“Devrim hareketi bütün görkemiyle geri döndü”

-
Aa
+
a
a
a

Milat Bülent Kılıç, İran'da yeniden alevlenen devrimci harekete dair güncel haberleri ve yorumlarını paylaşıyor.

İran'daki sokak eylemleri büyük bir hışımla geri döndü
 

İran'daki sokak eylemleri büyük bir hışımla geri döndü

podcast servisi: iTunes / RSS

İşaretleri iki hafta önce başlamıştı; İran’da devrim hareketi bütün görkemiyle geri döndü. Geçen hafta da büyük eylemler olmuştu. Özellikle kız çocuklarına yönelik okullardaki kimyasal saldırılar nedeniyle bir öfke kabarmış bu da ülkenin birçok yerinde eylemleri tetiklemişti. Ama geçen hafta da dediğim gibi eylemlerin kitleselliği yine de sınırlı kalmıştı. Saatler Nevruz’dan önceki son Çarşambaya kurulmuştu. Nevruz’dan önceki son Çarşamba, İrani halklar için, sokaklarda ateşlerin yakıldığı bir şenlik günüdür ve devrimciler bu günü devrimin ateşinin yeniden göklere ulaşacağı bir gün olarak belirlemişti. Sadece Çarşamba gününü değil, ondan önceki iki günü de, yani Pazartesi ve Salı günlerini de… Günlerdir devrimciler bu günleri kırmızı alarm günleri olarak niteliyor. Bir siren çalıyor ve “devrim süreci başladı” deniyor. Öyle oldu. Devrimci süreç, Pazartesi sabahı Tahran Metrosu’nda, neredeyse çocuk sesli genç bir kadının sloganıyla başladı ve bir anda bütün ülkeye yayıldı. Yani kadınlar sürece bir kez daha öncülük ettiler. İran sokakları “Çocuk katili hükümete ölüm!”, “Diktatöre ölüm” sloganlarıyla sarsılmaya başladı.

Evet, İran sokakları, Nevruz’dan önceki son Çarşamba gününün geleneksel şenliklerine yaklaşılırken, ülke içindeki grupların çağrılarıyla yeniden hareketlendi. Bu eylemleri tetikleyen  yığınla öge var. Birçok kanlı ve baskıcı uygulama var ve bunlar 44 yıldır sürüyor. Ama İran’da son haftada yaşananlar, bir açıdan benzersizdi. Son programlarda ürerinde durmaya çalışıyorum.  Aylardır, İran’da kız çocuklarının okuduğu okullara yönelik kimyasal saldırılar düzenleniyor. Ülkenin her yerinden, her köşesinden saldırı haberleri geliyor. Bu süreçte zehirlenen çocukların sayısı binlerle ifade ediliyor, hastaneye katılanların sayısı ise yüzlerle… Bu saldırılar, ne yazık ki, iki çocuğun da ölümüne neden oldu. Çarşenbe Suri yani Nevruz’dan önceki son Çarşamba günü, geleneksel olarak düzenlenen törenleri ve yakılan şenlik ateşlerini siyasal bir haleye büründüren asıl gerekçe de bu kimyasal saldırılar oldu, denebilir. Çünkü anne babalar ve büyükler, çocuklarının, kardeşlerinin canlarından ciddi kaygı duyar hale geldiler; çocuklarını okula gönderip göndermemekte tereddüt ettiler.

Bu nedenle de Pazartesi sabahından başlayarak ülkenin her yerinde eylemler başladı. İlk gece eylem noktalarının sayısı 200’ü buldu. Oysa devrimci sürecin başlamasının ertesinde, eylemlerin en görkemli döneminde bile bu sayı 160’larda kalmıştı. Bu, İran’da devrimci hareket açısından çok umut verici bir nokta.   Batı’nın ve Batı’nın kuklası konumundaki Şehzade Rıza ile onunla aynı karede yer alan bir avuç ünlünün etkinlikleri hareketin bölünmesine neden olmuş ve artık kimi Şah yanlılarının da dediği üzere halk hareketi komaya girmişti. Şimdi ise komadan yenilenmiş olarak çıkmışa benziyor. Üstelik bu kez ülke içindeki gruplar eskisine oranla daha da örgütlüler. Süreç nasıl ilerleyecek, izlemeye devam edeceğiz.

İran’da son haftalarda deklarasyon deklarasyon üstüne. Bunlardan biri de önceki hafta sonuna doğru yayınlandı.  Deklarasyonun imzacıları, bir süre önce Washington’daki Georgetown üniversitesindeki açık oturuma katılan sekiz ünlüden altısıydı. Gerçekte bu kişileri Şehzade Rıza ve avenesi diye de niteleyebiliriz. Çünkü bir eşitler meclisi değil bu. Fiilen Şehzade Rıza’nın önderlik ettiği, son derece tartışmalı adlardan oluşan bir grup. Hatırlatacak olursak, İran’da yaşadığı günlerde Rejim yanlısı reformistlere bağlılığıyla tanınan Mesi Alinejad, futbolcu Ali Kerimi, moda mankeni Nazenin Bonyadi,  Nobel Barış Ödülü de almış olan, yine reformist kanada yakınlığıyla bilinen, hukukçu Şirin Ebadi, Diş hekimi ve öykücü Hamid Esmailiyun ve sinema oyuncusu Golşifte Ferahani ve küçük bir Kürt partisinin lideri Abdullah Meftadi den oluşan bir grup bu.

Sadece  -kısmen- Abdullah Meftadi için geçerli değil bu söylediklerim ama listeden anlaşılacağı üzere bu insanların hiçbiri bir örgüte ya da partiye işaret etmiyor.  Dağınık, iş yapma yeteneği olmayan bir kitlenin sempatisine oynuyorlar. Evet, son haftalarda yurtdışındaki üç monarşi yanlısı parti işbirliği yaptı. Şehzade’yi destekliyorlar ama bu grupların görece bir gücü varsa bile, o güç ülke içinde değil, Amerika ve Avrupa’da. 

Muhalif liderlerden biri, Şehzade Rıza’nın öncülük ettiği bu grup için çok hoş bir nitelemede bulunuyor. “Bunlar orduları olmayan komutanlar” diyor. Benim gözümde de öyleler. Bütün güçlerini Batı’nın desteğinden, onların paralarıyla yayın yapan büyük kanalların adlarını büyütmesinden alan bir grup… Deklarasyonlarının adı ise “Mehsa Deklarasyonu” . Onlara göre bu, bir dayanışma ve örgütlenme deklarasyonu.

Hatırlar mısınız bilmiyorum ama iki hafta önce başka bir deklarasyondan söz etmiştim. Onu ise ülke içindeki yirmi örgüt ve kuruluş yayınlamıştı. O deklarasyon, Şehzade ve ekibinin yayınladığından çok daha fazla karşılık bulmuş, heyecan yaratmıştı. Sonuç olarak, ben, uzun ve çalkantılı bir mücadele sürecinden sonra İran’ın muhalif ya da devrimci güçlerinin yeniden biçimlendiği özel bir evreden geçtiğimizi düşünüyorum. Bir ara muhalif güçler büsbütün dağıldı, perişan oldu, nereye gideceğini, ne yapacağını bilmez hale geldi. Şimdi ise yeni bir yol, yeni bir örgütlenme ve ittifak yolu bulmaya çalışıyor. Önemli olansa şu:  Süreç bitmedi, devam ediyor.

Biliyorsunuz, geçtiğimiz günlerde İran ile Suudi Arabistan arasında bir anlaşma imzalandı. Şii siyasal İslamcılığın hamisi konumundaki İran ile Sünni siyasal İslamcılığın hamisi konumundaki Suudilerin anlaşmasının tam olarak ne anlama geldiği konusunda değişik yorumlar var. Ben bu başlıkta konuşmak için kendimi yetkin saymıyorum.

Gerekçesi ne olursa olsun bu anlaşmanın Yemen’den Suriye’ye, Lübnan’a kadar birçok bölgeyi etkileme olasılığı çok yüksek.  Bu tabloda, İran İslam Cumhuriyeti’nin bir halk ayaklanması yoluyla yıkılma aşamasına gelmesi durumunda, Çin’in ve Rusya’nın nasıl bir tutum takınacağı da merak ve kaygı konusu olacaktır. Dediğim gibi, bu konularda yorum yapmak işi konuyu derinlemesine inceleyenlerin, süreci yakından izleyenlerin işi.

Yine de söylemek istediğim bir şey var: Daha önce de pek çok kez söz ettim. Iran International adlı büyük bir medya kuruluşu var. Bu kanal, birkaç hafta öncesine kadar Londra merkezli olarak yayın yapıyordu. İran’ın muhalif kamuoyunun büyük bir çoğunluğu, kanalın, Suudi sermayesiyle yayın yaptığına inanıyor. Kanal, birkaç hafta önce merkezini Londra’dan Washington’a taşıdığını çünkü Londra’da çok fazla tehdit aldığını duyurdu. Kimileri İngiliz hükümetinin bu tehditlere boyun eğmeyeceğini, buna izin veriliyorsa işin içinde bir bit yeniği olabileceğini düşünüyordu. Fakat bu İran Suudi Arabistan anlaşması imzalanınca,  bunun İran’ın Suudilere yönelik bir ön koşulu olabileceği de konuşulmaya başlandı. Yani İran devleti, Suudilerden, Şehzade Rıza ve yanındaki celebritylerden oluşan ekibe verdiği destekle tanınan bu kanala verdikleri desteğin son bulmasını istemiş olabilirdi. Senaryo iddia edildiği gibi ise Suudiler gerçekten de kanala desteklerini çekmiş olabilirler.  Çünkü kanalın ABD’ye taşınalı beri ciddi bir ekonomik ve teknik kriz içinde olduğuna ilişkin kimi işaretler belirdi ve bunlar muhalif medyalarda da konuşuluyor.

Öte yandan, bu kanalı Suudilerin desteklediği iddiasının bütünüyle bir kandırmaca olduğunu söyleyenler de var. Bu kesimler kanalı Iran International televizyonu diye değil İsrail International diye niteliyor ve onu bir zamanların İsrail Radyosu’nun yeni hali olarak kabul ediyorlar. İddia, bazı soruları ortada bıraktığı için, bana pek de inandırıcı gelmiyor.

Şehzade Rıza ve onunla poz vermekte olan ünlü ekibi her ne kadar uluslararası kimi televizyon kanallarının, aslına bakarsanız kimi istihbarat teşkilatlarının desteğini sonuna kadar almış gözüküyorsa da, monarşi yanlısı kesimlerden de artık son derece sert eleştiriler almaya başlamış durumda. Bunlardan birinden geçen hafta söz etmiştim. Eski Rejim’e ve Şah’ın ailesine bağlılığını 44 yıllık sürgün maceraları boyunca kanıtlamış olan monarşi yanlısı Reza Teqizade’nin eleştirilerinden söz etmiştim. Teqizade, Şehzade Rıza’nın etrafında kümelenmiş bu bir eli yağda bir eli balda grubun, bu şık ve zengin seçkinlerin ‘artistik patinaj’larının İran’daki ayaklanmaları komaya soktuğunu ifade ediyordu. 

Birkaç gün önce, Reza Teqizade’nin bu eleştirilerini gölgede bırakacak bir eleştiri daha geldi. Eleştirinin sahibi de Şah’ın ailesinin biricik dostu ve finansörü de olan Seid Sequi idi. Sequi, Şehzade Rıza’yı, etrafına bir takım pislikleri, şarlatanları toplamakla ve bu yüzden de halkın sokaklardan pencerelerin ardına çekilmesine neden olmakla eleştiriyor. Onları, hareketi sırtından hançerlemekle suçluyor. Eski Rejim’in bu sadık muhafızı, ağzı köpüre köpüre hakaret ediyor.” Ben bu Şehzade’yi  yılardır tanıyorum. Hiçbir zaman ülkesine dönmeyi düşünmedi, İran’ı hiç savunmadı, hiçbir zaman bu uğurda bir şey yapmadı. Şimdi ise hiçbir şey bilmeyen bu insanlar bu adamı (Şehzade Rıza’yı) serçe parmağında oynatıyor” diyor.  Sequi, sonunda da, Şehzade Rızayı tehdit ediyor: “Benim her ay ödediğim 30- 40-50 bin Doları kesmeme neden olmayın, ağzımı açtırmayın. Bizim yeni bir büyük Rıza Şaha ihtiyacımız var.”

Bu durum da gösteriyor ki, artık monarşi yanlılarının içindeki politikadan anlayan ve Şah ailesine en yakın duran kesimler bile ortada bir maskaralık olduğunu anlamaya başladılar. Yani Batı’nın İran devrimine biçtiği bu giysi yavaş yavaş parçalanmaya, sağdan soldan patlamaya başlıyor. İşin ilginci, bu aşınmanın her aşamasında, İran’daki devrimci hareket de adım adım canlanıyor.