"Militarist sanayileşme artarak devam ediyor"

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik'te Ali Bilge, geçtiğimiz hafta değişen seferberlik ve savaş hâli yönetmeliği, emeklilerin son durumu ve 27 Mayıs askeri darbesinin yıl dönümü üzerine paylaşımlarda bulunuyor.

""
Ekonomi Politik: 27 Mayıs 2024
 

Ekonomi Politik: 27 Mayıs 2024

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!

Ali Bilge: Günaydın!

Özdeş Özbay: Günaydın!

Ö.M.: Her zamanki klasikleşmiş olan cümle ile açalım; son derece yoğun bir gündem, çatışmalarla, facialarla, iklim olaylarıyla dolu bir dünyadan bir hafta sonu geçirdikten sonra tekrar hafta başında konuşmaya başlıyoruz. Öncelikle nereden başlayalım?

A.B.: Geçen hafta değişen seferberlik ve savaş hâli yönetmeliği, tüzüğünden bahsedelim. Ayrıca emeklilerin durumu var, dün CHP’nin Ankara’da emeklilere yönelik bir mitingi oldu. Ayrıca bugün 27 Mayıs’ın yıl dönümü, vaktimiz kalırsa ona da değinelim.

Türkiye’de eski yıllardan beri devam eden bir seferberlik ve savaş hâli tüzüğü vardı, bu düzenleme yürürlükten kaldırıldı, ‘seferberlik ve savaş hâli yönetmeliği’ haline geldi. Değişikliklerde dikkat çekici hususlar şunlar; daha önce asker ve sivil bürokrasiyle oluşan Milli Güvenlik Kurulu’na ve Bakanlar Kurulu’na verilen seferberlik ilan etme yetkisi, Cumhurbaşkanı’na geçti. Eskiden Milli Güvenlik Kurulu ve Bakanlar Kurulu’nun önerileri alınıyordu, danışılıyordu, bu kalktı, içinde bulunduğumuz rejimin ruhuna uygun bir düzenleme daha gerçekleşmiş oldu. Yeni seferberlik ve savaş hâli düzenlemesi, aynı zamanda iç karışıklıklara da vurgu yapan bir yönetmelik oldu.

Yönetmelikte üzerinde durulması gereken bir diğer bir husus da MİT ile ilgili. Savaş halinde silah altına alınacak MİT mensuplarının orduya değil, teşkilatın emrine verilmesi öngörülüyor. Son yıllarda - biz bunu zaman zaman gündeme getirdik - MİT’in iç ve dış operasyon yapma imkanı arttırıldı, güçlendirildi. Ayrıca MİT, hem eleman, hem de silah teçhizatı olarak güçlendirildi. MİT ve Emniyet Genel Müdürlüğü, kuvvet komutanlığı standartlarında ağır silahlara sahip oldular. Ağır silahlara kolluğun sahip olması düşünülmez ama bu kurumlar ağır silahlara sahip birimler haline getirildi. Özellikle MİT’in yeni yönetmelikle birlikte alanının daha da genişletildiğini görüyoruz.

Yeni düzenlemeyle birlikte garnizon komutanlıklarına askerlikle ilgili hususlarda verilen yetkilerin valiliklere geçtiğini de görüyoruz. Bazı yetkiler, askeri bürokrasiden sivil bürokratlara geçiyor.

Gelelim düzenlemenin yapıldığı ortamı konuşmaya; nasıl bir ortamda yapılıyor bunlar? Türkiye, Irak ve Suriye’ye harekat planlıyor, Irak için ‘pençe-kilit operasyonu’nun tamamlanacağını bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan söyledi. Irak ve Suriye’de harekat gündemdeyken, bu düzenleme yapılıyor. Türkiye, Somali karasularını ve kara gücünü koruma ve kollama anlaşması yaptı, iki gemi gitti, Nisan sonunda oraya ulaştı. Türkiye, anlaşmaya göre, 10 yıl boyunca hem Somali’nin karasularını koruyacak, hem de karada Eş-Şebab örgütüyle terör mücadelesinde Somali devletine yardım edecek.

Ayrıca haberiniz var mı bilmiyorum ama son zamanlarda gelişen şöyle bir durum da şu; Türkiye, Nijer’e paralı asker göndermeye başlamış.

Ö.M.: Hayır, bu konuda bir haber hatırlamıyorum.

A.B.: O zaman buna da değinelim, Voice of America’da çıktı bu haber; Türkiye, Nijer’e gönderilmek üzere Suriye kökenlilerden oluşan paralı askerleri silah altına alıyor, geçtiğimiz Eylül ayından beri devam eden bir husus. Bin 100 Suriyeli savaşçı Nijer’de konuşlanmış durumda. Bu birlik, Suriye’nin kuzey batısında ve Türkiye destekli gruplardan oluşturuluyor. Bunlar önce Türkiye’ye geliyor, Türkiye hava limanları üzerinden Nijer’e gönderiliyor. Haberin içinde, yine SADAT’ın bu işi koordine ettiğine ilişkin bir tespit de var.

Azerbaycan ve Libya’daki çatışma bölgelerine de aynı şekilde paralı askerler Türkiye tarafından konuşlandırılmıştı. Nijer’e bugüne kadar iki savaşçı kafilesi gitmiş, üçüncü de yola çıkıyormuş. Türkiye’nin derlediği Suriyeli savaşçılar, bu görev için bin 500 dolarlık bir sözleşme yapıyorlar. Suriyeli paralı askerler, Nijer, Mali ve Burkina Faso'daki sınır bölgesinde konuşlandırılıyormuş. Savaşta yaralananlar 30 bin dolar tazminat alacakmış, öldürülenlerin ailelerine ise 60 bin dolar ödeme yapılacakmış. Bölgede cereyan eden savaş hâli ve terör faaliyeti nedeniyle, bölgedeki üç ülkenin güvenliği sağlayamamış olması gerekçe gösteriliyor. Birleşmiş Milletler yetkililerinin açıklamasına göre, bölgedeki Amerikan ve Fransız askeri güçleri de alandan çekiliyormuş. Çatışma bölgesinde bundan böyle Türkiye’nin derlediği, toparladığı Suriye kökenli paralı askeri varlıkların görev yaptığı/yapacağı anlaşılıyor. Yine habere göre, iktidarı ele geçiren Nijer cuntası, Rusya ve Türkiye tarafından konuşlandırılan askerlere ihtiyaç duyuyormuş.

Ö.M.: Pardon, bu noktada bir şey sorabilir miyim? Bilginiz var ise eğer, bu konu ilginç aslında, anlaşma sonucu Nijer hükümeti ile T.C. hükümeti arasında yapılan anlaşma sonucunda burada görev yapacak olan askeri şahıslar hangi üniformayı taşıyor olacaklar?

A.B.: O konuda bilgi yok, herhalde özel bir üniforma üretilmiştir, belki Nijer ordusuna uygun bir kıyafet de olabilir.

Ö.M.: Türk askerleri ordusunun kıyafetleriyle orada kalıyor olamazlar herhalde diye düşünüyor insan, ama bilmiyorum.

A.B.: VOA yetkililerinin derledikleri haberi Dışişleri Bakanlığı’na doğrulatmak istemişler ancak kimse görüşmemiş, muhatap bulamamışlar. Haberde savaşmaya gidenlerle ve gitmek üzere olanlarla yapılan görüşmeler de var.

Türkiye’nin Afganistan’dan çıktıktan sonra 12 ülkede silahlı gücü var bildiğim kadarıyla. Bunların yarısına yakın bölümünde, NATO ve Birleşmiş Milletler çerçevesinde silahlı güç bulunduruyor. Geçen sene Katar’da yapılan Dünya Kupası’nda koruma ve güvenlik işleri de Türk Silahlı Kuvvetleri’ne verilmişti. Türkiye’nin yurt dışında, Asya’da, Afrika’da ve Avrupa’da, 12 - 13 ülkede birlikleri, askerleri bulunuyor ancak Irak, Suriye, Katar, Somali, Libya ve KKTC’de bizzat kendi iradesiyle görevlendirdiği askerler bulunuyor.

KKTC’de malum, 50 yıldır oradayız. Irak ve Suriye için tezkere gerekiyor, her iki ülke de ciddi bir alanda ve ciddi sayıda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin birlikleri bulunuyor. Bu ülkelerde bilhassa Suriye ve Irak’ta ne kadar sayıda asker ve teçhizat bulundurduğumuzu ‘güvenlik nedeniyle’ bilmiyoruz ancak binlerce Türk askerinin Suriye ve Irak’ta bulunduğu ifade ediliyor.

Somali’de Türkiye’nin ciddi bir askeri üssü epeydir bulunuyor. Somali ile askeri ve ekonomik ilişkiler iç içe geçmiş durumda - Somali topraklarında maden, altın dahil pek çok konuda yapılmış ekonomik anlaşmalar var. Türkiye’nin Katar’da da bir askeri üssü var. Üs kurmanın, asker barındırmanın ciddi maliyetleri oluyor, ciddi paralar harcanıyor. Başa dönersek, seferberlik ve savaş hal yönetmeliğine bu gelişmeler üzerinden bakmak gerekiyor. Ülkenin güneyinde, Suriye ve Irak ile - biri 40 yılı aştı, diğeri 15 yılı buldu neredeyse - askeri varlıklarımız var.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Irak ve Suriye sınırında 60 km derinliğindeki bir hattın temizlenmesi gerektiğini ifade etti, bunun için bu yaz harekatın başlayabileceğinin işaretlerini verdi. Gazze’de, Filistin’de soykırımı devam ediyor İsrail’in. Diğer tarafta Ermenistan - Azerbaycan savaşı/gerilimi yaşanıyor. Ukrayna - Rusya savaşı iki yıla yakın bir süredir devam ediyor. Balkanlarda her daim gerilim hakim durumda, Libya’da da aynı şekilde. Bölgemiz ve dünyamız bu durumda.

Genellikle otokratik ülkelerde seferberlik, savaş hâli gibi hususlar tek kişinin iradesine bırakılıyor. İstihbarat örgütü, ordu komutanlıkları, iç güvenlik, hepsi tek kişiye bağlı oluyor. Cumhuriyet tarihi boyunca yaşadığımız askeri vesayet rejiminde, askerlerin sahip olduğu alanların çoğu - Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde - otokratik rejimin başındaki kişiye geçmiş durumda, yeni rejimde askerlerin ve sivillerin yetkileri bir kişide toplanmış durumda. Seferberlik ve savaş hâli düzenlemesine, rejim , rejimin militarist politikaları, siyasal ve askeri nüfuz bölgeleri oluşturma istekleri üzerinden, böyle bir toplam içinden bakmakta fayda var.

Ö.M.: Ben de bir şey söylemek istiyorum; bir dinleyicimizin de hemen bizi uyardığı üzere, 17 Mayıs tarihli VOA’nın İngilizce versiyonundaki haber, Sirwan Kajjo adlı bir yazarın imzasını taşıyor. Yüzlerce Suriyeli paralı askerin, Türkiye tarafından Nijer’e son aylarda gönderildiği ve Ankara’nın ekonomik ve askeri çıkarlarını Batı Afrika ülkesinde kovalaması gerektiği söyleniyor. Bu da Britanya kökenli Suriye insan hakları gözlemcisi, çok sayıda Suriyeli paralı askerin Afrika’ya gönderildiğini, Türkiye’nin denetiminde olduğunu söylüyor. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nden Rami Abdurrahman söylüyor; Türkiye’nin kontrolündeki Suriye milliyetinden kişilerin, vatandaşların, Türkiye’nin desteklediği, Suriye’nin kuzey batısında denetiminde olan bölgelerden Suriyeli silahlı gruplarından da paralı askerler gönderildiği söyleniyor.

Ö.Ö.: Çok tartışılan SADAT bunun, paralı askerlerin koordinasyonunu yapıyor.

Ö.M.: Evet, en önemlisi de SADAT. Uluslararası Savunma Danışmanlığı diye mi çevireceğiz SADAT’ın ne olduğunu?

A.B.: Paralı askerler yetiştiren, eğiten bir teşkilat. Özgür Suriye Ordusu ve Suriye Milli Ordusu adı altında, kolordu büyüklüğünde olduğu söylenen bir orduyu Türkiye destekliyor ve yönlendiriyor. Türkiye tarafından desteklenen Suriye rejimine muhalif, İslami örgütlerden müteşekkil bir ordu varlığından söz ediyoruz. Nijer’de bu ordu burada kullanılıyor olabilir çünkü Suriye Milli Ordusu askerlerine de Türkiye maaş veriyordu. Doğrusu buralarda neler olduğunu yeterince bilmiyoruz ama sonuçta Irak ve Suriye’de ciddi bir askeri varlığımız - hem de muhaliflerden oluşan silahlı yapıları bulunuyor. Bunlar, Suriyeli Kürtlere karşı kullanılıyor, Esed rejimine muhalif oldukları için de destekleniyor. Ayrıca Suriye topraklarında konuşlanan Türk Silahlı Kuvvetleri ve desteklediği ordu, merkezden atanan görevlilerle birlikte; güvenlik, yargı, eğitim ve yatırımları yönetiyor, üniversite bile kuruyor, mahkemeler oluşturuyor. Anlaşılan Suriyeli askerler Nijer’de değerlendiriliyor. Türkiye’nin Afrika sevdası bayağı ciddi boyutlarda, Afrika’ya herkes hücum etmiş durumda. Ekonomik krizlerle boğuşan bir ülke olarak, yıllardır askeri harcamalara çok ciddi kaynak sarf ediyoruz.

Ö.M.: Evet, VOA’nın haberinde de zaten şu da belirtiliyor; Nijer’de askeri bir cunta var, darbe yaptı, demokratik başkanı devirdi geçen Temmuz’da, şimdi de Amerikan askeri varlığının sona ermesini istemiş. Sizin de söylediğiniz gibi, Fransa da askeri varlığını yitirdi orada geçen senenin sonunda. Şimdi ABD’nin de çekilmesinden bahsediliyor. Sormuş ama cevap alamamış VOA.

A.B.: Türkiye buralara çok ciddi kaynak harcıyor ama emeklisine ortalama 10 bin lira maaş veriyor.

Ö.M.: Şimdi emeklilerden de biraz bahsedelim isterseniz.

A.B.: Emeklisini süründüren bir ülke, Nijer’e asker gönderiyor, Somali’ye donanma gönderiyor. Türkiye’de AKP döneminde kamuda çalışanlar çok ciddi bir sayıya ulaşmış vaziyette; 22 yılda iki katından fazla, 2003’te 2 milyon 187 bin kişi olan kamu personel sayısı, 2023 sonunda 5 milyon 177 bine ulaşmış. AKP iktidarları boyunca kamuya gereğinden fazla eleman almış, memnun etmiş yandaşlarını. Bugün ülkede çalışan nüfusun %16’sı kamuda bulunuyor ve bu oran 2003’te %9, çalışan nüfusun altıda biri devletten maaş alıyor ülkemizde.

İktisadi daralma nedeniyle, Türkiye’de aktif sigortalı sayısında yani bilfiil çalışanlarda 2022’den 2023’e ciddi bir azalma oldu ancak pasif sigortalı dediğimiz emekliler, 2 milyona yakın arttı. Artışın sebebi EYT’lilerin devreye girmesi. Türkiye’de 16 bin 30 emekli var 2023 Aralık ayı itibariyle. Emeklilere bağımlı olarak yaşayan da 34 bin 813 kişi - ciddi bir kitle. Emekli ve bağımlı insanların ekonomik durumu çok kötü, gittikçe yoksullaşıyorlar, açlık sınırına yaklaşmış durumdalar ve hatta yoksulluk ve açlık sınırlarını geçmiş durumdalar. Türkiye’de emeklilik sisteminin, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun yapısı içler acısı, aktif - pasif dengesi çökmüş vaziyette. Normalde dört aktif sigortalının, bir pasif-emeklinin parasını ödemesi gerekirken, bu oran şimdi 1.6’ya inmiş durumda. İflas etmiş bir sosyal güvenlik sisteminden bahsediyoruz.

Bu nedenle, kamuda emekli maaşı bağlanırken ciddi kısıtlara gidiliyor. Normal çalışırken maaşı 100 lira ise, emeklilikte 50 - 60 lira bağlanıyor. Ortalama emekli maaşlarının büyük çoğunluğu 10 - 12 bin civarında. Emekliler kendilerini geçtiğimiz yerel seçimlerde ifade ettiler, bence ciddi de ifade ettiler çünkü bu ücretlerle geçinmek mümkün değil.

Askeri operasyonlara para harcıyoruz ve militarist bir güç oluşturmaya devam ediyoruz. Türkiye, 2002 - 2023 arasında askeri harcamalarda, askeri güç oluşturmada ve silahlı güç kapasitesinde dünyada ön sıralara çıkmış durumda - hem insan, hem de teçhizat bakımından. Militarist bir sanayileşme de artarak devam ediyor.

Irak, Suriye, Somali, Nijer, Libya... Bunların hepsini göz önünde bulundurduğumuzda, çok önemli bir milli savunma bütçesiyle karşı karşıya kalıyoruz. Buna karşın emeklilerdeki durum, ciddi bir sefalet.

Dün Ankara’da katılımı yüksek bir miting oldu, CHP nihayetinde emekliler için güçlü bir miting düzenlemeyi başardı. Emeklilerin maaş köleliği dediğimiz şey, aynı zamanda politik bir ilişkiyi de kapsıyor. Uzun yıllardır AKP’nin yoksulların üzerindeki illüzyonu, iktidar - maaş ilişkisi üzerinden yürüdü. Düşük maaşa razı olmak, vatandaş - iktidar ilişkisini köleliğe dönüştürüyor. Emekli üzerindeki iktidar ipoteğinin temel nedeni bu yapışkanlık olabiliyor.

Savunma bütçelerinden, askeri harcamalardan emekli yoksulluğuna uzanan böyle bir serüvenimiz var ve maalesef bunlar gözümüzün önünde cereyan ediyor. Yaşanan ekonomik sefalete savunma harcamalarıyla birlikte bakmak daha net bir görüntü verir, iktidarın neleri tercih ettiğini ortaya koyar.

Bugün aynı zamanda 27 Mayıs askeri darbesinin de yıl dönümü. Bu darbeyi, 22 - 23 yıldır yaptığımız programlarda konuştuk, dile getirdik, bilinmeyen yönlerine bakmaya çalıştık, daha az bilinen yönlerine karanlık yönlerine bakmaya çalıştık. Ayrıca Açık Radyo arşivinde 4 bölümlük 27 Mayıs programları da var.

Ö.M.: Yaptığımız programlar da bir çeşit 27 Mayıs belgeseli gibi ele alınabilecek türden.

A.B.: Bugün bu programlarda ikimizin de kurcaladığı hususların başında, 27 Mayıs darbesi ile NATO - ABD ilişkisi geliyordu. Bu konu ile yeterince ilgilenilmediği için onu deşmiştik, bu ilişkiyi ortaya koymuştuk. 27 Mayıs askeri darbesinin hep ‘antiemperyalist’ karakteri olduğu ileri sürülür, ABD ve NATO’nun sessiz kaldığı, ilgilenmediği belirtilmesine karşın, darbe bildirisinin sonu ‘NATO ve CENTO’ya bağlıyız’ diye biter ama bu durum hep görmezden gelinmiştir.

Bugün bunlara ayrıntılı olarak girmeye vaktimiz yok ancak 27 Mayıs’ın pekâlâ NATO, ABD ve CIA ile ilişkiler çerçevesi içerisinde bilindiği, darbeyi yapan subayların çoğunun Washington’da ve NATO’da, özellikle de NATO’nun bünyesinde yer alan kontrgerilla eğitimlerinden geçtiğini, bu örgütün Türkiye’deki karşılığının Genelkurmay Seferberlik Dairesi olduğunu, darbede görevli ve ilişkili subayların bu dairede çalıştığını belirtelim.

Darbecilerin Dışişleri Bakanı olarak atadığı - ki kendisi devrilen Menderes hükümetinin Dışişlerindeki en üst bürokratıydı - Selim Sarper’e ‘İçerisini biz hallederiz de dışarıyı nasıl halledeceğiz?’ diye sorar darbenin iki numarası General Madanoğlu. Selim Sarper de, ‘‘NATO ve CENTO’ya bağlıyız’ demekle, dışarıyı zaten halletmişsiniz’ der, onun üzerine o da Dışişleri Bakanı yapılır. Darbenin bu bölümü önemlidir.

Diğer bir husus Anayasa ile ilgilidir; Anayasa’nın ilerici ve demokratik hükümleri olmakla birlikte, 27 Mayıs Anayasası ile askeri vesayet rejiminin en önemli kurumu olan Milli Güvenlik Kurulu devreye girmiştir. Biz bunu da, 14 yıl önce yaptığımız belgesellerde detaylarıyla anlatmıştık. Anayasa Mahkemesi de 61 Anayasası ile devreye girdi. Bu iki kurul önemlidir, Anayasa Mahkemesi çok önemlidir, değerlidir. Yargı kurumlarının, yürütmenin gücünü sınırlayacak, denetleyecek pozisyona gelmesi çok önemli olmakla birlikte askeri vesayet rejiminin en önemli kurumu olan Milli Güvenlik Kurulu’nun da sisteme girmesi çok önemli ölçüde dikkat çekicidir. 14 yıl önceki programlarda 27 Mayıs’ı didik didik etmeye çalıştık. Üç tanesi bende bulunuyor, bir tanesi yokmuş.

27 Mayıs’ın diğer bir yüzü de yargılamalardır, üçüncü olarak ona değinelim. Yassıada Mahkemeleri, İstiklal Mahkemeleri gibidir, bir anlamda içinde bulunduğumuz rejimin son dönem mahkemeleri gibidir. Kesinlikle hukuki değil, siyasi mahkemelerdir. Bugün Selahattin Demirtaş’tan Osman Kavala’ya kadar, Gezi davasından Kobane davasına kadarki davalar neyse onlara benzer davalardır.

Yassıada Mahkemeleri idamla sonuçlanmıştır. 15 idam çıkmıştır, insanlar hasta hasta idam edilmiştir. Yargılamalar hem uluslararası hukuka, hem de cari hukuka aykırı bir şekilde gerçekleşmiştir. Türkiye tarihinde Başbakan, Dışişleri Bakanı ve Maliye Bakanı idam edilmiştir. Çok dramatik boyutları vardır, yeni nesil için 14 yıl önce de bunları bilmiyorlar demiştik ama zamanı kavramak için bunları bilmek önemli. Şimdilik bu kadar vurgu ile yetinelim, dikkat çekmiş olalım.

Ö.M.: Evet, olalım. Son cümle olarak da sık sık tekrarlanan bir şey var; demokrasinin en önemli temellerinden kuvvetler ayrılığı prensibinin çok önemli ve güçlü esaslara bağlanmış olduğu söyleniyordu Anayasa’da ama böyle bir şey olmadı tabii. Bunun da olmadığının altını çizelim. Ali Bey, çok teşekkür ederiz.

A.B.: Görüşmek üzere, iyi yayınlar.

Ö.Ö.: Görüşmek üzere.

A.B.: Hoşça kalın.