Deprem, Barınma Krizi ve Sivil Toplum

Altın Saatler
-
Aa
+
a
a
a

Altın Saatler ve Kavanozdaki Yıldız'ın ortak yayınında, Prof. Dr. Haluk Levent'in kaleme aldığı yazılar üzerinden deprem sonrasında yaşananlara yakından bakıyoruz.

Islahiye
Deprem, Barınma Krizi ve Sivil Toplum
 

Deprem, Barınma Krizi ve Sivil Toplum

podcast servisi: iTunes / RSS

(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)  

İsmail Başöz: Merhabalar Açık Radyo'dayız, 95.0. Kavanozdaki Yıldız programında sizlerle beraberiz, biz program yapımcıları olarak buradayız. 

Fethiye Erbil: Merhaba herkese. 

İ.B.: Merhaba Haluk. 

Haluk Levent: Merhaba. 

İ.B.: Ben İsmail buradayız. Konuğumuz var diyeceğiz ama biz ona konuk olacağız bugün. Gürhan Ertür'le beraberiz. Altın Saatler’i paylaşıyoruz bugün, aslında program ortaklarımızdan Haluk asıl konuğumuz olacak. Ben kısa bir tanıtım yapıp sözü hemen Gürhan'a bırakacağım. Profesör Doktor Haluk Levent, İstanbul Teknik Üniversitesi'nde İşletme lisansı ve ardından Ekonomi yüksek lisansını yaptıktan sonra İstanbul Üniversitesi'nde Ekonomi doktorasını tamamladı. Ardından da akademik unvanlarını sırasıyla almış bir isim. Bugün Bilgi Üniversitesi'nde “Teknoloji ve Toplum” dersi veriyor.

H.L.: Aslında istatistik falan veriyorum, iktisat, istatistik, iş gücü iktisadı, gelir dağılımı, yoksulluk gibi konularda çalışıyorum.

İ.B.: Bugünkü programımızı klasik konularımızdan uzak bir şekilde yapacağız. Teknoloji temelli değil deprem üzerine konuşacağız. Bugünkü programı Haluk’un daha önce paylaştığı yazılar üzerine Altın Saatler’le beraber gerçekleştiriyoruz ve sözü Gürhan Ertür’e veriyorum, siz devam edin.

Gürhan Ertür: Teşekkürler, sağ olasın, evet arkadaşlar. Haluk Levent, Fethiye Erbil ve İsmail Başöz arkadaşlarımızla stüdyoda bir aradayız. Kendilerine çok teşekkür ederiz program saatlerini bize verdiler ve biz de onları konuk ettik. İsmail söyledi, programın konusu Haluk Levent'in deprem, barınma krizi ve sivil toplum başlıklı Medyascope internet sitesinde yayımlanan yazısı. Hocam söz sendedir, başla, devam et ve programı sen bitir. 

H.L.: Ben Medyascope'ta teknoloji yazıları yazıyorum, yani yirmi küsur yazı olmuştur. Bazen böyle ağır gündemler olunca araya girmek, girip kesmek gerekiyor, bu da onlardan bir tanesi tabii. Deprem sonuç itibariyle önlenebilirliğiyle, depremin kendisini değil ama sonuçlarının önlenebilirliği ve kontrolüyle ilgili bir şey olduğu için bu önemli bir konu. Tabii hemen akla önlenebilirlik gelince deprem öncesi, deprem sonrası, deprem sonrasında yapılacak işler geliyor ki sizin 20 yıllık bir tecrübeniz var…

G.E.: 24 oldu. 

H.L.: 24 yıldır işlediğiniz konular bunlar. Bunlardan bahsetmektense ben konuyu biraz daha sistemik bir bakış açısıyla ele almaya çalıştım. Yani bu herkes tarafından bilinen apaçık bir gerçeklik olarak ortada dururken niye bir türlü yirmi beş yıldır herhalde yüzlerce, belki binlerce uzmanın uyarılarına rağmen sistem bir türlü değişmedi ve bu şekilde devam etti, onun altını çizmeye çalıştım. Tabii bir parça iktisatla ilgili olduğu için de bu bir iktisatçının üzerine düşer diye düşündüm, ki aslında pek çok meslektaşım zaten bu konuda daha önce de yazılar yazdı. Şimdi, birincisi bu meselenin özünde bir rant üretimi yatıyor. Şimdi rantla kapitalizmin işleyişi aslında birbiriyle çok uyumlu da sayılmazlar. Yani kapitalizmin piyasa işleyişi sürekli bir dizi rant üretme eğilimi içerisindedir. Ancak bu rantlar bir süre sonra yeteri kadar, hatta büyük bir miktara ulaştığında piyasa işleyişini de bozucu bir etki yaratır. Bu genel bir şeydi, bunu daha çok teknoloji üzerinden ele alacağım. Aslında daha önceki yazılarımda ele aldığım bu konu, yani teknoloji önemli bir yerde duruyor. Bugün konuşacağımız bu imar temelli rant üretimi mekanizmasından çok daha büyük miktarlarda rant üreten bir mekanizma teknoloji ve burada tabii bilimle hep bu konunun üzerinde duruyoruz. Bilimle teknoloji arasındaki asimetrik ilişkinin ve orada ortaya çıkan bilimin bir kamusal alan olması ve bu kamusal alanda üretilen bilginin bilgi birikiminin herhangi bir kayıt koşulu olmaksızın teknoloji tarafından bir özel mülk haline getirilerek piyasalaştırılması ve bu çerçevede ortaya çıkan inanılmaz büyük rantlar giderek büyüyen, büyümeye devam eden bir rantlar silsilesini beraberinde getirdi. Bir süredir mevcut durumun bu asimetrik ilişkiyi taşıyamaz hâle getirerek piyasa işleyişini bozduğundan bahsediyorduk sürekli. Bu yazıda da, “Bu imar rantı neden böyle bir şeye yol açıyor?” meselesi üzerinde durmaya çalıştım. Burada şöyle bir örnekten bahsedebiliriz, bir tarla düşünelim yani arazi niteliği, arsa niteliğine kavuşmamış bir arazi. Buna 100 lira değer biçelim. Örneği biraz daha somut kılmak için bbu yolu takip etmek uygun olur diye düşünüyorum. Bu 100 liralık arazi öyle kendi kendine duruyor. Orada kendi kendine dururken nasıldır? Yani o arazinin sahibi kimse onun serveti içerisinde bir anlam ifade eder. Bir büyüklük taşır. Bizim iktisatçıların çok böyle sevdalı olduğu bir büyüme meselesi vardır. Gayrisafi yurtiçi hasıla büyümesi, ulusal hesaplar muhasebesi açısındansa orada bir hareket gerçekleşmediği sürece hiç, sıfır etkisi vardır, hiçbir şekilde görülmez. Şimdi bir an geldiğinde, işte kentin çeperindeyse bu arazi kentte bir kamusal karar olarak gerçekleştirilen imar düzenlemesi çerçevesinde bu arazinin arsaya dönüştüğünü varsayalım. Yani bir terfi almış oluyor arsaya doğrudan. Tabii bu tarım yapılan bir tarlaysa ayrıca ekolojik açıdan veya başka türlü zararları da vardır, özellikle “dışsallık” açısından ele alınabilecek iktisadi terimle. Ama bu arsa haline geldiği zaman haliyle üzerine konut yapılabilir hale geliyor. Bu konutun da diyelim ki işte yazıdaki örnekten gidecek olursak 1000 liralık bir harcamayla bir müteahhitin konut yaptığını düşünün, 10 tane daire yaptı. Dolayısıyla o 100 liralık arazi üzerine bin liralık bir harcamayla müteahhidin bir tanesi konut yaptı. Burada çok yüksek bir kâr oranı verelim bu müteahhite, % 50 gibi. 1.500 liraya mal etmiş oldu. Yani normal bir inşaat sektörü faaliyeti olarak devam ediyor olsaydı bu şey 1.500 liraya satardı bu konutları. Diğer sektörler için de karşılaştıracak olursak yüksek bir kâr oranıyla satmış olurdu. Ama genelde bizim gördüğümüz bunun aşağı yukarı 3.000 liraya satışı, muhtemelen biraz daha yüksek fiyatta da satılıyor. Diyelim ki 3.000 liraya sattınız. Dolayısıyla ortada bin beş yüz liralık bir değer var, üretilmiş bir değer var ama 3.000’e satılıyor. Arada 1.500 liralık, ekstra bir rant olarak adlandırdığımız, dolayısıyla herhangi bir iktisadi faaliyet sonucu gerçekleşmeyen, iktisadi faaliyetin dışında gerçekleşen bir şey söz konusu.

F.E.: Bir balon artış diyebilir miyiz buna? 

H.L.: Balon değil, yok. Balonun çok spesifik bir kullanımı var, böyle bir değer, tırnak içinde “değer” peydahlanıyor diyelim. 

G.E.: %100 hem de.

H.L.: Evet. Bu daha da fazla olur. 

H.L.: Evet, hesap şimdi bu. Dolayısıyla bu 1.500 lira nereden geldi? Kamu kararı sonucunda geldi.

F.E.: Kamu kararını açar mısın biraz? 

H.L.: Yani imar yapma yetkisi kimdeyse onun yaptığı belediyede, bunlar genellikle yerel yönetimler, komisyonlar, şunlar, bunlar falandır.

F.E.: “Sen buraya ev inşa edebilirsin” demesi, esasen kamu kararı.

H.L.: Evet, bir kamu kararı, çünkü imar planına bağlı olarak gerçekleşen bir şey ve kentlerin zaman içinde büyümesi söz konusu olduğu için de bu imar planında değişiklikler yoluyla kentsel büyüme alanları tanımlanıyor, belirleniyor. Bu o kadar önemli ki hep sık sık örneği verilir. Bazen o imar alanı olarak istenen yere imar verilebilmesi için fay hatlarının idari kararla değiştirildiğine şahit olduk. Dolayısıyla böyle bir karar söz konusu. Şimdi bir buradan kaynaklanan bir durum var. Peki bunu kim paylaşıyor? Yani kimin cebine gidiyor sorusu da ortada. 

F.E.: İlk akla kamu da geliyor. 

H.L.: Yok, kamu buraya hiç müdahil değil Türkiye’de. Bu 1.500 lirayı arazi sahibiyle inşaatı gerçekleştiren, dolayısıyla sermayedarlar arasında paylaşılıyor. Ama tabii Türkiye'deki sistem açısından bu şekilde de kalmıyor. Bir de buna fail olarak giren, yerel yönetimde o kamu kararını üreten kişiler ve komisyonlar, kurumlar da pay alıyor. İşte rüşvetle, şununla bununla falan adlandırabileceğimiz bir ortaklık var. 

G.E.: Görünmeyen bir ortaklık var. 

H.L.: Bir de kurumsal ortaklık var ki o da bütün bu sistemi besleyen temel unsurlardan bir tanesi. Siyasi partilerin siyasetin finansmanı adı altında yasal olmayan ama meşrulaştırılan bir faaliyet var. Yani bir siyasi parti, bir siyasi faaliyet organize edecekse, bu nerede yapılacaksa oranın yerel yönetimi de şayet o partiye aitse deniyor ki işte şunu finansmanını sağlayın. Nasıl sağlanacak? Belediye bütçesinden koyamayacağımıza göre, işte belediyeyle iş yapan bu tür müteahhitler, şunlar bunlar. Yani rantın paylaşımında fail olarak bulunan insanlar ya da kurumlar gidiyorlar bağış yaparak o faaliyetin finansmanını üstleniyorlar. Dolayısıyla buraya bir de siyasi partilerin kendisi ortak olarak girmiş oluyor. Bir de tabii esas büyük problem bu imar beklentisi ya da imar yoluyla rant bekleyen geniş kitlelerin olması. Bunlar da bu işin bir parçası hâline dönüşüyorlar. Çünkü, önce o araziler satın alınıyor, sonra onun arsaya dönüştürülmesi için bir al-ver ilişkisinin ortaya çıkması gerekiyor. Bu gerçekten epeyce insanı kapsayan bir şey ve dolayısıyla burada insanların verebileceği tek şey de oy. Yani bunun gerçekleşeceğini söyleyen, seçim öncesi konutların yeni katlara kavuşması ya da imar planına uygun olmayanların af sonucunda düzeltilerek yasal çerçeveye alınması için bir talep gelişiyor ve burada da bu talebin siyasi partilerin üstlenmesiyle beraber bir karşılık olarak oy veriliyor. Yani böyle bir oy al-ver’ine dayanan geniş bir kurumsal yapı söz konusu.

G.E.: Karşılıklı bir alışveriş var yani.

F.E.: Peki bu mekanizma hep yok muydu ve bizi bugünlere getiren şey bu mu? Bu durum son yirmi yılın on icadı, bu büyük yıkımın sebebi mi?

H.L.: Bu durum siyasi partiler ya da iktidar için de ayrıca çok elverişli bir performans kriterine olumlu etkiliyor. Ortada şimdi 3.000 liralık bir şey var. 100 lira arazi değeri vardı, 1.000 lira harcama yapıldı. Bunun da 250 lirasının ücret olduğunu varsayalım. 750 lira başka sektörlerden mal olarak alınmış oldu. Dolayısıyla inşaat sektörünün içerisinde yer almayan bir durum var burada. Yani 850 liralık bir girdi ile 3.000 liralık bir katma değer, daha doğrusu 3.000 – 850 liralık yani 2.150 liralık bir katma değer yaratıyoruz. Bu çok çok yüksek bir oran. Bu büyümeyi olumlu etkileyen bir şeydir. Çünkü kaydi bir değer yaratmış oluyorsunuz ve bu kaydi değerin sanki gerçek bir iktisadi ilişkiden kaynaklanmış gibi performansı arttırıcı etkisinin üzerine oturmuş oluyor. 

G.E.: Siyasilerin yıllardan beri söyledikleri hikâye yani.

H.L.: Evet, AKP'nin çok öncesinde başlayan 1950’li yıllardan bu yana gelişen bir şey. AKP bunu çok yükseltti, kurumsallaştırdı. İşte orada dönen rüşvet bu mekanizmayı çok ciddi bir organizasyona kavuşturdu.

H.L.:  Bu yolla da bazı karmaşıklıkların aslında ortadan kalkmasına neden olunuyor. Dolayısıyla bu rantın eğer üretimi engellenmezse, yani engellenmesinden kastım şu, burada kamu herhangi bir kamu kararı sonucunda bir yeni imar planı geliştirebilir, metro vs. olabilir ya da işte herhangi başka bir değer artışına neden olan herhangi bir kamu kararı olabilir. Bunun sonucunda o rantın büyük ölçüde kamuya tekrar geri döndürülmesini içeren bir mekanizma, bir müdahale olmaz ise bunun önüne geçmenin imkânı yok. 

Çünkü bu kadar büyük miktarda bir rant ve bu kadar geniş bir paylaşım kurumsal ve bireysel aktörlerin olduğu bir paylaşım planı içerisinde muhakkak engellenmeli. Bu, sonuç itibariyle az önce söylediğim gibi, eğer bu rant miktarı büyürse kapitalizmin işleyişinde bizim core ekonomi dediğimiz bir şeye dönüşür. Bunu o üretim ilişkilerinin gerçekleştiği bir küre gibi düşünelim. O kürenin merkezini düşünecek olursak işte orada artı değer üretimi, şu bu falan her şey orada gerçekleşiyor ama ortada sonuç itibariyle bir emek, sermaye var. Bütün üretim faktörleri var ve onlarla da kendi aralarındaki bir ilişkiden bahsediyoruz. Burada ortaya çıkabilecek gelir ve servet eşitsizliği bugün bizim gördüğümüz yüksek, yani aşırı yüksek gelir ve servet eşitsizliğinden üretebilecek kapasiteyi oluşturamaz. Yani böyle bir şey oradan çıkıyor olamaz. Peki o zaman nereden çıkıyor? İşte bu rant, yani teknolojiden gelen, özellikle finansmanda veya finans alanında fiyatlar üzerinden yapılan kontratlar şeklinde tanımlanan, büyük miktarlara ulaşmış finansal ürünlerin yarattığı rantlarla beraber gelişir. O şeyle çekirdekle kabuk arasındaki alan çok açılmaya başladı, bunun çok açılması kapitalizmin işleyişi açısından son derece sakıncalı. Çünkü kapitalizm bu tür rantların ortaya çıkmasını engellemek için iktisadi mekanizmaların dışında idari kararlar alarak kendisini korumaya çalışması gerekiyor. Buna da dışsallık denir teknik olarak, o dışsallıkları ölçülebilir hâle getirip o üretim biçimine karakter verilmeli, işleyişi düzenlenmeli, kontrol edilmeli. 

F.E.: Burada da işin içine denge ve denetleme de giriyor herhalde. 

H.L.: Giriyor tabii, iktisadi anlamda regülasyon denir buna, geniş bir alan. 

G.E.: Daha ciddi bir kurumlaşma. 

H.L.: Yani bu piyasanın içinden kaynaklanan işte şuydu buydu falan gibi mekanizmaları da kapsayan bir şeydir ama her türlü dışsallığı kontrol etmeye çalışır. Bunu kontrol edemediği ölçüde kendi varlığını ortadan kaldırma tehdidi oluşturacak bir durum ortaya çıkarır. Bu ki bugün benim uzun zamandır savunduğum bir görüş. Kapitalizmin yıkılmakta olduğu, yeni bir sınıflı topluma doğru gidiyor olduğumuzuadair işaretler söz konusu. İşte bu da o çekirdekle kabuk arasındaki alanın aşırı açılmasından kaynaklanıyor. Şimdi dolayısıyla bu imar rantları da benzer şekilde bizim varsaydığımız toplumsal ilişkiyi ve o toplumsal ilişki temelinde ortaya çıkan toplumsal sözleşmeyi derinden sarsan bir niteliğe kavuşuyor.

F.E.: O zaman bence şu soruyu sormanın bence tam yeri. O zaman doğası gereği bu networkün, bu sistemin içinde, bu yapılaşmanın içinde zaten bütün yönetmeliklere uygun, güvenli konutlar inşa etmek mümkün değil miydi?

H.L.: Mümkün. O güvenli konut meselesinde bir de ayrıca denetim hikâyesi var. O çok apayrı 

F.E.: Denetim neresine düşüyor bu rant sisteminin? Yani halihazırda kendi oyuyla hızlı bir şekilde ve ucuz evlere ulaşmaya çalışan halk bunu herhalde daha pahalıya ve daha güvenli hale getirmeye doğru evrilmez.

H.L.: Denetim bunun dışında bir alan. Aslında bu rant mekanizmasının hem parçası hem değil. Çünkü zaten çok iyi konutlar yapılarak da bu rant mekanizmasının içerisinde kalınabilir. Denetimsizlik katmerli hale getiriyor ve biraz daha miktarın ya da alanın genişlemesine yol açıyor. Şimdi burada tabii bir başka mesele var. Önce nasıl bir şey kurulması gerektiği tespit edilmeli. Bütün olgun kapitalist ülkelerde bu tür rantların hesaplanması zordur ama imkânsız değildir, hesaplanabilir ve bu hesaplanan rantlar üzerinden de %80’e kadar varan imar rant vergisi getirilebilir. Bunun teorisi de vardır. Aslında genişçe bir arka planı da var. Dolayısıyla bu rant vergilerini iki türlü alabilirsiniz. Ya para ya da yapılmakta olan konutların bir miktarının yerel yönetimlere devriyle gerçekleşir. Genelde bu yol tercih edilir çünkü bunun bir sosyal konut olarak kullanılma imkânı vardır. “Sosyal konut” bizim muhalefetin bir türlü kavrayamadığı bir yani ve yanlış kullanılan bir kavram. Yani sosyal konut deyince hem iktidar hem muhalefet TOKİ olarak algılıyor. Yani bir konut imalatını sosyal konut olarak görüyor, bununla alakası yok bu kavramın. Doğrudan doğruya barınma krizini hatta anayasal hak olarak tanımlanan barınma hakkının erişilebilir hale gelmesi için uygulanan politikalar demetine dahil bir şeydir, dolayısıyla bu konut stoku yerel yönetimler elinde olduğu zaman yerel yönetimlerin kiralık konut piyasasına doğrudan müdahalesini de mümkün kılıyor. Aslında pek çok yerde kiralık konut piyasası da zaten kontrollü fiyat uygulamasının olduğu yerdir. Yani öyle herkes kafasına göre bir değer biçerek ortaya çıkmaz. Eksperlerin, uzmanların gelip konutun belli kriterler çerçevesinde değerini, kiralık değerinin ne olduğunu belirler ve onun üzerinden bir kontrat gerçekleştirilir. Dolayısıyla bu rant vergisinin aynı zamanda sosyal konut ve barınma krizinin çözümü için önem taşıyan bir politika olarak sosyal konutunda yapılabilme sosyal konut politikasının da dizayn edildiği, tasarlanabilmesi için uygun bir adım olduğunu dolayısıyla burada birkaç tane şeyden bahsediyoruz. Bir konut güvenliği açısından meseleye yaklaşmak. Yani denetimi burada da işin içerisine katarak ama esas itibariyle bu rantın oluşması engellendiğinde bu tür faaliyetlerin cazibesini de ortadan kaldırmış olacağımız için önemli bir adım söz konusu olacaktır. İnşaatı zapturapt altına almak. Yani işte hep söz geliyor, 300-400 bin müteahhitin olması. Neden? Çünkü burada büyük bir cazibe söz konusu. 

F.E.: Hiçbir yetkinlik gerektirmiyor. 

H.L.: Hiç, yani giriş çıkışın tam anlamıyla serbest olduğu bir piyasa. Dolayısıyla bu bir yandan niteliksel olarak bu tür bir faaliyeti yürütemeyecek, aslında konut yapma yeterliliği olmayan ya da konut yapma işlemini organize etme yeterliliği olmayan kişileri işin içerisine çekiyor. Konut yapanların da benzer şekilde taşeronlaştığını düşünecek olursak bu piyasanın yeterlilikten uzak birtakım unsurları barındırdığını ve bu yüzden de denetime ihtiyaç duyulduğunu görüyoruz. Ama bütün bunların normal bir akış içerisinde gelişmesi gerekir. Normal bir yoldan gidilebilmesi için öncelikli olarak bu rantın kamuya tekrar geri döndürülmesini kabul etmeliyiz. Bu kapitalizmin ruhunun temelinde de yer alır. Yani çok sosyalizan bir şey de değildir, talep de değildir. Doğrudan doğruya kapitalizmin ruhuna uygun bir taleptir. Dolayısıyla bunun hemen aciliyetle eğer bir iktidar değişimi söz konusu olacaksa, muhalefetin programında ilk olarak yer alması gereken şeylerden biri olmalıdır. Muhalefet partilerine bakıldığı zaman aslında bunu reddedecek kimse de yok.

G.E.: Evet, birbirinden farkı yok.

H.L.: Evet, dolayısıyla böyle bir talebi seslendirmemiz gerekiyor. İkinci olarak da, barınma krizi artık Türkiye'de makro dengeleri bozan ucube programlar nedeniyle bir bunalıma dönüşmüş olduğu için bunu tesis etmek üzere yeni politikalar geliştirilmelidir. Bu rantların yerel yönetimlerin elinde kiraya verilebilir konut stokunu arttıracak şekilde yapılması gerekiyor.

G.E.: Evet ama makalede çok güzel iki tane örnek var. Berlin ve Londra'dan benzer formüller Türkiye'de de çok rahatlıkla uygulanabilir. Onlar konusunda da bir dakika içinde bir kısa bilgi verebilirsen çok iyi olur.

H.L.: Berlin'de yerel yönetimin elinde kiralık konut piyasasında yer alan konutların %40’ı bulunuyor, dolayısıyla bu çok olağanüstü bir rakam. Londra'da %20’lere kadar varan bir konut oranı söz konusu. 

G.E.: Bunu yerel yönetimler yapıyor 

H.L.: Yerel yönetimler tabii. 

G.E.: Merkez değil. 

H.L.: Merkez değil. Bu merkezden yapılabilecek, yürütülebilecek bir politika değil zaten. Yani bütün diğer alanlarda olduğu gibi burada da ademi merkeziyetçi bir yapının kurulması çok önem taşıyor. Bu çerçevede yerel yönetimlerin bütçe haklarının geliştirilmesi, genişletilmesi de çok büyük bir önem taşıyor. Özellikle de bütün bunların hayata geçirilebilmesi ve diğer benzeri politikaların uygulanabilmesi açısından. Ama acil olarak yaklaşan İstanbul depremini düşündüğümüzde yapılması gereken herhalde boş konutların bir şekilde kamu tarafından değerlendirilmesini sağlayacak yol ve yöntemleri bulmak. 

G.E.: Evet. İPA'nın rakamlarına göre 6.400.000 kayıtlı mesken var, 4.600.000’inde oturuluyor, ikamet ediliyor, 1.800.000 ise boş konut var

F.E.: İstanbul için değil mi bu rakamlar?

G.E.: Evet, İstanbul için konut stoku, boş konut stoku. İstanbul için %28 çok yüksek bir rakam. Tabii ki şimdi bu bizim programlarımızda çok sık tekrarladığımız 99 sonrası binalar sağlamdır efsanesi özellikle bu süreçte ortadan kalktı. O açıdan bu boş binaların da mutlaka kontrol edilmesi lazım. Boşların büyük bir kısmı 99’dan sonra inşa edilmiş olanlar. 

Aslında Haluk Hocam sormamız gereken başka sorular da vardı ama yarım saatlik bir süremiz var. Bu süreyi önümüzdeki dönemde arttırmak için ne yapabiliriz bilmiyorum. 

F.E.: Yönetime başvuralım. 

G.E.: Bizim isteğimiz tamdır. Evet programı burada bitiriyoruz. Çok teşekkürler arkadaşlar. 

F.E.: Biz teşekkür ederiz.