Bir tek herhalde Avustralya biraz arıza çıkaracak gibi ama buna karşı başını Fransa’nın çektiği bir şey de var; işte nükleer enerjinin temiz enerji kaynağı olarak alınması, fonlardan faydalanması gibi bir şey var ki Türkiye de bence... 

ÜŞ: İngilizler de bunu şey yapıyor işin kötüsü yani…

ÖÖ: İngilizler de öyle bir şey yapmışlar.

ÜŞ: Evet evet çünkü ayın beşinde bir etkinlik düzenliyorlarmış İngiliz hükümetinin de içinde olduğu “nükleersiz, Net Sıfır olmaz” diye bir sloganla. Bu da tabii önemli, tehlikeli bir şey yani. Türkiye’de mesela yeni nükleer santral projelerinin önünü açma riski var bunun. Bu da aslında diğer bütün tehlikeleri bir yana bıraksanız bile nükleerin Türkiye’nin Net Sıfır hedefini baltalar. Yani yenilenebilir enerjinin gelişmesini baltalar. O yüzden doğru, bu da önemli bir gündem.

ÖM: Evet bunları da yarın konuşuruz Ümit. Çok teşekkür ederiz. Bir ufak ricam var yarınki konuşmamız için. Bu Calvin Grove Sanat Galerisinde verilen yemekte neler yendiğini, ikram edildiğini de öğrenirsen yarın çok…

ÜŞ: Bulabilirsem, hem yemeğe katılan birine sorarım.

ÖÖ: İngiltere sahillerine ölü istakozlar vurmuş, binlercesi, Guardian’da vardı. Herhalde istakoz yenilememiştir diye düşünüyorum. 

ÖM: Peki çok teşekkür ederiz. 

ÜŞ: Yarın görüşürüz. 

ÖÖ: Görüşmek üzere. 

ÜŞ: Teşekkürler.

ÖM: Evet, Ümit Şahin Glasgow’dan bildirdi. Yeni yayınlarımızda Ahmet İnsel yoktu bugün, Ümit Şahin’e bağlandık ve COP26’da olup bitenleri bir genel değerlendirmeye tabi tuttuk. Devam edeceğiz, çok teşekkür ederiz.