"Çok çeşitli düzeylerde insanlara haksızlık yapılmaya devam ediliyor"

Açık Gazete
-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete'de, KHK kararıyla görevine son verilen Barış İçin Akademisyenlerinden, yazar Murat Sevinç ile son alınan idare mahkemesi kararını konuşuyoruz.

""

Ömer Madra: Evet, Açık Radyo’dasınız, 95.0. Tekrar Açık Gazete’ye dönmüş vaziyetteyiz. ‘Bu Suça Ortak Olmayacağız’ bildirisine imza attığı için Ankara Üniversitesi'ndeki görevinden ihraç edilen Barış İçin Akademisyenlerinden, yazar Murat Sevinç hakkında göreve iade kararı verilmişti. Diken'de yazıyor biliyorsunuz ve sık sık programlarımıza da konuk etme fırsatı buluyoruz. Bin 128 akademisyenle birlikte 11 Ocak 2016’da KHK kararıyla görevine son verilmiş ve ihraç edilmişti. Şimdi 22. İdare Mahkemesi, Murat Sevinç ve toplamda dokuz kişiye göreve iade kararı vermiş. Ne olup bitiyor diye kısaca göreve iade kararının görüşmek üzere, ne olduğuna bir muhabir olarak kendisinden rica edelim ve ne durumda olduğunu anlatsın bize. Merhabalar, hoş geldin.

Murat Sevinç: Merhaba Ömer Bey, hoş bulduk, nasılsınız?

Özdeş Özbay: Merhabalar.

M.S.: Merhabalar.

Ö.M.: İyiyiz valla. İyi diyelim iyi olalım. Nedir durum bize lütfen özetleyebilir misin bir muhabir olarak?

M.S.: Evet, nöbetçi anayasacılıktan bugünlük muhabirlik... Çok teşekkür ederim davetiniz için, sağ olun. Tabii özetleyeyim. Siz de haklısınız, o kadar çok şey üst üste oluyor ki, ufak tefek karışıklıklar oluyor ki ben biraz önce sizin söylediğiniz şeydeki küçük bir karışıklığı gidereyim; Bin 128 akademisyenle birlikte ihraç edildiğimi söylemiştiniz ama bu aslında çok karışık bir iş. Bu tam bir Türkiye hikayesi. Metni ilk imzalayanların sayısı bin 128; ardından benim de içinde olduğum bin civarında akademisyen ve yazar destek imzası verdi. Yani kavga çıktıktan sonra ve hakarete uğramaya başladıktan sonra iki binin üzerinde oldu sayı toplamda. KYK’lar yayınlanmaya başlayınca - 15 Temmuz'un ardından ve tabii Olağanüstü Hâl Kanun hükmü kararnamesiyle böyle işler yapmak mümkün değil, Anayasaya aykırı, hukuka aykırı, bunları bir tarafa koyuyorum - idareye bir şey verdiler yani tabi herkesi tek tek, liste liste yapmaları mümkün değil. Üniversitelere de, üniversite yönetimlerine bir inisiyatif tanıdı yönetim ve onlar da işin doğrusu ne soruşturması yaptılarsa, canı kimi listeye yazmak istiyorsa yazdı ve aslında KHK listeleri böyle oluşturuldu.

Ankara Üniversitesi'nden de 100’ün üzerinde - 101 veya 102, ben bu rakamları tam hatırlamıyorum - akademisyen dönemin rektörü Erkan İbiş tarafından veya yönetim kurulu tarafından listelendi. Sonra inkar ettiler ama tabi ben listelemediğime göre bu listeleri birinin yapması lazım ve ihraç edildik. Bu ilk imzacı ve destek imzacısı olmak üzere toplam iki binin üzerinde akademisyen ve yazardan - ama ben akademide olduğum için yalnızca akademisyendim – 403 - 404 kişi toplamda ihraç edildi. Yani ilk günden itibaren böyle bir parçalı durum var. Allahtan geri kalanı ihraç edilmedi, bir sürü üniversite de bunu yapmadı, buna Vakıf üniversiteleri de dahil. Bilkent'ten tutun da Hacettepe'ye ya da Boğaziçi Üniversitesi’ne ya da pek çok vakıf üniversitesinde yani Sabancı, Koç gibi, bunların hepsinde iktidar vardı ve onlar bu KHK’yı atlattı, irtibat etmediler böyle bir rezilliğe ama bunu yapmak isteyen rektörlerin de eline böyle bir fırsat geçti. Bizim rektör de şu ya da bu gerekçeyle, çok da haz etmezdi zaten. Bir koalisyon doğmuştu biliyorsunuz 2015’deki Kasım seçimlerinin ardından Türkiye'de yeni bir koalisyon doğdu. AKP, MHP ve bir takım küçük partilerle kurulan o koalisyon başka bir siyaset benimsemişti ve biz de o siyasete uygun, ihraç edilen, bozkırdaki bir üniversite olan Ankara Üniversitesi’nden ve tabii Cebeci Kampüsü’nden çok sayıda, sadece Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 30’un üzerinde ki bu yaklaşık dörtte biri demekti öğretim üyelerinin, öğretim elemanlarının ve biz de o listelere konulduk, gönderildik. İki binin içinde 400 civarında kişi idik. Ben susim mi yoksa devamını...

Ö.M.: Lütfen yani insan hatırlamak da istemiyor galiba unutuyor, onun için bildiğim hikayeyi dehşet içinde bir kez daha dinlemeye çalışıyorum.

M.S.: Öyle hakikaten yani bu akıl fikir almaz bir hikaye çünkü öyle bir durum ki... ‘Herkes aynı metni imzaladıysa peki niye 400 kişi atıldı, diğerleri neden atılmadı?’ gibi korkunç bir soruyu da hiçbir zaman soramıyorsunuz. O arkadaşlarımız da, ‘Biz de imzaladık, niye yalnızca bu arkadaşlarımız atıldı?’ sorusunu arada bir gündeme getiriyorlar. Böyle saçma sapan bir durum. Tabi allahtan 400’de kaldı yani o koşullarda herhalde ‘yeter’ diye mi düşündüler ya da 7 Şubat 2014’te tasfiye eden yani bizim de içinde olduğumuz o 300 küsur kişilik tasfiye yeteri kadar ürküttü mü? Çünkü herkesi susturmak için herkesi atmaya gerek yok. Üniversiteyi susturmak için, iyice sessizleştirmek için ki zaten çok konuşan bir kurum değildi üniversite, muhafazakar bir yerdi ama olanları da iyice sindirmek için herhalde bu kadar atmak yeter diye düşündüler ve orada kestiler.

Ardından bütün Olağanüstü Kanun hükmünde kararnameleriyle atılan 100 binin üzerinde yani herhalde 120 bin, 130 bin - baksanıza yani sayılar bile 10 binlik dilimlerde - insan için yine ne idiği belirsiz bir kurum ihdas ettiler, geçici bir şey, o da Olağanüstü Hâl Komisyonu. Nedir bu? Yani yargı organına niye başvuruyoruz? Her neyse bu hukuksal tartışmalar bir tarafa ona başvurduk yani bütün atılanlar gibi akademisyenler de oraya başvurdu, biz de başvurduk. Çok kısa sürede verilebilecek kararlar için epeyce bir beklediler ve bize de özel bir tarife uygulandı; beş yıl beklediler. Beş yılın sonunda da zaten reddedeceklerini biliyorduk ve reddettiler. Dediler ki, ‘Bu adamlar terörle iltisaklı.’ Bu arada Füsun Üstel kararı çıkmıştı. Anayasa Mahkemesi, biraz zorlanarak da olsa 'ifade hürriyeti' olarak kabul etmişti o metni ama onu da umursamadı çünkü malum Anayasa Mahkemesi kararları Açık Radyo’yu bağlar, beni bağlar, sizleri bağlar ama bizde idari yargıyı bağlamıyor pek ya da istedikleri zaman bağlanabiliyorlar.

Beş yılın sonunda reddedildik. Peki niye beş yıl beklettiler? Çünkü idari yargıya başvuracağız ve ardından Türkiye bir hukuk devleti olduğu için zincirde diğer halka var. Yani ne kadar geç başvursalar o kadar iyi diye düşündüler çünkü eziyeti uzatmak da bizde, yönetimde istikrar ilkesinin, devlette istikrar ve uygulamada istikrar ilkesinin görüntülerinden biridir. İdari yargıya başvurduk ve idari yargı da üç ayda o kararı verebilirdi ama atladı ve bir şey de değil zaten. Orada Anayasa Mahkemesi’nin beraat kararı var. Sayımız çok olduğu için de idari yargılar arasında böldüler; 19, 20, 21, 22, 23, 24 diye gidiyor. Benimki 22 idare idi. Şimdi rakamları hatırlamıyorum ama diyelim ki 20 idare, arka arkaya ret kararları vermeye başladı ve sonra bir başka idari yargı arka arkaya iade kararları vermeye başladı. Yani idari yargının da kafası karıştı. Ortada bir metin var, bir mahkeme kararı var, bir Anayasa Mahkemesi kararı var. Anayasa Mahkemesi kararını görseler bir türlü, görmezden gelseler bir türlü... Tuhaf formüller geliştirmeye başladılar. Benim de içinde olduğum 22 idari yargı, neredeyse iki yıla yakın karar vermedi, 17, 18 ay sonra karar vermeye başladı. Baktık ki iade de veriyor, arada bir ret kararı da veriyor ve benimki tam iki yıl dolmak üzereyken yani ben Ocak 2021’de başvurmuştum ve iki yıl dolmak üzereyken - toplamda da yedi yıl - bir iade kararı oy birliğiyle çıktı.

Karara bakıyorsunuz ve zaten ilk günde herkesin bildiği şeyi ilan ediyor, diyor ki; ‘Yalnızca bu metni imzalamak terörle iltisak sayılmaz. Başkaca bir terörle ilgisi olduğuna dair bir belge, bilgi de bulunmamıştır.’ Tamam, yani şimdi bana bunu yaptı ama sizin de bildiğiniz Erhan Keleşoğlu, bundan iki ay önce aynı mahkemeden yani 22 idareden ilk ret kararını almıştı; 2014’te bir tweet’i retweet yapmış ve o tweet'te de birilerinin fotoğrafı varmış. Bunun davayla, dava konusuyla, atılma gerekçesiyle hiçbir ilgisi yok ama mahkemeler şimdi bunu yapıyor. Diyor ki, ‘Tamam, böyle bir Anayasa Mahkemesi kararı olabilir, bu adamın başkaca bir şeyi olmamış olabilir ama zamanında bir retweet yapmış, zamanında şöyle bir paylaşım yapmış ya da şu derneğe üyeliği var. Demek ki bunun bu organizasyonlarla bir iltisakı var.’ Çünkü iltisak ve irtibat diye bir şey uydurdular.



Ö.M.: Evet, sormak istediğim bir soru var ve bir dakikamız kaldı maalesef. Bundan sonra ne olmasını bekliyorsun? Bu kararlar uygulanabilecek mi yoksa başka yeni bir şey mi gelecek büyük bir belirsizlik içinde?

M.S.: O da parçalı dediğim gibi. Şu ana kadar çok arkadaşımız iade edilmedi. İade edilenler, üniversitelere hemen istinafa gidiyor yani temyize götürüyor. Mesela Ankara Üniversitesi pek çok üniversitenin yapmadığını yapıyor; yürütmeyi durdurma talebiyle götürüyor. Dolayısıyla dokuz arkadaşımız iade edildikten birkaç ay sonra yürütmeyi durdurma kararıyla yeniden görevden alındı, bütün haklarına yeniden el kondu ve başa döndü. Böyle bir ihtimal elbette hepimiz için var. İstinafta onaylanırsa da bu kez Danıştay’a gidiyor. Danıştay nihayetinde bir karar verecek ve bu iş zaten öyle bitecek, öyle görünüyor. Yani yargı süreci devam ediyor. Benimki yalnızca ilk derecede çıkmış - tabii önemsizdir demiyorum bu kararlar ama bir şey izlenimi de uyanmasın diye bunu söylüyorum. Yargı süreci henüz bitmediği gibi çoğu arkadaşımız, meslektaşımız henüz iade edilmedi ve edilenlerin bir kısmının göreve başlatılması geciktiriliyor. Göreve başlatılanların tazminatlarını edinmesi geciktiriliyor. Çok çeşitli düzeylerde, farklı kurumlarda, farklı üniversitelerde insanlara eziyet edilmeye ve haksızlık yapılmaya devam ediliyor doğrusu.

Ö.Ö.: Bu arada göreve iade eşittir tazminat hakkı da demek değil mi?

M.S.: Tabi, onun hesaplaması da başka bir alem. Yani aslında hakkınızın pek azını veriyorlar ama hiç kimse o tazminata dokunamıyor çünkü bir süre sonra yürütmeyi durdurmayla ya da istinat kararıyla yeniden görevden alınma ihtimaliniz var. Dolayısıyla alındığınızda o tazminatı da alıyorlar ve sizi başa döndürüyorlar yani yedi yıl öncesine dönüyorsunuz ve devam ediyor. Bu kez istinafta ve sonrasında da Danıştay’da devam ediyor. Bu baştan sona berbat bir hikaye ve ne yazık ki henüz sona ermiş değil. Evet, ben şu aşamada iade edildim ama üç ay sonra ne olacağı belli değil. Çok sayıda arkadaşımızın mağduriyeti ilk günkü gibi devam ediyor. Belirsizlik kadar berbat, vahim bir şey olamaz ve tabii bunu özellikle yapıyorlar. Bu parçalı kararlar her şeyin, o puzzle’ın bir türlü tamamlanmamasının nedeni de belirsizliği olabildiğince uzatıp insanların üç gün sonrasını ön görmesini engellemek. Ama ne yazık ki bunu yaşadık, yaşamaya da devam ediyoruz.

Ö.M.: Onun için geçmiş olsun dahi demekten de kaçınıyorum ama gene de çok teşekkür ederiz bu izahat için. Geri kalan gelişmeleri de zaman içinde tekrar konuşma fırsatı bulacağımızı umuyorum. Çok teşekkürler bilgiler için.

M.S.: Çok teşekkür ederim, iyi yayınlar, sağolun.

Ö.M.: Murat Sevinç ile beraberdik ve bu son durumları konuşma fırsatı bulduk.