Pandemi nereden çıktı sorusuna yanıt: "Kendi kurduğumuz uygarlık"

-
Aa
+
a
a
a

Covid-19 pandemisi enfekte bir hayvan yoluyla mı başladı yoksa bir laboratuvar hatasından mı kaynaklandı? Veya virüs biyolojik bir terör için mi üretildi? Uzmanlarımız yeni yayınlanan bilimsel bir makaleden aktarıyor.

Doğaya zarar veren insan faaliyetlerinin olduğu bir illüstrasyon
Pandemi nereden çıktı sorusuna yanıt
 

Pandemi nereden çıktı sorusuna yanıt

podcast servisi: iTunes / RSS

(21 Temmuz 2022 tarihinde Açık Radyo’da Salgınlar Çağı programında yayınlanmıştır.)

(Bu metin hızlıca hazırlanmış bir ses kaydı deşifresidir, nihai biçiminde olmayabilir.)

Ömer Madra: Günaydınlar Osman bey, Kayıhan bey.

Osman Elbek: Günaydın herkese.

Kayıhan Pala: Günaydın.

Özdeş Özbay: Günaydın.

ÖM: Evet, Covid vaka sayılarında büyük katlanmalar görülüyor. Çeşitli yayın organlarında hem Türkiye'de inanılmaz rakamlardan bahsediliyor hem de dünyada da bu uyarılar peş peşe geliyor. İsterseniz onunla başlayalım, değil mi?

OE: Elbette Ömer bey ama isterseniz Covid’in yıkımını, ne kadar yıkıcı bir hastalık olduğunu ölüm verileriyle izah edelim: Avrupa Birliği İstatistik Ofisi birkaç hafta önce Türkiye'nin 2020 yılında, bir ülkeye dair yayınlamadığı verilerin aksine 27 Avrupa Birliği ülkesinin ölüm verilerini yayınladı. Şunu gördük çok özetle: 27 Avrupa Birliği ülkesinde beklenen yaşam süresi 2019 yılında 81.3 yıl iken, 2020’de bu 80.4 yıla düştü. Yaklaşık bir yıl kayıp oldu. Bir yıl bazı dinleyicilerimiz açısından önemsiz gelebilir ama şunu söylemek isterim, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Avrupa ilk kez beklenen yaşam süresini kısalttı. Bir savaş kadar, bir dünya savaşı kadar yıkıcı Covid-19. Her ülkede aynı mı? Hayır. Örneğin İspanya'da beklenen yaşam süresindeki kayıp 1.6 yıl, Norveç ise 0.3 yıl kazandı. İspanya 1.6 altı yıl kaybederken Norveç az da olsa kazandı. Bu aslında Covid-19’un ülkenin sağlık politikasıyla birlikte ne kadar etkileştiğini, ölümün bir kader olmadığını, bir tercih olduğunu, her tarafın yıkılmadığını çok iyi gösteriyor. Tabii Türkiye hâlâ 2020 yılı ölüm verilerini yayınlamadı. Yayınladığı zaman, tahminim odur ki, Türkiye'de de beklenen yaşam süresinin kısaldığını göreceğiz.

ÖÖ: Özür dilerim Osman bey, üç yıl daha kazanmak nasıl olabiliyor?

OE: 0.3 üç yıl. Yani Norveç beklenen yaşam süresini arttırdı.

KP: Ben bir şey söyleyebilir miyim?

OE: Tabii...

KP: Şimdi aslında o 0.3 yıl, Norveç'in uyguladığı doğru düzgün politikalar nedeniyle normalde beklenen, doğumda beklenen yaşam ümidi artışında bir azalma olmadığını gösteriyor. Norveç, özellikle kendi çevresindeki ülkelere bakıldığında Covid-19 pandemisinden en az yükle çıkmayı başaran ülkelerden bir tanesi olduğu için bu yansıma olmadı. Bir de şunu da söylemekte yarar var, aslında bu bir yıl civarındaki, doğumda beklenen yaşam ümidi kayıpları sosyal sınıflar arasında çok daha fazla. Özellikle alt sosyoekonomik durumda olan sınıflarda bunun beş yıla kadar çıkabildiğine ilişkin de bazı öngörüler ve hesaplamalar var.

ÖM: Büyük bir eşitsizlik var yani. Gelir dağılımına da yansıyor tabii.

KP: Kesinlikle.

OE: İspanya için özel bir durum var, hatırlarsanız huzurevleri'nde çok büyük ölümler olmuştu. Hangi huzurevlerinde? Devletin, kamunun elinde olmayan, özel, özelleştirilmiş huzurevlerinde çok büyük ölümler olmuştu ve İspanya huzurevlerini kamulaştırmıştı. Covid-19, sağlık sisteminin, bakım sisteminin özelleştiği, kamunun elinde olmadığı yerlerde daha yüksek sayıda ölümlerle seyrediyor. Ömer bey, sizin vurgunuza gelirsek; gerçekten dünya ve Türkiye yeni bir dalganın çıkan kolunda. Dün 20 Temmuz itibariyle Dünya Sağlık Örgütü’nün durum raporu yayınlandı; dünya çapında altı milyondan fazla hasta tanı aldı, 11 bini aşan ölüm var. Batı Pasifik, Amerika ve Güneydoğu Asya'da vaka sayıları artıyor. Güneydoğu Asya, Doğu Akdeniz ve Amerika'da ise ölümler artıyor. En çok vaka saptanan beş ülkenin üçü Avrupa'dan: Fransa, İtalya ve Almanya. Geçtiğimiz hafta içerisinde bu ülkelere yeni bir ülke olarak Japonya katıldı. Ölümlerde de, hani “ölümcül seyretmiyor” iddialarının aksine, örneğin İtalya en çok ölümün görüldüğü beş ülkeden biri. İtalya'daki aşı oranıyla, Türkiye'deki aşı oranı kıyaslanamayacak ölçüde farklı, İtalya çok daha fazla aşı yapmasına rağmen. Bir kere daha, Covid-19’un, özellikle kronik hastalıkları olanlarda, ileri yaşta ciddi ölümlere neden olduğuna işaret ediyor. Öte yandan Türkiye açısından da vaka sayılarımızın kendisi gerçekliği ifade etmiyor. Çünkü açıklanmadığı için ne kadar test yaptığımızı bilmiyoruz ama gözlemlerimiz çok az test yaptığımız yönünde. O yüzden evet, dün akşam açıklandığı üzere günlük ortalama vaka sayımız 11-17 Temmuz'da 32 bini biraz aşmış durumda ama öngörülerimiz bunun bize benzer nüfusu olan Almanya'da olduğu gibi yüz binleri aşmış olması yönünde. Bu yüzden kendi sayısından ziyade artış oranı çok daha kritik. Örneğin 11-17 Temmuz'da saptadığımız vaka oranı bir önceki haftayı ikiye katlamış durumda. Son dört haftadır böyle gidiyoruz; her hafta bir önceki haftayı ikiye katlayarak gidiyoruz. 30 Mayıs - 5 Haziran haftasına göre kıyasladığımız zaman - Türkiye'de en düşük vaka sayımız o haftada saptanmıştı- 31 katlık artış var.

Sağlık Bakanlığı'nın sitesinden veriler neden silindi?

ÖÖ: Sağlık Bakanı Koca 40 kat demişti.

OE: Zaten tam da onu vurgulayacağım Özdeş bey, Sağlık Bakanı Koca 40 kat demişti. Sağlık Bakanlığı'nın açıkladığı verilerde biz 40 katı göremiyoruz. Bakanın masasında başka rakamlar var mı, bilmiyorum.

KP: Osman, bir araya girebilir miyim? Şöyle, aslında göremiyoruz diyorsun ama dün akşam açıklanan verileri şu anda silmişler. Sağlık Bakanlığı'nın Covid-19 bilgilendirme platformunda yine 4-10 Temmuz var, sonrası yok.

ÖM: Bu ne demek?

KP: Yani kusura bakmayın gülüyorum ama gerçekten ağlanacak halimize gülüyoruz. Dün akşam Osman'ın söylediği 11-17 Temmuz verilerini, haftalık vaka sayısı ve ölüm sayısı olarak açıklamışlardı. Ve bu 32 kat civarında olunca, “bakan 40 kat demişti, ne yapıyorsunuz” diye özellikle Twitter'da ciddi bir soru sorma eylemi olmuştu. Sabah baktım, şu anda da halen bakıyorum, tablo önümde; Sağlık Bakanlığı'nın Covid-19 bilgilendirme platformunda 4-10 Temmuz sonrasına ait satırı silmişler. Belki de bir düzeltme gelip bakanın 40 kat dediği rakamları yeniden yayınlayacaklar. Bunu da söylemek istedim, en azından tarihe bu notu düşelim diye.

ÖM: Evet.

OE: Çok açık ki, Türkiye'de hiçbir rakama güvenmiyoruz. Ama çok hızlı bir artış trendinde olduğumuz belli. Vefat sayılarımızda da benzer bir artış var; 11-17 Temmuz'da resmi doğrulanmış ölüm sayımız 96 ki, bu günlük on dört ölüme karşılık geliyor. Bir hafta öncesine göre üçe katlamış durumdayız. 13-19 Haziran haftasına göre beşe katlamış durumdayız. Bunlar gerçekliğimizi göstermiyor, çünkü Covid-19’da ölümler ilk beş-yedi günde olmuyor. Daha sonra PCR negatifleşiyor ve ağır tablolar ondan sonra oturuyor. O yüzden zaten az test yapıyoruz. Test yaptığımız ağır vakalarda da o dönemlerde genellikle negatif bulunuyor. O yüzden bu vefat sayılarının aslında çok daha fazla olduğunu, Covid-19’un Türkiye'de hâlâ ölümcül olduğunu söylemek lazım. Bilmiyorum bu yoruma ne dersin Kayıhan?

KP: Çok haklısın. Zaten anımsarsan bu ölümcüllük meselesinde de daha önceki programda gündeme getirmiştik, Dünya Sağlık Örgütü yaptığı modellemeyle Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı rakamların 3.2 kat daha fazla ölüme yol açtığına ilişkin bir bilgiyi bu mayıs ayında açıklamıştı. Dolayısıyla Türkiye'de de, bizim de yakınlarımızda, çevremizdeki insanlarda gördüğümüz gibi Covid-19 tanısı almadan ya da tanısı almış olsa bile istatistiklere yansımadan hem hastanede yatan hem yoğun bakımda yatan hem de yaşamını yitiren insanlar olduğu çok açık.

ÖM: Pardon bir şey de ekleyeyim ben; yani halk sağlığı uzmanı Cavit Işık Yavuz'un aktardığına göre haftalık vaka sayısı %93 arttı. Günlük vaka ortalaması 32 bini geçti diye de bir rakam veriyor. Yani en hızlı yayılan varyantla karşı karşıyayız diye açıklamalar var.

OE: Kesinlikle doğru. Cavit sağ olsun bize çok destek oluyor bu konuda. Bulaşma mekanizmamız o kadar arttı ki, orijinal Wuhan suşuna göre BA4, BA5 -ki dünyada %50’lerin üstünde bunlar saptanıyor, Türkiye'de de öyle- altı kat daha fazla bulaşıcı. Hani "virüs akıllandı" deniyor, akıllanan virüs değil, aksine akılsız olan "insan uygarlığı". Bile bile, göre göre, bana sorarsanız taammüden bir katletme süreci işletiliyor. Bunun karşısında yapılabilecek şeyler ne yazık ki çok sınırlı ama bireylere bu anlamda birkaç hatırlatma yapalım; biri, gerçekten kapalı ortamların hepsinde mümkünse yüksek koruyucu maske kullanmak. İkincisi, bir-iki grup sayacağım, bunların dışındaki herkesin ek doz aşı olması. Kimler aşı olmayacak dersek daha kolay yürüyebiliriz belki: Üç kere Pfizer-BionTech şirketi tarafından üretilen Comirnaty dediğimiz mRNA aşısını olup, elli yaşın altında olan ve herhangi bir kronik hastalığı olmayanlar şu an ek doz aşı olmayabilirler. Bunun dışında iki tane Çin Sinovac şirketi tarafından üretilmiş Koronavac, arkasına da üç tane BionTech olmuş ve bir bağışıklık sistemi sorunu yok ise -kanser, kanser tedavisi gibi- veya dört kere Pfizer-BionTech şirketinin ürettiği aşıyı olmuşsa ve bir kanser veya kanser tedavisi gibi bir bağışıklık sistemi sorunu yoksa veya beş kere mRNA aşısı olmuşsa bu gruplar şu an için aşı olmayabilirler. Ama bunun dışındaki her grup -ki ben pazartesi günü oldum, elli yaşın üstündeyim, yoğun bir virüs temasıyla maruz kalıyorum sağlıkçı olarak- dördüncü mRNA aşımı oldum. İkinci hatırlatmak istediğim nokta bu. Üçüncüsü ise, eğer hasta olurlarsa, özellikle risk grubundalarsa, elli yaş üstü ve kronik hastalığı varsa “klima çarptı”, “soğukta kaldım”, “saçım ıslak çıktım”, “aslında farenjitmişim”, “yok sinüzitmişim” gibi bahanelere sığınmadan çok hızlı PCR testi yapmak lazım. Çünkü PCR testi yapılıp pozitif bulduktan sonra bu gruba Sağlık Bakanlığı, İlçe Sağlık Müdürlüğü tarafından molnupiravir etken maddeli ilaç ulaştırılıyor. Son haftada muhtemelen hasta yoğunluğunun artması nedeniyle birebir ulaştırma mümkün olmayabiliyor. Bazı hastalarımıza telefonla ulaşmakta aksamaların olduğunu görüyoruz. Eğer bu gruptalarsa, PCR'larını hızla yaptırıp pozitiflerse, ilçe sağlık müdürlüğünden bu ilacı temin etmeleri lazım. Çok yanlış bilgiler var; bu ilaç bir sıtma ilacı değildir, bu ilaç etkisiz bir ilaç değildir. Sağlık Bakanlığı'nın daha önce dağıttığı ilaçlara şiddetle karşı çıkan insanlar olarak söylüyoruz, bu ilaç dünyada virüse karşı etkili bir ilaçtır. Mümkünse ilk iki günde, o da değilse ilk beş günde başlanması ölümü azaltıyor. Bilmiyorum Kayıhan, ekleyeceğin toplum sağlığı önerilerin olacak mı? Şu aşamada bireye yönelik birtakım önlemleri de hızla vurgulamayı önemsedim.

Aşılarda yeni takviye doz dönemi: Kimler hangi aşıyı yaptırmalı?

KP: Ben tamamen senin önerilerine katılıyorum. Bir kez daha vurgulayalım; bu bulgular karşımıza çıktığında, “ya beni klima çarptı” ya da benzer bir şekilde “hafif bir soğuk algınlığı geçiriyorum” demeksizin bir PCR testi yaptırarak -eğer sonucunda da pozitifse- hem risk gruplarındakilerin ilacı kullanması hem de hastalığın bulaştırılmasının önlenmesi için karantina ve izolasyon önlemlerinin alınması çok değerli. Burada sevgili Önder Ergönül ve arkadaşlarının araştırmasına da istersen atıfta bulunalım; çalışmaya göre, daha önceden iddia edildiği gibi bu omikron varyantı sırasındaki bulaştırıcılık süresinin beş günde sınırlı olmadığını, hatta on gün civarında halen %14 oranında bulaştırıcılığın sürdüğünü, on dört günde de %8 bir bulaştırıcılığın sürdüğünü gösteriyor. Dolayısıyla eğer biz hasta olan kişileri başkalarına bulaştırmaktan ayırarak müdahale etmeyecek olursak hem hastalığın yayılması -şu anda olduğu gibi- çok hızlı devam edecek hem de risk gruplarını koruma konusunda ciddi sorunlarla karşı karşıya kalabileceğiz.

ÖÖ: Peki şu anda Türkiye'de karantina uygulaması takip ediliyor mu?

KP: Maalesef sevgili Özdeş. Geçen haftalarda da dile getirmiştik, ne karantina ne izolasyon konusunda şu anda yeni bir düzenleme yok. Eski düzenlemeler ortadan kalktığı için hem kamuda çalışanlar hem de özel sektörde çalışanlar malî ve özlük hakkı kaybına uğramamak adına PCR testi yaptırmaktan da biraz çekinik duruma geldiler. Zaten şu anda kamu hastanelerinde PCR testi yaptırmak da o kadar kolay değil. Ancak artan vaka sayısıyla birlikte, öyle zannediyorum ki yeni düzenlemeler olacak. Ne dersin Osman? Bu Eskişehir'deki sözü edilen umumi hıfzısıhha kurul kararı sanıyorum burada önemli bir işaret olarak düşünülebilir mi?

OE: Katılıyorum. İllerdeki hıfzısıhha kurullarını daha etkin çalıştırmak lazım. Sabah haber portallarına da düştü, Eskişehir İl Hıfzısıhha Kurulu kararı özetle diyor ki; birincisi, “her hasta başvurduğu hastane tarafından bakılmalı. Başka hastanelere ulaştırılmamalı” -ki doğru bir yaklaşım. İki, “hızla personel sayıları ve altyapı lojistik desteği arttırılmalıdır” diyor -ki çok doğru. Ben biliyorum ki İstanbul'da pandemi hastanelerinde de ek yataklar açılıyor, %50’ler kapasitesine ulaştı, yoğun bakımlar artmaya başladı. Tabii ki ilk dalgadaki gibi olmayacak, toplum iyi kötü aşılanmış durumda. Ama mevcut “pandemi yoktur” politikasının yerine tüm hastanelerin yeni baştan bu dalgaya hazırlanması lazım. Bir vurgu da şu, Türkiye'de bilim insanları hakikaten her türlü bilimsel sansüre rağmen, senin örneğini verdiğin ya da Manisa Celal Bayar Üniversitesi'ndeki bilim insanlarında olduğu gibi bilimsel bilgi üretmeye çalışıyorlar. Manisa Celal Bayar Üniversitesi'nde hastane çalışanları üzerinden yapılmış araştırma özetle şunu araştırdı; deltayla omikrona karşı hangi aşı daha koruyucu? Ve görüldü ki omikron varyantında -yani şu an içinden geçtiğimiz dalgada- bir Çin aşısı işe yaramıyor, iki Çin aşısı işe yaramıyor, üç Çin aşısı işe yaramıyor. Özetle, inaktif virüs aşıları işe yaramıyor. Daha da önemlisi mRNA aşılarının tek veya iki doz yapılması da işe yaramıyor. Tek seçeneğimiz en az üç doz mRNA aşısı yapmak. Sayın Bakan, “Türkovak sonuçlarından çok mutluyum, Türkovak’ı tercih edin.” dedi ama hiçbir bilimsel verisini herhangi bir yerde yayınlamadığımız bir aşıyı öneremiyorum ben. Çok değerli bir emek var orada, bilim insanlarının emeği var. O emeğe bu kadar mı kötü, hoyratça yaklaşılır anlayamıyorum. O yüzden şu aşamada da aşı durumlarında mRNA aşısını tercih etmenin doğru olduğunu düşünüyorum. Sen ne dersin Kayıhan?

KP: Çok haklısın Osman. Türkiye'de çok sınırlı çalışmalar var. Manisa'daki meslektaşlarımızın çalışması yüz akı bir çalışma. Ama özellikle İngiltere, Amerika ve diğer ülkeler kökenli çalışmalara baktığımızda da mRNA aşılarının ön plana çıktığını görüyoruz. Zaten biliyorsun, Batı’da inaktif virüs aşıları çok fazla kullanıma girememişti. Çin üzerinden inaktif aşılar hakkında sınırlı sayıdaki makaleye baktığımızda, bazı durumlarda kullanılmaya başlanan omikrona karşı, yeni versiyonlarına ilişkin sınırlı çalışmalar var. Belki önümüzdeki haftalarda ve aylarda omikron varyantına karşı inaktif aşılar tarafından da geliştirilmiş yeni versiyonların kullanıma girmesi söz konusu olabilir. Ama şu ana kadar mevcut kullanılan aşılar açısından söylediklerin çok doğru. Bilimsel araştırmalar bize mRNA aşılarının etkinliğinin omikronda da, özellikle ciddi hastalığa karşı, hastaneye yatışa karşı, ölümlere karşı halen etkisini koruduğunu çok açık bir şekilde gösteriyor.

Pandemi nereden çıktı sorusuna dair yeni bir araştırma

OE: Zaman ilerliyor, istersen biraz yakından takip ettiğini bildiğim “pandemi nereden çıktı?” sorusuna geçtiğimiz haftalarda ilginç bir yaklaşım geldi, biraz onu konuşalım mı Kayıhan? Ekolojik krizin yarattığı bir virüs salgını mı, laboratuvarda bir hatadan kaynaklanan bir SASRS-CoV-2’yle mi uğraşıyoruz veya bir biyolojik terör canlısı olarak üretilen bir virüs mü diye üç tane spekülasyon vardı. Bu konuya dair geçtiğimiz haftalarda ilginç bir açıklama olmuştu, sen de yakından takip ediyorsun. Biraz senden o konuda bilgi alalım mı Kayıhan?

KP: Elbette Osman. Bu virüsün kökeniyle ilgili bilimsel tartışmalar değişik olasılıkları eledikten sonra iki noktada odaklandı: Virüs insanlara enfekte bir hayvandan mı geçti, bir zoonozla mı karşı karşıyayız, yoksa bir laboratuvardan saçılma mı söz konusu, bu konuda önemli bir makale Neil Harisson ve Jeffery Sachs tarafından 19 Mayıs'ta yayınlandı. Onlar SARS-CoV-2 virüsünün kökenine ilişkin “bağımsız bir soruşturma çağrısı” adıyla Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi'nin dergisinde -çok saygın bir dergidir- bir makale yayınladılar. Burada özellikle Jeffery Sachs’a biraz vurgu yapmak isterim; kendisi bir ekonomist, ancak Lancet’in Covid-19 komisyonunun başkanı. Bu nedeniyle bilimsel çevrelerde bu makale yayınlanır yayınlanmaz oldukça önemli bir ses getirdi. Ses getirmesi ağırlıklı olarak böyle bir makalenin yayınlanmasının sıkıntılı olduğuna ilişkindi ve bilim çevrelerinden -sanıyorum önümüzdeki haftalarda onları da görme olanağımız olacak- bunun bir laboratuvardan saçılma değil, zoonoz olduğuna ilişkin bilimsel kanıtları sıralayan karşı yanıtlar yazılmaya başlandı. Ancak burada hem Harisson’ın hem de Sachs’ın dile getirdiği çok önemli bir şey var; diyorlar ki, “Tamam, bulgular yarasa kökenini destekliyor ama bazı çalışmalarda da SARS-CoV-2'nin pandemi salgınından daha önce var olduğuna ilişkin kanıtlar bulundu deniyor. Tamam, Wuhan ve Çinli yetkililerin bu sürece daha şeffaf davranmaları çok önemli ama Amerika Birleşik Devletleri merkezli araştırma kurumlarından da toplanacak bilgiler var. Ve bu bilgiler henüz bağımsız, şeffaf bir incelemeye açık hale getirilmedi. Bunların bir an önce getirilmesi gerekir, çünkü SARS-CoV-2'nin gelecekteki adaptasyonu ciddi bir endişe kaynağı. Coronavirüslerin bazılarının, özellikle olgu ölüm hızlarında SARS-CoV-2’den daha yüksek ölümlere yol açabilme potansiyeli bugünlerde tartışılırken böyle bir şeffaflığa ciddi bir şekilde ihtiyaç var. Çünkü eğer bu adaptasyon, örneğin SARS-CoV-3 biçiminde karşımıza gelecek olursa dünyayı neyin beklediğine ilişkin şimdiden daha bilimsel bir çaba yürütmek gerekir.” Aslında bunu bir zoonozu reddetme değil de, bu sürecin daha açıklıkla, daha şeffaf bir şekilde ortaya konması çağrısı olarak kabul edecek olursak ben de böyle bir yaklaşımın daha doğru olacağını düşünüyorum. Biz de, sevgili Osman, aslında Türkiye'de bu süreçlerin şeffaf olmadan yürütülmesinden sıkıntı duymuyor muyuz? Dolayısıyla bir açıdan bakıldığında, bu iki yazarın makalesinin özellikle bilimsel bilgiye erişim ve bunu toplumla paylaşmak açısından önemli bir şeffaflık çağrısı olarak değerlendirilmesinde ben açıkçası yarar görüyorum. Ama şu ana kadarki kanıtların çok büyük ölçüde zoonozu, yani bir hayvanla maruz kalma sonrasında ortaya çıktığını desteklediğini de buradan söylemiş olalım.

OE: Tabii bu zoonoz hastalığın altında da ormansızlaşma, biyolojik çeşitliliğin kaybı, şehirlerin ormanların içerisine adeta kanser gibi girmesi, neoliberal şehirleşme ve kalkınma iktisadının olduğunu aslında dünyanın, hani insan uygarlığının kendi kendisine sonunu getirdiğini görmek gerekiyor. Bu yüzden virüs akıllı falan değil. Hatta virüsün canlı olup olmadığı bile tartışılıyor. Kendi yaptığımız uygarlığın sonunu görüyoruz aslında. Bu yüzden bu pandemi zaten tüm yıkımıyla sürüyor ama pandemiler çağında olduğumuzu söylüyoruz. Pandemilerle devam edeceğiz. Bu durum ekolojik krizden bağımsız değil ki, Açık Radyo dinleyicileri zaten konuya tümüyle vakıflar. Yavaş yavaş sona doğru geliyoruz. Program zaman dilimimizi aşmadan aslında sevgili arkadaşım, dostum Kayıhan'a bu hafta bir hediye vermek istedim. Müzik seçimini ondan habersiz hazırladım. Bir babaya verilebilecek en güzel hediyenin çocuğunun yaptığı güzel bir jest ve güzel bir başarı olduğunu düşünüyorum. Sevgili Kayıhan Pala'nın kızı Bilge Su Pala "Sabah" şarkısıyla bugün sabah programımıza konuk olacak. Bir baba için çok büyük bir mutluluk olduğunu düşünüyorum. İyi ki varsın Kayıhan, iyi ki varsın Bilge Su... Söz sende.

KP: Gerçekten şaşırdım Osman. Çok teşekkürler, hoşça kalın ve sağlıklı günler yaşayın diyerek bugünkü programı sonlandıralım.

ÖM: Çok Teşekkür ederiz, görüşmek üzere. 

ÖÖ: Görüşmek üzere.