Sezin Öney: "Dünyanın neresine gittiysem bir Açık Radyo dinleyicisiyle karşılaştım"

Açık Radyo'dan
-
Aa
+
a
a
a

Programcımız Sezin Öney, Açık Radyo 19. Dinleyici Destek Yayınının yedinci gününde Ömer Madra ve Eraslan Sağlam'ın konuğu oldu ve kısa bir gündem değerlendirmesinin ardından Açık Radyo serüvenini anlattı. 

Sezin Öney

(15 Nisan 2022 tarihinde Açık Radyo’da 19. Dinleyici Destek Projesi kapsamında yayınlanmıştır.)

(Bu metin hızlıca hazırlanmış bir ses kaydı deşifresidir, nihai biçiminde olmayabilir.)

Ömer Madra: Evet, şimdi Sezin'le görüşelim ve bakalım nasıl değerlendiriyor içinde bulunduğumuz durumu; hem radyo ve bir medya organı olarak hem de dünyada bu savaş ve iklim koşullarında, genel dünyanın ve Türkiye'nin durumu için de neler yapılabilir konusuna değinelim. Merhaba Sezin, hoş geldiniz. 

Sezin Öney: Merhaba, merhaba 

Eraslan Sağlam: Günaydın Sezin.

SÖ: Günaydın.

Özdeş Özbay: Günaydın. 

SÖ: Tam yayına girerken şu anda bir küçük köpek kavgası yaşanıyor. Bizim de her zaman olaylarımız olmazsa olmaz değil mi yani? Onların sesini duyarsanız, yani benim dışımda ekstra bir ses duyarsanız onlardan geliyor. Vallahi şimdi öyle bir dönemdeyiz ki bu Ukrayna savaşıyla ilgili, bu savaş bana kalırsa medyanın önemini bir kere daha fena halde ortaya koydu. Tabii özgür ve bağımsız medyanın ve genel olarak aslında bütün medyanın, çünkü koskoca bir ülke de yalanlarla kandırılabiliyormuş. Koskoca bir ülke hiç olmayacak birtakım şeylere inandırılabiliyormuş ve bu psikolojiyle savaşa sokulabiliyormuş. İşte aslında Rusya'da yaşadığımız tam bu, Rusya genelinde. Bazen Rus kanallarına da bakıyorum özellikle oralarda neler oluyor bitiyor diye, televizyon programlarına özellikle ve kimi zaman eğlence programları, kimi zaman işte bütün bu tartışma programlarında inanılmaz söylemler; “nükleer bombayı sallayalım da görsünler” vesaire gibi “geç bile kaldık” tarzı çığırından çıkmış haller. Sadece burada demek ki mesele Putin meselesi de değil, özgür basın ve medyada farklı seslerin duyuluyor olmasının da büyük önemi var. Eğer ki özgür bir basın olabilseydi Rusya'da savaş bugüne kadar gelebilir miydi, çok ciddi şüphelerim var açıkçası. 

ÖM: Evet, yok saydıkları şeyin -pardon sözünü kestim- durum, “savaş yok” filan diye hiç bahsedilmeyen durumda bir koskoca, on bir milyondan fazla insanın yerinden, yurdundan edildiği ve Ukrayna'nın çocuklarının üçte ikisinden fazlasının evini, yerini, yurdunu kaybettiği… Yani daha ne olabilir aslında? Bunu bir savaş ve vahim durum olarak, acil durum olarak saymak için daha ne olması gerek, bilemiyorum yani.

SÖ: Tabii bütün bu kandırılmışlık hali aslında gerçekten dediğim gibi sadece Rusya'da değil Macaristan'da da bu seçimler konusu zaten malum, bizim hep gündem konumuz Macaristan siyaseti sayemde. Ama bu sefer muhalefetin mesajlarının nasıl ulaşamadığı, gene orada da işte bütün bu adeta bir kristal fanusun içindeymiş gibi insanlar, tamamen dışarıdan gelen mesajlara kapalı olabiliyorlar. Bunu bir kere daha görmüş olduk tabii ki. Bundan dolayı da işte yani aynı zamanda Fransa seçimleri de medyanın gücünü gösteriyor bana kalırsa. Orada da Marine Le Pen imajını yeniden yarattı. Yıllardır gözümüzün önünde olan Marin Le Pen, birden bire başka bir, daha yumuşak imajla sanki merkez sağın temsilcisiymiş gibi, merkez siyasetin temsilcisiymiş gibi karşımıza çıktı, kedileriyle poz verdi. Marin Le Pen bir kedici bu arada. Biz hem kedici hem köpekçi bütün hayvanlarcıyız da Marine Le Pen özellikle kedilere düşkünmüş, bunu da bildirelim ve Bengal kedileri var kendisinin. Onlarla pozlar verdi böyle çok mırıl mırıl. 

ÖM: Dişi Bond gibi, yani daha doğrusu Bond filmlerinin o böyle yumuşak kedileri okşayarak poz veren korkunç, kötü adamlarının dişisi oluyor kendisi. 

SÖ: Kedilerin günahı yok tabii burada da Marine Le Pen’in tabii ki imajını geliştirmek için kedileri kullanma ve değiştirmek için kedileri kullanma durumu var ama kedi haklarını da koruyacağını söylüyor. Belki insan haklarından daha fazla koruyacak tabii ki. Bir de öyle bir durum var. Eğer Fransa'nın başkanı olursa veya genel vizyonunda, yani genel cumhurbaşkanlığı vizyonu ötesinde, kendi genel çizgisinde herhalde kedi haklarında daha düşkün gibi gözüküyor. Neyse, bütün canlıların hakları diyelim biz. Tabii bu arada medyayla ilgili diğer ilginç bir konu dai özgür medyanın eksikliğiyle ilgili diğer ilginç bir konu da Çin'de yaşandı. Çin'de malum bu Şangay'da bütün şehir neredeyse büyük bir abluka altında diyebiliriz. Neredeyse değil aslında, bütün bu Covid dolayısıyla, oradaki Covid vakalarının artması dolayısıyla, sıfır Covid politikası var malum Çin'in hala sürdürdüğü ve orada da çok ciddi karantina önlemleri, insanların herhangi bir şekilde devamlı test edilmesi ve pozitif olanların da evde değil de bir böyle birtakım izolasyon merkezleri, böyle dev merkezler yapılmıştı, orada olmaları vesaire gibi düzenlemeler söz konusuydu. Ama tabii burada çok sert davrandı hem polis hem bütün bu sağlık görevlileri ve bunun üzerine Şangaylılar arasında, ama genel olarak da yani Çin'deki bu politikaya karşı eleştiriler sosyal medyada paylaşılmaya başlandı ve üstelik de ilginç bir şekilde hashtag olarak açılan Amerika dünyadaki en büyük insan hakları ihlalcisidir gibi mesela bir hashtag’e katılarak. Yani bu tabii ki de işte orada devletin şey yaptığı bir propaganda olarak, aslında işte Amerika'nın insan hakları sorunları malum, ona bir şey demiyoruz, ama insan hakları konusunda işte yani Çin'e laf edilmesine karşı ve böyle genel olarak bir Amerika eleştirisi olarak böyle bir hashtag açılmış ve insanlar buna katılarak aslında işte yani biz beyaz bir lotus muyuz da böyle diyoruz. Bizdeki duruma bakın, bizde de işte bu covidle ilgili neler yaşanıyor şu an vesaire gibi insanlar şikayetlerini dile getirmeye başladılar. Ve bu da sansürlenemedi. Bu da böyle enteresan bir durum yarattı tabii ironik ve son derece ilginç ve bu aslında birkaç gündür böyle devam ediyor Çin'deki sosyal medyada, Oradaki Twitter, Weibo'da. 

ÖM: Yirmi altı milyon yanılmıyorsam değil mi şeyin Şangay’ın nüfusu? 

SÖ: Evet.

ÖM: Yani orta boy bir ülke, dünya ülkesi gibi bir şey bu ve hepsinin eve kapatılması, kiminin ilaç, kiminin yiyecek bulmakta bile sıkıntı çekiyor olması bu karantina tedbirleriyle ve bundan da hiçbir yerde bahsedilmiyor gene. 

"Gözlerimi neredeyse Açık Radyo’da açtım"

SÖ: Tabii tabii, yani bu işte o şikayetler vesaire haber olmuyor tabii ki. Haber olmayınca da ama haber yolunu buluyor bir şekilde. Bulmak zorunda da kalıyor. Şimdi Rusya’da tabii tezat bir durumu görüyoruz; Rusya kendi üstüne gelindiği ve işte tamamen o kendine kristal fanusuna kapattığı bir dönemde. Çin’de de tam tersi mesela 8böyle bir tartışma doğuyor. Bir toplumsal sorun işte sonuçta bütün bu sıfır covid politikası artık bir gerçekten sıkıntılı bir şeye de dönüşüyor. Dünya açılırken, tabii ki dünyada yavaş yavaş artık kovid aşılmaya bağışlanırken, hayat normale dönerken Çin'de tam tersi anormalliğe gidilmesi tepki çekiyor, konuşuluyor bunun üzerine. Ve işte mesela bir hatta bir köpeği de öldürmüşler yanlışlıkla falan filan böyle bir şeyde, çok sert biçimde tedbir alırken veya yanlışlıkla mı bilmiyorum ama yani öyle bir kaos olmuş ki bu da mesela yani… Hani tamam Amerika'nın insan hakları ama biz de burada köpekleri mi öldürüyoruz yani yanlışlıkla diye bütün bu tedbirler çerçevesinde. Bu eleştiriler işte yerini buluyor. Tabii bütün bunlar daha sakince konuşulabilse aslında sorunların çözümü de çok daha kolay olacak. İyi gazetecilik, iyi medya örnekleri hakikaten sadece eleştirmek için de değil, haberi verebilmek için, haberi dürüstçe verebilmek için bu gerçekten çok önemli o medyanın varlığı, o bağımsız medyanın varlığı. 

ÖM: Evet, bu noktada işte belki tekrar bir Eraslan’a dönüp şeyi söyleyebiliriz. Yani bizim de bunca yıldır, neredeyse yirmi yedi yılı tamamlamaktayız, yani daha yarısına geldik yirmi yedinci yılın ama amacımız bu sağlam, güvenilir ve doğru haberleri iletebilmek. Bunu da yapabilmenin en önemli yollarından biri de işte dinleyici desteklerine dayanmak tabii. Büyük ölçüde dayanmak. İstersen bir Eraslan’a bırakalım sözü. 

SÖ: Tabii. 

ES: Evet, Sezin hanım ve Ömer beyin söylemiş olduklarına çok az eklemem olacak. Tabii ki güvenilirlik burada ilk günden beri dile getirdiğimiz şey ve bu güvenirliğin UNESCO'nun da Dünya Radyo Günü'nde yapmış olduğu açıklamalara, metinlere dönüp baktığımızda bu güven ilişkisinin karşılıklı olarak sürüyor olması son derece mühim. Bunun da yolu, güvenilir olmakla, güvenilir haber yapıyor olmanın yolu da tabii ki kuşkusuz bağımsız bir medya organı olmaktan geçiyor. Açık Radyo’nun neredeyse bütün yayınlarında, yazılı ve sözlü yayınlarında dile getirmiş olduğu gibi hiçbir güce sırtını dayamaması son derece önemli bir mesele. Bunun da yolu bağımsız kalabilmekten geçiyor. Bağımsız kalabilmenin yolu da bir anlamda aslında ekonomik bağımsızlıktan da tabii geçiyor ve Açık Radyo’nun bu ekonomideki hedefi yani büyüyerek kâr yapan bir kuruluş değil, sadece kendi masraflarını çıkarabilen ve bağımsız kalabilen ve burada da eğer bir başka kuruluşa sırtımızı yaslamayacaksak, sırtınızı yaslayabileceğimiz tek bir yer var dinleyicinin kendi gücü. Dolayısıyla destekleri, bu anlamda Açık Radyo’ya yapılan destekler hayati derecede önem taşıyor ki bütün bu sözleri sizlere bağımsız bir şekilde, hiçbir şeyin etkisi altında kalmadan aktarabilelim. Yani bizim Açık Radyo olarak sırtımızı size yaslamaktan ve sizin de bu dünyanın içinde bulunduğu ortamda bizi sırtımızdan iteklemekten başka şansımız ve yapabileceğimiz hiçbir şey yok. O yüzden de desteklerimizi sürdürmek gerekiyor. 

ÖM: Evet, Sezin sen kaç yıldan beri Açık Radyo ailesinin bir parçasısın? 

SÖ: Vallahi bu soruyu başka biri de sordu ve ben hesap yapmakta zorlandım. Yani gözlerimi neredeyse Açık Radyo’da açtım desem yeri mi, bilmiyorum, o kadar zaman oldu. Benim için yani, kişisel tarihimde. Siz benimle gözlerinizi açmadınız tabii ama yani kaç yılımız var hakikaten?  Ömer Bey, siz iyi bir yengeç burcu olarak geçmişine düşkün ve şey… Benim hiç geçmiş anları böyle tarihleri koyacak zamanım olmuyor. Tarih eğitimim de var. 2010’dan beri, evet, Didem çok sağ ol, teşekkür ederim.

ÖM: Didem müdahale etti duruma, 2010. 

SÖ: Evet ya 2010. Düşünebiliyor musunuz? Ya hayatımdaki en istikrarlı şey kesinlikle oğlum ve Açık Radyo, öyle söyleyebilirim. Bir şey daha var, o da bana özel. 

ÖM: On iki yılı aşmış durumda. 

SÖ: Evet, evet. Ama yani gerçekten bu birkaç şey benim hayatımda… Yani bir de o kadar çok iniş çıkışlı bir hayatım oldu ki vallahi bu yıllarda, tam işte yavaş yavaş durulmaya başlıyoruz diyoruz gene başka sorunlar çıkabiliyor bazen. Neyse hepsini beraber atlattık. Yani “sizi sesimizden tanıyorum” diyenler, işte şey yapanlar, her zaman Açık Radyo’dan, “aaa Açık Radyo’daki Sezin sizin misiniz?” diyenler vesaire yani benim hayatımda o kadar büyük önemi var ki Açık Radyo’nun bütün bu badireleri, durumları atlatırken hayatında böyle kutup yıldızının kalıyor olması, bir demir kazığın oluyor olması bana de aslında şimdi fark ediyorum ki en çok destek olan şeylerden biri oldu. Belki de en çok destek olan şey oldu. Fazla da bir destek yoktu açıkçası. Dolayısıyla o beni düzende, nereye ilerleyeceğim, ne yapmam gerektiği konusunda hep orada bir yerde durdu. Bu benim için çok önemli. O yüzden bu ayrıca kendi hayatımda bu dönemde, işte bir dernek kurmaya çalıştım vesaire öyle bir şeyler de yaşadım bu aralar malum. Ve kurumsallaşmanın ne kadar önemli olduğunu o kadar iyi, bizzat tecrübeyle anladım ki bunu hep söylüyordum; kurumlar, uluslararası ilişkilerde, aslında daha doğrusu siyaset biliminde de başlı başına bir alandır çalışmak için. Kurumların neyi değiştirdiği, konulara nasıl etkileri olduğu, siyasi konulara ilgili ve bu kurumsallaşma işini Türkiye'de başarabilmek inanılmaz bir şey. Hakikaten de olan kurumların da her türlüsünü, sağlık kurumları olsun, medyadaki böyle Açık Radyo gibi kurumlar olsun, bizim için hem elzem olan, işte sağlık kurumları vesaire, onlardan oluyor, onlar zaten olması gerek. Onun ötesinde olması gerek ve kurulmuş, yapılmış gayet iyi işleyen yerleri de, düzgün işleyen yerleri dei dürüst işleyen yerleri de bizim gözümüz gibi bakıp korumamız lazım. Son dönemlerdeki özellikle tecrübeyle sabit ve zaten aklında olan şeylerdi bunlar, ama bir kere de kendi hayatında tecrübe etmiş oldum. Bir yeri kurmak çok zor. Oranın kurumsallaşmasını sağlamak çok çok çok daha zor. Yıllarca bunu başarmak, kişileri, bireyleri vesaire aşaraktan bir yeri bir kurum haline getirmek çok zor ve Açık Radyo bunu başarmış bir yer. Ve medyada başarmış bir yer, bunu da unutmayalım hakikaten.

"Bizi dinleyenlerin de sesini duymak çok mutlu edici bir şey"

ÖM: Sürdürülebilirlik kavramı üzerinde sık sık çeşitli programcı arkadaşlarımız ve onların konukları, bizim aldığımız konuklar da çok net olarak ifade ediyorlar, sürdürülebilirliğin ne kadar hayati önem taşıdığını, yani kurmak değil ama sürdürmek ve sürdürülebilir, dirençli bir şekilde sürdürülebilir olmak hakikaten muazzam önem taşıyor. Biz de şimdi alt slogan olarak basında güven diyelim ve milliyetten çalalım. Milliyet en güvenilir medya organı olarak kalırken. Biz de onlar gibi basında güven mi diyeceğiz? 

SÖ: Basında gerçi öz güven! Özü tırnak içine alalım yalnız, öyle özgüvenli olmak gibi değil de yani hakikaten gerçek güven diye bir şey de var. 

ÖM: Amiral gemisinin sloganını da alabiliriz, “Türkiye Türklerindir” deriz mesela, olmaz mı? 

SÖ: Türkiye tüm canlılarındır diyelim. 

ÖM: Evet, bence de. 

SÖ: Canlılar ya da en başta onun dışında bütün varlıklar diyelim. 

ÖM: Evet, buna yani hakikaten bir çeşit mini mucize olarak baktığımızda zaman zaman dile getiriyoruz, çünkü başlangıç zamanında çok etraflı bir şekilde üzerinde çalışmış, bütün bu “şu kadar sözel, şu kadar müzik programı”, işte bunların oranları, bütün her konudan, her tür müziğe ve her türlü görüşe, yoruma yer vereceğiz falan hepsini kurduk, “eh iyi artık işte bu bir sene rahat dayanırız” filan diye konuşmalar oluyordu, gayet net hatırlıyorum. Gerçi eh bir tarafta Atilla Aksoy, “hiç böyle bi şey yok, katiyen!” kurucularımızdan biri olan Atilla Aksoy, “bu sürüp gidecek, ömrümüz boyunca gidecek” demişti ama itiraf edeyim ki ben ve bazı kurucu arkadaşlarımız arasında o kadar sağlam, güvenilir görmüyorduk geleceğimizi. Ama oldu vallahi. Sayenizde efendim. 

SÖ: Evet, bu desteklerle ve hakikaten bağımsız kalarak ve bu desteklerin sayesinde bağımsız kalarak tabii ki işte bu destekler olup bütün bir yıl Açık Radyo’yu geçindiriyor. Bu çok önemli bir şey. Üstelik de bu hayat pahalılığında, bu dönemde bu aslında teknik işlerin iyice zorlaştığı da bir dönemde bu mümkün oluyor, olacak da daha. Türkiye'nin de ne hallerini göreceğiz kim bilir bu arada. Tabii hep Türkiye diyoruz da ben nereye gitsem, dünyanın neresine gitsem bir Açık Radyo dinleyicisiyle karşılaştım bu arada. 

ÖM: Ooo harika anlat! 

SÖ: Evet, yani bir kere her şeyden önce bütün Avrupa, Amerika, yani nereye adımımı attıysam… Çin'de görmedim bakın, Çin'de karşılaşamadım. Çin'e doğru bir açılım yapmamız lazım yalnız. Japonya, Tayland oralarda da var ama bizim bu Çin konusunu bir düşünelim Ömer bey, be dersiniz? Bu konuya eğilelim. Evde o kadar Çin de Çin neler oluyor… Benim de oğlum son derece çılgın bir Çin meraklısı. On yedi yaşında kendisi, Hazar. Ve sabahımız akşamımız evde bu konuyla geçiyor: Polit Büro.

ÖÖ: Şarkı göndersin bize şarkı. 

SÖ: Efendim. 

ÖÖ: Şarkı göndersin bize Çin'den. 

SÖ: Kore marşları falan dinliyor, enteresan şeyleri. 

ÖM: Vallahi hiç duymadık, dinleyebiliriz. Göndersin bize hakikaten. 

SÖ: Bayağı meraklılar, dolayısıyla müziğe falan da yani geleneksel olarak da böyle bir şeyleri var. Çünkü liderlerine öyle bir merakı var, Kim ailesine, Kim ailesinden bazı bireylere. Ondan dolayı şey var yani marşlarına diyip arada Sezin’in de bu müzik zevki konulu. Müzik konusunda başarılı bir insan değilim ona göre. Armut dibine düşmüş o yüzden. Yok, onun kendine göre var tabii sadece marş dinlemiyor da… Ya pop dinlemiyor, öyle şeyler dinlemiyor diyeyim.

ÖM: Evet, yani bu uzun yıllardan beri dünyanın dört bir tarafından da hem dinleyicilerimiz hem de katkıda bulunan dinleyicilerimizin de olması hakikaten sevindirici bir durum. Bunu hatırlattığın, bir kez daha hatırlattığın çok iyi oldu. Gerçekten bu, özellikle de tabii bu internet ile birlikte en büyük yararlandığımız şeylerden biri bu oldu, internet bağlantısı. Böylece hatırı sayılır bir diaspora da var dünyada ve gerçekten uzak diyarlardan gelen mesajlar ve de özellikle de bu dinleyici destek günlerinde ta uzaklardan gelen mesajlar insanı çok yüreklendiriyor ve cesaretlendiriyor diyebiliriz yani. 

SÖ: Tabii yani onlar hakikaten, hani o mesajlar da çok önemli, destek de önemli, desteğin her türü önemli, maddi ve manevi diyelim. O yüzden bizi dinleyenlerin de sesini duymak, onların da bir şekilde onlara eriştiğimizin bilgisinin geri gelmesi çok mutlu edici bir şey. Onu da her zaman bekleriz, öyle söyleyelim. 

ÖM: Evet, peki, bu bölümü böylece kapatabiliriz. Sezin çok teşekkürler bu sefer. 

SÖ: Bunca yıl bana tahammül ettiğiniz için çok teşekkür ederim, herkese dinleyenler ve Açık Radyo olarak. Öpüyorum. Daha güzel oluyor her şey gibime geliyor. Bilmiyorum, ufak ufak badireleri hep beraber atlatıyoruz. Biriktirmek de bu yılları güzel güzel gidiyor bence.

ÖM: Çok teşekkürler, görüşmek üzere diyelim.

SÖ: Görüşmek üzere. 

ÖÖ: Görüşmek üzere. 

ÖM: Sevgiler.