“Pandemiyi zafiyetler içinde yönetmek, otokrasinin çaresizliğin ürünleri”

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik’te Ali Bilge, gündeme yönelik yorumlarını paylaştı. 

Ekonomi Politik: 3 Mayıs 2021
 

Ekonomi Politik: 3 Mayıs 2021

podcast servisi: iTunes / RSS

(3 Mayıs 2021 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba, günaydın Ömer Bey, Özdeş günaydın! 

Özdeş Özbay: Günaydın!

AB: Selahattin merhaba! İyi haftalar herkese, iyi yayınlar, yeni yayın dönemi de kutlu olsun!

ÖM: Teşekkür ederiz. Bugün ortaya karışık mı yapıyoruz?

AB: Kaçıncısı oluyor?

ÖM: 53.

AB: Yeni hafta geçen haftadan çok farklı değil, otoritenin buhranı, çaresizliği artarak devam ediyor. Bu anlamda geçen haftadan farklı bir durum yok, buhran ve çaresizlik iktidar şiddetini ve sertliğini de arttırıyor. Programın başlığını önceden atmış olalım! Zaten uzunca bir süredir otokrasinin buhranını iktisadi, siyasi, dış politika yönleriyle analiz etmeye çalışıyoruz. Bu hafta da, benzer durumlara işaret ederek programı yürüteceğiz gibi gözüküyor. Sonuçta uzunca bir süredir iyi durumda olmayan Türkiye ekonomisi krizdeyken salgınla karşılaşması meseleleri daha da derinleştirdi. 

Otoriter rejimin yanlış ekonomik tedbirleri üzerine çeşitlemeler devam ediyor. Halk Bankası’na ilişkin dava ABD de yeniden görüşülmeye başlayacağı haberleri geliyor. 

ABD’nin İran’a uyguladığı ambargonun ve yaptırımların delinmesinde bir kamu bankası olan Halk Bankası kullanılmıştı. Bu operasyona ilişkin Halkbank bir üst mahkemeye başvurmuştu. Halk Bankası’nın bir kamu kurumu olması nedeniyle ABD’de yargılanamayacağına dair bir başvuru yapılmıştı. Taraflar dinlendi ve bugün itibariyle o üst mahkemenin kararı bekleniyor, bu karara göre sürmekte olan mahkeme devam edecek. Mahkemenin devam etmesiyle birlikte özellikle yeni iddiaların, yeni tanıkların dinlenmesi, en önemli tanık olan Reza Zarrap’ın tekrar kürsüye çıkması bekleniyor, elbette yeni soruların da sorulması bekleniyor.

ABD’nin İran’a uyguladığı yaptırımların delinmesi operasyonunda yer lalan Halk Bankası bürokratlarına siyasi talimatların kimler tarafından verildiğinin sorulması da bekleniyor. Zarrap’ın bu sorulara nasıl yanıt vereceği önemli, işin yönünün siyasilere kayıp kayamayacağı bu şekilde belli olacak. Aynı zamanda dava için Türkiye’yi savunan avukatların da tanık olarak gelmesi /dinlenmesi bekleniyor. Ayrıca Türk yönetiminin isteği doğrultusunda mahkemeye baskı yaptığını ileri süren Trump’ın danışmanlarından bazı isimlerin mahkemeye çağırılacağında ifade ediliyor. Örneğin hatıralarında Bakan Bolton davaya ilişkin Türkiye’den gelen baskıları ve Trump’ın davaya müdahalesini yazmıştı. Halkbank davasının yeniden canlanacağı anlaşılıyor. Davanın bundan sonraki kısmında yaşanabilecekler, iç ve dış siyasette ülkeyi yeni boyutlara sürükleyebilecek nitelikte gelişmelere yol açabilir. Hem iç siyasi ve iktisadi dengeler yönüyle, hem de dış ekonomik ve siyasi ilişkiler açısından, özellikle ABD ile olan ilişkileri belirleyici başat bir konu. 

Dava sonucunda Halk Bank’a ceza çıkması sonucunda neler yaşanabilir? Yanıtlanması gereken önemli soru bu. Türkiye’nin içinde bulunduğu iktisadi ve finansal vaziyet zaten vahim. Cezanın niteliğine göre Halk Bankası uluslararası ödeme siteminden çıkabilir. Davadan ceza çıkması genel olarak Türk Bankacılık sistemini etkileyecektir. Dış borçlanmada zorlanan bir ülkenin borçlanma kanalları daha da daralacak ve borçlanma maliyetleri daha da artacak demektir. Türkiye finansal sistemine olan” sürünen güvenin” -borçlanma piyasalarının Türkiye’ye olan güveni” minimize” olmuş durumda-, kredibilitenin bitmesi demektir. Davanın olumsuz sonuçlanması – ki beklenti bu yönde – çok yüksek tahribatlara yol açabilir.

Elbette, bu kötü vaziyeti siyasal anlamda belli dönüşler erteletebilir, hafifletebilir düşüncesi de var. S400’ler konusu gibi ABD ile karşı karşıya kalınan diğer dış politik gerilimlerden Türkiye’nin vaz geçmesi halinde, Türkiye’nin zor durumu hafifleyebilir. ABD yönetimi Biden buna yanaşır mı? Göreceğiz.

Diğer bir alternatif Türkiye’nin çıkacak cezayı ödemesi. Suçu ve cezayı kabul ederek anlaşma yolunu tercih etmesidir. Ceza çok yüksek bir miktarda olursa, ödemesi de Türkiye için bir problem demek, ki 20 milyar dolarlardan söz ediliyor! Halk Bankası’ndaki gelişmeler Haziran’a kadar ertelenebilir mi, soğutulabilir mi beklentisi de var. Haziran’a pek çok şey endeksleniyor, havale ediliyor. Haziran’da Biden’le Erdoğan görüşme yapacağı geçen hafta bu duyurulmuştu. Tabii ki görüşme öncesinde de Türkiye’nin karar vermek zorunda olduğu meseleler var. “Önce onları hallet, sonra görüşme olur” diyorlar. İlk madde S400’ler! 

Bu arada bazı senatörlerin Türkiye’ye yaptırımların arttırılmasına ilişkin yasa tasarısı gündeme geldi. Yasa tasarısı Türkiye’deki hak ve özgürlüklerin kısıtlanması üzerine yoğunlaşıyor, daha kuvvetli yaptırımların gündeme getirilmesinden söz ediyor. Bunu da belirtelim 

Haziran’da ya da öncesinde sorunlar çözülürse, çözülme yoluna girerse, bir anlaşma olursa Türkiye’ye sıcak para girişleri olur ve bu sıcak para girişleriyle kurun ve faizin ateşi düşebilir beklentisi de var. Nasrettin Hoca’nın diken fıkrası gibi bir durumla karşı karşıyayız! Türkiye borçlanamıyor, işte zar zor Sendikasyonlarını özel bankalar döndürebiliyor. Çok yüksek borçlanma maliyetleriyle tabii ki oluyor bunlar, ülke tahvil çıkaramıyor, çünkü risk primi çok yüksek, rağbet edilmiyor. Hazine dış borçlanma tahvil ihalesine çıkamadı. Euro tahvil piyasasında epeydir yok. Borçlandığınızda da borçlanma maliyetleri çok yüksek, yükselen maliyetler bütçe üzerine muazzam yük bindiriyor, çok olumsuz etkisi oluyor, hem iç ve hem dış borçlanma maliyetlerinin yüksek olması nedeniyle. 

ÖM: Pardon bir şey soracağım Ali Bey, tahvil çıkaramıyor demek ne demek? Teknik olarak açabilir misiniz?

AB: Yani borçlanma yapamıyor. 

ÖM: Neden?

AB: Çünkü itibar görmüyor, ülke ekonomisi güven vermiyor. Borçlanmada en önemli unsur, ekonominin performansı ve ülkenin aldığı borçları ödeme kabiliyeti, döviz kazanma kabiliyeti. Bir de şu var tabii gelişmiş ülke ekonomilerinde başta ABD olmak üzere yaşanan olumlu gelişmeler, Pandemi ile mücadelede başarı kaydedilmesi, bu ülkelerde ekonomik harcamaların ekonomik aktivitenin artması, enflasyon beklentisinin artması bunun sonucu faizlerin yükselmesi beklentisinin gündeme gelmesi, gelişmekte olan piyasalara giden parayı negatif etkiliyor. Türkiye çok kötü durumda olması nedeniyle mevcut akıştan da yararlanamayan bir ülke, zaten borçlanma piyasalarından yeterince borçlanamıyordu. Tahvil ihracı yapıp borç alırsınız, piyasa ülke riskine göre borçlanmanın maliyetini belirler, bunu özel sektör, kamu yapabilir. İşte bu piyasalardan Türkiye yararlanamıyor çünkü riskli bir ülke. Negatif rezervlerde olan bir ülke. Faizlerin yükselmesine rağmen güven duyulan bir ülke değil. Üstelik içerde kalan yabancı yatırımcıda gidiyor. Mart ayı rakamlarına göre yabancı yatırımlarında daha da azalma, erime görüyoruz. Borçlanma koridoru açılamazsa, ki bunun açılması için NATO, ABD ile krizlerin çözülmesi gerekiyor. Daha önce biz de gündeme getirmiştik, “S400’ler Azerbaycan’a verilir mi” diye. Şimdilerde “S400’ler Nahçıvan’a gidecek lafları” dolaşıyor. İşte bunlar olursa, Haziran’da Erdoğan Biden’la anlaşılırsa, dış piyasalarda risk primi, faizler düşebilir beklentileri de uçuşuyor. 

Ancak Türkiye’de inanılmaz yönetim zafiyetleri yaşanıyor, otokrasinin çaresizlik örnekleri çoğalıyor. Turizm sektörü mesela. Turizm sektörünü daha önce de çokça işledik. Ülke ekonomisine güçlü döviz sağlayan sektörlerinden biri, geçen sene 2019 ‘da yakalanan rakamların 1/3’üne ulaşıldı, hem turist sayısında hem de gelirde. Turizm ciddi bir istihdam yaratıyor, 2 milyona yakın, 1 milyon 800 bin kişi istihdam ediliyor. Geçen sene, 1/3’lük kayıpta istihdam da kaybolmuştu, işsiz kaldı bu insanlar, turizm katma değeri yüksek bir sektör, inşaata göre daha yüksek bir katma değeri vardır, dönemsel değildir yani. Etrafındaki tarım alanları, tarım ekonomisini de etkileyen, ulaşım, catering vb. çok farklı alt sektörleri harekete geçiren bir alan, tüm ilişkide olan alanlar da bunlardan etkileniyor. 2021 Turizm sektöründe görünüm gerçekten endişe verici, tüme yakını kayıp bir yıl olabilir, pandeminin kötü yönetilmesi daha da fena vaziyete yol açtı. 

Bakın Nijerya bile Türkiye’ye giriş yasağı getirdi. Buna karşın 15 Mayıs’tan itibaren çok sayıda ülkeye Türkiye’ye rahatlıkla giriş yapabilme imkânı tanındı. Japonya, Birleşik Krallık, Ukrayna, Singapur, Yeni Zelanda, Avustralya, Çin ve Tayvan gibi pek çok ülke vatandaşından PCR testi istenmeyecek Türkiye’ye girişlerinde. Neden? Gelecek turiste, dövize muhtaç bir ülkeyiz, turist döviz demek. Pek çok ülke, AB -Rusya Türkiye ya gidişleri yasaklamış durumda. Ukrayna’dan turist gelebiliyor, Ukrayna’nın toplam turist içindeki payı %3’tü hatırladığım kadarıyla. Şimdi son kapanma genelgesine göre gelen turistlere oteller serbest, otellerde partiler bile yapılıyor ama bunları havalimanından alıp otele getirecek ulaşım sektörü yasaklar kapsamında! Genelge böyle hazırlanıyor! Turistlerin alandan otellerine getirilmesi problem oluyor. TURSAB geçen hafta vahim durumu ortaya koyan açıklamalarda ve girişimlerde bulundu. Tüm bunlar, Pandemiyi zafiyetler içinde yönetmek, doğrusu yönetememek, otokrasinin zafiyetinin, çaresizliğin ürünleri. 

Yani bir yandan döviz kovalıyorsun, her gün “ne kadar döviz geldi” diye, Maliye Bakanı ya da Saray’daki yetkililer, turizmden ‘ne kadar aktı bugün?’ diye kasaya bakıyor ama bir taraftan da böyle genelgeler yayınlanıyor. Turizm sektörünün durumuna 1 yıl daha katlanamaz Türkiye. 

2021 yılını bugünkü performansla sürdürmesi, 1 milyonun üzerinde bir işsizlik eklenmesi demektir geçen seneye göre. Türkiye’nin geçen senenin rakamlarını bile yakalaması mümkün değil. 51 milyondu turist sayısı 2019’da, 34,5 milyar Dolar’da gelir sağlamıştı. Antalya’dayım, biraz yokluyorum etrafı; kapalı yüzlerce otel var, tümden kapalı, tamam kapalı da ancak bunların bankalara borçları var. Üstüne üstlük, döviz sağlayan bir sektör ama bankalara döviz borçları var. Turizm sektörünün bankacılık sitemine borçları 16-17 milyar dolarlara ulaşmış durumda. Bunların büyük bir çoğunluğu ödenmiyor, ödenemediği için diğer borçlarda olduğu gibi banka bilançolarında gerçekler gösterilmiyor. Türk bankacılık sektörünün yüzdürülen şirketler ve borçlar kapsamına giriyorlar. Borçları yüzdürülecek alan da kalmadı aslında. Örtük kalemler, zombi şirketler deniyor, değişik tanımlar kullanılıyor, zombi şirketler içinde turizm şirketleri de var. Büyük olasılıkla yılın sonunda bunlar el değiştirebilir, el değiştirecek, satın alacak bulursa elbette, ya da bankalarımız büyük bir turizm zincirine sahip olabilirler! Enerji şirketlerinin durumunu daha önce konuşmuştuk, benzer durum burası içinde geçerli 

Türkiye bankacılık sektöründe batık şirketler taze bir kaynak bulunamadığı için rehabilite edilemiyor, bunlar bilançodan ayıklanamıyor ve sürekli erteleniyor. İşte 6 ay daha erteliyor, bir daha erteliyor, icra ve iflaslar bu kapanma sürecinde yine ertelendi. Banka sektörüne baktığımızda, kamu bankalarının karlılıkları inanılmaz bir şekilde azalmış bir vaziyette olduğunu görüyoruz. Kamu bankaları 1980’li-90’lı yıllarda kamu açıklarının en önemli kısmını üstlenmişti, o zaman bilinmezdi, kamu borcunda görülmezdi, gösterilmezdi, daha sonra görüldü ve toplam kamu açıklarına eklendiğinde, zaten krizle karşı karşıya kaldık ve devasa bir açık doğdu. IMF ile anlaştık. Toplam kamu açığına da “IMF tanımlı kamu açığı” dedik. 

Kamu bankalarının hali hiç iyi değil. 128 Milyar Dolar rezervin erimesi meselesi de açıklığa kavuşmadan öylece duruyor. Bu operasyon kamu bankaları ile gerçekleşti. Türkiye’de hakim olan nepotizm, akraba, dost kapitalizmi dediğimiz kayırmalar, kamu özel işbirliği, medyaların satın alması çoğunlukla kamu bankaları ile gerçekleşti. Mesela medyaların asıl sahibi devlet, görünen şirketler değil, ipotekli kamu bankalarına, yüz milyonlarca Dolarlık krediler kamu bankalarından verilerek, şirketlere satıldı. 

 Kamu bankalarının gerçek mali durumunu bilemiyoruz. Üstelik Halkbank’a denilen miktarda bir ceza gelirse durum daha da kötü olabilir, sistem dışına atılıyorsun öyle durumda. Yani dünya bankacılık sistemi sizi kabul etmiyor. Cezayı öderseniz kalabilirsiniz, daha önce HSBC gibi yabancı bankaların da bu tür sorunları oldu ABD’yle, onlar cezaları ödeyerek devam ettiler, Amerikan sistemine göre cezayı ödüyorsun devam ediyorsun, ancak çok yüklü ceza gelirse Türkiye’nin ödeyecek parası yok, zaten eksi negatif rezervlere sahip bir durumda.

Türkiye bankacılık sisteminin %40’ı, daha doğrusu 7 tanesi tüm bankacılık sisteminin %70’ini kontrol ediyor. %40’ı da kamu bankaları tarafından kontrol ediliyor. İktidarın isteği doğrultusunda ekonomik büyüme olsun diye, 3 banka yıllardır zararına kredi verdiler, piyasa faizlerinin altında. Sonuçta bunların bilanço zafiyetleri doğdu.

 Kredi garanti fonu kapsamında kullandırılan krediler olsun, inşaat sektörü, konut sektörü, enerji sektörü kredileri olsun, vatandaşa taşıt ihtiyaç vb. krediler olsun, medya sektörü için verilen krediler olsun bunlardan zarar yazdı kamu bankaları, kamu bankalarının karlılıkları sürünüyor. 

Karlılık rakamları şu anda önümde değil ama çok ciddi düştü. Özel bankalar yüksek batıklara rağmen borçlarını yenileyebiliyorlar, Sendikasyonların vadesi bittiğinde yüksek faizle de olsa yenileyebilme kabiliyeti belli ölçülerde var. Ancak kamular çok olumsuz etkilenmiş durumda. Reyting kuruluşu Fitch’e göre kamu bankalarının ocak ayında geçtiğimiz yıl ocak ayına göre net karları %34’ten %1’e düşmüş durumda. Net karı 2,3 milyar liradan, 6 milyon liraya düşmüş

ÖM: %34’ten %1’e mi? Son derece çarpıcı.

AB: Evet çarpıcı bir durum bunun etkisi banka sektörünün geneline yansıyor sektörün net karı da bir önceki yılın ocak ayına göre %45 düşmüş.

ÖÖ: Toplumsal faydayı öne alıyorlar anlaşılan, artık… 

AB: Duyamadım.

ÖÖ: Toplumsal faydaya bakıyorlar anlaşılan, kar etmiyorlar. 

AB: Evet toplumsal fayda, eş, dost, akraba, havuz faydası oluyor. Ticaret artsın diye vatandaş daha fazla borçlandırılıyor. Türkiye’de hane halkı borçlansın, alışveriş etsin.

ÖM: Bir de şunu sorabilir miyim, bu turizm 2019’da 51 milyon 

AB: 51 milyon kişi geldi, 34,5 milyar Dolar gelir oldu. 

ÖM: 34,5 milyar dolar. Bayağı büyük bir hem turizm sayısında hem de onların getirisi olan gelirde önemli bir düşüş zaten geçen sene vardı bu sene daha da olabilir diyorsunuz yani?

AB: Tabii tabii, yani bu senenin ilk 3 ayına ilişkin rakamlar da istatistiklere yansıdı, geçen yıla göre çok kötü. 2020 yılında Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkeler Türkiye’nin 4 ilindeki turizm tesislerine sezon boyunca vatandaşlarını gönderme imkânı sağladılar. Bu sene yok bunlar. Bakın şu anda en fazla Ukraynalı turist geldiği belirtiliyor. Malum nedenlerden dolayı dostuz ya Ukrayna ile Ukrayna’nın toplam turist sayısı içinde %3 payı var. Normal yıllarda birinci sırada Rusya, ikinci sırada Almanya, toplamda tabii ki AB ülkeleri en fazladır. Sonuçta turizm sektöründe içinde bulunduğumuz durum vahim. Turizm sektörünün özelliği dediğim gibi yüksek istihdam sağlayan bir sektör, katma değeri çok yüksek ve gelirlerinin çoğunluğu döviz cinsinden. Ve Türkiye eksi döviz rezervlerine sahip bir ülke. Net rezervlerinden tekrar artılara çıkması çok zaman alacak. Artılara çıkması için iç ve dış siyasal gerilimlerin çözümü ve faizlerin enflasyonun üstünde seyretmesi lazım. Ancak Merkez Bankası haziranda eğer bir faiz indirimine giderse, yani yandı gülüm keten helva çünkü gerçekten ekonomi kaldıramaz kur patlar gider. 

Haziran’da Biden ve NATO ile işleri düzelttik, hurdaya gönderdik S400’leri, Libya’da şunu yaptık, doğu Akdeniz’de şöyle düzeldik, Suriye’de, vs. işlerin tamamı ya da bir kısmı düzelmeden borçlanma kanalları açılmaz. Türkiye’nin dış politika eksenindeki değişimler ekonomi politikasındaki açmazların anahtarı oluyor Tüm bu sorunları yönetme kapasitesi tükenmiş bir iktidarın yapması çok zor. Türkiye tüm sektörleriyle gerçekten çok derin bir buhranın içerisinde uzunca süredir, debelenmeye de devam ediyor. 

Mucizeler bekleniyor hep böyle durumlarda, duydunuz mu İngiltere KKTC’yi tanıyacakmış! Sunday Times’da çıkmış böyle bir yazı, buralardan medet umuyoruz. Haziran’da Biden’la görüşüp işleri çözeceğiz! Zamanında Erdoğan ne demişti Biden için hangi yıldı unuttum, “Biden benim için bitti” demişti değil mi? Böyle sözler demeyeceksin, adam sonradan başkan oluyor, bunu söylediğinde Obama’nın başkan yardımcısıydı. Sonra Biden de özür dilemişti galiba. Dengesiz Trump yok, Biden var artık, Biden de eski Biden değil. Erdoğan’ın da bu sözleri söylediği yıllardaki (2014) gücü kalmadı. Şimdi ciddi yaptırımlarla karşı karşıyasınız, Halkbank mahkemesi devam ediyor ABD’de. 

Covid’de son derece başarısızsınız, aşı takvimini, terminini bile gerçekleştirememişsiniz. İçki yasağı koymayı bile kanuna dayanmadan yapıyorsunuz, dökülerek, saçılarak yapılan işlerde yürümüyor. Sonuçta cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen, dünyada eşi benzerine pek rastlamadığımız otokratik yapı ile ülkenin yönetilemediği çok aşikâr. Her anlamda başarısızlık devam ediyor, tabii bu başarısızlıklar sertleşme ve şiddeti beraberinde getiriyor. Ne getiriyor? Görüntü alma yasağını getiriyor. Bunu da kanuna aykırı yapıyorsunuz, içki yasağını kanuna aykırı, kendi çıkarttıkları kanunlara aykırı genelge ve düzenlemelerle ülkeyi yönetmeye çalışıyorlar. Olmuyor. 

Ancak, dökülen tökezleyen kimi otokratik rejimler pandemiden yararlanıyor. Covid otokratik rejimlere bazı imkanlar sağlıyor Yasaklar ilan edilmeden sıkıyönetim olanakları sağlıyor. Çünkü yasaklar muhaliflere uygulanıyor. Klasik bir denklemdir; bir yandan otokrasi buhran içinde kıvranırken, beraberinde iktidarın şiddeti ve sertlik uygulamaları artıyor. Bugün de Dünya Basın Özgürlüğü Günü.

ÖM: Evet, Basın Özgürlüğü Günü, görüntü almak yasak yalnız!

AB: 5 yılda 139 gazeteci saldırıya uğramış. 

ÖM: Evet.

AB: Utku Çakırözer’in meclis araştırması önergesine göre yılın ilk 3 ayında 40 gazeteci saldırıya maruz kalmış. Chomsky de yeni bir açıklama yapmış,bu sabah gördüm ; “Erdoğan rejiminin Türk toplumu üzerindeki boğucu hakimiyeti genişledikçe özgürlükler kısıtlanıyor, basın özgürlüğüne yönelik baskılar artıyor. Türkiye basın özgürlükleri konusunda çok ciddi bir tehlike altında” diyor

Yine aynı toplantıda Colombia üniversitesinden, uzun yıllar Amerikan dışişleri bakanlığında danışman olarak çalışmış David Phillips’ de insan hakları ihlalleri nedeniyle Washington’un Erdoğan’dan artık bıktığını” söylemiş. Türkiye’deki cezaevindeki gazetecilerin sayısının tam olarak bilinmediğini belirtmiş. Durum budur…

ÖM: Yeni yayın dönemine hoş geldiniz!

AB: Hoş bulduk! Bugün bir de Türkçülük bayramıymış, haberiniz var mı 3 Mayıs?

ÖM: Ne bayramı?

ÖÖ: Maalesef Mansur Yavaş her yıl kutladığı için hepimizi haberdar ediyor. 

AB: Türkçülük bayramı.

ÖM: Benim haberim olmadı.

ÖÖ: Aslında aynı zamanda Sabahattin Ali’nin Nihal Atsız’a dava açması. 

AB: Dava açma günüdür. 

ÖÖ:Daha sonra Türkçülük

AB: Başka ülkelerin ya da etnik grupların bayramı var mı? Kürtçülük bayramı, Ermenilik bayramı, Rusçuluk bayramı gibi, bayramı var mı bilmiyorum?

ÖM: Ben de bilmiyorum. 

AB: Erciyes’e çıkılıyor biliyorsunuz orada demir dövülüyor filan, öyle hikayeleri var. 

ÖM: Biz AR’cılık bayramı ilan ediyoruz Açık Radyoculuk. 

AB: Evet bugün bayramınız kutlu olsun diyelim ve bitirelim.

ÖM: Çok teşekkür ederiz. 

AB: Hoşça kalın!

ÖÖ: Görüşmek üzere.