Türkiye’de ‘normalleşme’ sonbaharda dördüncü pik riskini doğurur mu?

-
Aa
+
a
a
a

Kayıhan Pala ve Osman Elbek, bu bölümde, Türkiye'nin 1 Temmuz'dan itibaren 'normalleşecek' olmasını ve bunun etkilerini masaya yatırıyor.

Normalleşmenin bedeli ne olacak?
 

Normalleşmenin bedeli ne olacak?

podcast servisi: iTunes / RSS

(24 Haziran 2021 tarihinde Açık Radyo’da Salgınlar Çağı: Pandemide Sağlık programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Merhabalar, günaydın, hoş geldiniz!

Osman Elbek: Günaydın!

Kayıhan Pala: Günaydın!

Özdeş Özbay: Günaydın!

ÖM: Evet, pandemide sağlık durumunda çok sayıda yeni haber var herhalde, rica edelim bir özetler misiniz neler olup bittiğini?

OE: Ömer Bey isterseniz bir fikr-i takiple başlayalım: Dinleyicilerimiz 27 Mayıs’taki programımızı hatırlarlarsa -ki o zaman sevgili dostumuz Özlem Azap’la birlikte program yapmıştık-, belediyelerin defin raporlarına atıfta bulunarak 1 Mart 2020 – 15 Mart 2021 tarihleri arasında resmen 29 bin küsur vefat olmasına rağmen aslında COVID-19 bulaşıcı hastalık ölümlerinin 45 bin küsur olduğunu, bu yüzden resmi sayısının ikiyle çarpılmasının doğru olduğunu öngörerek COVID-19 vefatını 100 bin civarında tariflemiştik. Hatta o program kimi haber portallarına da yansımıştı. Programdan sonra ne bir yalanlama ne bir doğrulama geldi. Ama dün kritik bir gündü, çünkü TÜİK geçen yılın ölüm verilerini açıklayacaktı ve gerçek rakamlara daha yaklaşabilecektik. Fakat TÜİK yapması gereken açıklamayı, istatistiki hesaplamalara devam ediliyor gerekçesiyle bilinmez bir tarihe erteledi. Öte yandan dün akşam Sağlık Bakanı Koca, yaptığı açıklamada “salgın sebebiyle 50 bine yakın vatandaşımızı kaybettik” cümlesinin arkasından dolaylı olarak “bir bu kadar daha sağlık hizmetinin yavaşlaması, vatandaşlarımızın başvurmaması nedeniyle de insan kaybettik” diyerek zımnen de olsa ilk kez 100 bin ölümü kabul etti gibi. Kayıhan ne dersin? Sürecin en başından itibaren sen ölüm raporlarına dikkat çeken bir bilim insanısın, sayın bakan da 100 bin rakamını böylelikle telaffuz etti mi?

KP: Çok haklısın, sayın bakan böylelikle en az 100 bin rakamını söylemiş oldu ama tarihi biraz daha geriye saracak olursak Osman anımsarsın, biz 2020 yılının 2021 değil, daha nisan ayında sağlık bakanlığının açıkladığından daha fazla olgu olduğunu değişik kaynaklardan yola çıkarak toplumla paylaşmıştık. Hatta işte hakkımızda soruşturmalar filan açıldı. Fakat birkaç ay sonra artık bu gerçek saklanamaz hale gelince Sağlık Bakanlığı aslında açıkladığının olgu sayısı değil hasta diye dünya ve literatürde tıp öğretisinde yeri olmayan bir şey olduğunu, bundan sonra olgu sayılarını açıklayacağını söylemek zorunda kalmıştı. Birdenbire bir gecede 10 Aralık tarihinde 1.190 bin olgu Sağlık Bakanlığı tarafından istatistiklere eklenmek zorunda kalmıştı. Biz geçtiğimiz yılın yaklaşık eylül-ekim aylarından bu yana açıklanan ölüm sayılarının da gerçeği tam olarak yansıtmadığını hem COVID-19’a bağlı doğrudan hem de dolaylı ölümler söz konusu olduğunda fazladan ölümlerin Türkiye’de epeyce ciddi bir yük getirdiğini yine değişik bulgulara dayanarak kimi zaman belediyelerin açıklamaları, örneğin CHP’nin 1 yıllık raporu -bunu sen de dile getirmiştin- ve bazı gözlemlere dayanarak gündeme getirmeye çalışıyorduk. Örneğin bizim Bursa’da yaptığımız ve önümüzdeki birkaç ay içerisinde de yayınlanmasını beklediğimiz bir fazladan ölüm araştırmasında 2020 yılı sonu itibariyle Bursa’daki bulaşıcı hastalık kaynaklı ölümlerin açıklananın çok üstünde olduğunu, Türkiye ile kıyaslandığına ve dünyadaki en fazla ölüm yükü olan ülkeler arasına girme potansiyelimizin olduğunu göstermeye çalışmıştık. Dolayısıyla dediğin gibi Sağlık Bakanı şimdiden 100 bin rakamını telaffuz etmiş oluyor. Bir de şunu anımsatalım Osman, 2020 yılında TÜİK tarafından açıklanan yıllık nüfus artış hızı 2019 ve öncesine göre çok düşük çıktı. Arada çok büyük bir fark var, hem bu konunun ilgili akademisyenleri, bilim insanları, hem de bazı siyasiler tarafından “ya ne oldu da birdenbire bu kadar düşük bir nüfus artışıyla karşı karşıya kaldık, bu açıklanmalı” diye epey bir zamandır bu sorunu da dile getirmeye çalışıyoruz. Ben de açıkçası bugünü özlemle bekliyordum TÜİK nasıl bir açıklama yapacak diye ama anlaşılan ne zaman olacağını bilmediğimiz bir tarihe ertelenmiş oldu. 

ÖM: Ben bir şey sorabilir miyim? Bu noktada TÜİK yani Türkiye İstatistik Kurumu ne gerekçeyle açıklamadığını söylüyor, bir gerekçe veriyor mu? Yani bu somut birtakım hesaplamalar ve rakamlar yani bunun daha fazla hazırlık gerektirecek, hele TÜİK gibi bu işle, sadece bu işle uğraşmakla görevli bir kurumun nasıl izah ettiğini birden ben merak ettim!

OE: Her zamanki gibi ciddi bir izah yok, istatistiki analiz verilerin devam ettiği ifade edilerek tarih de tanımlamadı, sadece “ileriye ertelenmiştir” dedi. Bu yüzden herhangi bir veri yok, cümleyi ifade edeyim size: “2020 haber bülteni, idari kayıtlardan üretilmekte olan istatistiklere ilişkin çalışmaların henüz tamamlanamamış olması sebebiyle ertelenmiştir.” 

ÖM: Yani işi tamamlamak onları değil mi? Başka bir işi yok yani TÜİK’in.

OE: Evet ama TÜİK enflasyondan her türlü veriye kadar güvenirliğini çok uzun bir süredir yitirdi, tıpkı pek çok kamu kurumunun güvenilirliğini yitirdiği gibi. Gerçekleri bir müddet saklayabiliyorsunuz ama rakamları ilelebet saklayamıyorsunuz, açıklanmak zorunda olduğunda da aslında güveni ortadan kaldırıyorsunuz, TÜİK’de de Sağlık Bakanlığı’nda da yaşanan süreç aslında bu. 

ÖM: Evet.

OE: İzninizle şimdi hem dünyaya hem Türkiye’nin verilerini de paylaşmak isterim. 22 Haziran DSÖ raporuna göre global düzeyde vaka sayılarımızda %6’lık azalma olmakla birlikte Afrika’da ciddi bir artış var salgında; vakalar %39, ölümler %38 oranında arttı. Benzer bir şekilde Avrupa’ya baktığımız zaman 100 binde vaka sayısı da Birleşik Krallık ilk kez birinciliğe oturdu 100 binde 92 ile, ki delta varyantı bunun temel nedeni. Geçtiğimiz hafta içerisinde Birleşik Krallık vaka sayıları %33 oranında arttı. İkinci sırada ise Rusya var –ki 2 ülke de bizi çok yakından ilgilendiriyor. Rusya’da 100 binde 74 vaka oranı var ve %31 oranında vaka sayısı artmış durumda. Avrupa’nın üçüncüsü de Türkiye 100 binde 47 vakayla. Bu noktada ifade etmek gerekir ki, delta varyantını herkes suçluyor ama hani Kayıhan’a da sormak isterim, etrafındaki pek çok kişi de hep “ya bu mikroptan kurtulamayacak mıyız? Mikrop nasıl bir şey durmaksızın varyantlar üretiyor” diyerek suçu mikroba yıkıyor. Halbuki delta varyantı bildiğiniz üzere Hindistan’da ilk kez saptandı, Hindistan gibi yakın zamana kadar yoksul ülkeler için çok büyük bir aşı fabrikası olan inanılmaz düzeyde fazla miktarda aşı üretebilen bir ülke. COVID-19 pandemi sürecinde patent sorunu nedeniyle çok az aşı üretebildi oysa ve ülke nüfusunun çok azına, %4’ünden azına aşı yapabildi. Aslında bu aşı patenti nedeniyle aşıların üretilememesi, bir de Hindistan’da tıpkı Türkiye’deki gibi bir yerel seçim sürecinde yaşanan lebalep kongreler aslında bu varyantların temel nedeni. Bu yüzden hani tabir-i caizse, bir mikropluk aranacaksa mikrobun kendisinde değil insan uygarlığında, sistemin kendisi olduğunu aranması gerektiğini düşünüyorum. Patentler sorun olmayıp yaygın bir aşı üretimi olsaydı, siyaset mekanizması kendi bekası için yaşadığı ülkenin halkını bilerek hastalığa ve ölüme göndermeseydi kongreler nedeniyle belki de biz bugün delta varyantını konuşmayacaktık. Ne dersin Kayıhan, gerçekten mikrop mu sorun? 

KP: Elbette sorun dünya düzeninde gizli Osman ama önce virüslerle ilgili bir şey anımsatalım, virüsler kendi başlarına yaşama olanağı olmayan varlıklar, yaşamak için bir başka canlı hücreye ihtiyaç duyuyorlar insan hücresi, bir hayvan hücresi gibi. Hepimiz gibi virüs de yaşamak için sürekli evrim geçirerek yaşama şansını arttıracak bir yaklaşıma sahip. Dolayısıyla biz virüsleri yeterince tanımadığımız, koronavirüsleri yeterince tanımadığımız için her yeni varyant sanki bir başka komplo teorisine dayanak oluşturuyormuş gibi algılamaya çalışan bir kesim var. Oysa senin de söylediğin gibi biz bu virüs salgın yaptığı sırada küresel olarak bunu baskılayabilecek bir yaklaşımı gündeme getirebilseydik, özellikle aşı bulunduktan sonra o zaman bu kadar yeni varyantlar karşımıza çıkmaz durumda olabilirdik. Bakın şimdi delta varyantından söz ediyoruz, bir de ‘delta plus’, ‘delta artı’ demek belki Türkçe daha doğru, onun da bir yeni varyantını konuşuyoruz. Üstelik bu yeni varyant Hindistan’da gelişmiş olmasına rağmen ilk kez senin de bildiğin gibi Public Health England tarafından İngiltere’de 7 Haziran tarihinde tanımlandı ve şimdi hızlıca ‘delta plus’ın da Amerika, İngiltere, Portekiz, Japonya, Polonya, bizi de ilgilendiren Rusya’da karşımıza çıktığına ilişkin bilimsel veriler var. Dolayısıyla biz salgını baskılama konusunda küresel olarak başarısız kaldıkça bu koronavirüs ve bundan sonraki virüsler evrim geçirerek hayata daha fazla tutunmak için yeni varyantlarla, yeni endişe verici varyantlarla karşımıza çıkma potansiyeline sahip. 

OE: Peki Türkiye’ye biraz projeksiyonu çevirsek, Türkiye bu baskılama sürecine, özellikle 1 Temmuz’da her şeyin normalleşmesine dair işaret verdiği ortamda nasıl sağladı ve sağlayacak? Çünkü Türkiye’de bugün itibariyle 100 binde vaka sayısı 47 ancak her ilde aynı değil. Örneğin 4 ilde 100 binde 100’ün üstünde olduğunu biliyoruz. Sadece Adana, Hatay ve Osmaniye’de salgının bugün itibariyle 100 binde 10 vakanın altında yani kontrol sınırının altında. Sıkıntılı taraf, bu bir hafta içerisine 27 ilde de 100 binde vaka sayılarının artışa geçtiğinin de farkındayız. Yine haziran ayına bakarsak 1 Haziran’dan bugüne kadar 78 binlere kadar düşürdüğümüz aktif vaka sayısının 90 bin sınırına geldiğini ve sadece haziran ayında 4500’ü aşan aktif vakanın bu havuza girdiğini de görüyoruz. Böylesi bir ortamda, hem de Coronavac aşısının delta ve delta artı varyanta karşı ne kadar etkili olduğuna dair hiçbir bilimsel araştırmanın olmadığı bir ortamda 1 Temmuz’da her şeyi normalleştirmenin bedeli ne olacak? Bu vesileyle de dün sayın bakan 134 kişide delta varyantı tespit edildiğini ifade etti. Türkiye’de genomik analizin çok az yapıldığını düşünürsek bu 134 sayısı ve bu serbesti Türkiye’ye sonbahardaki dördüncü pikin tehlikesi riskini var ediyor mu sence Kayıhan?

KP: Osman bence bu soruya iki bileşen üzerinden yanıt vermemiz gerekir. Birincisi eğer BioNTech gibi güçlü bir aşıyla günde 1 milyonun üstünde aşılamayı önümüzdeki 2-2,5 ay sürdürebilecek olursak biraz rahatlama olanağımız var. Ancak sen de görmüşsündür bakan dün bir açıklama yaptı, şu ana kadar Türkiye’ye gelen toplam aşı dozu 60 milyonun biraz altında ve bunun işte 24,5 milyonu yalnızca BioNTech. Dolayısıyla bizim 60 milyon insanı 120 milyon dozla aşılamamız gerektiği bilindiği için önümüzdeki 2-3 ay boyunca BioNTech’le ikinci aşılar da dahil olmak üzere bu kadar hızlı ve şu anda bizi memnuniyetle karşıladığımız bir pozisyona sevk eden aşılama sürece devam edecek mi etmeyecek mi? Birinci soru bu, eğer devam ederse biraz rahatlarız. İkincisi senin de vurguladığın, bizim de uzun zamandır vurguladığımız Türkiye’nin endişe verici varyantları ne kadar yakından takip edebileceğiyle ilgili. Delta varyantı saptanan 134 kişi, dünyadaki diğer ülkelerde kıyaslandığında hiçbir şey. Yani şu anda bir risk olmadığı söylenebilir ama biz çok az genomik analiz yaptığımız için bu sayı bize Türkiye’deki gerçek örüntüyü vermek açısından yeterli bir sayı değil. Ben önümüzdeki birkaç ay içerisinde dünyanın durumuyla birlikte Türkiye’de de yeniden bir henüz kontrol altına alınamayan salgın dalgasında tepe noktasına doğru yükseliş olabileceğini öngörüyorum. Eğer aşılamada istediğimiz noktayı yakalayamazsak ve bu endişe verici varyantları yakından izleyip gerekli önlemleri alamazsak. Gerekli önlemlerden kastım şu; az önce söyledin haftalık gene insidans olgularına göre 4 ilde 100 binde 100’ün üstünde 3 ilde 100 binde 10’un altında vaka sayıları. Dolayısıyla biz Türkiye’de 3 ilde salgını kontrol altına almışız ama geri kalan 78 ilde kontrol altına alamamışız, 4 ilde ise bayağı ciddi bir şekilde salgın etkisini hissettiriyor. O zaman bizim il bazında, gerekiyorsa ilçe bazında yakından takip edip endişe verici varyantlar üzerinden de önlem alarak bu süreci yönetmemiz beklenir. Ancak Türkiye’nin geçtiğimiz 1,5 yıldaki salgın yönetimi deneyimi böyle bir yönetsel anlayışın, salgının yükseldiği yerlerde bir baskılama girişimini karşımıza çıkma ihtimalini azaltıyor. Bu yüzden ben dünyanın bazı yerlerinde beklendiği gibi bu yılın dördüncü çeyreğinde bir risk görüyorum doğrusu. O riski azaltmak için de şimdiden kamu yönetiminin, salgın yönetiminin ciddi önlemler alması gerektiğini bir kez daha vurgulamak isterim. 

ÖM: Ben de iki şey sorayım izninizle, yani aktif vaka tabiri kullanıldı biraz önce, onun tam ne olduğunu bir kez daha açıklarsak belki benim gibi bu konuya tam hakim olmayan dinleyicilerimiz arasında insan varsa daha netleşebilir. Bir de kamu yönetiminin ikinci soru olarak “kamu yönetimi tedbirlerini arttırmalı” dediniz ama bireylere, tek tek vatandaşlara düşen şeylerden ne yapılması gerektiğini bir kez daha hatırlatmak gerekiyor yani tedbir anlamında, bu açılmadan sonra özellikle. 

OE: Aktif vakadan kastımız aslında COVID-19 hastalığına yakalanmış kişilerden iyileşmiş olanları ve vefat etmiş olanları çıkarıyoruz. Yani hastalığın etkisinin devam ettiği, halihazırda hastanede veya evde izolasyon altında olan toplam hasta havuzunu tarifliyoruz. Bunu kabaca günlük şuradan takip edebiliriz: eğer günlük olarak tanı koyduğumuz vaka sayısı iyileşmiş hasta sayısından fazla ise biz bu COVID-19 havuzuna yeni hastalar ekliyoruz demektir. Bu yüzden ancak günlük iyileşmiş sayımız günlük saptadığımız hasta sayısından daha fazlaysa biraz salgını baskılamaya başladık anlamına geliyor. Bireysel önlemlerdeyse hâlâ maskeye ve aşılansak bile fizik mesafeye devam etmek gerekiyor çünkü Türkiye salgını baskılayamamış bir ülke. Kritik nokta zamana uyarlı temel üreme katsayısı yani artık hepimizin bildiği bulaşmanın dinamiğini gösteren sayı 1’e çok yaklaştı Türkiye’de 0.98. 1’in üstüne çıktığı durumda yani her bir kişi 1’den fazla kişiyi hasta ettiğini anladığımız durumda bu pikin riskinin daha çok artacağını biliyoruz. Oysa 1’e çok yakın değerdeyiz. Bir de ilginç olarak Türkiye, örneğin Hindistan, Nepal, Pakistan’dan gelen kişileri delta varyantı nedeniyle 14 gün zorunlu karantinaya tabi tutuyor -doğru bir uygulama- ama delta varyantının %90’ları aştığı, İngiltere, Rusya gibi ülkelerden gelen kişilerde ise sadece PCR negatifliğini yeterli görüyor. Şimdi eğer sorun delta varyantı ise o zaman soruyu şöyle sormak lazım; Hindistan’dan, Nepal’den, Pakistan’dan gelen insanların suçu ne? Onlar karantinaya giriyor da Rusya ve İngiltere’den yani delta varyantının çok fazla olduğu ülkelerden gelenlere sadece PCR bakıyoruz veya tersi Rusya ve İngiltere’den gelenlere neden karantina uygulaması yapmıyoruz? Bu durum kamu otoritesinin karar alırken ne yazık ki bir bilimsel kriteri tanımlamadığını, turizm gibi ekonomik kriterleri daha ön plana çıkardığına işaret ediyor. Evet aşıda gerçekten çok iyiyiz, günlük itibariyle her 100 kişiden 1’inden daha fazlasını aşılıyoruz. Çin’le birlikte dünyanın ilk iki sırasındayız bugün itibariyle. Ancak bugün artık birazcık daha aşının sadece niceliksel değil hangi ortamda aşı uygulamalarının yapıldığını da konuşmamız lazım. Birinci basamaktaki Sağlıkta Dönüşüm Programı sonrasında sağlık ocağı sisteminden aile hekimliği sistemine geçme yani aslında bir hekimle bir aile sağlığı elemanına tüm hizmeti bırakmak -ki pek çok yerde de aile sağlığı elemanının olmadığını da biliyoruz- ne anlama geliyor. Kişisel hayatımda 1993-95 yıllarında polyo aşılaması kampanyası yapmış bir hekimim. O dönemde sağlık ocağında bir ekip vardı, ekip gerçekten sahaya çıkardı ve insanlara ekip olarak ulaşıp aşılamaya çalışırdık. Bugün ise “bize gelin” diyoruz hem de davet ettiğimiz yerler aile hekimliği gibi çoğu zaman bir apartman altı yerler. Kayıhan böyle bakarsan Sağlıkta Dönüşüm Orogramı aslında bizi aşılama altyapımızı sekteye uğrattığını düşünür müsün? Ne dersin?

KP: Osman, şu anda Türkiye’de özellikle birinci basamak ASM’lerde gerek aile hekimleri gerekse de ASM elemanları canla başla aşı yapmaya çalışıyorlar ama senin de söylediğin gibi sistemden bağımsız bunu değerlendirmek mümkün değil. Eğer Türkiye’de sağlık ocakları sistemi ortadan kaldırılmamış, aksine kentlerdeki ihtiyaçları da gözetecek biçimde desteklenmiş olsaydı bugün Türkiye çok daha kolay ve çok daha yüksek sayıda aşı yapma potansiyeline sahip olabilirdi. Maalesef ekip hizmetinin ortadan kaldırıldığı, birinci basamağın bir tür muayenehanecilik biçimine dönüştüğü ve öyle ki ne binalarının kamu tarafından sağlanmak zorunda kalındığı ne de gereksinimlerinin kamu tarafından karşılanmak zorunda kalındığı bir yapıya büründürülerek gerçekten pandemi sırasında da aile hekimlerinin haklı olarak yakındıkları bir dünyada örneği olmayan model karşımıza çıkartılmış oldu. Çünkü dünyada da çok başarılı örneğin Küba’da aile hekimliği sistemleri var ama Türkiye’deki sistem bununla ilgili bir sistem değil. Eğer sağlık ocakları desteklenerek kentlerdeki -bir kez daha söyleyeyim- ihtiyaçları da karşılayacak biçimde dönüştürülerek bölge tabanlı ekip hizmetinin güçlendirildiği biçimde hizmet sunmaya devam ediyor olsaydı o zaman Türkiye bugün aşı konusunda çok daha ileri aşamada olabilirdi. Yapılan aşı sayısının günde 1-1,5 milyonu geçmesi Türkiye’nin 1920’lerden bu yana getirdiği aşı kültürü ve sağlık çalışanlarının özverili çabalarıyla bugün sürdürülebilir durumdadır. Buna bir de sağlık sisteminin katkısını ekleyebilmiş olsaydık gerçekten çok daha iyi olurdu Osman.

OE: Şarkı için sözü sana bırakacağım ama müzik yasağına takılmayalım olur mu Kayıhan? Nerede, ne zaman müzik dinleyeceğimiz de belirleniyor biliyorsun. Lütfen ona takılmadan başımıza bela getirmeden bir şarkı seçmişsindir umarım. 

KP: Osman müziğin hayatımızda çok büyük önemi var, yani sen herhangi bir müziksiz gün düşünebiliyor musun? Sevindiğimizde, hüzünlendiğimizde, hayatımızın keyif alma anlarında dolayısıyla müzik ve sanat gerçekten insanı insan yapan çok önemli kavramlar. 

ÖÖ: 35 bin yıllıkmış!

KP: Onu bilmiyordum.

ÖM: Daha bugün söyledik, evet. Yani bir mağarada 35 bin yıllık flüt bulunmuş 

ÖÖ: Evet flüt bulunmuş.

KP: Harika! Dolayısıyla müziğin hayatımızda gerçekten büyük önemi var. Bugünkü parçamızı Pink Floyd’dan seçtik. Biliyorsun Türkiye’de ve dünyada bu pandeminin yükü çok ağır oldu, sevdiğimiz insanları aramızdan aldı. Artık aramızda olmayanlar için Pink Floyd söylüyor ‘Wish you were here’.

ÖM: Çok teşekkür ederiz.

ÖÖ: Görüşmek üzere. 

ÖM: Görüşmek üzere.

KP: Hoşça kalın!

OE: Hoşça kalın!